Psikolojik ve fiili mücadelede son durum-I

Türk Tarafı her türlü desinformasyonu, propagandayı, havuç-kırbaç politikasını, dedikodu yayma ve bilhassa Kürtler'i bölme metodunu bilimsel bir tarzda kullanarak ayrışma sürecini boşa çıkarıp "yok-et, hallet" şeklinde ifade edilen nihai hedefine yürümek için olağanüstü bir çaba içerisindedir. Türk Askerbaşı'nın faaliyetleri, Türk Hükümeti'nin başı tarafından verilen demeçler, muhalefetin duruşu, sokaktaki adamın düşünce yapısını müthiş bir şekilde ırkçı propaganda bombardımanına tutmalar, sıkıyönetimden daha sıkı bir anti-Kürt yönelim, çocukların tutukevlerine tıkıştırılıp marş ezberletilmesi bize hep askeri darbenin "te'dip" operasyonunu hatırlatmaktadır. Çıkacak olan yeni kanunlarla, yeni kısıtlamalar yanında zaptiye ve kontra güçlerine artık hiç bir dönemde, hukuki anlamda, dokunulmayacak şekilde hareket serbestisi getirilmektedir.

Türk Hükümeti'nin Başı Erdoğan'ın, PKK'ye hitaben "silahları bırakın konuşalım" şeklinde sarf ettiği sözler aslında AB'ye yönelik bir yatıştırma teşebbüsüydü. Bunu abartan bazı PKK yanlısı kişiler, çözümün eli kulağında olduğu mesajını pompalayarak halkı bir nevi yatıştırmaya çalışmaktadırlar. Oysa PKK üst düzeyi sözleri ile olmasa da eylemselliği ile bunun koskoca bir yalan olduğunun bilincinde olduklarını gösterdi. Dolayısıyla Erdoğan'ın oynadığı kartı dileyen AB üyesi yuttu, ama Kürdistan'da havada kaldı. Türk Başbakanı daha sonra bürokratları vasıtasıyla muhalefetin istediği düzeyde yön değiştirdi ve her Türk önde geleni ile milliyetçilik yarışını başlatarak, bu konuda anketlerde Bahçeli'yi "bile" geçti. Şimdi Türk siyaset dünyasında, partiler düzeyinde akl-ı selim sahibi hiç kimsenin kalmadığı bir ayrışma ortamındayız.

Öte yandan Türk Askerbaşı Kürdistan'daki işgal kuvvetlerini teftişe geldi. Oradan "Türk Milleti"ne moral pompalamaya başladı. Kürtler'i umutsuzlandırarak itaate çağırması ise işin en bariz yanıydı. Kısaca "ya bize biat edersiniz, ya da tarihinizde çok kere görüldüğü gibi ezilirsiniz" dedi. Kamçı politikası budur. Bu kadar açık konuşan bir askerbaşından hala bir şeyler uman Kürt insanlarının bulunması ilginçtir.

Türk Devleti esir Kürt Milleti'ni ayrıca havuçla da kazanmanın yollarını aramakta, "olayları durdurun, yatırımlar gelsin" mesajını büyük bir utanmazlıkla dile getirmektedirler. Ama Kürt Milleti'nin eskisi gibi kolaylıkla aldatılamayacağını da biliyorlar. Hem sormazlar mı, "Kürtler 1999'dan itibaren uzun bir süre silah kullanmadılar, hani yatırımlarınız?" İşte bu, psikolojik savaşın en temel dört kuralından biridir (havuç-kamçı politikası).

Türkler desinformasyon politikasına da büyük bir hız vermiş durumdalar. Bu politika Kürdistan'daki son direniş sürecinin başından beri hiç bir sınırlama kabul etmeden yürütülüyor. Bilhassa Kürtler'i bölme teşebbüsleri ibret verici bir düzeye ermiştir. Bu politikaya karşı tüm Kürt Parti, örgüt ve şahsiyetlerinin daha uyanık davranmaları gerekiyor. PKK ARTIK DEKLERE EDEREK, KÜRT'E BİR DAHA SİLAH DOĞRULTMAYACAĞINI GÖSTERMELİDİR. Kürdistan Devlet Başkanı Mesut Barzani'nin beyanı tüm Kürt insanlarına örnek teşkil etmelidir. Bu tür beyanlar birliğe giden yolu daha da kolaylaştıracaktır. Böylece vatan uğruna canını kaybeden önder ve sıradan yurttaşlarımızın ruhu da huzura kavuşabilecektir.

Sıradan Türkler'in bize ulaşan maillerinden ve TV izlenimlerimiz ile direkt temaslardan anladığımız kadarıyla Türk Devleti sokaktaki adamı istediği kıvamda ırkçı bir noktaya getirmiş durumdadır. Artık bir avuç insaflı insan hariç, Türkler bir bütün halinde Kürt Milleti'ne düşmanlık hisleri ile doludur. Bazıları "sertlik politikası bu düşmanca hislerin sebebidir" demektedirler. Bunların arasında kaşarlanmış bazı Kürt Politikacıları'nın da bulunması ilginçtir. Oysa Kürt Milleti'nin kurtuluşu için kullanmak istediği barışçı her yolun önünün 1920'li yıllardan beri kesildiğinin farkında olmaları gerekir. Durup dururken 1924'ten itibaren Kürdistan'da "tenkil ve te'dip" harekatı başlatmadılar. O günlerde ekilen üniter devlet tohumu bugüne kadar her çözümün önünü tıkamıştır. İşte "şiddet" dedikleri şey, Kürt Milleti'nin kendi kaderine sahip çıkacağını yüksek sesle ifade etmesidir. Gerilla Hareketi boyunca sergilemedikleri kadar son süreçte şiddete yönelmeleri, ulusal mücadelede kontrolun bir elitin elinden çıkıp, halkın eline geçme ihtimalinin yüksekliğinden veya sokağın belirleyici rolunu bildiklerinden dolayıdır.

Türk Devleti'nin elindeki propaganda düdüklerini çok iyi işlettiklerini de görüyoruz. Bu propaganda araçları arasında TV'nin mümtaz bir yeri vardır. Kürtler'i küçük düşürücü görüntüler yanında Türk'ün o olmayan ihtişamını gözlere sokan diziler, haber programları, paneller vs görülmeye değer. Bunları tamamlayan dedikodu makinalarının durumu, manzarayı tamamlayan unsurlardır.

Buna karşın Kürt Milleti'nin duruşu genel hatları ile oldukça iyidir. Türkler'in kudurmuş gibi kitlelerimize saldırması karşısında partiler düzeyinde "PDK-B" hariç bildiri yayınlayan bütün partiler okların ucunu Türk Hükümeti'ne doğrulttular. Aralarında sürpriz isimlerin de bulunduğu kişiler düzeyindeki fikir bayanlarında bu duruş sağlamlığını daha net olarak görürüz. Millet olarak iyi bir noktadayız.

Ama Marksist Solumuzun bir kesimi ile İslami düşünceli insanlarımızın bir kesiminde yer yer ideolojik körlüğün devam ettiğini, tartışmaları hep yanlış zenine sürüp ellerini zayıflattıklarını görüyoruz. Bilhassa Metiner gibi bazı kişilikler, ki kendisini İslami düşünceli olarak görür, bazan bir Türk kadar saldırgan olabiliyor. Milletimiz elbette bu tür kişiliklere gereken dersi zamanı geldiğinde verecektir. Fakat, halkımızın son direnişinden sonraki süreçte hala "benim dinim seninkinden iyidir" gibi basitliklere papuç bırakanlarımız da vardır. Bu tür tartışmalar saptırcıdır, düşmanın ekmeğine yağ sürer. Düşmana aramızda herhangi bir konuda bir çatlak bulunduğunu göstermek, Türk'ün bu çatlağı derinleştirmesine yol açacaktır. Benim bu konudaki düşüncem, tıpkı Kürt Ulusal Marşı "Ey Reqib"de olduğu gibidir: "Dinim ibadetim, vatanımdır" (dînîman ayînîman niştîman).. (devam edecek) 2006-04-11

Sirac Bilgin

2006-04-11




Gorusunuz