ABD-Kürdistan ve CIA Raporları-III

Mustafa Barzani'nin bölgeye dönüşü adeta fırtınalara yol açmıştı. Onu önce Mısırlı Lider Nasır karşıladı ve elinden geldiği kadar ağırtladı. Mısır'da Cento veya daha önceki Bağdat Paktı aleyhine, Kürtler'in özgürlüğü lehine yayın yapan radyo, o sıralarda yayınını "Barzanî, Barzanî, kî vî navî nizanî" şeklinde başlayan marşla açıyordu.

Barzani buradan doğrudan doğruya Bağdad'a geçti. Bir milyonu aşkın insan tarafından karşılanmıştı. Kasım, Barzani'ye kendisine yakın bir köşkü ikametgah olarak verdi, sürgündeki Barzan aşiretini eski yerine nakl etti. Teferruata girmeden esas konumuz etrafında dönersek, 1958'in sonlarında Barzani "Ulusal Kongre" çağrısı yapmıştı. Ama ne Kuzey, ne de Doğu Kürtleri'nin buna hazırlıklı olmadığını görürüz. Sadece Güney-Batı Kürtleri'nin "Parti Damokrati Kurd-li Süriye" hayata geçmişti. Çevre'deki ilhakçı devletlerin bu "Ulusal kongre çağrısına tepkileri ise olduk sertti. Suriye 200 Kürt Yurtsever'ini tutukladı, halk arasında terör estirmeye başladı. İran, önce Kürtçe yayın yapan bir radyo devreye soktu, adı "Kürdistan" olan bir gazete yayınlattı (tümü şahın düdüğü gibi işliyordu bunların). Ardından tutuklamalara ve işkencelere giriştiler. ABD bunların hiçbirine ses çıkarmıyor, ses çıkaramıyordu.

1959'da Kerkük'te Irak Komünist Partisi ile Türkmenler arasında yaşanan çatışmalarda 38 Türkmen'in hayatını kaybetmesi ile büyük çalkantılar yarattı. Türk Devleti, Mebus Asım Eren'in olayı Türk Meclisine taşıması açmaza girmişti. Ya bir şeyler yapılacak, ya da Demokrat Parti (DP) ağır bir darbe alacaktı.

Şunu öncelikle kaydedeyim; 49'lar Tevkifatı'nda zindanlarda çile çekmiş olan insanlarımız arasında Kürt Ulusu'na öncülük yapacak bir düzine yurtsever vardı. Bunlardanbazıları, yani; Ziya Şerefxanoğlu, Said Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Şevket Turan, Musa Anter, Medet Serhat Örfi Akkoyunlu, Şahabettim septıoğlu artık konuşamayacak bir konumdadırlar. Hepsini şehit ilan ediyor, hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. 49'lar hakkında yazı yazan Naci Kutlay ve Yaşar Kaya gibi emekçiler doğru , fakat eksik, yani onların tutukluluklarının daha derin anlamını dar bir kalıpta tutmuşlardır.

49'lar tevkifatı, hiçbir şekilde Barzani'nin Ortadoğu'ya geri dönüşünden soyutlanamaz. Bu dönüş Bölgede öylesine bir sarsıntı, öylesine bir alt-üst oluş yaratıldı ki, hiç bir İstihbarat örgütü durumu kontrol edemez durumdaydı. Peki zindana öyle rast gele mi alınmıştı? Bir ikisi için "evet" diyebilirsek de, genelde tümü yurtseverdi. Onlarda bu ruh olmasaydı kendilerini tutukluyan da çıkmazdı.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Türkmenler ile Irak Komunist Partisi arasındaki çatışmanın Türk Meclisi'ne aksetmesinden sonra DP kurmayları toplanarak çok sert kararlar aldılar. Benim kaynaklarım 500 Kürt insanının yakalanarak öldürülmesi yçnünde oldukça ısrarcıydı. Türk Milli Emniyet (daha sonra yerine MİT kuruldu).. Bu planı canla başla savunuyordu. Onlar "Ne kadar çok Komünist Kürtçü yakalarsak ABD'de o kadar çok para koparırız" diyorlardı.. Fakat işler istedikleri gibi gitmedi. O dönemden bir kaç yıl sonra dinlediğim sağlam kaynaklardan aldığım bilgilere göre, ABD'nin Türk Devleti nezdindeki yetkilileri ve muhakkak ki CIA duruma müdahale ederek böylesine bir planın tüm dünyada olumsuz yankı uyandıracağını, Türk Devleti'nin bundan yara alacağını geniş bir tartışma ortamında ortaya koydu.. Böylece 500 sayısı, 50'ye indirildi. Bunlardan da kırk kişi Harbiye Zindanları'nda tecrite alındı..

Burada Kürt Yurtseverleri'ne tam bir tecrit uygulanıyordu. Orada kaldıkları 4.5 boyunca çamaşır bile değiştirmelerine izin verilmedi. Biribirleri ile görüşmeleri, haberleşmeleri tümden yasaktı. Ama insan bu.... her türlü zorluğa karşı tedbir geliştirmeleri tabii idi. Hücrelerden birinde yatan, şimdi adını hatırlamadığım bir yurtsever, Kalorifer borularını kullanarak bir nevi mors geliştirmeye başladı. Bu sistemin şifreleri tuvalet gidişlerinde elden ele, hücreden hücreye ulaştı. Öyle ki Türk Yetkilileri işin içinden çıkamaz duruma gelmişlerdi. Şifre çözümü için ABD'den yardım istendi. Bu konuda uzman tek örgütten bir heyet bu işi çözmek için oraya gönderilmişti..

Bunu neden kaydettim? Elbette Kürt Komünistleri ve Kürt Milliyetçileri'ne karşı Türkler'in ve ABD'nin hassasiyetlerinin derecesini ortaya koymak içindir (büyük dünya satrancının kurbanları Kürtler).. ABD, Sovyetler'in yumuşak karnı olan Güney'de, Türkiye, İran ve Pakistan'dan oluşan kemere bir zarar gelmemesi için bütün ulusal (onlar etnik derler) ve komünist oluşumlara karşı sorgulamadan bir saldırı içindeydiler. İlgili devletler ise (Türk, Fars ve Pakistanlılar) ise bu durumdan hem güvenlikleri açısından ve hem de para yardımı açısından istifade etmenin keyfini yaşıyorlardı.

Şimdi biraz pratik ABD-Türk ilişkilerinin pratik sonuçlarına bakalım: 1959'da ABD (pratikte CIA) ve Türk Devleti, Kontr-gerilla'nın iç başkaldırılara karşı kullanılması fikri kabul gördü. Bunun ilk adımı olarak Seferberlik taktik grubu Özel Harp Dairesi'ne dönüştürüldü. Bu daireye bağlı Kontr-gerilla 1960'lı yıllarda hücreler şeklinde örgütleniyor ve eğitiliyordu. Konrt-gerilla bazı operasyonal eylemleri dolayısıyla deşifre olmamak için "legal" kalkan örgütler oluşturmaya başlamışlardı. Bunlardan ilki, Ankara Hukuk Fakültesi'nin tam karşısında açıldı. Fakat bu biraz dar anlamlı bir örgüttü. Daha açık olanı MHP bünyesinden çıkan Ülkücü Gençlik idi, ki o zamanki muhalifler, aldıkları eğitime uygun olarak bunlara "komandolar" adını takmışlardı.

ABD (CIA gözetiminde) 1950 ile 1979 arasında 19.193 Türk'ü eğittiğini itiraf etmesine rağmen, Lord Kinross bu sayının sadece 1954'ü kapsadığını yazıyor. Musa Anter ise ABD'nin 30.000 Türk teknisyene eğtim verdiğini kaydediyor..Bunların önemli bir kısmının ABD'deki kontr-gerilla kamplarında "ölüm mangaları" olarak yetiştirilmişlerdir (Albay Talat Turhan'a göre).

Türk Devleti artık militer bir kontra devletine dönüşmüştü. Bütün savunma planları ortak bir çalışmanın ürünü olarak hayata geçiyordu. 1960 Darbesi, Askeri devleti biraz daha meşrulaştırmış, bunun için de Milli Güvenlik Kurulu oluşturulmuştu. Bu kurulun kararları güya "tavsiye" halindeydi, ama pratikte kesin bir emir halindeydi.

1962'de Yusuf Azizoğlu'nun içinde yer aldığı ve Amerikalılar'la Türk Hükümeti'nin de onayı ile Diyarbakır'da (Amed'de) çok güçlü bir radyo istasyonunun kurulmasına karar verildi. Kısa dalgadan yayın yapacak olan bu istasyon tamamen CIA'in insiyatifinde olacaktı. Fakat herşey bittikten sonra Türkler Kürtçe yayına "Kürtçe meşrulaşır" gerekçesi ile müsaade etmediler. Yusuf Azizoğlu'nun bu radyoya bu kadar heyecanla sahip çıkmasının sebebi de bu meşrulaşmayı sağlamaktı.. Yusuf Azizoğlu tanıtımı çok az yapılmış bir ağa, bir yurtsever Kürt emekçisidir. Bu önder insanımız, radyo istasyonu çalışmasından başka, Kürdistan'a Sağlık ocakları projesini eksiksiz olarak uygulamıştır. Ayrıca Yeni Türkiye Partisi'ni ele geçirerek, bu partiyi bir Kürt Partisi haline getirmiş bir insanımızdır. Partisini 1969'da seçime sokan Azizğlu sadece Kürdistan'dan olmak üzere 6 milletvekili çıkarabilmişti. Fakat bu vekiller, kontr-gerllanın baskısı ve Süleyman Demirel'in AP'sinden gelen "cazip tekliflerle" Azizoğlu'nu yalnız bırakmişlardı. Azizoğlu bu olaydan sonra hastalanmış, ölüm döşeğinde iken "Beni Türkler öldüremedi, ama yol arkadaşlarımın sırtımdan bıçaklaması ile öleceğim demiş ve gerçekten de o yataktan kalkamamıştı..

(Gelecek yazı son bölüm olacaktır)

2007-07-18

Sirac (Bilgin) Kekuyon

2007-07-18




Gorusunuz