Hizbullah, Hamas, Ä°slam-i Cihad ve biz

Önce bazı spekülasyonları önlemek için kaydetmem gereken inançlarım var, şöyle:

-Ben hiç kimsenin dini inancı doğrultusunda giyinmesine, serbestçe ibadetini icra etmesine, örtünmesine asla karışılmasını istemem. Uygar olmak; kılık kıyafet ve dini inançla değil, insani ilişkilerle belli olur. Bu anlamda tüm dini ve felsefi inançların bir arada yaşayacağı bir konsensüs gereklidir, ki fiiliyatta bu konsensüs kendisine temel yasada yer bulur. Hiç kimsenin bir dini inanca müdahalesi, hiç bir dini inanç grubunun başkalarını kendisi gibi davranmaya zorlaması kabul edilemez (aynı dini inançtan olsalar dahi). Temel (ana) yasa herkesin insan olarak haklarını garanti altına almalı ve çoğunluk tarafından değiştirilmesini engelleyici maddeler içermelidir.

-Eğer bir taraf bu anayasayı oy gücü ile değiştirmeye kalkarsa, Birleşmiş Milletler "anayasası" gereğince, aynı milletten de olsa, azınlığın ayrılma hakkı doğmalıdır.

-Ben kişi olarak tüm savaşların bitmesini, tüm meselelerin dialogla ve hakkaniyet ölçülerine göre hal edilmesini isterim. Savaş her zaman yıkım, toplumsal dokunun bozulması, korumasızların ayaklar altında ezilmesini birlikte getirir.

Şimdi bu çerçevede konuya dönebilirim.

Son zamanlarda Ortadoğu'da genel bir savaş havası hüküm sürmektedir. Filistin'de, Kürdistan'da, Lübnan'da ve Irak'ta çok ağır çatışmalar ve terör eylemleri cereyan etmektedir. Bunu her önüne gelen kendi ulusal çıkarına göre yorumluyor, cilalıyor ve propaganda makinasının eşliğinde piyasaya sürüyor. Elbette kaydetmiştik, bizim çocuk ve günahsız sivillerin ölümüne "iyi oldu" dememiz beklenemez. Sorunların dialogla çözülmesi bizim de "dua"mızdır. Her şey iyi niyetli, hakkaniyetli dualarla çözülse ne iyi olurdu.. Ama olmuyor işte, biz istesek de istemesek de dünya dönmeye devam edecektir.

Bu durumda herkes gibi biz de gerçekçi bir zihniyetle olaylara bakacak, bizim gerçeğimizi bu hengamede ön plana çıkaracağız. Unutmayınız, gerçek göreceli, relativdir. Bu bakımdan bu savaşla nerelerde yolumuz kesişiyor saptamasına bu relativite gerçeğini unutmadan eğileceğim.

Hizbullah, Lübnan'da demokratik bir seçimle işbaşına gelmiş olan meşru hükümetin denetimine girmemiş, kendi silahlı gücünü korumakta ısrar etmiş bir örgüttür. Üyeleri çok sıkı bir dini eğitimden geçmiş olan Hizbullah, Şii İran Rejimi ile sıkı işbirliği halindedir. Elindeki büyük roket stoku, neredeyse tümü ile İran orijinlidir. Saddam Rejimi'nin yıkılmasından beri alarm durumunda tutulan bu örgüt, ABD'nin Irak'a müdahalesi ile beklenen istikrarı getirmesini engellemek ve sıranın İran'a gelmesini önlemek veya ABD'nin bölgedeki bir diğer hamlesinin bölgesel savaşa dönüşmesine katkıda bulunmak için tetikte beklemektedir. Tabii ki olayları bu kadar yüzeyel olarak irdelemiyoruz. İşin içine İslam'ın onur kırıcı muameleye maruz kalmasının yarattığı isyan duygusu ile Arap, Fars ve Türk Milleyetçilikleri'ne indirilmekte olan darbe de rol oynuyor. Bunlar harekete geçirici, ajitatif gerçeklerdir. Propagandası kolaydır ve tüm dünyada taraftar bulabilecek sloganlar eşliğinde pişirilerek sunulabilir. Fakat bizim açımızdan olay bambaşkadır. Ortadoğu'da Hizbullah'ın İran ve Suriye bağlantısını anlayamayan ve bunu yerli yerine oturtamayan bir Kürt, Kendi milletine zarar verecek bir eğilimin içine kolaylıkla girebiliyor. Hatta Kürtler'in nihai hedefinin tüm bölgenin demokratikleşmesi olduğu bilindiğine göre, Hizbullah'ın içinde bulunduğu durumun son çözümlemede tüm Ortadoğu Halkları'na ihanet olduğunu bilmek durumundayız.

Şimdi bazı gerçekler:

-Hizbullah Lübnan'daki tüm dini ve etnik grupların kabullenebileceği bir sistemin peşinde değildir. Hizbullah direkt olarak Suriye ve İran'ın paralelinde hareket ederek, Ortadoğu'da, en aşağısından Suriye ve İran'ı hesaba katmadan, istikrarın sağlanamayacağı mesajını vermektedir.

-Hizbullah, Lübnan'da varolan nisbi demokratik sistemin güçlenmesinin kendi varlık sebebini ortadan kaldıracağı gerçeğinden hareketle, söz konusu demokratik sistemin gelişerek Lübnan Halkları'nın refahı ve güvenliği için çalışma arzusunu baltalamaktadır. 1960'lı yıllarda Beyrut'un, Ortadoğu'nun finans merkezi konumunda olduğunu, ama dış parmaklarla bozulan istikrarla birlikte bu yeryüzü cenneti'nin de yıkıldığını gördük. İşte bu yıkıcı unsurların başında Suriye, bazı Filistinliler ve Hizbullah gelmektedir.

-Hizbullah, Filistin Halkı ile dayanışma içinde olduğunu göstermeye çalışmaktaysa da, aslında Lübnan Halkları'nın dahil olduğu tüm bölgeyi ateşe atmaktadır.

İşte bu gerçeklerden hareketle olaya Kürdistan açısından daha gerçekçi bir bakış atfedebiliriz.

İstikrarsızlık unsurun olarak hareket eden Hizbullah, aslında Kürtler'i ve kendi halklarını ezen, anti-demokratik, sonuna kadar diktatoryal, çağdışı iki rejimi desteklemektedir Suriye'nın tank ve toplarla Hama'da en aşağısından 40 bin Müslümanı yok ettiğini ne çabuk unuttuk). Hedefi ulusal veya dinsel onuru korumaktan ziyade Şia'nın ve Esatsal Aleviliğin her üç toprak parçasında (Lübnan, Suriye ve İran) hakimiyeti'ni sağlamak ve ABD'nin bölgedeki işini bu üç ezici rejim lehine zorlaştırmak ve hatta nihai hedef olarak imkansızlaştırmaktır. Bir an için muvaffak olduğunu farz edersek, bölgeyi yeni bir ortaçağa doğru sürükleyeceklerini görmemek, siyasi miyoplukla dahi izah edilemez. Bu eğilimi görmezlikten gelmek, gerici, diktatoryal rejimlere omuz vermekten başka bir şey değildir. (devam edecek)

2006-08-05

Sirac Bilgin

2006-08-05




Gorusunuz