Temel Kavramlar-V, halk nedir? İsyan hakkı

B) halk nedir? ulusal azınlıklar kimlere denir?
Self-Determination deyince, BM metinleri bu konudaki hukuki hakkı "halk" denilen bir topluluğa tanır. Bir sosyal birimin "halk" olarak tanımlanması için hangi asgari müşterekler gerekiyor? Normalde müşterek etnik köken, müşterek dil, müşterek kültür mirası, müşterek tarih ve hatta müşterek ruhi şekillenme "halk" sosyal birimini tarif etmek için ötedenberi kullanılır ve BM'nin uygulamalarında da bu kriterler geçerli olmalıdır. Bu müşterek özellikler, BM'nin kendi praxisine bakılırsa çok iyi belirlenmelidir. Fakat BM'de "hak" yerine "politik tercih" ön planda tutulduğundan, sömürgeci devletin politik konumu ve bağlaşıkları praxiste önem arzeder. Kürdistan'a egemen devletlerin bağlaşıkları açısından bir problemleri yoktur. Onlar ayrıca Kürdistan söz konusu olunca biribirlerini de desteklerler. Bu devletler için Kürdistanlılar'ın kendi kaderlerini tayin hakkını red etmeleri için sadece gerekçe icat etmeleri yeterlidir. Türk Devlet yetkililerinin Kürt Dili'ndeki derin lehçe farklılıklarını ön plana çıkararak "bunların anlaşabilecekleri müşterek bir dilleri de yoktur" şeklinde geliştirdikleri propagandadan da anlaşıldığı kadarıyla devlet Kürdistanlılar'ın self-determinasyon talebine karşı çok basit bir savunma zırhına bürünmektedir, ki ABD'nin de desteği ile Kürtler'in ulusal kimliklerini inkarda bu basit gerekçe bile yeterlidir. Kürt Tarihi'nin araştırılmasını ve Kürt Dili'ni yasaklayan, Kürtler'in ve Kürdistan Halkları'nın kültür miraslarını tahrip eden, her alanda kültür hırsızlığı ayyuka çıkan bu devletin yetkilileri öylesine bir savunma geliştirmiş bulunuyorlar. Fakat mızrak çuvala sığmıyor.. Gerçekler gizlenemiyor. Türk Devleti'ni yönetenlerin son zamanlarda İtalya tarafından geliştirilen bir uluslararası mahkeme konseptinden kaçınmaları bundan dolayıdır.
Pratiğe baktığımızda BM, 1966 deklarasyonu ile Avrupa devletlerinin sınırları belli sömürgelerini hedef aldığı görülür. Buradaki "halk" kavramında, o sınırlar dahilinde yaşayan insanların etnik kökenlerine bakmaksızın tümü bir bütün olarak kabul ediliyor. Yani diyelim ki bir Belçika Kongosu'dur söz konusu olan. O zaman ne Katangalılar ayırt edilir ne de diğer etnik guruplar. Kongo bir bütün olarak "tek halkın ülkesi" olarak görüldüğünden yeni doğan bu tür devletlerin tümü hastalıklı olarak tarih sahnesine çıktı. Bundan dolayı Afrika bugün büyük bir etnik çalkantılar ve katliamlar kıtası haline gelmiştir. Oysa Wilson döneminde bu "halk" kavramı daha bilimseldi ve etnisite aranan bir kriterdi.. Kürt Meselesi'nin kendisini dayatması ile, uluslararası camia, bu kavramları yeniden düşünmek durumundadır. Kürtler'in içinde yaşadığı devletlerin "toprak bütünlüğü"ünden bahsetmek, milyonu bulan özgürlük savaşı kurbanını göremezlikten gelerek de focto varolan statükoları, sınırları fetişize etmekle eştir. Bazı uluslararası kurumlar, kendilerini cehalete vererek Kürt Meselesi'ni "azınlıklar sorunu" olarak görme eğilimindedirler. Oysa bir ulusal azınlık diye, hepimizin de bildiği gibi, belli bir toprak parçasında çoğunluk teşkil etmeden bir devletin sınırları dahilinde yaşayan bir etnik guruba denir. Yani ulus olarak nitelenmelerini birlikte getiren "toprak" ya da coğrafya bu kavramın içine giren sosyal gurupta söz konusu değildir. Fakat buna rağmen bu sosyal gurubun da kendi dilini kullanma, kendi kültürünü yaşama hakkı BM yasalarında garantı altına alınmıştır. Kürtler bu haktan bile mahrum yaşamaktadırlar
Tüm bunlar BM'nin kuruluş kanunundaki "toprak bütünlüğü" ve içişlerine karışmama konseptlerinin yanlış yorumlanmasından ileri gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında, BM; toprakları fiili bir varlık halinde kendisine üye olan devletlerce ilhak edilmiş ülke halklarının gözünde bir devletler karteli görünümündedir. Bu aşılmalıdır. Nitekim Yugoslavya olayında bu aşılmıştır. BM ve bilhassa ABD'nin yönettiği NATO, Yugoslavya'ya dahil uluslar için düşündükleri şeyleri Kürtler için de düşünmelidirler. Çifte standart savaşı uzatmaktan, acıları arttırmaktan başka bir sonuç veremez.
C) isyan hakkı
BM anayasası (veya tüzüğü, yönetmeliği) ve BM pratiği, sömürgelerin kurtuluş mücadelesinde bir metod olarak isyan hakkını tanır. Gelişmekte olan ülkeler genellikle BM anayasasının baskı altında tutulan sömürge ülke halklarına fizik bir karşı koyuş, bir isyan hakkı tanıdığında hem fikirdirler. Üçüncü Dünya ülkelerine göre bu hak prensipte kabul edilen bir hak değil, fiili olarak kabul edilen bir haktır. Daha sonra göreceğimiz gibi BM kararlarında bu hak daha açık bir ifadeye kavuşturulmuştur. Rosalyn Higgins (London,1963) bu isyan hakkı konusunda şöyle kaydeder:
"The widespread view that there may now be a legal right of revolution... that is to say, that under the principle of self-determination the peoples of a territory must be allowed-if absolutly necessary by forceful means- to replace the government by one of their own choice"
Higgins burada meşru bir isyan hakkı konusundaki yaygın görüşten bahseder. İsyan hakkının doğması, eğer mutlaka gerekliyse ve başka çare kalmamışsa, bölge halkının kendi seçimi olan bir yönetimin işbaşına gelmesi için kuvvet kullanılması meşru olmalıdır. Bu isyan hakkını doğuran, halkların hakları değil, bu hakların uluslararası alanda ve kendi yönetimlerinden sorumlu devlet tarafından kabul görmemesidir. Yani, özde BM yasası halkların kendi kaderlerini tayin hakkından bahseder. Ama bazı halklar sömürgeci veya merkezi hükümetler tarafından ezildikleri, tüm insani halkları gasp edildiği halde uluslararası camia şu veya bu sebeple suskunluğunu sürdürür. Kürdistan Halkları işte bu durumdadırlar. Onlara uluslararası hukukun tanıdığı hiçbir hak tanınmamakta, üstelik hak telepleri çok ağır cezalara sebep olmaktadır. Üstelik bu halkların demokratik araçları kullanarak hak arama yolları da tıkalıdır. Bu durumda silaha başvurmaktan başka çaresi kalmamıştır bu hakların. Rupert Emerson (AJIL,1971, s 474) isyan hakkını; (hakların) "temyize başvurma hakkı" olarak değerlendirir.
Dünyada bu tür, yani silahlı mücadele vermek durumunda kalan bir organizasyon, örgütlenme seviyesi, tüzük ve programıyla uluslararası arenada de facto olarak, hatta devletlerle ve uluslararası kurumlarla kurduğu ilişkiler sayesinde de jura olarak da bir taraf seviyesinde kendisini kabul ettirebilir. Geçmişte PLO bu tür bir tırmanış yaşamıştı. Tabii ki büyük bir güç olan Arap Birliği'nin ve zamanın Varşova Paktı ülkelerinin desteğini arkasına alan PLO'nun durumu olağanüstü olarak kabul edilebilir. Fakat bu, uluslararası hukuk açısından PLO'nun durumunun referans olarak alınmasını, başka ulusal kurtuluş organizasyonlarının bu örneği tanınmak açısından, meşruiyet açısından bu durumu ileri sürmesini engellemez. Gerçekten çok şanslı bir mücadele süreci yaşayan PLO, BM üyesi olan 100'ün üstünde ülke tarafından tanınmış, BM'de gözlemci üye statüsü kazanmıştır. Bu Kürtler için de bir emsaldır.. Güney Kürdistan'da belli bir toprak parçasında egemen olan iki Kürt örgütü kadar ve hatta onlardan daha fazla olmak üzere Kuzey Kürdistan'a yönelik olarak bir zamanlar yürütülmüş olan kurtuluş hareketinin de uluslararası kabul görmesi için bütün şartlar mevcuttur. Kuzey Kürdistan Kurtuluş Hareketi'nin bir zamanlar pek çok testten başarı ile çıkmış güçlü bir ordusu, sürgünde de olsa ve seçim şekli demokratik olamasa da bir parlamentosu, siyasi bir organ olarak bir cephesi ve kendisine bağlılık gösteren önemli bir kitlesi vardı. Bu kitle PLO'ya sadakat gösteren Filistin kitlesinden kat kat fazlaydı..
Bu misalin muhatabı olan "devletimsi" (devlet gibi saygı gören ve fakat belli bir toprak parçasında egemen olamıyan organizasyonların) organizasyonun hakları kadar bazı sorumlulukları da vardır. Bunların başında savaşın temiz yürütülmesi, Cenevre konvansiyonuna uygun hareket edilmesi, meselenin barışçı yollardan hallini ön plana alması, insan haklarına riayet gibi sorumluluklar uluslararası arenada çok önemsenir. Kuzey Kürdistan'daki kurtuluş hareketi bu konuların tümüne riayet edeceğini bir zamanlar defalarca taahhüt etmiş, bu konuda uluslararası camianın denetimine hazır olduğunu defalarca beyan etmiş olmasına rağmen Türk Devleti'nden görüşmeler için olumlu bir cevap alamamıştır. Daha da açık bir durum Güney Kürdistan'da yaşanmaktadır. Güvenlik Konseyi Üyeleri'nin tümü bağımsız bir Kürdistan'a karşı olduklarını söylerken, Güney'de güçlü bir devlet mekanizması yükselmekteydi..
İşte bütün bunlar bir araya getirildiğinde Kürt Halkı'nın neden ve haklı olarak silaha başvurduğu ortaya çıkar. Kürt Hareketi bu açıdan bakıldığında BM Genel Kurulu'nun 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 (XXIX) nolu kararında da belirtilen direniş hakkını kullanmaktadır. Bu kararın 7. maddesi aynen şöyledir:
"Article 7. Nothing in this Definition.. Could in any way prejudice the right to self-determination, freedom and independence, as derived from Charter, of peoples forcibily deprived of that right and referred to in the Declaration on Principles of international law concerning Friendly Relations, particulary peoples under colonial and racist regimes or other forms of alien domination; nor the right of these peoples to strugle to that end and to seek and receive support, in accordance with the principle of the Charter and in conformity with the above-mentioned Decalaration"
Bu metin sömürgeci yönetim, ırkçi rejim veya diğer bazı yabancı yönetimler altında bulunan halkların, bu arada yukarıdaki açıklamalara uygun olarak Kürt Halkı'nın silahlı mücadele hakkını açık bir ifade ile olmasa da teslim etmektedir (sonuna kadar mücadele tabirini doğru okuyalım). Bu mücadele üç alandan; kendi kaderini tayin, özgürlük veya bağımsızlık alanlarından herhangi birini kapsayabilir. Ama tekst, şüpheye meydan vermeyecek şekilde mücadelenin hem politik ve hem de silahlı olabileceğini ortaya koyuyor. Bu hakka dayanarak dışardan yardım alma hakkı da karar altına alınmıştır. Fakat günümüzde tam tersine TC; başta ABD olmak üzere bölge ülkelerinden ve Avrupa'dan Kürt Direnişi'ni yok etmek için her türlü krediyi almakta, Kürtler'i kriminalize etmek için tüm olanaklara sahip kılınmaktadır.. En son iade teşebbüsleri bunun en son misalidir.
Kurtuluş mücadelesi veren bir organizasyon, bu durumuyla uluslararası antlaşmalar gereği taraf olarak kabul edilmekte ve uluslararası silahlı çatışmaların taraflarının uyması gereken kaidelere uyması istenmektedir. Bu kaideler uluslararası düzeyde Cenevre konvensiyonu ile belirlenmiştir. Savaş sırasında Güney'de ve Kuzey'de Kürtler bu konvensiyona uyduğu halde Türk ve Arap devletleri bugüne kadar savaşı kurallarına göre yürütmeyi kabul etmemişlerdir. Bu devletler, yürütülen mücadelenin bir savaş olduğunu bile kabul etmemektedir. Oysa Türk kanunlarında "200 kişiyi bulan çatışmalar savaş" olarak kabul görüyor. Türk Devleti'nin resmen kabul ettiği ve 24 generalin yönettiği "Murat Operasyonu" adını verdiği çatışmalara Türk tarafı olarak 35.000 asker iştirak etmişti. Bu savaş değil de nedir?
Cenevre konvensiyonun ek protokolu, tam da Kürtler'in yürüttüğü kurtuluş mücadelesinde tarafların sorumluluklarını düzenler. 1977 de diplomatlar düzeyinde yürütülen görüşmeler sonucu kabul edilen ek protokol-I, "…halkın içinde yer aldığı ve sömürgeci baskıya, yabancı güçlerin istilasına ve ırkçı baskıya karşı kendi kaderini tayin temelinde yürütülen savaşlarda" tarafların sorumluluklarını düzenler. Bu protokolun önemi, ulusal kurtuluş mücadelesini yürüten organizasyonu savaşın bir tarafı olarak kabul etmesidir.. Yani bir organizasyon eğer halkın önemli bir kesimini arkasına takarak düzenli veya düzensiz, ama mutlaka o halkın kendi kaderini tayin hakkı temelinde bir savaş yürütüyorsa, o organizasyon uluslararası düzeyde savaşın meşru tarafı olarak kabul edilir. Kürtler, Kürdistan'ın her tarafında yürüttükleri sılahlı mücadele sırasında durumu tam da bu ek protokolda kaydedilen partnere uymaktadır. Hem Kürtler her zaman halkın desteğinin belirlenmesi konusunda, uluslararası camianın gözetiminde yapılacak olan bir halk oylamasının sonuçlarını kabul edeceklerini peşinen ve defalarca beyan etmişlerdir.
Burada arzettiğimiz gerçekler çerçevesinde dünya hukuku açısından da bir Kürt ayaklanmasının veya barışçı mücadelesinin haklı temelleri olduğu açıkça görülmektedir. Kürt Halkı savaş alanında kendi hukukunu tesis etmiş, her otoritenin sahip olduğu bazı hukuk kuralları çerçevesinde hareket etmiştir.

2004-11-02




Gorusunuz