Türk; Sessiz ve derinden giderken biz...

Türk Devleti kalleşçe ve iğrenç desteklerle Kürt Milleti'ne karşı açtığı topyekun savaşı, ordusu ve polisine legalitede de sağladığı büyük bir hareket serbestisi ile sürdürüyor. Savaş, Türk Ordusu'nun insiyatifinde böyle devam ederse, Kürtler'in bir kısmı adeta "Komunizmi diriltme derneği" gibi davranıp Türk Solu'nun ve giderek Türk Savaş Makinası'nın istediği ve "talep" dediği ucubeleri "aklın yolu olarak sunarsa, diğer kısmı ise bir yerlerden aldığı sinyallerle "Silahlara Tövbe" romanını yazmaya kalkarsa kitleler ne yapsın? Tribünlere oynayan, aslında söyledikleri bir ceviz kabuğunu dahi doldurmayan, gerçmeşlerinde bir çok örgütü parçalayıp işlevsiz kılanların birer "kahraman" olarak ortaya çıkıp büyük laflar ediyor gibi ortalıkta dolanmaları, bir iki hapse girip çıkmakla Kürdistan'ın tapusunu cepte kabul etmeleri sizce anlaşılır bir şey midir?

Benim tribünlere oynuyorlar belirlemem öyle ezbere falan değildir. Bir örnek verelim: Geçenlerde Özgür-Der denilen ve Özgür Kürdistan'a "Kuzey Irak" diyen bir derneğin üyesi olan Metin Demir'in Ülkemizin Güneyi'ne girdikten sonra kaybolduğu haberi geldi. Ardından bu derneğin iki üyesi daha Demir'i aramak için Güney'e gitti, fakat bunlardan da haber alınamadı. Bunun üzerine demokrasi havarisi İbrahim Güçlü ve arkadaşları ile İHD, Özgür Der, Mazlum Der, HU-DER ve Diyarbakır Barosu yöneticileri sert demeçler vererek "İbrahim Halil Kapısı'nda (Habur) "gözaltına alınan" bu üçlünün serbest bırakılmasını istediler. Oysa Kürt Emniyet Güçleri böylesine bir gözaltı olayından haberdar olmadıklarını söylüyorlardı. Bu durumda ya Kürt Emniyeti ve giredek Kürdistan Hükümeti yalan söylüyordu, ya da Özgür-der ve onlara inanıp hiç bir araştırmaya lüzum dahi hissetmeden Kürt Makamları'nı "yalancı" durumuna sokanlar.. O Özgür-der ki "Kürdistan'la dayanışma" yerine "Filistinle dayanışma"yı daha evla görüyor... İşte tribünlere oynamak tamı tamına budur. Yani bu Kürt Ulusal Demokratları, Güney'i, bir Özgür-der'in yalanlarına feda edecek kadar demokratlık gösterisinde bulunacak ve bu "yüce gönüllü" tavırlarının parsasını toplayacaklar. Hem de kıran kırana bir mücadelenin sürdüğü bir sırada...

Evet, Geniş tabanlı bir ulusal kurtuluş partisine şiddetle ihtiyaç duyduğumuz bu sırada, "Burjuva partisi kuracağız ve Kürdistan'a uygar örgütlenmeyi, giderek uygar mücadele metodlarını getireceğiz" diyenleri iyi tanıyalım. Kimileri; üye sayısı 50.000'i geçen DDKD'leri, ardından KİP ve PPKK'yi yıkmış, kimisi Rızgari'yi önce ikiye ardından aldığı parçayı da üçe bölmüş olanlar.. Kimileri ise şu veya bu diğer kurulmuş tezgahları işlevsiz bırakanlardan oluşan "Uygar Burjuva Partisi" kurucu adayları, önlerine koydukları baş prensip; "silahlara veda"dır.. Laf kalabalığına gerek yok, şu soruları cevaplamaları gerekir:

- "Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü", Gerçek iktidar sahibi Türk Ordusu'nun beynine kazınmışken ve yeni savaş kanunlarındaki açık maddeler de ortadayken, siz hangi barışçı metodu kullanarak "Kürdistan" kelimesini ve "Kürt Halkı veya Milleti" tabirini anayasal hale getireceksiniz?

- 2002'den beri işlevsiz koca bir dört yıl geride kaldı. Şimdi Türkler 2005'de yeni bir seçime hazırlanıyorlar. Siz müstakbel meclisi etkileyecek hangi "anayasal", "meşru" gücü seferber edeceksiniz?

- Biran için bir sonraki dönemde bu gücü seferber ettiğinizi düşünsek bile, Ordu denilen bariyeri nasıl aşacaksınız? Türk Meclisi'nde çok güçlü ve caydırıcı (mesela 400 milletvekili sayısı) bir ittifaka ulaşmanız mümkün mü?

- Neden silahlı direnişe ve Türkler'in anladıkları dilden mücadeleye bu kadar cepheden saldırıyorsunuz?

Bakınız, Türkler Terörle mücadele yasasını meclisten geçirdiler bile. Ahmet Türk'ün şimdi, bizim ise bir yıldan beri söylediğimiz veçhiyle topyekun bir savaş ilanı ile karşı karşıyayız. Milletimiz istemeden de olsa bir genel savaşı göğüslemek durumunda bırakılmıştır. Terörle mücadele yasası kelimenin modern anlamı ile bir "Takrir-i Sükûn" kanunu olarak şekil bulmuştur. Bazı noktalarına bakarak durumun vahametini daha iyi anlayalım..

Eski kanunda da yer alan Türk'ün teröre getirdiği tarif şöyledir:

"Terör; baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türkiye Devleti'nin ve Cumhuriyeti'nin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek" "her türlü" eylemlerdir.

Her şeyi bir tarafa bıraksak bile şu "Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak" suçunun terör tarifine girmesi bile Kürdistani duruş sahibi olduklarını söyleyenlerin şapkalarını önlerine koyup düşünmelerini gerektirmelidir. Türk'e göre ülke; bugünkü TC denilen yamalı bohçanın sınırlarıdır. Buna göre "Kürdistan" diye bir ülke yoktur.. Millet ise direkt olarak Türk Milleti'dir. Yani Kürt Milleti, Halkı vs her ne derseniz, yoktur. O halde bu iki kutsal ve değişmez terim, bize karşı Türkler'in değişmez "kırmızı çizgileri" dir. Bu çizgilere her ne suretle olursa olsun değersen, teröristsin. Şimdi bu kadar basit bir "elifbe" ile karşınıza çıkmak beni utandırıyor. Fakat anladığım kadarıyla "ulusal bilincim zirve yapıyor" diyenler bile bazı temel derslere muhtaçtırlar.

Devam edelim. Yeni "kanun"un (Daha henüz Sezer tarafından imzalanmadı, fakat imzalayacak) 4. Maddesi"nin bir fıkrası anlayan için oldukça açıktır:

"terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenen çeşitli suçların da terör suçu sayılacağı kabul edilmiştir. Çeşitli suçlar, mahiyeti gereğince cebir, şiddet veya tehdit içermeseler bile bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmeleri halinde terör suçu sayılacaklardır."

Bunun anlamı şudur. Türk Devleti'nin "Terör Örgütü" dediği hedef organizasyonla bir kaç konuda da olsa aynı şeyleri söylemek, kaydetmek ve örgüt programı haline getirmek, şiddet ve tehdit içermese de terör suçudur. Mesela; Kürt Halkı tabirini kullanmak, muhtemelen "milleti bölme" olarak yorumlanacak ve "Terör Örgütü'nün amacı ile çakışır" bulunacak, cezalandırılacaktır. Dört Kürt rengini birarada taşımak benzer şekilde suç olacaktır. Hatta tesadüfen bir polise ait özel binek aracından teyp çalan çocuk bile terörist sayılabilecektir. Böylece Kürdistan'daki her Kürt Potansiyel terörist olarak kabul edilmekte, keyfi olarak gözaltına alma, silahlı saldırı ile öldürme dahil her şey serbest olacaktır.

Bir diğer maddede'nin bir paragrafında (6. madde) daha da ileri gidilmekte ve; "Bireylerin şiddet kullanımına tamamen karşı oldukları durumlarda bile, kendi fikirleri terörist bir örgüt ile benzerlik gösterdiği ileri sürüldüğü için savcı tarafından terörist olmakla suçlanabilirler." (Bkz; Uluslararası Af Örgütü raporu).

Bu kadar açık ve net savaş ilanından politika yapmak isteyen hiç kimse kaçamaz.

Kuzey'de hedef olarak gösterilen PKK ise işi sulandırmakla meşgul. Bütün gücünü eski Türk komünistleri'ni canlandırmaya veya mevcut hali ile ayakta tutmaya adamış gibi görünen bu en büyük ve en disiplinli Kürt Tabanlı Örgüt, her şehidimizi kaldırırken elindeki kitleyi; "yaşasın halkların kardeşliği" diye bağırtan bu örgütün üst düzeyi ya işin ciddiyetinin farkında değildirler, ya da büyük bir sarmalın içinde çırpındıkça batmaktadırlar. "Ben ve örgütüm eğer Türkiye'yi bölmeye çalışıyorsak bizi imha edin" diye düşmana seslenen İmralı, şunu iyi anlasın: Sen ne kadar çırpınırsan çırpın, bir kere kurdun ağzına kaptırmışsın bedenini, bu duruşla, bu yalvarışla kurtuluşun yoktur. "Kürdistani duruş gerek" desek bile sende o iman yoktur. O imanı olmayan havada kalır. Girdaptadır. Çırpınmak fayda eylemez. Bir amaç uğruna ölmeyi göze alamaz, ama o aslında çoktan ölmüştür.

Ona gözü kapalı bir şekilde tabi olanlar ezberledikleri bir türküyü tekrarlamaktan başka bir yapmıyorlar. Bir zamanlar benim de yanlış bir anlayışla dile getirdiğim bu türkü şöyle: "Türk Devleti, baş ile gövdeyi biribirinden ayırmak suretiyle PKK'yi yok etmek istiyor. Bunun için başa sahip çıkmak örgüte sahip çıkmaktır". Vehasıl vardıkları nokta; "bê Serok jîyan nabe!".. Durum böyle olunca İmralı büyük bir manevra alanı kazanmış, "sürüden ayrılanları ve kendisinin hikmetlerini tekrarlamayanları 'kuyruklarına teneke bağlamakla' tehdit" etmiştir. İşe varılan nokta budur.

Bu durum karşısında bizim duruşumuz değişmemiştir ve merkezi bir önem kazanmıştır.

-Savaş Kürdistan'dan Türk Metropollerine ve giderek tüm alanlarına kaydırılmalıdır. Bunun için sabırlı, sıfırdan başlayan bir şehir gerillası hayata geçirilmelidir.

-Bir Millet varlığı tehlikeye girdiğinde ne yapması gerekiyorsa, Kürt Milleti de hiç bir dış güce aldırmadan gerekeni yapmalıdır.

-Kürdistan'daki ayrışmayı ters çevirmeye ve pasifize etmeye yönelik her türlü teşebbüs engellenmelidir.

-Kürdistan'da sokak hakimiyetine ve giderek sivil itaatsizliğe doğru yürüyen bir ciddi örgüt makinası oluşturulmalıdır.

2006-07-03

Sirac Bilgin

2006-07-03




Gorusunuz