Halkların kardeşliği var mı? Milliyetçilik yanlış mı?-II

Bazı odakların Kürt Milliyetçiliği'ne getirdikleri yasak da aynı babdandır. Kürt Ulusu bilhassa İmralı süreci ile birlikte, halkların kardeşliği ve miliyetçiliğin pratikte sadece Kürtler'e yasaklanması ile büyük darbeler yedi (Türkler'e kim yasak getirebilir?). Bunlar ilgili odağın dilindeki bir slogan olarak kalmadı, bu odağın ideolojisi olarak sürece damgasını vurdu. Kürdistan'ın bağımsızlığı, Kürt Ulusu'nun kendi kaderini tayin hakkı programatik olarak bu sloganlara kurban edildi. Şu anda yaşadığımız karmaşanın temelinde "teslimiyetin teorisi" olarak algıladığımız bu sloganları temel alan pratik yatmaktadır. Türk Bayrağı bayrağımızdır, söylemi netice olarak "milliyetçilikten uzak durma", halkların kardeşliği temelinde iç çatışmaya meydan vermeme eğilimi ile izah edilemez mi? Bunun gibi pek çok tavizi eşeleyin altından bu kavramların çıktığını görürsünüz. Peki eğer "Kürt milliyetçilik yapmalı" diyorsak, bunun sebebi/sebepleri ne(ler)dir?
Kürdistan'ın sömürge altoı bir statüde olduğunu , ülkenin yok sayılıp, kendinden menkul "mirasçılar" tarafından ilhak edildiğini biliyoruz. Türk, Arap, Fars Devletleri ve bu ülkelere tabanlık yapan Arap, Fars ve Türk Halkları bilhassa I. Dünya Savaşı'ından sonra gittikçe daha fazla insanlık dışı metodlarla Kürtler'e bir yandan fiili katliamlar dizisini, öte yandan psikolojik savaşın eşlik ettiği ağır bir asimilasyon saldırısını başlattılar. Bilhassa Kuzey'de tüm önder kadrolar yok edildi, Dersim gibi koca bir bölge toptan boşaltılarak, insanları Türklük fabrikalarına sürüldü. Yepyeni bir Kürt nesli yetiştirmeye başlayan Türk Devleti (bilhassa bunlar) bir yandan Kürtlüğü küçük düşürücü deyimler geliştirdiler (kuyruklu Kürt, çingene çalar Kürt oynar, mağara adamı, mağara nomaran kaç?, kırro vs) işte yandan da beyinleri yıkayarak bilhassa Atatürk ideolojisi denilen "tek millet, tek bayrak, tek vatan" konseptini kafalara monte çivilediler.
Yine bilhassa Kuzey'de "Kürt Sorunu" kavramı altında utangaçça yeniden başlayan (alçak sesle) Kürtçülük, bilhassa 1962'de Türkiye İşçi Partisi'nin kurulması ile, aydınlar düzeyinde, bu partiye monte edildi. Aynı yıllarda kurulan TKDP, aydın entellektüel kadro eksikliği ile şehirlerde TİP'çi Kürt Aydınları ile rekabet edemediler. Böylece kırsal alan ağırlıklı TKDP ile entellektüel ağırlıklı TİP rekabeti başladı. TKDP, Lider Faik Bucak'ın şehadeti ile daha da zaytfladı, ama tabii ki yıkılmadı. O durumda Kemal Burkay, Musa Anter, Sait Kırmızıtoprak, Tarık Ziya Ekinci, Mehdi Zana, Canip Yıldırım, Naci Kutlay, Medet Serhat, M Ali Arslan vs gibi günümüzde de çeşitli yönleri ile tanınmış bu aydınların yer aldığı TİP, "halkların kardeşliği" temelinde, sosyalizmin iktidarı ile Kürt Sorunu'nun çözüleceğini işliyor, bunun savaşımını veriyor, TKDP'lilere çamur atmak suretiyle küçük düşürüyürlardı (mesela ajan diye damgalıyorlardı)..
Daha sonra legalitede kurulan DDKO'lar, biraz daha karmaşık bir yapıya sahip olmakla birlikte, yine Marksist-Leninist ideolojik sofradan gıdasını almış ama "ulusalcı" bir sol anlayışın güçlenerek çıktığı bir kaynak görevini yüklenmişti. Fakat daha önce öğrenci gençlik düzeyinde kurulmuş bir grup vardı, ki daha sonra Koma Azadiya Kurdistanê, KAK, adını alacak olan bu grubun öncülüğü ile Nihal Atsız adlı Türk ırkçısına karşı yayınladığı bildiri zemininde Doğu ve Güneydoğu Anadolu Kalkınma Mitingleri başladı. Yedi merkezde seri halinde yapılan bu mitingler sırasında ulusalcı sol ve sosyalist sol bölünmesi daha da kalınçizgileri ile ortaya çıktı. Fakat hep aynı sofradan alınan gıda ufkun oldukça dar kalmasını birlikte getirmekteydi. 12 Mart 1971 kitle tutuklamaları ile neticede Kürt Aydınları arasında TİP zihniyeti neredeyse tümüyle tasfiye oldu. Ama sol tümüyle alana hakimdi.
1973'te Mahir Çayan çizgisinin takipçisi olarak ortaya çıkan ve kendine özgü fikirleri ile dikkati çeken Abdullah Öcalan, hem Kürdistan'da Türk Sol zihniyetini pekiştirdi, hem de aşırı şiddete dayanan bir örgütlenme modelini gerçekleştirdi. Daha sonrası 1980 darbesinin yarattığı büyük deprem ve 1984 Atılımı ile gelişti, nihayet İmralı süreci ile günümüze vardık..
Buradan şunları açıkça saptayabiliriz:
1) Kürdistan Ulusal Hareketi'nin önde yürüyen sol eğitimli insanları hiç bir zaman, kelimenin tam anlamı ile, kafalarını solun diğer kanadı, yani Türk Solu'nun gölgesinden arındıramadılar.
2) Kürt entellektuelleri, söylemde aksini dile getirseler bile, aldıkları Kemalist eğitimin etkisini tam anlamı ile kıramadılar.
3) Buna bağlı olarak Türk Devleti'nin meşruiyeti kafalarının bir yerinde hep yaşadı..
4) Türk filmleri, türk müziği, Türk tiyatrosu, Türk marşları, Türk bayramları veya spor aktiviteleri asimile edlmiş ruh yapılarında hep canlı kaldı. Öcalan'ın Galatasaray"lı"lığı buna en canlı örnektir.. Bir parçaları hep Türk kalmıştır.
5) Türkler bütün güçleri ile Kürdistan'a yüklendiklerinde bile hala bu güruha "devlet güçleri" deniyordu. Oysa "devlet güçleri" deyimi, zınnen de olsa karşısındakileri "isyancı" konumuna sokmaktadır. "İsyan" meşru güce karşı edilir.
6) Kürdistan kelimesinin içeriği hala tam anlamı ile anlaşılmış değildir. Hala birileri "Kuzey Kürdistan", "Türkiye Kürdistanı", "Türkiye Kürdü" vs gibi kavramları kullanır gider.. Bu şaşkınlık eski parti adlarında da kendisini gösterir. Türkiye-KDP, Irak-KDP vs.. Bu kavram kargaşası ortak strateji oluşturulması mefhumunu hep tabu haline getirmiştir. Bu tabu ise olan yapıları meşrulaştırmış, kafaların berraklaşmasını engellemiştir..
7) Zamanımıza kadar tüm parti yazışmaları düşmanın dilinde yapılmış, Eski KDP hariç, Kuzey'de tüm parti eğitimleri Türkçe yapılmıştır. TÜRKÇE KAFALARIMIZDA RESMİ DİL OLMA ÖZELLİĞİNİ HİÇ BİR ZAMAN KAYBETMEMİŞTİR..
8) Doğrudan doğruya bağımsızlık dışı talepleri programatik anlamda kabul etmekle partiler mevcut sınırları resmen tanımış olmaktadırlar. Oysa bunun yerine en azından tartışmaya açık "kendi kaderini tayin hakkı" konseptini strateji olarak alabilirlerdi..
9) Türk Devleti baştan beri gayri meşru bir devlet, mevcut yapı gaspçı bir güç gösterisi olduğu halde biz hep mevcudu tartışır olduk. Son AB tartışmaları da aynı minval üzere yürütülmektedir..
Şimdi bu gerçeklerin ışığında "Milliyetçilik mefhumu neden gereklidir" sorusunu gidişin temel sorusu cevaplayalım..
(devam edecek)

2005-10-01




Gorusunuz