İmralı Süreci'nin ışığında DTP durağı-II

Bir önceki yazıda Kuzey Kürtler'inin trajedisinde rol oynayan Bay Öcalan'ın örgütünü sürüklediği batağa sürüklemenin başlama noktasını yakaladık. İhanet çok emici bir bataklıktır. Bir kez kaymaya görün, bir de bakarsınız dönüşü olmayan noktadasınız. İmralıdaki Asker istedikçe Zat'ımız itti, o ittikçe PKK sürüklendi... İşte Millet olarak geldiğimiz nokta: Ortak vatan, ortak bayrak, ortak resmi dil, ortak kültür... İşte Bay Öcalan usulu onurlu barış.. O hem dağı, hem zindanı vr hem de legaliteyi itti.. Şişirilmiş bir karizmanın, TV'nin yarattığı sahte kahraman tipinin etkilediği kafalar.. "Bıjî Serok Apo!" (bu slogan Türkçe atılırsa pek güzel uyum sağlamadığı için hep Kürtçe atılır)..
TV'nin şişirmsi deyip geçmeyin.. Bu sihirli kutu öyle güçlü bir sihire sahiptir ki... Hindistan'da normal bir bayan aktrist, bir tanrıça rolü ile öyle büyük bir ün kazandı ki, neredeyse o tanrıça ile eş sdayılmaya başlandı.. Normalde Hindistan toplumu standardlarında üçüncü sınıf bir onun bunun kadını sayılabilecek olan bu aktrist, şimdi Parlamanter... İşte TV sayesinde İmralı'daki insan kasabı şimdi birinci sınıf bir barış adamı, bir mesih, milletine en iyi önderlik eden bir Gandi oluvermiş.. Partisinden hiç kimsenin karşı çıkamadığı, alternatifsiz bir lider, saçmalıkları ve iki günde bir değişen belirlemeleri ile dünyanın en hızlı değişen "teorisyeni"dir artık.. Aşamazlar, aşmaya teşşebbüs dahi edemezler. Bundan dolayı takipçilerinin herşeysi.. Tıpkı Van Koyunları gibi, o uçurumdan atladı, tümünü ardından sürükledi, hem yaşadığını sanarak..
Verecek bütün tavizlerini İmralı Süreci boyunca peyderpey veren Öcalan, iflas etmiş bir tüccardır artık. Tüm ulusal değerleri sattı, hayatını "kurtardı". Şimdi bu çizginin çoğunluk itibariyle katkısı ile bir legal parti daha doğdu: Demokratik Toplum Partisi (DTP). Bu parti, PKK'nin yeni "Beritan Çizgisi"ni ilan ettiği, Güney'in adım adım bağımsızlığa yürüdüğü sırada PKK'nin yeni "Beritan Çizgisi"ni ilan ettiği, çatışmaların ne uğruna olduğu bilinmeden hızlandığı, insanlarımızın toprağa düştüğü, Türkiye'nin AB kapılarına dayandığı bir sırada kuruldu.
Amblemi, beyazdan hoşlanmayan ama Kürt Renkleri'nin gerisini, yani sarı-kırmızı yeşili içeriyor. "Kürt orijinli Türkiye Partisi" belirlemesi, Türk legalitesindeki zorunluluklar gözönüne getirildiğine olumlu ikinci noktadır. Şu andaki Türk Kanunları gözönünde tutulduğunda, "Yerel yönetimlerde çalışanlara yerel dilleri öğrenme zorunluluğu getirilmeli. Hatta yerel yönetimler resmi yazışmalarını iki dilde yapabilmeli" bir önemli değişimi daha ifade ediyor.
Fakat partinin yönetimine baktığımızda tüm bu noktalar soru işaretlerine dönüşüyor. Parti'nin başkanı, Ahmet Türk, 1967'den beri tanıdığım dürüst bir Kürt politikacı'dır. Eleştirilecek olan çok şeyi, içinde bulunduğu ortamın şartlarında eleştirmiş, bundan dolayı İmralı'nın şimşeklerini üstüne çekmiş olan Sn Türk'ün ayağına "eş başkan" konsepti gereğince Aysel Tuğluk gibi İmralı Avukatları sınıfından bir taş bağlanmıştır. Sn Türk bu taş sayesinde kıpırdayamaz duruma getirilmek istenmektedir. Bunun yanında Türküye İşçi Partisi kalıntısı veya eski Adalet Partili 49'lardan bazıları da statükoculukları, Türkiyeci tavırları ile göze çarpmaktadırlar. Diğer bazı ortadaki yöneticinin dışındakiler İmralı'nın candan takipçileridirler.
Partinin kuruluş aşamasına öncülük enden Eski DEP Milletvekilleri aslında pek çok vesile ile partinin yönünü itibariyle çerçeveyi çizmişlerdi. Gerek olaylar karşısındaki duruşları itibariyle, gerek demeçleri ile hep Türk Kamuoyu karşısında "meşuiyet" aramışlardır. Bilinir, Türk'ün nezdinde Kürt'ün meşruiyeti ancak inkar temelinde mümkündür.. Bu ekip, AB parlamentosunda yaptıkları konuşma ile "Türkiye'de sistematik işkence yoktur", AB temsilcisine verdikleri yemekte "biz Türkler çok misafirperveriz" gibi "evcil Kürt"vari demeçler vemişlerdi. Bayrak krizinde Türk'ten daha fazla bayrakçı kesilen, en yumuşak bildirilere attıkları imzaları bile geri alan bu ekip, Türkiyecilik şampiyonu olmuşlardı da yine de sisteme yaranamamışlardı..
Eski DEP'liler partiye ille de Türkler2i sokmak istiyorlardı. Bunun için çalmadık kapı bırakmadılar. Ama kapılar duvar kesilmişti. Hiç bir Türk bu işe bulaşmak istemiyordu. En sonunda "tek kişilik ordu" Antep'li Doğan'ı biraz olsun yanaştırdılar kendilerine. Bu tek Türk, eğer gelseydi direkt parti başkanı olacaktı. Ama her nedense o da gelmedi. Böylece "ortak parti projesi" umudu Türkler sayesinde sönmüş, böylece "Kürt orijinli Türkiye Partisi" konseptine kalmışlardı.
DEP'liler elbete İmralı takipçisidirler. Onların taviz anlayışı da İmralı ile örtüşecektir. En tecrubeli Türk diplomatlarından dinledim: Diplomaside taviz, en son silahtır. Sen bir taviz verdiğinde karşı taraf bunu kaydeder ve sonraki tavizin için bastırır. Şimdi İmralı konseptinin takipçileri tarafından verilebilecek bütün tavizler verilmiş, bu tavizler kendilerini takip eden kitlelere hazmettirilmiş bulunuyor. "Em barışê dıxwazın" karmaşık dili ile sürekli ekrana getirilen kitlelere bile sanki, barış olsunda nasıl olursa olsun havasında sloganlar attırılıyor. Öcalan tek hassas nokta olarak kalmıştır. Kitle, parti, sempatizan, parti çalışanı, dağdaki ve şehirdeki militan, yöneticiler tümüyle Öcalan'a kitlenmişlerdir. Artık Kürdistan ve Öcalan eş bile değildirler. Sadece Öcalan değerdir. Kürt'e ait olan dil, yurt, bayrak vs gibi değerler onun sadece sağlığına bile feda edilir oldu.
İşte bu zihniyet yeni partinin omurgasını oluşturanların zihniyetidir. Ahmet Türk'ün bunu aşacağı veya aşmak isteyeceği oldukça şüphelidir. Son zamanlarda Kürdistan'a musallat olan "akıllı politika" takipçilerinin "akıllılık" olarak niteledikleri politik duruşun, Kürt Milleti'nin sağladığı kişilik ve bilinç seviyesinin, bağlı olarak talep seviyesinin Türkler'in istediği kadar dejenere edilmesi ile eş olduğunu bilmek lazım. Bağımsızlık uğruna topraklara düşen Kürdistan şehidi şehitliği ike kalmamalı. Ahmet Türk Aile efradından şehit düşenlerin anılarına gölge düşürmemeli.. Ne kurtarabilirsek kardır zihniyeti bırakılmalı, bu zihniyet sahipleri kaderleri ile başbaşa bırakılmalı..
İkiz kardeşler olarak Kürdistan'a musallat olan, PKK'li veya PKK'siz, Türk Devleti'nin Kürtleri tarafından suyun başı tutulmuştur. Artık ulusal olanın yasak olarak görüldüğü 1960'ları yaşamaya başladı insanlar.
Çözüm her iki işbirlikçi çizgiyi red, Kürdistani olanı her alanda inşa etmekten geçer. Bize göre DTP, yaşasa da ölü doğmuştur. Seçimlere girebilir, bir kaç belediye alabilir, ama Kürdistan'ı satma yolunda bir diğer adım olmaktan kurtulamaz.. Bu parti üstündeki Öcalan ipoteğini kaldıramaz. Bu parti girilen yolda verilen tavizler sayesinde inilen seviyeyi geri döndüremez, belki de döndürmek için çaba bile harcamaz. Umarım "anayasa değişiklik komisyonu" çalışmalarında gösterilecek performans ile bizim gözlerimizi boyama yolunu tutmazlar... Şimdilik bu kadar..

2005-11-07




Gorusunuz