Caferi, El Sadr, Türk İttifakı mı? Nereye kadar?

Dünyada nerdeyse ilk kez bir başbakan adayı daha henüz atanmadan komşu ve bölgesel süper güç rolü oynamaya çalışan bir devlete resmi "çalışma ziyareti"nde bulunuyor. Aşağılandığının farkına varmadan, ülkesinin sözde bayrağı yerine bir diğer komşu ülkenin bayrağı kaldığı otele asıldığı halde "memnun" olduğunu söylediği bir ziyareti bitirmiş buluınuyor.. Bu başbakan adayı Caferi denilen zattır. Kendisini hava alanında Türk Başbakanı değil, ilgisiz bir bakan karşılamış, misafir etme görevini ise komşu ülkenin dışişleri bakanı yüklenmişti. Artık kapalı kapılar ardında politika yapmaktan vazgeçmiş olan Caferi'nin heyeti'nde hiç olmazsa Irak Dışişleri bakanı bulunabilirdi. Ama hayır! Kürt dışişleri bakanının yerine heyette Çadırcı ve bir de Türkmen boy veriyordu.. İlginç.
Peki, bu ziyaret hükümet kuruluncaya kadar ertelenemez miydi? Türkler'in bu acelesi niye? Biraz da bunu irdeleyelim..
Irak Federal Devleti anayasası, yapılan antlaşmaya göre, daimi meclis kurulduktan sonra ancak bir kez değiştirilebilir. Bu tek değişiklik ister birden fazla madde üzerinde, isterse tek madde üzerinde olabilir. Sadece bir defa. İşte ben bu acelenin sebeplerinden biri olarak anayasadaki bu maddeyi görüyorum. Buna göre antlaşma sağlayacak olan Arap tarafı hem hükümeti bir oldu-bittiye getirecek, hem de anayasa değişikliğini gerçekleştirerek Kürt Yurdu'nun birleştirilmesini süreci tıkayabilecektir. Fakat sağlam esaslara bağlanan anayasa değişikliği için oy çokluğu yeterli değildir. Buna ek olarak vilayetler bazında da kazanmaları gerekir. Çünkü Irak Anayasası'da yapılacak olan bir değişikliğin red edilmesi için üç vilayetin "hayır" demesi yeterlidir. Kürtler'in; Hewlêr, Duhok, Süleymaniye ve Kerkük'te çoğunluğu elde tuttukları bilindiğine göre bir anayasa değişikliğine, Kürtler evet demedikçe, gitmek hayaldir (bunun üstünde durmam boşuna değildir. Türkler neredeyse bir yıl öncesinden bu konuda fikir cimnastiği yapıyorlardı).
Bilindiği gibi, Caferi, Kürtler söz konusu olduğunda kendisinden önceki rejimin lideri ile aynı kafayı taşıyor, fakat iç meselelere, tam tersine, şii gözlüğü ile bakıyor. Dolayısı ile Caferi, Irak'ın tüm zenginliklerini, bu zenginliklerin kimin topraklarında olduğuna bakmaksızın, sıkı bir kontrol altında tutan bir Şii iktidarı özlemi içindedir. Zaten baş müttefiği olan terörist al Sadr da aynı kafa yapısındadır. Tüm iktidarı kontrol altında tutabilecek olan bu tiplerin Kürdistan için ne anlama geldiğini Güneyli Kürt Liderler gayet iyi biliyorlar. Bundan dolayı seyyah Caferi'nin bu oldukça kötü niyetli gezisi Talabani tarafından hiç bir tereddüte yer bırakmayacak kadar açıklıkla protesto edildi, sonuçlarının Irak'ı bağlamayacağı mesajı verildi.
Fakat hükümetin bir Arap çoğunluğu tarafından ele geçirilme ihtimali sünni kesimin Caferi'yi red etmesine kadar teorik olarak hala vardı. Ama Türk Devleti'nin Kerkük paniğine kapılarak Caferi'yi Ankara'da misafir etmesi, herkesin bu donuk kafalı şii hakkında düşündüklerini yüksek sesle ifade etmelerine yol açtı. Görüldüğü kadarıyla Ankara, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmak üzere..
Ama Arap çoğunluklu iktidar ihtimaline yine de bir "mim" koyalım. Bunun Araplar'a sağlayacağı faydalar yanında uzun vadeli zararları da olacaktır. Şu anda bilek güreşi Kürdistan topraklarının birleştirilmesi üzerine yapılmakta olduğuna göre, Arap çoğunluklu bir hükümet, ilk anda 58. Madde'nin tersine işletilmesi gibi bir süreç başlatmaya çalışacaktır. Yani bir neo-Arabizasyon süreci için düğmeye basılması en büyük rüyalarıdır. Kürtler'in bu konuda 1970 Mart Deklarasyonu gibi engin bir tecrubeleri var. 1970'te, Barzani adlı çalışmamda da belirttiğim gibi Araplar, koskoca deklarasyonu tek madde olarak algılamışlardı; "antlaşma dört yılda uygulanacaktır". İşte bu maddeye dayanan BAAS İktidarı dört yıl içerisininde, yangından mal kaçırırcasına, iğrenç metodlarla bir arabizasyon başlatmış, Kerkük'ün demografyasını şimdi de içinden çıkılmaz bir duruma getirmişlerdi. Bugünün problemlerini, geneli itibariyle, o günlerde zorla sahneye konan göç politikasından devralmıştık.
Al Sadr yeraltına inip terör eylemleri başlattığında hatırı sayılır bir silahlı grubu ilk elden Kerkük'e yerleştirmiş, o günlerin terör eylemlerinden orada yaşayan vatandaşlarımızın "nasiplenmesi" için gayret göstermişti. Kişinin yaptıkları, yapacaklarının aynasıdır derler. Al Caferi'nin kader arkadaşı olarak seçtiği al Sadr için bu oldukça açıktır.. Afganistan kadar tutucu sözde bir İslami rejim kuracak, Kürtler'i tekrar ikinci sınıf vatandaş durumuna sokmak için elinden geleni yapacaktır.
İşte Türkler'in beklentileri budur. Kerkük'ü yutmuş olan bir Arap Rejimi, kendileri için her zaman evla sayılacaktır, bu belli. Bunun için çalışmaları çok önemli bir göstergedir. Araplar'ın Kerkük konusundaki çabalarını gönüllü olarak propaganda ajendalarına alacaklardır.
Fakat açıklıkla söyleyeyim ki bunların tümü boşa çabalardır. Türkler'in her şeyi, bu arada ABD ile arayı bir daha kolay kolay düzelmemek üzere bozmayı göze alarak Kürdistan'a fiili olarak saldırısı söz konusu olmadıkça hiç bir planın başarı şansı yoktur.. Müdahale akılsızlığı gerçekleştiğinde ise orta vadede Kuzey'in de elden gitmesi ile sonuçlanacaktır.
Evet şu andaki kuvvet dengesine baktığımızda Kürdistan Silahlı Kuvvetleri ile Irak Silahlı Kuvvetleri arasında onarılması zor bir güç dengesizliği vardır. Tank ve ağır silah varlığı bakımından Kürler çok ilerde. Sayısal olarak ise hem Irak Ordusu'nda ve hem de bağımsız güç varlığı açısından da fark vardır. Kürt Ordusu'nun eğitim düzeyi artık uluslararası standardlara yaklaşmakta, Irak Ordusu Subayları Kürdistan Harb Okulu'da eğitilmektedir. Fedakarlık ve inanç bakımından da fark böyledir.. İnanmayan buyursun ve denesin! 2006-03-04

Sirac Bilgin
Not: Sirac Bilgin'in araştırma ürünlerini kaynak bildirmeden kullananlar suç işlemektedirler. Bu konuda kanuni yaptırım isteme hakkımız saklıdır..

2006-03-04




Gorusunuz