2014 Seçimleri ve perde arkası..

2014 Seçimleri ve perde arkası..

BDP ve blok yer sarsıcı bir seçim zaferi kazandı. Canla başla çalışanları, yani parti önderleri sokaktaki çocuğa kadar halkı kutlarım. Başarı çalışanların oldu. Umarım yan gelip yatanlar bundan ders çıkarırlar.

Bu girişten sonra şimdi olayın benim açımdan tahlil gerektiren yanlarına bakalım.. Ben bunların, yani ileri süreceğim görüşlerin eleştirel bir gözle görülmesi gerektiği inancındayım.

Gülen konusu hariç, Erdoğan'ın faşizmi kurma sürecinde bilimsel metodun tutturulduğunu görmek, yarın konusundaki öngörüleri formüle etmek bakımından önemlidir. Yani dünün tahlilinin ışığında bugünü okumak, yarın ne olacağını gösterir. Bu bakımdan her kesimin ayrı ayrı, halkın ise toptan baskı altında bulunduğu gerçeğine varmak, Faşist Türk Devleti'nin egemenliğindeki topraklarda yaşamak zorunda olanlar bakımından toptan bir direnişin nasıl hayata geçirileceğini gösterir. Bu bakımdan "çağdaş faşizm"in nasıl alt edileceğini iyi tahlil etmek gerekiyor. Erdoğan İktidarı bölgesel bir güç olarak şu anda bölgesel çapta yayılmacı bir de karekter kazanmış olarak, kendi çapında, ve sırtını bir yerlere dayayarak halkların başının belası olmuştur.

Faşist Erdoğan, devletlerinin bütün kurumlarında ipleri sımsıkı ele geçirmiş olarak sınırsız bir pervasızlık içinde hareket ediyor.. Dünyayı taktığı yoktur. ABD'den Avrupa'ya, Libya'dan Mısır ve Saudiler'e, Kafkasya'ya kadar her yere rest çekiyor, her güce meydan okuyor.. Tabii ki bir bukalemun gibi sürekli renk değiştirdiğini, rüzgara göre direnerek de olsa yön değiştirdiğini görüyoruz.

Peki Duçe Erdoğan böylesine de facto bir desteği veya onu maceraya iten böylesine bir cesareti nereden alıyor? Şöyle bir dünya coğrafyasına ve yaşanan düşük yoğunluklu bir savaş la böğuşan dünyaya şöyle bir baktığımızda lehte ve aleyhte olguları şöyle sıralayabiliriz:

-Türk Devleti, NATO üyesidir ve bu teşkilatın kapalı olarak maşa misali kullandığı bölgesel bir süper güçtür. Pratikte ise NATO'nun Türk Devleti'ni kullanması biryana, tam tersine rüşvetçi (corrupt) Türk Yönetimi'nin Kuzey Atlantik topluluğunu kullanması gerçeği ayan beyan ortada. En aşağısından ekonomik açıdan Ortadoğu'da, yayılmacı bir karekter arz eden Erdoğan Faşizmi, Emperyalizmin karekteri gereği sınırlandırılabilir. Dünya ekonomisini iyi takip edenler, Japonya'ya çok sert bazı tedbirler alarak bu ekonomi devini ciddi bir şekilde sınırlandırmıştı. Şimdi topun ağzında başta Brezilya, Endonezya gibi ülkeler olmak üzere bütün dünya vardır.. Bu hususu iyi anlayalım.

-Türk Devleti AB'ye girme umudunu tamamen kaybetmiştir. Bundan dolayı elini oldukça serbest hissetmektedir. AB artık Erdoğan yönetimine değişim dayatamamakta, herhangi bir alandaki önerilerini de alçak sesle yapmaktadır. Bu ise Erdoğan Faşizmi tarafından bir zayıflık, bir nevi diz çökme olarak algılanıyor. Türk Devlet Makinası'nı elinde tutan faşistlerin bilhassa son zamanlardaki yukarıdan bakan umursamaz tavırları Avrupa'yı çileden çıkarmıştır. Bu tavırlar karşısında AB sessiz kalamamış, 'Biz Erdoğan hükümeti ile değil, TC ile müzakere yürütüyoruz" mealinde bildiri yayınlama lüzumu hissetmiştir. En can alıcı nokta ise bildirideki "müzakereler daha uzun vadeye yayılmalıdır' cümlesidir.. Kısacası AKP varsa AB ile müzakere ancak şekli olabilecektir.

Türk Devleti İncirlik üssü, NATO karargahı (İzmir) patriot füze üsleri vs ile Batı'ya hala lazımdır. Ortadoğu'da Suriye'nin baskı altında tutulması da cabasıdır.

İşte Türk Devleti bütün bunları kendi lehine kullanmakta oldukça mahir davranmıştır..

Erdoğan yönetimi ilk hedef olarak Rojava'nın kurumsal bir meşruiyet kazanmadan yıkılmasını önüne koymuştur. Bunun için el-Qaida uzantıları ve diğer İslamcı grupları kullanmış, onlara Kürdistan'da üs ve MİT eliyle silah temin etmiştir. Bu konuda ABD'nin kapalı itirazlarına aldırmadan yoluna devam eden başta Duçe olmak üzere, Yeni Türk Devleti bir komplo ile Süleyman Şah türbesine sahte bir saldırı düzenlemeyi planladı. Türk Devleti'nin bu sahte saldırıyı kullanarak Suriye'ye girmeyi planladığı ortaya çıkınca çılgına döndüler. Komplo 'meçhul eller' tarafından 'ortaya çıkarılan' bir bant ile deşifre edildiğinde,Erdoğan Hükümeti, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü tarafından defalarca ikaz edildi ve konunun NATO'yu bağlamadığını, adeta bir nota seviyesinde, dünyaya ilan etti. Kısacası Türk Devleti böylesine bir işgalde sıkışsa bile NATO'nun desteğini alamayacaktı.. Fakat Ankara, kojonktürel durumun müsait olduğuna hükmettiği anda bir emr-i vaki ile kuzeyden Kürtler'e karşı bir cephe açacağı muhakkaktır..

Türk Faşist Yönetimi seçime girmeden önce ortaya çıkan hırsızlık bantları ile boğuşmak zorunda kalınca, Türk Hukuk Sistemi'ni bir tarafa atarak seçim-2014 olayını hukukun yerine koydu ve yaşanan mahalli yönetim seçim olayını bir referandum şekline büründürdü. ABD'den, AB'den ve bazı çevre devletlerden yükselen seslere aldırmadan yargı erkini doğrudan doğruya kendilerine bağlayan Faşist parti yöneticileri, seçim denilen komediyi bütün hile tedbirlerini alarak başlattılar. Propaganda günlerinde Türk Devleti'nin olanaklarını babalarının malı gibi kullanan, uçak helikopter, asker ve polise özel muhafız muamelesi gören, devletlerinin bütün maddi olanaklarını kullanan iktidar partisi biperva tavrıyla demokrasiden nasibini almamış nice aşiret devletinin yöneticilerini bile hayretler içinde bırakmıştı. Öyle ki Saudi krallığı Türk savunma bakanlığı yetkilisi ile görüşmeyi red eder duruma gelmştir..

İşte böylesine sahtekarların, hırsızların başını çektiği bir devlette seçime gidiliyordu. AKP'nin bir savaş kabinesi kurarak girdiği seçimlerde stratejik noktaların ele geçirilmesi, eldekilerin kaybedilmemesi ve alternatif diktatoral partilerin (CHP, MHP) alternaf olmalarının engellenmesi yarının planlanması açısından hayati öneme sahipti. Fakat baş düşman BDP idi.

CHP ile boğuşmasında büyük sahtekarlıklarla Ankara, İstanbul ve Antalya belediyeleri ya elde tutuldu, ya da geri alındı. MHP büyük bir varlık gösterememesine rağmen ADANA Mersin ve Kars bu parti tarafından alındı..

Kurdistan'da ise durum çok değişikti. Kürt Ülkesi tam bir savaş haritası çizilerek izlendi. Bunun için Türk savaş makinasının neredeyse tüm unsurları fikir birliği ederek meselenin üstüne yürüdüler. Şu anda hala devam etmekte olan süreç, bütün 'barış süreci' denilen ve bir masaldan ibaret olan geniş bir zaman dilimini kapsar. Bir yandan Kürtler'e devreye giren yerli ve Türk sahtekarların telkinleri ile ateşkes denilen modern bir intihar empoze edilmiş, Öte yandan da 1990'lı yıllarda önemi kavranmış olan barajlar ve yeni inşa edilmiş veya modernize edilmiş karakol denilen askeri üsler etrafı sarmıştır. İşte bu dönemde ortaya çıkan Rojava direnişi büyük bir strateji değişimine yol açtı.

Rojava direnişi, Kürdistan'da yapılan seçimlerde geniş bir mahalli seçim stratejisi değişikliğini yarattı, olanı pekiştirdi. Bu durumda;

a) stratejik açıdan en önemli şerit, Antep'ten Mardin'e kadar uzanan şerittir. Bu şeritte büyük ümit bağlanan Türk eski içişleri bakanı hırsız Muammer Güler'in skandal bantlardan dolayı büyük prestij kaybından sonra devre dışı kalması Ahmet Türk'e yaradı ve Bu eski Kürt politikacısı Büyükşehir belediyesini tabir yerinde ise kolaylıkla hazmetti.. Şeridin ikinci büyük merkezini AKP daha sıkı tutuyordu. Öncelikle serekani'yi adeta vurdu. Erdoğan'ın adamları silah kullanmak suretiyle sokağa hakim oldular. Bunun yanında Türk İlhak yönetimi şehir çapında olağanüstü hal kurallarını uygulamaya başladı. Sonunda zora dayalı olarak BDP'ye seçim kaybettirildi. Ruha Büyük şehir belediyesi ise daha alçakça ve BDP tarafından hala anlaşılmayan bir ustalıkla gaspedildi. Önceden planlanmış olan oyunları zamanında, yani uygulamadan önce farketmek oyunu aşmak yönünde paha biçilmez fırsatlar sunar.. Unutmayalım Sayın Öcalan açısından baktığımızda bile bir 'isyan ocağını söndürmek Duçe'nin kafasında dolaşan tilkileri harekete geçirmeye yeter.

b) Dersim-Çolig kuşağı.. Bu kuşakta hile, iki sebepten dolayı önem arz ediyor. Birincisi; Hem Çolig, hem de Dersim birer direniş merkezidirler ve İlhakçı Rejim iktidarları tarafından üç aşağı, beş yukarı aynı muameleye tabi tutulurlar. Zulüm, geri bıraktırma ekonomik yoksunluk eşliğinde göçe zorlanma bu kuşakta bir kaderdir. İslam bu zulümde en büyük enstrumandır. Dersim'in en fazla okuyana sahip olmasına rağmen Türk Devlet sınırları dahilinde en geri ekonomiye sahip olan bir 'ada'dır. Çolig ise İslam'ın en çarpık şekli ile dayatıldığı bir arap kültürü laboratuarıdır. Bu iki ilin oluşturduğu kuşak bundan dolayı askeri straji açısından yok edilmesi gereken merkezlerdir. Bundan dolayı bu kuşakta mahalli idarelerin yönlendirici etkisi kesinlikle merkezi idareye geçmeli veya onların buradaki baskısı sürmelidir.

Ama Dersim, gerek solun buradaki varlığı ve gerekse savaş boyunca verilen şehitlerin çokluğu ile AKP Faşizmi'ne teslim olmadı. Üstelik Dersim'de yaratılan İslami ortamda AKP'nin ardında saf tutan ortaçağcı zihniyetin yarattığı nefret ortamı da saflaşmayı teşvik ediyordu. Neticede bu bölge onurunu korudu.. Ama Çolig, İslam'ın karanlık baskısı altındaydı. Bundan dolayı bu bölge seçim hilelerine tamamen açıktı. Her türlü salakça manipülasyonun başarı şansı oldukça yüksekti.Bazı çoliglilere, kendilerine verilen ideolojik her sapkınlığı 'yedirmek' mümkündü. İşte tam da durum böyle iken kran kırana bir kampanya eşliğinde seçime gidildi. Türk Faşist Rejimi Buradaki her adımı izliyor olmalıydı. Burakgazi gibi iç pisliklerin de yardımı ile kirli bir kampanya yürütülüyordu. Fakat BDP, büyük bir performans gösterdi. Farkı büyük oy fazlası ile ipi göğüslüyordu. İşte ne olduysa o seçim gecesinde oldu ve bir şeyler değişti, tam tersine dönen oy birikimi ile AKP 'öne' geçti!! Yırtık oy pusulalarını hepimiz ekranlarda izledik.. Ama buna karşı hiçbir ciddi reaksiyon görmedik. Kısacası bingöllü oy vermiş, ama bu oya sahip çıkmamıştı. Bütün iş BDP İl Başkanı ve ardındaki bir avuç insana kalmıştı. Dolayısı ile tarihi sayılabilecek bir fırsat çöpe atılmıştı. Tabii ki Çolig'in tarihi stratejik konumu çok iyi hesaplanmalıdır.

c) Agıri (Qerkilis) Kürtlük dünyasından su içenlerin çok iyi bildikleri özelliklerini iyi bilmeden tahliller yapmaya kalkmak havanda su dövmeye benzer. Agiri'nin stratejik ve tarihi önemi içe sindirerek bilinmeli.

Şu unutmuyoruz: Bu bir mahalli seçim idi. Burada şehirler zapt edilmiyor. Olay, mahalli de olsa bu konuda, Türk Devletinin hassasiyetine bakmadan neyi, niçin, hangi zaman diliminde konuştuğumuzu çok iyi bilmeliyiz. 'Türk Devleti Agiri'ye neden bu kadar önem arz ediyor ' sorusuna doğru cevabı vermezsek duruşumuz da bilimsel olmaktan uzaklaşır. evet, başa dönersek Türk Devleti'nin olaya bakış şeklinin iki önemli sebebi vardır. Birincisi; Agiri ilk örgütlü Kürdistan direnişinin merkezidir. Bu disiplinli direnişin yarattığı bir psikolojik ve giderek stratejik havanın yarattığı ortamda değerlendiriyor. Direnişin liderleri olan Kor Huseyn Paşa (dört Hamidiye alayının kurucusu ve komutanı) ve İhsan Nuri Paşa'dır (Hoybun'un verdiği paşalık rütbesi). Direniş Türk Devleti'ne karşı olmasına rağmen İran tarafından kemalistlere bütün güçleri ile yardım edildi, sınır değiştirilerek hareketin izolasyonu sağlanmaya çalışıldı. Öte yandan Stalin de kemalistlerin yanındaydı.

Sonunda mukadder son bu Kürdistan direnişini de vurdu. Türk Devleti "zafer"i büyük bir sevinçle kutlamıştı. Türk Faşizmi olayı şöyle "noktalamıştı": (mealen) Kürtlük mefkuresi ebediyete kadar Ağrı'nın tepesine üstü betonlanarak gömülmüştür...

Türk Devleti ABD'nin sözlü ve kapalı desteğini de arkasına alarak serbestçe ve adım adım Kürdistan isyanlarını daha esaslı bir şekilde toprağa gömmek üzere hareket halindedir. Kürdistanlılar bu pervasızlık karşısında yeni taktikler bulup uygulamak zorundadırlar.

Bakalım göreceğiz..

2014.04.07..

A Sirac Kekuyon




Gorusunuz



yazilariniz kürt yurtseverler icin

riza

2014-05-01 22:25 - sirac kekuyona eskide sizi özgür politikada hep takip ediyordum yazilarin cok deyerliydi acaba yine özgür politikada sizin deyerli yazilarini okuyabiliyecekmiyiz tesekürler A s kekuyon