Türkler AB yolunda kapıyı aralarken..I

Kürtler, "kriz" boyunca ayrı ayrı örgüt ve gruplarda ellerinden geleni yaptılar. Yazılar yazıldı, AB Liderleri'ne "mektuplar" gönderildi, mitingler yapıldı. Ama herşey belirlenen kurvarda ilerledi, Kürt'ü takan olmadı. Helsinki'de de böyle olmuş, örgütler ve şahsiyetler "müzakere sürecinde her şey değişir"in hülyasına dalmışlardı. Ben kişi olarak bu kadar istikrarsız, gelir dağılımı bu kadar adaletsiz, insan haklarına bu kadar saygısız bir devletin AB ile müzakerelere başlamayacağı ihtimalini hep gözönünde bulundurmuştum. Bundan dolayı Türk Askeri'nin "cumhuriyeti kollama" görevini yerine getirmek için pusuda beklediğini çok güçlü bir şekilde tahmin edebiliyordum. Ama Lordlar birdenbire anlaştılar ve müzakere yolu açılmiş oldu. Aynı sürprizi on yıl sonra da bekleyebiliriz.
Hiç bir siyasi partinin, grubun ve siyasinin Kürt Milleti'ne yalan söylemeye hakkı yoktur. Durum Kürt Milleti için, eğer birleşilmezse, birlikte orta ve uzun vadeli yol haritaları çizilmezse ve güç gösterilmezse hiç bir şekilde iç açıcı değildir. Şu anda yayınlanan ve "tam üyelik için başlatılan görüşmeleri olumlu bir gelişme olarak görmek"te beis görmeyenler anlaşılmaz bir şekilde milletimizi iğfal etmektedirler. Ben, şimdiye kadar muhtelif zamanlarda ve muhtelif Kürt partileri tarafından yayınlanan ve Türkler'in şu veya bu manevrasını "olumlu gelişme" olarak kabul eden onlarca saptama okudum. Eğer bütün bu olumlu gelişme sinyallerini üst üste koymuş olursak şu anda Kürdistan Sorunu'nun hal yoluna girmiş olması gerekirdi. Yazıktır, günahtır.. Bu Millet sizi bağrından çıkardı, yetiştirdi, analar size süt içirdi.. Babalar korudu. Bütün bunların bedeli onları aldatmak mı olmalıydı? Hayır! Bin kere hayır..
Bundan dolayı şapkamızı önümüze koyarak düşünmenin zamanıdır derim. Bunun için bazı verilere bakalım.
AB ile kriz müzakereleri boyunca "Kürt" hiç konuşulmadı. Kürt bir tabu olarak kaldı orta yerde. Kıbrıs konuşuldu... Türk'ün hükmettiği topraklarda yaşayan genç ve aç nüfus konuşuldu.. Sebebine inmeden istirkarsızlık konuşuldu.. Türk'ün milliyetçiliği konuşuldu.. Avrupa'nın Türkiye'nin mevcut durumunu hazm etmesi konuşuldu, ama Kürt hiç konuşulmadı. 20 milyon insan bizim gibiler sayesinde adeta buharlaştı, gitti.. O kriz müzakerelerinde güçlüler kartlarını açabildiler. Dağınık, biribirini yiyen, kendi kendini bitiren, dışardan çok önemsiz gibi görünen Kürt niye konuşulsun ki?. Politikada ve diplomaside haklılık değil, güç başrolu oynar. Kürt'ün bu süreç boyunca masaya yatıracağı hiçbir kozu yoktu. Bir köşeye sıkışmış üç-beş bin ulusal fedai (gerilla), gittikçe tavsamaya başlayan yarı kitlesel gösteriler artık bağışıklık kazandırmış bulunuyor. Taviz dersen zaten "büyüklerimiz" tüm tavizleri daha henüz doğru dürüst örgütlenmeden bile vermiş, bu alanda da dibe vurmuşlardı. Oysa müzakereler konusuında hararetli tartışmalar devam ederken tecrubeli bir Türk diplomat aşağı yukarı şöylediyordu: "Diplomaside tavizi vaktinden on dakika önce bile versen, davayı kaybetmisin demektir".. Biz bu alanda, "barışsever" büyüklerimiz sayesinde zaten sınıfta kalmıştık.. Ne kaldı ki? Güç yok, koz yok.. Kürt kelimesi AB Lordları nezdinde elbette yoklara karışacaktı..
Kürt siyasi oluşumları arasında avunmalar, Lordlar'ın kararına ortak çıkmalar, Türkler'e yaranmalar şimdiden başladı bile. Bir yanda koca koca partiler, öte yanda koca koca belediye başkanları kolları sıvamış, "hani bana, hani bana" der duruma gelmişler bile.. Türk, Okyanus ötesi destekle de olsa kazandığı bu "Üçüncü Viyana Kuşatması" zaferinin meyvelerini sana yedirir mi? Gerçeği çıplak olarak görmeyenleri Türk, on yıl uyutur, asimile eder ve öylece işlerini görebildiği kadar görür. Türk; ister AB'ye girsin, ister girmesin, Kürdistan Sorunu açısından örgütlerimiz bu kafada giderlerse, biz tek kaybeden olacağız..
Kürt, sadece ve sadece Kuzey bazında olmak üzere, derhal, büyük küçük demeden Kürdistani bir çizgide yeniden organize olmak üzere bir araya gelmelidir. "Sadece Kuzey" diyorum, ki bunun açık sebepleri vardır, şöyle:
1) Güneyliler, göründüğü kadarıyla, bugünlerde bağımsızlığa zorlanabilecekler. Bu konuda onları belli bir takvim eşliğinde ABD'nin desteklediği muhakkaktır. Bu bakımdan Güneyliler'in bizimle tartışacak bir programları yoktur. Güney ve Kuzey ayrı iki dönemi yaşamaktadır. Düşman şimdilik ayrıdır. Yaşanan aşama apayrıdır.. Bizim gönlümüz birlikte hareket etmekten yana olsa da, şimdiye kadarki pratiğin de gösterdiği gibi, Kuzey bu süreci maalesef hiç olmazsa görünürde yalnız göğüslemek durumundadır.
2) ABD ile Türk Devleti'nin Güney'in bağımsızlığı konusunda anlaştıkları konusunda işaretler vardır. Türkler'in ayak sürür gibi görünmeleri içe yönelik taktiksel hesaplardan ileri gelebilir. Ama bu konudaki rezervleri de dinlemeye hazırım.
3) ABD'nin Kuzey'i tamamen Türkler'in insafına ve Kuzeyliler'in mücadele azimlerine bıraktığına dair işaretler çoktur. Kuzeyle ilgili olarak sadece ekonomik tedbirlerle ilgili tavsiyeler görebiliyoruz. Bunda elbette teslimiyetçi Kürt Siyaset odaklarının rolu sonsuzdur.
4) Türkiye, Güney'i kapalı bir sömürgesi haline getirmek için bir çok adımlar atmaktadır. Şimdiden pek çok ekonomik alana hakimdir.
5) Güneyli Liderler, aksini iddia etseler de, bu plan sessiz bir şekilde işlemektedir. Kürdistan'ın tarım ürünleri bile Türk tarım ürünleri ile rekabet edemez durumdadır. Un bile çok daha ucuza ithal edilmekte, yerli tarım ve makarna vs gibi tarıma dayalı küçük sanayi baltalanmaktadır. Aynı şeyi çimento sanayii alanında da görmekteyiz. Güney'de mevcut üç fabrika, Türkler'le rekabet edemediğinden açılamamaktadır..
Bütün bunların ışığında baktığımızda, Liderlerinden biri Irak Cumhurbaşkanı, diğeri Kürdistan Başkanı olmuş iki büyük partinin ajendasında Kuzey olmayacaktır. (devam edecek)

2005-10-05




Gorusunuz