Türk Devleti neyi tartışıyor, biz neyi?

Kuzey'de işler iyi gitmiyor, bu açıkça belli. Çok bilmişlerin, çok demokratların, çok laf üretenlerin merkezi görünümünde olan bu bölgemizin öncüleri (oysa bu görünüm Kuzey için haksız bir görünümdür), eski PKK'nin yaptığını yapamayan, geçmişte doğrudan hedefe yönelmeyen bir rahatlar grubu/grupları merkezi halinde olan ve günümüzde bu hali yeni PKK'nin de daha teslimiyetçi bir çizgide katılımı ile sürdüren Kuzey örgütleri, şahsiyetleri ve partileri nereye doğru sürüklendiğimizi ya saklıyorlar (ki bu ihanettir) ya da bilmiyorlar. Türk'ün gündemini çok iyi ve içine sindirerek (bilimsel anlamda, kabul anlamında değil) farkedenler/çözümleyenler elbette büyük bir rahatsızlık içindedirler. Bundan dolayı yazının toptancı bir dışlama anlamı taşımadığı bilinsin. Benim vermek istediğim mesaj, Kürt Milleti'nin topyekun silkelenerek ayağını yere basması gerektiğidir. Aklı havada, sadece bir iki miting sayesinde verilecek olan hayali hakların düşü ile yatıp kalkanların kaldıramayacağı bir sürecten geçiyoruz. Oysa yi it Kürt Aydınları ve partizanlarında daha büyük işler yapacak kapasite vardır. İnsanlarımız geçmişteki PKK deneyini revize ederek, günümüzün gündemini yaratacak adımları atacak cesaret ve yetenektedirler. Bilhassa gençler ve kafası genç her yaştan Kürt'ün sürecin ağırlığının ve gidişatın yok ediciliğinin bilincinde olduğunu ve çıkış yolu arayanların gittikçe çoğaldığını görüyorum. Hitabım bilhassa onlaradır.
Şimdi sürecin analizine geçebiliriz..
Evet, Türk Devleti'nin iç tartışma mevzuları ile biz Kürtler'in önemli ve örgütlü kesiminin tartışma konuları çakışmamalı diyoruz. Ama cereyan eden tartışmalara baktığımızda Kürt milleti'ni temsil teme iddia ve dueumunda olanların Türk devleti tarafından yaratılan gündemin bir yarısına kilitlenip, bu gündem maddesini red etme yarışına giriştikleridir. Daha radikal ve Kürdistani düşünce sahiplerinin red ettikleri alt üst kimlik tartışmasında Kürtler'in bir "alt kimlik sahibi rastgele topluluk olmadığıdır. Bunun yerine Kürtller'in ülkesi, sembolleri vr tarihi ile ayrı bir ulus oldukları gerçeği düşman medyası önünde dile getiriliyor. Ama bu tartışmalarda hala insanlarımızı ragatsız eden yön NE YAPILMASI GEREKTİĞİ KONUSUNDAKİ PASİFİST TUTUMDUR. Oysa Türk Devleti her yönü ile radikal bir programla beyinlerimize saldırı üstüne saldırı düzenliyor, mevziler kazanma yolunda emin bir şekilde ilerlemeye çalışıyor.
Biliyor ve görüyoruz, Türk Devleti temelde iki görüşü tartışıyor. Birincisi; AB'ye bazı ufak tefek rötuşlarla girmeye çalışan ve hükümetlerinin sahip çıktığı görüş, ikincisi; temelde Kemalist Askerbaşı Büyükanıt'ın ve satelitleri olan Kemalist sol, MHP, CHP ve diğer irili ufaklı partilerin "olmazsa olmaz" dedikleri görüştür. Birinci görüş, sadece ne idüğü bile belirsiz bir "alt kimlik" ibaresinin telafuzu ile yetinilmekte, içerik olarak şimdiki ilhak ve işgal şartlarında hiç bir değişiklik öngörülmemektedir. Çünkü "konsept"in sahibi olan Türk Hükümeti'nin başı, bu konsept bile olmayan laf salatasının içini şöyle doldurmaktadır:"Tek bayrak, tek vatan, tek millet"..
İkinci görüş ise Türk Devleti'nin başı tarafından açıkça ifade edilmiş ve bundan taviz verilmeyeceği ilan edilmiştir. Şöyle diyor Bay Sezer: "'Türk Devleti"ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesi (Türk) sayan kuralıyla, birleştirici ve bütünleştirici bir ulusçuluk anlayışını benimsemiştir. Devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğü, çağdaş ulusçuluk anlayışının belirgin niteliklerinden birini oluşturmaktadır. Çok kültürlü toplumlarda 'birlik', ulusal devletle sağlanmış ve 'tek ulus' ilkesi bu birliği pekiştiren en önemli öge olmuştur. Toplumu oluşturan yurttaşların tek ulus çatısında toplanması, laiklikte olduğu gibi, farklılıklar korunarak birlikte yaşamanın en etkili yoludur. Türk Devleti'ne yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk Ulusu'nu oluşturan ögelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmemektedir. Tam tersine, etnik kökeni, dini ne olursa olsun tüm yurttaşların Türk Ulusu olarak adlandırılması, yurttaşlar arasındaki eşitliğin sağlanması, 'çoğunluk' içinde bulunan çeşitli etnik kökenli yurttaşların 'azınlık' durumuna düşmesini önleme amacına yöneliktir...... Türk Ulusu'nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğu bilinmelidir."
İşte Türk Devleti'nin sahipleri tarafından formüle edilecek en uç hak budur.. Sen "anayasal Türk'sün, ama evinde Kürt'üm diyebilirsin." Hepsi bu. İçi doldurulmuş bu sözde kültürel faaliyet alanında veya bazı ufak tefek değişiklikler için ülke bağlamında (Kürdistan alanında) en ufak bir kıpırdanma Sezer'e göre, "tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum olduğu bilinmelidir.".. Bay Sezer daha da ileri giderek; "Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti, Ülkesi ve Ulusu'yla bölünmez bir bütündür ve tekil devlet yapısına sahiptir. Kurucu öge olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulus sözkonusudur; bu ögelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden vazgeçilemez" diyerek alt kimlikçilere Kemalistler'in en net uyarısını yaptı.
Bilmiyorum, anlaşılması için daha ne söylenmeli.. Bence deve kuşu olmanın hiç gereği yok. Olanı görmemezlikten gelmek, kendimizi ve giderek milletimizi kandırmakla eştir. Bay Sezer ayrıca, "azınlık hakları"na kilitlenmiş olan AB ülkelerine şöyle uyarıda bulunuyor; "Anayasa'daki 'Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk Ulusu'nundur' kuralı da, 'Türk Ulusu' kavramının, çoğunluk-azınlık ya da din ve ırk ayrımı yapılmadan yurttaşların tümünü kapsadığını göstermektedir" diyor. Yani Kürtler'i azınlık saymanıza dahi karşıyız. Onlar doğrudan doğruya türktürler diyor.. Demek ki Türk Devleti'ni şu anda temsil eden ve böyle giderse uzun yıllar temsil edecek olanlar şunları açıkça ifade ediyorlar.
-Kürt, evinde ve sokakta mşnimum da olsa kültürünü koruyabilir, ama O türktür.
-Türkiye denilen devletin sınırları içinde tek dil geçerlidir; Türkçe.
-Tek ülke vardır; "Türkiye"..
-Tek bayrak vardır; Türk Bayrağı..
-Tek millet vardır; Türk Milleti..
Bu net. İşte bu noktada şimdiki Kürt kıpırdanmalarına karşı da ciddi bir duruş çağrısı ve kararı bu kez MGK'den geliyorve bu ana iktidar kurumları; "Türkiye'nin üniter yapısı ve anayasa ile belirlenmiş niteliklerinin muhafaza edilmesi milli hedeflere 'tehdidin' ortadan kaldırılması için uygulanması gereken önlemlerin kapsamlı bir şekilde değerlendirilmesi" ni yaptıktan sonra şöyle emrediyor:
"Bu tehdide karşı mücadelenin topyekün kapsamlı bir değerlendirmesi yapılmış, bu tehdide karşı mücadelenin topyekün bir anlayışla sürdürülebilmesi amacıyla devletin tüm kurum ve kuruluşları arasında etkin bir işbirliği ve eşgüdümün sağlanması gerekli'".
Yani Türk üniter devleti tehdit altındadır. Buna (yani tehdit teşkil eden Kürt Milleti'ne) karşı; MÜCADELENİN TOPYEKUN BİR ANLAYIŞLA SÜRDÜRÜLMESİ AMACIYLA devletin tüm silahlı, psikolojik savaş üniteleri ve ideolojik aygıtların harekete geçirilmesi emri veriliyor. İlk olarak benim aylarca önce dile getirdiğim topyekun savaş durumunu daha nasıl tarif edebiliriz?
Buna karşın bizi hareketsiz bırakmakla görevli Türk yazılı, görsel ve elektronik basınının uyutma taktiklerini yutuyor ve ciddi bir şekilde alt üst kimlik tartışmalarına kilitleniyoruz. Türk Devleti'nin ilan ettiği savaş halini gerçekçi bir şekilde değerlendirmekten bazılarımız "provokasyona gelmemek" gibi bir gerekçe ile kaçınıyoruz.
Şimdi biraz da bu provokasyon tuzağını açalım.
"Provokasyon" teorisinin sahipleri iki gerekçe ileri sürerler:
-Birincisi; Türk Devleti'nin bu restini, Türkler ile aynı dili kullanarak görmek, büyük ve kanlı bir "iç" savaşa yol açacaktır. Bu işten ise en fazla Kürt Halkı zarar görecektir. Çünkü soykırım yapma olamağını kullanabilecek durumda olan Türk Devletidir.. Peki bu doğru mu? Kısmen evet. Ama özde, eğer Kürt olarak kalmayı sürdürme ve tarih sahnesine çıkma açısından düşünürsek, şu anda Türkler'in yürüttüğü "beyaz katliam" da aynı sonucu doğurmuyor mu? Ha kuşunla, gazla, hançerle öldürülmüşsün, ha asimile edilerek Türk'ün bekçi köpeği haline getirilmişsin, ne farkı var. Özünde pis, kirlenmiş, köle bir gövdeyi ayakta tutmanın utancını yaşamaktansa fiziki olarak yok olmak tek şerefli yol değil mi? Üstelik bu ikinci yolu tutturduğumuzda onurlu bir çözüme varma olanağımız inanılmayacak kadar fazladır..
-İkincisi; Türk askerbaşı olmaya hazırlanan Büyükanıt aynı zamanda kemalist bir darbe de tasarlamaktadır. İşte bizim "provokasyon" teorisi sahiplerinin bu teşebbüse çanak tutmaktan sakındıklarını da hesaplayabiliriz.. Ama bu gerçekten doğru mu? Bence hayır..
Gelecek yazıda bunu irdeleyecek ve durumu tartışacağım
2006-01-01 (devam edecek)
Sirac Bilgin

2006-01-01




Gorusunuz