"Kürtler'in Kimliği" veya bir Türk'ten Kürt Kimliği...IV

Üşümezsoy, kavramları hepten bilinçsiz bir şekilde ortalığa serpiştirilmiş değildir. Superetnosun bir süreç meselesi olduğunu da biliyor..Ama iş Kürtler'e gelince çarpıtmakta tereddüt etmiyor. Bu eğilim, Türk'ün ortak eğilimidir. Geçenlerde en insaflı bir Türk sol gruba mensup bir yazarın yazısını okuyordum. Bu sol grup, Kürtler için arasıra da olsa bağıran bir gruptur. "Self-determinasyon" bir paragraf halinde miydi ne, geçiyordu. Burada yazar aynen şunu kaydetmekteydi: "Self-determinasyonu savunanlar (yani Kürdistani düşünce sahipleri) hiç esneklik göstermiyorlar!.. İşte kafa bu.. Kürt, hakkı olan her şeyin içini boşaltmadıkça sekterdir, uyuşmazlık içindedir! Üşümezsoy gibiler ise, en uçta Atatürkçü düşünce sahipleri olarak, Kürt'ü bir etnik grup olarak dahi tanıma eğiliminde değiller. Elbette ellerinden geldiği kadar Kürt ve Kürdistan Sorunu'nu çarpıtacaklar.. Ama çarpıtmala karşı artık barajlar kuruyoruz ve bu barajlar onları alabildiğine korkutuyor.
Kork Üşümezsoy, istediğin kadar korkabilirsin, değil bir vadidekinin diğer vadidekileri anlamaması, Serhadlı'nın (Ardahanlı'nın) en alt ovadakini (Şengal'dakini) çok iyi anladığı istikrarlı bir toplumdur Kürt toplumu. Hiç İzady'ye sığınma ve okuyucularının okumadığı metinleri çarpıtıp sunma. "Güneş balçıkla sıvanmaz" sözcüğünü hep hatırla. Üşümezsoy, "Kürt Kimliği'ni yaratma" teşebbüsü gibi tamamen bilim dışı bir ibare kullanırken bile okuyucularına hakaret ettiğinin farkında bile değil. Eğer bir okuyucu, hiçbir şeyin yoktan var edilemeyeceği gibi basit bir bilimsel gerçeğie vakıf değilse, sürüdeki koyundur. Baştaki koç nereye giderse sürü de oraya gidecektir. Bunu da hep Kürt Dilinde yazılı varakaların olmayışına bağlar durur. Ama aynı Üşümezsoy, Kürtler'in düşmanı olan çevre devletlerin ve giderek kahır çoğunluğu ile bu devletlerin tabanı olan halkların barbarca duruşlarını unutuyor. Bilhassa İki ezeli düşman Fars ve Türk imparatorluklarının ahvadı olan Türk Devleti ile İran'ın arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgulara nasıl ambargo koyduklarını, hatta çok önemli buldukları delilleri yok ettiklerini çok iyi bilebilir durumdadır (Mesela Ehmedê Xanî'nin mezar taşını tahrip etmeleri). Gözlerimizin içine baka baka yalan yazan birinin masumiyetine inanmamız beklenebilir mi? Oysa o beğenmediği Kürtçe'nin şu anda elden ele dolaşmayı başaran ve tahripten kurtulan en eski metni MS 7. Yüzyıl'a aittir. Yani ilk yazılı Türkçe metinden daha eski.. İşte, üçüncü düşman Arap'ın zulmunu dile getiren bu metmin Türkler'in dili ile tercümesi (Sevgili Mehmet Bayrak'tan alıntı):
"Bir deri üzerine yazılan, yazarı bilinmeyen, Orta Kürtçe ile ve ideogramlı Arami alfabesiyle yazılan bu şiirde; İslam/ Halife ordularının, Zerdüşti Kürt toplumu üstündeki yıkımı anlatılır. Şiirin yazıldığı dönem, Halife Ömer'in Kürdistan'daki zulmüyle çakışmaktadır.
Bugünkü Türkçeyle şiirin çevirisi şudur:
Yıkıldı tapmaklar, söndürüldü ocaklar,
yücelerin yücesi gizledi kendisini.
Zalim Araplar yaktı yıktı
tüm köyleri Şehrizur'a kadar.
Kaçırıldı kadınlar ve kızlar.
Cesur olanlar yatıyor kan içinde.
Yasak artık Zerdüşt'e inanmak,
Ahura Mazda yardım etmiyor kimseye. "
Üşümezsoy sırf Kürtler'in Kürdistan ile bağlarını yok say(dır)mak için de takla üstüne takla atıyor. Kürtler'i Osmanlılar'ın Kürdistan'a (Kendi deyimi ile Güney-Doğu Anadolu'ya) yerleştirdiklerini tekrarlayıp duruyor. İşte biz de bu tekrarlar girdabında her seferinde bu konuda bir başka delil vererek yanlışlığı ortaya koyuyoruz.. Evet, Üşümezsoy, Osmanlılar hiçbir şekilde Kürtler'i Kürdistan'a yerleştirmiş değiller, bunu senin emrinde olduğun MGK'un da bilir. Üşümezsoy, bununla da yetinmez, hepten yok saymak için de "Doğu ve Güney-Doğu'ya" yerleştirilen Kürtler'in kendi kendilerini yönetmekten aviz olduklarını ima ederek bunların Osmanlı feodalitesi, bürokrasisi içerisinde beyler tarafından yönetildiğini iddia eder. Fakat bu iddiası da gerçek dişıdır.Bunu, ortalıkta bir tereddüt kalmaması için, onun saygı duymak zorunda olduğu orijinal Türk kaynaklarından alalım:
İşte; Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, No:2362,Vrk, 112/a-113/a; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II/274'dan bir belge:
"Kürt Beyleri'nden (ve Türkmen Beyleri'nden) istimalet ile kendi meyil ve arzuları ile itaat eden 25'den fazla aşiretten ve reislerinden bazıları şunlardır:
Bitlis Hakimi (Emiri-NB) Emir Şerefüddin, Hizan Meliki Emir Davud, Hisn-î Keyfa emiri Melik Halik, İmadiye Hakimi Melik Halil, Pertek Hakimi Kasım bey..
Ayrıca Soran, Ormiye, Atak, Cizre, Egil, Xerzan, Palu, Siirt, Meyyafaraqin, Sason, Sincar (Şengal), Çermik, Malatya, Urfa, Besni, Harput, Mardin vb.."
Demek ki Kürt Beylikleri var ve bunlar Kürt Beyleri ve Emirleri (yani hükümdarları) tarafından yönetiliyorlar. Ne dersiniz Üşümezsoy? Belge Osmanlı'dan, bizden değil.
İşte bir belge de Şakir Epözdemir'den:
"Amasya Antlaşması,1514'te Osmanlı Sultam Selim Han ile sayıları yirmiyi geçen Kürt emirleri arasında, yani Osmanlı İmparatorluğu ile bağımsız yaşayan Kürdistan Emirlikleri arasında yapılmış zaruri ve gönüllü bir ittifak sözleşmesidir." (bu antlaşma pek çok Türk kaynağında yer alır..)"
Kürdistan öyle kılıç zoru ile Osmanlı'ya katılmış değildir. Osmanlı ile antlaşma yaparak bu devlet ile kişilikli bir birlik kurmuş tek halk Kürt Halkı'dır (tabii ki burada kastım o zamanın şartlarına göre). Amasya'da bulunan Sultan Selim'e, İdris-i Bitlisi öncülüğünde başvuran 20'yi Aşkın Kürt Beyi, Osmanlılar'dan Farslar'a karşı koruma sağlaması karşılığı İslam Padişahı olarak kabul ettikleri Yavuz'la birlikte hareket etmeyi önerdiler. Yavuz, kendisine başvuran Kürt beylerinin isteğini kabul etti (Tarihte buna "Amasya Antlaşması adı verilir) ve Konya Beylerbeyi Hüsrev Paşa'nın komutasındaki 10 bin kişilik orduyu Safavilerin üzerine gönderdi. Diyarbakır ve Mardin Safavilerden alındı.

İdris'in Kürt Beyleri ile anlaşması sonucu Diyarbakır ve Mardin'den başka Bitlis, Urmiye, İtak, İmadiye, Cizre, Eğil, Hizran, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf), Meyyafarikin ve Cezire-i İbn Ömer gibi toplam 25 mıntıka Osmanlı topraklarına katıldı.

Yavuz Sultan Selim, Diyarbakır bölgesini bir fermanla kendisine temlik verdiği İdris-i Birtlisi'yi Arab Kazaskerliği'ne de getirerek ödüllendirdi. Şimdi çerçevede Türk İsmail Onarlı tarafından kaleme alınan "Osmanlı-Kürt İttifakı ve Türkmen katliamı" adlı makaleden bir alıntı sunalım:
"1535'ler de böyle bir icazet vererek, beylik topraklarının bölünmesini kolaylaştırmıştır. Kanuni Sultan Süleyman fermannamesinde aynen şöyle diyor: -Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır. Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir. (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-İstanbul) Kürt-Osmanlı Andlaşması'nın mimarı Mevlana İdris'tir. Bu anlaşmayı kabul eden ve gerekli bulan Yavuz Sultan Selim'dir. İkisi de 1520'de maalesef ölmüşlerdir. Sultan Selim, Mevlana İdris'e; -Git Kürdistan beylerini ve emirlerini topla, kendi aralarında bir beylerbeyi seçsinler demişti. Mevlana İdris ise, Kürt beylerini çok iyi tanıdığı için kestirmeden bir beylerbeyi Sultan'dan istemiş ve Bıyıklı Mehmet Paşa'yı (Bu Zat da Kürt'tür-NB) tavsiye ederek bu işi noktalamış idi. Diyarbakırlı bir Kürt olan Bıyıklı Mehmed Paşa'da çok erken gitti ve bundan sonra Kürdistan Eyaleti Başkenti'ne Mekadonlu komutanlar gelmeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman, bilerek veya bilmiyerek 1533-34'lerde, Bitlis'i Şeref Han'dan alıp, bir fermanla Ulame Tekelu'ya veriyor. Direnen Bitlis Beyi'nin üstüne, Diyarbekir Beylerbeyi ve kuvvetleri ile bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerini de katıyor ve Ulame'yi başkomutan olarak atıyor. Aynı Sultan, 1535'ler de Bağdat seferini yaptıktan sonra Kürtleri tanımaya başlıyor veya bunlarsız bir şey yapamıyacağını anlayarak, babasının Amasya'da imzaladığı anlaşmaya yukarda verdiğim arşiv numaralı Hükm-i Şerif-i yayınlıyor. Neticeye baktığımızda, Kürdistan hükümdarları, çoğunlukla topraklarını bölmemiş ve statülerini 1850'lere kadar getirmişlerdir."
Bence bu da yeterli değil. Çünkü orijinal belgesi eksik. İşte Kanuni Sultan Süleyman fermannamesi'nden bir bölüm: -Bey öldüğünde, eyaleti kaldırmayıp bütün hududu ile Mülkname'yi Humayun uyarınca oğlu bir ise, O'na kalacak, eğer müteadit ise, istekleri üzerine kale ve yerleri, aralarında paylaşacaklardır. Uzlaşmazlarsa, Kürdistan beyleri nasıl münasip görürlerse öyle yapacaklar ve mülkiyet yoluyla bunlara ebediyete kadar ila ebeddevran mutaarrıf olacaklardır. Eğer Bey, varissiz, akrabasız ölmüş ise, o zaman eyaleti, hariçten ve yabancılardan hiç kimseye verilmiyecek, Kürdistan beyleri ile görüşülüp ve ittifak edilip, onlar bölgenin Beylerinden veya Beyzadelerinden her kimi uygun görürlerse, ona tevcih edilecektir. (Hükmi Şerif, Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, E. 11960 sayı-İstanbul). 2006-01-19 (Devam edecek)..

Sirac Bilgin

2006-01-19




Gorusunuz