"Hepimiz Doğuya gidelim, yerle bir edelim!" ve bir Kürd'ün Duruşu

Türk Başkenti'deki Anafartalar Çarşısı'nda gerçekleştirilen bombalama olayı Türk Özel Harp Dairesi veya şimdiki adı her neyse tarafından bir milli mesele olarak sunuldu ve Kürdistan'a yapılacak sefer için kullanılmaya çalışıldı. Çarşı, tam bir özel harp disiplini içinde kısa sürede yeniden tabir edildi ve büyük bir törenle tekrar "hizmete" açıldı. Bu törende çeşitli konuşmalar yapıldı, Kürtler'e tehditler savruldu. Bunlardan biri diline konulan sansürü kaldırarak kameralara; "Hepimiz Doğuya gidelim, yerle bir edelim!" diye bağırıyordu.. Belediye başkanları Gökçek ise şunları söyledi: "Milleti bölmek amacıyla Kürt, Türk, Çerkez diyenler var. Can vermeye hazır olduğumuzu beyan edeceğiz. Bugün burada birlik ve beraberliğimizi en güzel şekilde gösteriyoruz. İktidar, muhalefet burada teke tek yürekleri atıyor. Teröristler düşünsün, anarşiye karşı iktidar ve muhalefetle yek vücuttur."

Öte yandan Kon-Kurd'un düzenlediği büyük kültür gösterilerine katılan Türk sanatçılar birer birer günah çıkarıp Askerbaşı'nın oluşturduğu "milli cepheye" katılıyor, şarkıları ile Türk Sürüleri'nin milli duygularını harekete geçiriyor, bu savaş günlerinde Türk'e cesaret vermek için yarışıyorlar. Aralarında Süavi, Edip Akbayram gibi Kürtler'in bir dereceye kadar saygı duydukları sanatçıların da bulunduğu bu unsurlar, "Cumhuriyeti bilmem ne etme" mitinglerinde sahne kapmak için az çaba sarfetmediler..

Türk Askerbaşı ise Türk'ün son sözünü açıkça söylemiş bulunuyor: " ya Ne mutlu Türküm diyene demiyenler düşmandır!" Ne barışçı mücadeleciler, ne de diğerleri, ayırımsız.. Türk'e biat etmeyen, boyun eğmeyen, ulusal kişiliğini inkar etmeyen herkes her Kürt sön çözümlemede hedeftedir.

Bazı Kürtler şunu iyice duysunlar: Türk'ün programında ne barışçı ne de silahlı başkaldırı halinde Kürtler'e verilecek en ufak bir hak kırıntısı dahi yoktur. Bu forumda yazan bir İnsanımız, iki mesajından birinde mutlaka PKK'ye hakaret etmeyi bir prensip haline getirmiş, her fırsatta olmadık hakarette bulunmayı iş edinmişken Türk Askerbaşı'nın duruşunu, tıpkı Aysel Tuğluk gibi, gözardı etmekte bir beis görmemektedir. Düşman bütün gücü ile Kürdistan'a yüklenmişken, o canavarlara bir taş atma gücü, niyeti ve kararı dahi olmayan biri boyuna birilerini karalamakla meşgul. PKK elbette eleştirilir. Ama bunu her önüne gelen yapamaz! Hele olayları çarpıtanlar ve zamansız öten horozlar buna yeltenmemeli.. İşte bu yazının bundan sonraki bölümündeki verileri gözönüne alarak görüşlerimi arz etmeye çalışacağım.

Söz konusu İnsanımız, PKK'nin Suriye'den çıkışını, daha doğrusu cebren çıkarılışını hiç anlamış değil. Evet, PKK'nin oradan çıkarılması söz konusudur. Suriye Hükümeti'ni bu karara götüren, ABD'nin kesin bir şekilde Türk Devleti lehine harekete geçmesi ve Türk Devleti'nin Suriye'ye karşı başlatacağı savaşta kesinlikle destekleyeceğini hiç bir tereddüte yer bırakmayacak bir şekilde göstermesidir. Bu karardan önce 6. Filo Doğu Akdenize kaydırılmış, NATO Tatbikatı adı altında yapılan ve "Suriye Sınırı"nı boydan boya Kuzey'den kuşatan büyük bir Amerikan yığınağı hatırlarda iken, bunu saptırmak, tavsiye üzerine çıktılar demek suretiyle yakın tarihi çarpıtmak en aşağısından ayıptır...

Ha PKK Lideri'nin Kürdistan yerine Suriye'ye yerleşmesi doğru mudur? Elbette "hayır" diyenleri, başkaldırı mantığını çok daha iyi kavramışlarsa, dinlemek yurtseverlik görevidir. Suriye'yi boşaltma olayı ile Güney'i ve giderek Irak'ı terk "emri" asla mukayese edilemez. Bu satırların yazarı, Güney'in önemli dağlık alanlarının PKK'nin varlığından dolayı savunmanın bütünlüğü açısından Güney Yönetimi tarafından kullanılamamasının bugün önemli bir savunma handikapı yarattığını görüyor, biliyor. Ama şu anda vardığımız süreci yok sayamayız.. PKK, de facto olarak Güney'dedir. Bu gerçeği bugün değiştirmeye kalkmak, Kürtler arasında yeni ve çok daha yıkıcı bir iç kapışmaya yol açacaktır. Türk Devleti Kürdistan'da yaptığı büyük yığınak ile ABD'ye rağmen Güney'e saldırmaya hazırlandığı bir dönemi yaşıyoruz. ABD'nin iki F-16'sı boşuna Türk yığınağının üstünden tehdit amacı ile uçmadı. Bu ciddi "moment of truth"ta (karar anında) "sayım suyum yok" diyerek akan zamanı durduramazsınız. Fiilen yaşadığımız zaman dilimi, tarihin akışını tayin edecek olan bir mücadeleye gebedir. İşte böylesine karmaşık bir anda şapkayı önümüze koyup herşeyi yeniden düşünecek lüksümüz yoktur.

Şiddet ve Kurtuluş Savaşı'na gelince.. Dünyada hiç bir devlet esaret altında tuttuğu milletin özgürlüğünü altın tepsi içinde sunmaz. Hele Barbar Türk zihniyetinin varlığını inkar ettiği, yurdunu ilhak ettiği Kürt Milleti'ne uygarlık adına veya dış baskılarla "kendi kaderini tayin hakkı"nı tanımasını beklemek, tarihten hiç mi hiç ders almamaktır. Eğer bir insan silahlı mücadeleye karşı çıkıyorsa, o zaman Bedirxan'dan Êzdînşêr'e, oradan 1877 direnişçilerine, Nehriler'e, Barzaniler'e, Berzenciler'e, Şêx Saidler'e, Kör Hüyen Paşa ve İhsan Nuri Paşalar'a, Seyyid Rizalar'a, Qadî Mıhemmedler'e kadar tüm direnişlerimize, kısacası tarihimizde elle tutulur herşeye saldırıyor demektir. Bu kadar "insanseverlik" ancak pasifizmin batağına saplanmışların işidir.. Sn Yazar şunları iyice belleyiniz; işgal bir şiddettir. Ülkeyi ilhak etmek daha büyük bir şiddettir. Dili yasaklamak, ulusal kişiliği yasaklamak en büyük şiddettir. Bu duruma barışçı metodlarla karşı durduğumuz günlerde bazıları bizim bu pasif direniş eylemliliğimize de karşı çıkıyor, "zamansız" diyordu. Bunu birebir yaşadım. Ankara Mitingi'ni yönetirken yakama asılan bu pasifistlerden biri; "bu senin son emr-i vakin olacaktır" diyordu.

Güney'de Eylül Devrimi günlerinde, Ulusun Babası Barzani'nin top sesleri en aşağısından sınırdaki Kürtler'i uyandırdıkça, Türk Devleti'nin şiddeti katmerlendi, köylerimize "eşkiya arıyoruz" söylemi ile seçme komando birliklerini gönderdi. Girdileri köylerdeki erkekleri çırılçıplak soyarak bir tarafa, kadınları öte tarafa dizerek insanların gururunu yerle bir etmek, kudretlerini göstermek için her şeyi yaptılar. Neticede hiç bir başkaldırı olmamasına rağmen, 12 Mart Rejimi yıllarında yüzlerce insanımız zindanlara tıkıldı.. 12 Eylül rejimi sırasında da "sadece" biribirimizi öldürmemize rağmen, 500 bin insanımız Amed 5'te gün doldurdu, bazıları orada şehadet şerbeti içti, yurtseverler işkencelerden geçirildi, onurları ile oynandı..

Kısacası Türk Rejimi silahlı veya silahsız demeden her türlü mücadelemizi kanla bastırma yoluna gitti.. Silahlı mücadele belki toprak kurtarmadı, ama zora dayalı da olsa örgütlenmeyi öğretti. "Berxwedan Jiyane" (direniş hayattır) şiarını halk kitlelerine mal etti. Ayrışmayı en üst düzeye çıkardı. Kurumlaşma fikrini oturttu. Bunlar az şey mi?

Bu İnsanımız, "kimi temsil ediyorsunuz" diye bir de inanılması imkansız bir soru da soruyor. Ama şunu söylemekle yetinelim, kimse Zat-ı Aliniz'i temsil etme iddiasında bulunmamaktadır. Böyle birini temsil etmek en aşağısından ayıptır

Fakat yine de bu insanımızın son üç sorusuna bazi rezevlerle katılıyorum. PKK programı ilk fırsatta normalleştirilmeli, ulusal yürüyüşe "amasız" bir duruşla katılmalı, eländen geldiği kadar öncülük etmelidir.

Yarın: Eğer siyasi şartlar elverirse bu kez Tuğluk'un kemalizmine ve Sevr"ine bir kere daha bakacak, kendi naçizane görüşlerimi açacağım.

2007-05-28

Sirac (Bilgin) Kekuyon

2007-05-28




Gorusunuz