Türkiye'de toplumsal ve yönetim düzeyinde şizofreni mi gelişiyor?-I

Türk Askeri Cuntası açıklamalar yaptı, görüşler (siz bunu kararlar olarak okuyunuz) bildirdi. Tam da Erdoğan'ın ABD ziyareti öncesine rastlayan ve kendi deyimleri ile, amaca uygun olarak formüle edilmiş olan bu açıklamaların tümünün sadece Kürtler'e yönelik olmadığını biliyoruz. Buna en açık örnek Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu'nun demecidir..

Anadolu Ajansı'na göre "Oramiral Karahanoğlu, Tuzla'daki Deniz Harp Okulu Komutanlığı'nda verdiği dersteki konuşmasında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevinin 'Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumak' olduğunu vurgulayarak, buradaki 'kollamak' kelimesinin 'gözetmek' anlamına geldiğini, 'vazife'nin de iç ve dış tehditlerin tamamını içerdiğini" kaydetmiştir. Burada kast edilen "iç mihraklar" olarak Kürdistan bağımsızlık ve özgürlük mecadelesinin silahlı veya siyasi alanda meydana çıkmış olan militanları ile "irtica" dedikleri sınırı belli olmayan, ama her halukarda AKP'yi de kapsayan yelpazeyi kapsar.

"Kimi iç ve dış mihrakların Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak için iş birliği halinde saldırılarını yoğunlaştırdıklarını belirterek, 'Sonlarını kendileri hazırlayan bu zavallılara biz sadece acıyoruz. Bu mihraklar, ya onlar bu ülkeyi terk edecekler ya da Anadolu denizinde boğulacaklardır' dedi.
Bu demeçte kastedilen "iç mihraklar" ibaresinin Kürtler ve "mürteciler" için kullanıldığını biliyoruz. Bizi ve irtica militanlarını "Anadolu Denizi"nde boğacaklar, anladık. Fakat bir de "dış mihraklar"dan bahsediyor bu Zat. Peki kim ola ki bu dış mihraklar? Irak Devleti olamaz, çünkü bu devletin kendisinin başı belada.. Suriye ve İran hiç olamaz.. O zaman bu dış mihrakları biraz uzakta aramalıyız.. Mesela AB, ABD ve İsrail..

Mesajı düz okursak, kast edilen yabancı gücün AB olduğu görülür. Büyükanıt yaptığı konuşmada açık bir şekilde, Ab Temsilcisi Krestchmer'in adını vererek hazırladığı raporu eleştirmiş ve hatta eleştirinin ötesine giderek düşmanca bir tavır takınmıştır. Çünkü AB temsilcisi açık bir şekilde Türk Ordusu'nun iç iktidardaki gücünün azaltılması, yani iktidarın tamamen sivillere devredilmesi, Genelkurmay Başkanı'nın (Türk GK) savunma bakanlığına bağlanmasını üyelik için şart koşuyor. AB Parlamentosu'nun son raporu Türk Askeri İdaresi'ne bağırıp çağırma "fırsatı" vermiştir. Bir yerlere göz kırptıkları açıktır.

Ama aynı AB, Helsinki'den beri Türk Ordusu hakkındaki görüşünü değiştirmiş değildir. AB tarafından baştan beri generallerin savunma bakanlığına bağlanmasını istemekte, idarenin tamamen sivillleşmesini şart koşmaktadır. Bu istem veya üyelik şartı, Avrupa'nın demokrasi kültürü gereğidir.

Her nedense, aşağıda analiz edeceğimiz bütün asker demeçleri Erdoğan'ın ABD ziyareti öncesi verilmiş demeçlerdir. Bunun bir sebeb-i hikmeti olsa gerek. Evet, acaba Türk Askeri İdaresi ABD'ye ve oraya giden Erdoğan'a bir mesaj mı veriyor? Erdoğan'ın iktidarda kalmak için binbir takla atmaya hazır olduğunu bilen askerlerin, yeni ve kabul edemeyecekleri tavizlerin önünü mü kesmek istiyorlar? Yoksa ABD'nin tavır takınırken, Türk Askeri'nin çok pahallı bir maceraya atılmak üzere olduğunu görmelerini mi istemektedirler? Bence verilen demeçlere asıl bu gözle bakmak lazım.

Durum karışık, ama çözümlenemez değil. Karışık, çünkü Türk Askeri eğer ABD'ye bir mesaj verecekse bu mesajı, "her türlü tedbir almayı" düşündükleri AKP'nin Lideri vasıtasıyla vermezlerdi. Büyükanıt daha bugün (03.10) şöyle konuşmamış mıydı?

"......Bazı sorular sormak istiyorum. Her fırsatta laikliği yeniden tanımlayalım diyenler yok mudur bunlar devletimizin en üst kademelerinde yer almıyor mu? Cumhuriyetin temel nitelikleri ağır bir saldırı altında değil mi? Her fırsatı TSK'ya saldırı için kullananlar kimlerdir?

Bu listeyi uzatmak mümkün. Bu sorulara 'Hayır, Türkiye'de bunlar yoktur' diyebiliyor muyuz? Diyemiyorsak irtica tehditi vardır ve buna karşı her türlü önlem alınmalıdır."
Laikliğin "yeniden tarif edilmesi"ni isteyen Türk Meclisi'nin Başkanı Arınç'ın ta kendisidir. Üstelik sadece Arınç'la yetinmiyor, bir listeden bahsediyor.. Bu durumda genel bir iç "irtica operasyonu", hem de en üst düzeydeki AKP'liler'i kapsayan bir listeden bahsediliyor demektir. Bunun adı, ki biz buna 30 Ağustos'ta gerçekleştirilen darbeden daha açık bir darbe diyoruz, Türk Politikası'ndan anlayan herkesçe malumdur. Eğer söz konusu ettiğimiz darbe için yumuşak şekil tercih edilecekse, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı Mart-2006'da bunun ilk adımı atılacak ve Erdoğan'ın köşke çıkması engellenecektir. İkinci adım ise erkene alınmış bir seçimde AKP'yi basın ve istihbarat birimlerinin katkısı ile (yani psikolojik savaş aygıtları kanalıyla) yıpratarak alaşağı etmektir... Sert şekil ise doğrudan doğruya tanklara yürü emri vermek olacaktır..

Erdoğan'ın hala bu gerçeği kavramadığı anlaşılıyor. Ya iktidar gözlerini görmezleştirmiş, ya da aldığı raporlar desinformatiftir. Her ne olursa olsun, Türk Rejiminin içine sürüklendiği bunalım, Kürdistan Sorunu çerçevesinde oldukça derinleşmiş bulunuyor. Gerçi, Roj TV'nin iddiasının aksine Erdoğan Kürtler'e hiçbir vaadde bulunmamış, aksine silah bırakıp teslim olmalarını istemiştir, ama TSK ile Erdoğan arasındaki post kavgası yine de Kürdistan'ın çöle çevrilip çevrilmemesi konusunda düğümlenmiştir. TSK, siyasi sonuçları ağır da olsa ve sonuçta Kürdistan'ın çöle çevrilmesi söz konusu olsa dahi kısmi bir soykırımda ısrarlı iken, Erdoğan AB ile arayı daha da açacak bu tür kapanması güç yaraların açılmasına sıcak bakmamaktadır.

Kısacası iç politika açısından makasın ağzı gittikçe açılıyor. Herkes biribirini kollar durumdadır. Peki Kürt Milleti açısından durum nasıldır... Yarın da verilen açık demeçlerin ışığında durumu açalım.

2006-10-02

Sirac Bilgin

2006-10-02




Gorusunuz