Bağımsızlık mücadelesi ve din-II

Kürt Örgütleri, Kuzey itibariyle, çeşitli dinsel gruplar arasına hiçbir ayırım koymamayı ve yapmamayı çok iyi başarmışlardır. Örneklere bakarsak daha iyi anlaşılır: KDP-T (Şıvan) Lideri olan Dr Sait Kırmızıtoprak bir alevi idi. Ama partisinin tabanı Alevi-Sun'i demeden tüm yurdumuzu kapsayacak şekilde yaygındı ve taban, parti önderine ölümüne bağlıydı.. PSK Lideri son zamanlara Kemal Burkay'dı ve partinin en büyük tabanı Sün'i Kürtler'den oluşuyordu. Bu hiç ama hiçbir sorun doğurmadan sürdü. Legal HAK-PAR'ın Başkanı Melik Fırat, Şêx Se'id Efendi'nin torunu olmasına rağmen Kemal Burkay'ın tabandan kahir ekseriyet olacak kadar destek verdiği bir oluşumun başarısı için mücadele ediyor.. TKDP'nin 1975'ten sonraki en önemli kadrolarından bazıları aleviydi.
Bilhassa PKK döneminde bu konudaki tabansal kaynaşmayı da yaşadık. Daha önce hep Dersim Kaatili CHP'ye oy veren Dersim Kürtleri, PKK kadrolarının ve gerillanın cansiperane gayretleri ile özüne dönme işaretlerini vermeye başladı. Bunu belediye meclisinin kompozisyonundan da anlayabiliriz.. Yine PKK'nin bilhassa TV yayınlarındaki tam dengeli duruşu da altı çizilecek kadar önemlidir. Sun'i Müslüman, Alevi ve Êzdî dini grupların kutlama günlerinde tüm diğer dinlerin sorumlularından kutlama aldıklarını, bayramlarını birlikte kutladıklarını hep birlikte izledik..
Fakat bu kompozisyonu bozmak için Türkler'in nasıl çalıştıkları, sahte bildiriler yayınlayarak Kürt Êzdî, Alevi ve Müslümanlar'ını çatıştırmak istediklerini gördük, suçüstü "yakaladık". Kürdistan'da gerilla savaşı başladıktan sonra aynı Türk Makamları'nın nasıl alelacele cemevleri açtıklarını, alevi derneklerine müsaade ettiklerini, Türk Devleti'ne bağımlı dernekleri nasıl desteklediklerini, sözcüler bile icad ettiklerini ibretle izledik. Türkler bunları yaparken aynı zamanda Kürt sahte hizbullahı vasıtası ile Kürt kıyımı gerçekleştirdiklerini, halkın bunlara "hizb-ül kontra" adını taktığını yaşadık. Güney'de aynı şeyi "ceyşullah"ın yaparak Kürt kanına girdiğini unutmadık.
Bütün bunlar bizim genelde iyi yolda olduğumuzu, ama düşmanın da uyumadığını gösteriyor. Düşman bütün gücü ile biz her alanda bölmek ve böylece daha kolay yönetmek isteyecektir. Çünkü o düşmandır. Önemli olan bizim bu teşebbüslere karşı sergilediğimiz tavırdır. Şikayet etmek beş para etmez, düşmanı güldürür.
Düşman tarih boyunca bizi din bahanesi ile de öldürmüştü. Önce Zerdüşti oldukları ve dinlerini Farslar gibi hemen terk etmedikleri için Araplar tarafından "İslamı kabul ettirmek" için öldürüldüler. Onları kafir oldukları bahanesi ile kılıç yardımı ile dine davet ederler.. Onlar kitapsız olarak kabul ediliyordu. Oysa İranlı (Kürt olma ihtimali var) İslam Peygamberi Hz Muhammed'in şunların yer aldığı bir hadisini nakleder:
Ermenistan ile Azerbaycan arasında Sabelan Dağı bulunur. Bu dağda bir peygamber gömülüdür..."
Zerdüşt'ün hayatını okuyanlar, onun peygamber olmadan önce bu dağda yedi yıl geçirdiğini bilirler. Hz Muhammed'e göre orada gömülüdür.. Yine Kur'an, sadece "hacc Suresi" 17. ayette; Mecusiler'den (Zerdüştiler) o da "sabiîler, 'iman edenler', Yahudiler, Hristiyanlar ve müşrikler" ile birlikte bahseder. Ayette bunların Tümü hakkında kıyamet gününde, (sadece) Allah tarafından hüküm verileceği söylenir. Mecusi; Magu takipçileri demektir, ki magular Zerdüştiler'in Mellalarıdır..
İslam Peygamberi Hz Muhammed'in Zerdüştiler için ikinci bir Hadis'i daha vardır, Bir olay dolayısı ile alalım bunu: "Abû Yûsuf Ya'kûb'un 'Kitâb ul Xarâc' adlı yapıtında bildirdiğine göre, 'Hz Ömer bir gün Zerdüştiler'i kastederek çevresindekilere; ben ateşe tapan bir halk tanıyorum. Bunlar ne Yahudi, ne Hristiyan ne de Ehl-i Kitab'dır. Onlara ne yapacağımı bilemiyorum demişti. Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan 'Abd ur Rahmân bin 'Auf yerinden doğrularak; 'Ben Peygamber'in; Onlar Ehl-i Kitabdır, onlara öyle muamele ediniz, dediğine şahit oldum' demişti". Ama buna rağmen Zerdüşti Kürtler'e uygulanan özel baskılar sonraki yıllarda da devam etti.
İkinci sırada Êzdîler'i görürüz. Êzdîler, tarih boyunca açık, vahşı ve görülmedik katliamlara uğradılar. BU dini grubumuz söz konusu katliamları "72 ferman" olarak tarif eder. Malları talan edildi. Kızlarının ırzına geçildi. Çocukları kaçırılarak hem köle gibi kullanıldı, hem de devşirildi.. 1900'lü yıllara kadar okumuş hiç bir Êzdî'yi bulamazsınız. Hep tetikte yaşadılar. Hiç bir zaman rahat nefes almadılar.
Üçüncü sırada Kızılbaşlar yer alır (Ben Kürt Aleviler'i kızılbaş olarak tanımlıyorum). Bu dine veya bazılarına göre mezhebe mensup insanlarımız da tarih boyunca istilacıların kılışlarından ve top, tüfek ile uçaklarından nasiplerini "yeter"inden fazla almılardı. Çok iyi bilinen ilk kızılbaş katliamı, Şeyh-ül İslam Ebu Suud'un fetvası ve Yavuz Selim'in uygulaması ile 1514'de yaşandı. Bazı kaynaklara göre 70 bini bulan Kızılbaş Kürt bu katliamda hayatını kaybetti. Daha sonra zaman zaman uygulanan katliamlar'ın en Barizleri mütareke yıllarında Koçgiri ile başlayan ve 1937-38 yıllarında Kemal ve Arkadaşları tarafından uygulanan büyük katliamla sürdü. Bu katliamda 110 bin Kürt hayatını kaybetmiş, Kızlar namuslarını koprumak için kendilerini uçurumlardan atmış, Kızılbaşlar'ın üç beş parçadan oluşan malları düşman tarafından talan edilmişti. Bununla da yetinmeyen Kemal ve Arkadaşları bölgede kalan diğer Kızılbaşları da apar topar Türk bölgelerine sürtmek suretiyle Dersim coğrafyasını boşaltmışlardı.
Dördüncü sırada ise Müslüman Kürtler gelir. Güney'de, kuzey'de, Güney-Batıda olmak üzere 200 yıl içinde milyonlarla ifade edilen insanlarımız kılıçtan geçirildi, göç ettirildi, malları talan edildi..
İşte bu zulüm makinaları hepimize yönelmişlerdir. Gelecek yazıda siyasilerin bu durum karşısındaki görevlerini açacağım..
(Devam edecek)

2005-10-14




Gorusunuz