Çarpıtmalar ve Kürd'e biçilen değer

Bazılarınız Kürdistan konusuna çok yanlış ve sekter eğildiğimi sanabilirsiniz. Bazılarınız insanlarımıza, örgütlerimize sürekli eleştiriler yönelttiğimi düşünebilir. Aldığım bir e-mailde bir kindar okurum "kimin yalakası" olduğumu bile sormuştu.. "Kimin yalakası" sözcüğünü sarfeden okurun kafasına bir yalaka olduğum sokulmuştur.. Ama adam bakıyor ki, en olmadık insan, örgüt, devlet benim eleştiri oklarımın hedefine girebiliyor. Dolayısıyla şaşırıyor. Mutlaka birinin emrinde olduğumu "öğrenmiş" ya.. Kimdir emrinde bulunduğum bu veya bunlar diye soruyor kendi kendine. Bu durum kafası betonlaşmış pek çok örgüt mensubu için de geçerlidir.

Bilen bilir, ben hep Kürdistani duruş sergiledim. Neticede hep ideolojiler üstü düşündüm ve "ulusal platform partisi" kuramının ışığında ulusal birliği savundum. Ama 1960'lı yıllarda bunu Türkiye İşçi Partisi'ne mensup Kürtler'e, 1970'li yıllarda çeşitli örgütlere, hatta içinde yer aldığım parti mensuplarına bile anlatamadım. Parti içi Marksist-Leninistler partinin kurucularını "feodal-gerici klik" olarak nitelerken, diğer Kürt Örgütleri ya Pekin çizgisi, ya Türan çizgisi ya da çoğunluk itibariyle Moskova çizgisini benimsemiş, Kürt Milliyetçiliği'ni utanç verici bulmuşlardı.. Barzani zataen bir avuç KDP'li hariç herkes tarafından dışlanmıştı. 1980'li yılların sonuna kadar bu böyle gitmişti..

Benim çocukluğumdan itibaren ruhumu şekillendiren Abdulhamidê Kekuyon çizgisi oldu. Bu çizgi, "düşmana bir taş dahi atan benim nezdimde yurtseverdir" şeklinde özetlenebilir. Çocuklarını da bu çizgide yetiştirmeye çalışmıştı. Beni sürgünde bulunduğumuz Binê Xettê'de iki yaşımda iken Mahabad Cumhuriyeti'ni destekledikleri mitinge götürmüştü. 5 Yaşında Cigerxwin'in çocuklar için yazdığı şiirleri ezberletmişti. 6 Yaşında beni, bir dostluk gösterisi olarak Ermeni okulu'na vermişti.. Bunlar benim ilerdeki davranışlarım için bilinçaltı bir temel sağlamıştı. Daha sonra küçüklüğümden itibaren Kuzey'deki mücadelede irademle kendime yol açtım. Site'mde yer alan hayatımı okuyanlar gayet iyi bilirler.

Ben hep Kürdistani duruş sergilerken, bazan kırıcı oldum, bazan kavgacı.. Bu duruşum elbette tepki doğuracaktı. Bunun için bazıları yazılarımdaki fikirleri, duruşu, yabancılaşmayı red edişi, ulusal değerlere dar değil, geniş anlamda sahip çıkışı değil de sadece cımbızla eleştirecek noktalar aradılar. Ben bunları hep hayretle izledim, izliyorum. Bu kadar değişime kapalı kafaların hala okunuyor olması acıdır, ama bir gerçektir.
İşte bunların ışığında kim ne derse desin, son haftalarda yaşananlara, bazılarının doğru sandıkları bir açıdan değil, uyarıcı bir bakışla eğileceğim.

Bazı politikacılarımız, yazarlarımız ve onların yönlendirmesi ile bir kısım halkımız son onbeş gündür önümüze konan gündeme kilitlendi. Bizi bu gündeme kilitleyenler öyle önemsenmeyecek bir azınlık falan değildir. Askerbaşı mı daha yaman, Çetebaşı mı sorusuna cevap arayanlar, biraz da bir nefes alma ihtiyacından olsa gerek, olayı hep çarpıttılar. Barışçı çözüme yakın buldukları Çetebaşı Ağar'ı parlatmaya başladılar. Çünkü bu adam "siyaset yapma"mız konusunda bazı şeyler söylüyor. Fakat hangi şartlarda? Her an büyük bir Türk çoğunluğunun içinde boğulabilecekleri, politik mücadeleyi devam ettirecekleri hiç bir garanti bulunmayan, her an sahne dışına itilebilecekleri, "Türkiye'nin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü"nü bozmakla suçlanabilecekleri şartlarda poklitika yapmaya davet ediliyoruz.

Boşuna hep altını çizerek haykırmıyoruz:

Osmanlı'da oyun bitmez! Diyen eskileri,
"Tirko (hukumeto) zureker" (Ruhun şaha varsın Seyyidimiz Riza) diyen Seyyid Riza'nın tecrubelerini unutmayınız..
Dikkat ediniz, Çetebaşı; "gelin politika yapın" diye PKK'liler'e hitap ederken, gerillayı ve Murat Karayılan gibi tecrubeli kadroları izole etmeyi hedeflediğini açıklamak zorunda bırakıldı. Söz konusu Zat; "Ben asla af kanunu çıkarmaktan bahsetmedim. Benim amacım, dağa gitmeye kalkışacak ovadaki gençlere poşitika yapma fırsatı yaparak "teröristler"i yalnız bırakmaktır" derken asıl niyetini belirtiyordu. Buna rağmen eski suçortağı Askerbaşı'nı ikna edemedi. Generaller kararlı bir şekilde iktidarı elde tutmaya çalışırken, kukla olmayı kendisine yediremeyen Çetebaşı'nın nasırına basmakta hiç bir sakınca görmeyeceklerdi. Yani Türk siyasi arenasında şu anda cereyan eden mücadele, sivil siyasetçi ile onun önünü kapatan Askerbaşı arasındaki arasındadır. Bizmle, olumlu anlamda hiç bir ilişkisi yoktur. İki taraf da "Yok et!" politikasının yürütücüsü olmaya adaydır. Çetebaşı, askerlere; "gelin şunları bölüp yok edelim" derken, Askerbaşı; "biz bunun zayıflık olarak algılanacağını biliyoruz.. Dolayısıyla hiçbirine p

olitika yapma şansı tanımadan toptan yok etme kararındayız" diyerek her türlü uzlaşma görüntüsünü (sadece gtörüntü de olsa) bile red ediyor..
Kuvvetli ve kararlı görünmek, sıcak temas eşliğinde sürdürülen psikolojik savaşta çok önemli bir duruştur. Düşman bu taktiği ile bir kısım uyur-gezer politik insanımızı sindirmişe, tabir caizse paniğe sürüklemiş buluınuyor. Ama halk düzeyinde bu asla böyle değildir. Gerilla taziyesi için ülkeye telefon ettiğimde bunu açık bir şekilde gördüm. Korku yoktu sarfedilen sözlerde.
Bu yüce halka rağmen bazıları tarafından Kürd'e biçilen değer utandırıcıdır. Bir yandan "dünyanın devletsiz en büyük halkı" diyerek gizli bir böbürlenme yoluna gideriz, öte yandan da Kürd'e "azınlık", "Türkiye vatandaşı" vs gibi aşağılayıcı değerler biçeriz.

Halka layık olanlar, halk gibi dik bir duruş sergilerler. Kürt Milleti'nin diğer milletlerden aşağı kalır hiç bir yanı yoktur. Hele Türk'ten, bir oturuşta onlarca daha iyi taraf sayabiliriz. Antik kültürü ile, mitolojisi ile, nisbeten tarihi insani tavırları ile, dünya düşün alanına katkısı ile Kürd, Türk'e tabi olmayı hak etmemiştir. Kürd'ün kendi kaderini tayin hakkını kullanmasını engelleyen tüm güçlere karşı direniş sergilemek, büyük millet olamanın olmazsa olmaz tavrı olacaktır. Ne Güney'de, ne Kuzey'de, ne Doğu'da ne de Güney Batı'da boyun eymeyeceğiz. Bunu dost ve düşman böyle bilsin..

2006-10-20

Sirac Bilgin

2006-10-20




Gorusunuz