Newroz'a Doğru.. Her devinimin bir sebebi vardır..

Newroz'a doğru yol aldığımız bu günlerde, Kuzey itibariyle, halkımız büyük tuzaklar, engeller ve saldırılarla karşı karşıyadır. Bir yandan Newroz'u saptırmaya, Kürt çocuklarını küçük yaştan itibaren "Türk Nevruzu"na adapte etmeyi programlayan bir işgalci-ilhakçı eğitim bakanlığı, bir yandan Newroz'u kutlamaya hazırlanan kitlelerimizi korkutmaya, bayramda taşınacak renklere kadar her şeye karar vermeye çalışan bir diğer düşman kurumu olan içişleri bakanlıkları, öte yandan da naralar atan askerbaşlarının başlattığı katliam harekatı.. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi beleşçilerin, Türk Devleti ile uyum içinde hareket edenlerin, Kürtler'i her türlü savunma refleksinden uzak durmaya ikna etmeye çalışanların ard arda topladıkları "Kürt Konferansları".. Üstelik her an kafası çalışan bir Kürt'ü öldürmek için pusuda bekleyen en büyük örgütün politikasızlığı da cabası.. Dağınıklık, yayılmaya çalışılan umutsuzluk, gerillasına sahip çıkmayan bir liderlik elele gidiyor. Hep "aman katliam olur" öcüsü ile halkımızı korkutmaya çalışan uğursuz bir "akıllı" enteller takımının her yerde boy gösterdiği bir kirli ortamda halkımız el yordamı ile yürüyecek doğru yolu arıyor.. Evet, bence böyle..
Empati grubu ve Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin müştereken topladığı Kürt Konferansı'nın elbette faydalı yönleri de vardır. Nihayet marksistler, ex-marksistler ve Kürt bir kısım marksistleri ile ex-marksistleri bir araya gelebilmiş, belli bir "sorun"un varlığından bahsetmişlerdir. Bu belli bir dünya görüşünün karşılaştığı bir platformda geliştirdiği bir dialogdur. Bu yönü ile olumludur. Zaten katılımcıların hiç biri (belki Ahmet Türk hariç) bir temsil iddiası ile ortaya çıkmıyor. Dolayısı ile devletin de bulunmadığı (ama istihbarat düzeyinde kulaklarının takip ettiği) bir marksistler dialogudur diyebiliriz (tabii ki Türk Solu'nda şekillenen "Ulusal Sol" bunun dışında kalıyor). Fakat bizi kuşkulara düşüren ve yeni mitler yaratmaya yönelik olduğu konusunda kuvvetli deliller bulunan bu konferansın iöeriği ve zamanlaması ile bazı müşterekleri bizi tedirgin etmeye yetmektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
-Katılımcıların ekseriyeti, Türk Devleti'nin meşruiyetini peşinen veya zımnen kabul etmişlerdir. Kürt Milleti'nin kaderini tayin hakkı temelinde Türk istilacı-ilhakçı devleti ile masaya oturma çağrısı yoktur.
-Katılımcıların ekseriyeti, PKK'nin kayıtsız şartsız bırakmasını talep etmekte, Kürtler'in silahlı mücadele zorunluluğu (olsa da) kendisini dayatsa da red etmmekte, silahsız mücadele Kürt için bir mit haline getirilmeye çalışılmaktadır.
-Katılımcılar Türk Devleti'nin, Kürdistan Sorunu'nu belli bir program dahilinde "yok et- hallet" mantığı çerçevesinde çözmeye çalıştığını görmezlikten gelmişlerdir. İsmail Beşikçi'nin çizdiği tarih çerçevesi dışında Sorunu trahi olarak ortaya koyan biri de çıkmamıştır.
-Katılımcıların seçiminde "silahlı mücadele yanlıları"nın özellikle dışlanması, çözüme alternatif bakışların dinlenmesini engellemiştir.
Ben bütün bunları gözönüne getirdiğimde konferansın olumlu yanlarının silindiğini görüyorum. Kürtler'in kafalarına miting ve imza toplamakla Kürdistan Sorunu'nun, sözüm ona, çözüme kavuşturulabileceği fikrinin aşılanmaya çalışıldığı bir eylem haline dönüşüyor. Ne yazık ki, Kürdistan'da, şu andaki çoğunluğun duruşu budur.
Peki insanlarımızı böylesi bir duruşa iten gerçek sebepler nelerdir? Neden bütün dünyada milletler, hatta nüfusu milyonun altında bulunan halklar bile bağımsızlık tezi ile ayağa kalkarken, neden bir bizimkiler böylesine bir duruş orta koyuyorlar? Bunu bir daha ve daha açıklıkla ortaya koymanın zamanı gelmiştir. Umarım her zaman olduğu gibi bazı insanlarımızı kızdırmam..
İkinci Savaş sonrası Kürdistan Ulusal hareketi'ne baktığımızda, ülkemizin her tarafına sistemli bir şekilde yayılmış olan Marksist-Leninist öncülükler görürüz. Marksist-Leninist, Maoist, Enver Hocacılar, Kastrocular, Günery Amerika Devrim çizgisi, Amilkar Cabralcılar, Ho Şi Minhçiler vs vs..1960'tan itibaren tercüme edilen sol klasikler elden ele dolaşıyor, bilhassa ulusal soruna Marksist-Leninistler'in yaklaşımı ve sömürgelerde cereyan eden kurtuluş savaşlarının öncü kadrolarının sol temelde yaptıkları açılımlar, bu doğrultuda ortaya çıkan binlerle ifade edilebilecek kitaplar bir kıble yaratmıştı. Neredeyse her parti sol literatür kullanıyor, sol literatür kullandığı halde biri öbürüne hep "revizyonist", oprotünist", "burjuva milliyetçisi" demeyi kendi statüsünü yükseltici bir aşağılama olarak alıyordu.
Sol, bilhassa Kürdistan'ı ilhak etmiş olan devletlerin tabanı olan halklarda sol, "halkların kardeşliği" sloganını hep canlı tutuyordu. Böylece bilinç altında bir sapma pekişmekteydi. Kürdistan'ın denizaşırı bir sömürge olmaması da bir başka problemdi. Bu kısır bir tartışmaya yol açıyor, "parça bütüne" feda edilir mi, edilmez mi gibi proletaryanın yüksek menfaatlerine kilitlenmiş gibi görünen bir diğer saptırıcı tartışmaya kapıyı aralıyordu. Bir türlü doğru dürüst bir boşanma yaşanmaması, ulusal bilincin anlamına uygun olarak gelişmesine engeldi.. PKK, özünde bir Türk-Kürt ortak örgütü olarak ortaya çıkmasına rağmen "Bağımsız Kürdistan" sloganı ile prim yapmaktaydı. TKSP ve PPKK gibi örgütler, aşırı Sovyetçi çizgileri ile ön plana çıkmış, sürgünde bile "Sol Birlik" denilen bir nevi cephede TKP gibi Türk örgütleri ile kol kolaydı.
Evet, hangi sol Kürt Örgütü'nün programına bakarsanız, bakınız, hepsinde "Bağımsız Kürdistan" şiarının programın baş maddesi olduğunu dörürsünüz. Bu madde hala da bir kısmında böyledir. Ben samimiyeti burada tartışmayacağım. Çünkü ayna pratiktir.. Fırsat bulup pratiklerini ortaya koyduklarında elbette o zaman değerlendiririz..
Ama şu anda ortalıkta dolaşan ve her yerde başrolu oynayan Kürt şahsiyetlerinin kahır ekseriyetinin Marksist pınarlardan su içtikleri apaçık ortada. PKK'de gerileme dönemi başladığında kendilerini göstermeye çalışan bu şahsiyetlerin Türk Devleti'nden her nedense kopmadıkları açıktır. Bunlarda bu işbirlikçi çizginin gelişmesinde içe sindirileneyen bir şeyler rol oynuyor.. Yabancılaşma, Ulusallığı küçümseme, Türk Devleti'nin tehditlerinin verdiği ürküntüyü içselleştirme büyük rol oynuyor..
Ben buna Milliyetçi, gerçek anlamda milleyetçi olamama diyorum.. (gelecek yazıda milliyetçiliği bir daha işleyeceğim) 2006-03-14

Sirac Bilgin

2006-03-14




Gorusunuz