Newroz'ın ardından.. Kürt Milleti muhakkak kazanacaktır!-II

Yukarıdan beri, PKK'nin üst düzey kadrolarının, ulusal kimliğimizin temeli olan tüm değerleri, hem dağdaki ve hem de İmralı'daki Liderleri'nin ağzından dile getirtikleri tavizlerle hiçe saydıklarını gördük. Ulusal değer diye elde bir tek şehitler kalıyor. Onları da Türk "şehitleri" ile eş gördüklerini, istilacı ve mağdur farkı görmediklerini de her fırsatta gördük ve görüyoruz. İki misal verelim: Öacalan İmralı'da ilk mahkemesinde Türk "şehit" analarından özür dilemekle bu eşitlemeyi yedi yıl öncesinden yaratmıştı. En son vuruşu ise satelit örgütün "Çanakkale Şehitleri"nin kabrine çelenk koyması ile gördük..

Entegrasyoncular'ın büyük bir kararlılıkla ve olmazsa olmaz haline getirdikleri stratejik sloganları olan "yaşasın halkların kardeşliği" sloganı içi-dışı boş bir slogandır. Her toplantıda, her mitingde işledikleri başlıca konudur bu. Yanlarında yer alıyor gibi görünen marjinal üç buçuk Türk'ü yere göğe sığdırmayan entegrasyoncular bunu "büyük bir ileri görüşlülük, bir ilericilik, Marksizm'in lafzına uygun hareket etmek" olarak algılarlar.

Oysa halkların kardeşliği yoktur, çıkarları vardır. Türk Halkı'nı yöneten siyasi irade, söz konusu halkı öylesine bir ırkçı zihniyetle yoğurmuştur ki, Türk denilen kişilerin kardeşlik adına irade beyan etmesi imkansızlaşmıştır. Seksen üç yıldır okula başlayan her çocuk, Türklük yemini ederek güne başlarsa, "bir Türk Cihana bedeldir", "her Türk asker doğar", "Türk övün çalış güven", "ne mutlu Türk'üm diyene" vs gibi sloganlarla beyni yıkanmışsa bir Kürt bunlardan ne bekleyebilir. Bir kaç tane insanlık sınırını aşmış i,nsanları hariç, hangi Türk, Kürt diye bir milletin bırakın haklarını, varlığını bile içine sindirebilmiştir? Denilebilir ki Kürtler'in tek taraflı çabaları belli bir değişim yaratabilir. Ben de belli bir süre bu safsataya inanmıştım. Ama Türk Askerbaşı'nın gerçek yüzünü bütün çıplaklığı ile gördükten, onların kafalarının içini okuma "yeteneği"ne kavuştuktan sonra gerçek bir tokat gibi yüzüme patladı. Koca koca generallerin marşlar söyleyerek toplantılara katılmaları, buna cumhurbaşkanları ve başbakanlarının katılmaları, Kürd'e bakış açılarını tüm açıklığı ile ortaya koyuyordu. Son zamanlarda Türk bürokrat eskilerinin, akademisyenlerinin ve politik elitlerinin yeniden kurduğu "Kuvva-i milliye", "müdafaa-i hukuk" gibi Türk-Grek Harbi'nden kalma örgütler, düşmanımızın bilincinin derinliklerinde yatan "ezme" özlemini ve hazırlığını ele verir. Bize günlük olarak gönderilen onlarca tehdit, içerik olarak doğru tahlil edilirse nereye doğru bir gidişin söz konusu olduğunun aynası olacaktır.

Bu zihniyetin büyük bir çoğunluğun zihniyeti olduğunu bilmeyan olmamasına rağmen hala "halkların kardeşliği" gibi bir yöneliş uğruna bu kadar değerin feda edilmesini anlamak güçtür. Kısaca halkların kardeşliği yoktur, ama Türk Kürt Kardeşliği katmerli olarak yoktur.

Kürdistan'daki son olaylar bir dönüm noktası olabilir

İşte burada mücadelenin gerçek rayına oturması için, ikinci eğilim dediğim "Kürt-Türk ayrışması" veya "biz ve onlar" ayrışması kendisini dayatır. Son Amed, Van, Siirt, Batman vd yerleşim birimlerimizde cereyan eden olayları doğru okursak halkın ve gençler'in geldiği patlama noktasına hem Türk Devleti'nin İlhak durumunu korumadaki ısrarının ve hem de İmralı politikalarına artık dur deme güdüsünün sebep olduğunu görürüz. Elbette Kürdistan'ın yeniden tutuşturulması yerine Türkler'in yurt edindiği metropollerin tutuşturulmasını beklerdik. Bunun kısa bir süre içerisinde gerçekleşeceğinin işaretleri yok değil. Ama şu anda önümüzdeki realite başkadır.

Son olaylar biraz çelişik bir durumu da açıkça gözler önüne serdi. Kitle, pasifikasyon hareketinin şampiyonu İmralı'ya, en aşağısından şu anda görünen çoğunluk itibariyle, bağlılık ifade ederken İmralı sükunet tavsiye ediyor. Böylece kitlenin kafasının içindeki İmralı imajı ile fiiliyattaki İmralı arasındaki çelişkiyi berrak bir şekilde görmek mümkün. Bu durum böyle devam ederse, ya İmralı'nın bir emri ile, tıpkı Nisan-1999'de olduğu gibi olaylar bıçakla kesilmiş gibi duracak, ya da Kitle başa musallat olan bu liderliği aşarak kendisine yeni bir mecra bulacaktır. Bir diğer ihtimal ise yönetimin halka boyun eğmesi, Kürdistani çizgiye geri dönüşsüz bir şekilde oturmasıdır. Buna İmralı'nın tepkisi ne olur, bilinmez. İşin özü ayrışma başlamak üzeredir. Bundan sonra herkes hesabını "biz ve onlar" gerçekliği üzerine yapacaktır. Rahat politika yapma devri kapanmak üzeredir. Türk Devleti tüm Kürt örgüt ve şahsiyetleri düşman olarak biliyor. Kürt de düşmanını tanıyor. Cenazelerin sessiz karşılanması, ölümün kanıksanması dönemi kapanacaktır.

Şimdi sözüm diğer bazı örgütlere

Bazı örgütler çok gerçekçi hedefler belirlemişler. Ama buna uygun bir yürüyüş olduğunda ise derhal "provokasyon" yaftası ile ortaya çıkmakta akıllı uslu durulması konusunda nasihat üstüne nasihat vermektedirler. Yiğitlerin peşpeşe toprağı öptüğü bu günlerde halkın öfkesini basit provokasyon söylemi ile geçiştirmek gerçekçi midir? Bu ne demektir? Acaba federasyon çözümü paketlenerek önlerine konacak gibi bir sanıları mı var? Acaba halka; "siz evlerinizde oturup bizi destekleyin, biz sizin adınıza gerekeni yapacağız" tavsiyesinde mi bulunyorlar? Bence bu eğilimler durumu ve kendi öz mücadele azimlerini yeniden gözden geçirsinler.

Türk Devleti'nin yalancı yöneticileri

Olayların başından beri Türk Devleti ve medyası büyük bir yalan furyasına kapılmış durumda. Desinformasyon inanılmaz boyutlarda. Hürriyet denilen gazetede bir haber: "Lüzum hasıl olmadıkça silah kullanmayın.." Aynı haberin yanında bir fotograf; karmaskeli bir özel tim mensubu hedef gözeterek ateş ederken yerde 100,ün üstünde mermi kovanı sayılabiliyor.. Aynı yetkililer halkın mallarına zarar vermeyin derken özel timlerin yözlerce iş yerini talan ettiğine dair haberler geliyor. 4 şehit ve yüzlerce yaralı da cabası..

Yalancı bir devletin verdiği sözler de yalan olur. Parti liderleri artık bunlara kapılmasınlar.

Ayrışma zafere giden yoldur. Kafamızdaki son Türk'ü de atalım.. 2006-03-30

Sirac Bilgin

2006-03-30




Gorusunuz