Temel Kavramlar-III, kendi kaderini tayin hakkı

Bu bölümü dikketle okuduğunuzda günlük tartışmalarda lazım olan tüm terimlerin yer aldığını göreceksiniz.
------------------------------------
d) self-determinasyonun birleşmiş milletler (BM) yönetmeliğindeki ve insan hakları bildirgesindeki yeri ve uygulanması
Bu ön belirlemelerden sonra şimdi uluslararası en büyük örgüt olan BM ve diğer uluslararası konferans kararları açısından meseleye bakabiliriz. BM kuruluş bildirgesinin 1. maddesinin 2. Fıkrası şöyle der:
"to develop friendly relations among nations based on respect for prensiple of equal rights and self-determination of peoples, and to take other appropriate measures to strenghten universal peace"
Uluslarası ilişkileri, eşit haklar prensibi ve hakların kendi kaderini tayin hakkı temelinde sağlam temellere oturtmayı önüne koyan bu madde bizim önümüzdeki sorunun halli için önemli destek sunuyor. Türkiye'nin de imza koyduğu bu temel prensip bu açıdan da bakıldığında önemlidir. Fakat bu madde pratikte hep denizaşırı sömüregelerde yaşayan halkların kendi kaderlerini tayin hakkı olarak yorumlandı. Bunda, bir kartel gibi hareket eden çok uluslu üçüncü dünya ülkelerinin gölgesini hissetmemek mümkün değildir. Kürdistan gibi 30-40 milyon nüfusa (siz 20 milyon deyin), 550 bin kilometre kare toprağa (siz bunu 300 bin kilometre kare olarak kabul edin) sahip ve dört devlet tarafından paylaşılarak ilhak edilmiş bir ülkenin insanlarının kendi kaderini tayin hakkı, bu devletlerin durumlarının da münakaşa konusu edileceği varsayımı ile, yani politik sebeplerle daimi surette yok sayıldı. Hem, Kürdistan'ı ilhak eden devletlerden birisi Türkiye gibi NATO'nun ileri karakolu durumundaki bir devlet iken, diğer ikisi BM'de 20 oya sahip petrol zengini Araplar'ın koruması altındadır. Bu çifte standardın ortadan kaldırılması, Kürdistan Sorunu'nun tarihi gelişimi içinde bir bütün halinde ele alınmasını gerektiriyor. Bu tarihi gelişim incelendiğinde, Kürt Halkı'nın asla kendi iradesini Türk ve Arap yönetimlerine teslim etmediği gün gibi ortadadır. Uluslararası hukuk açısından bu son derecede önemlidir. Gerek İdris- Bitlisi'nin Osmanlı Sultanı ile yaptığı antlaşma, gerek bu antlaşmanın yok sayılmaya başlandığı 1800'lü yıllardan itibaren gelişen Kürt direnişleri, gerekse Wilson prensipleri ve Sevr antlaşmasının işaret ettiği gerçekler, Kürt Ulusu'nun BM'nin kuruluş bildirgesinde yer alan self-determinasyon hakkını bağımsızlık dahil her şekiyle kullanma hakkına sahip olduğunu gösteren vazgeçilemez hukuki dayanakları verir. Hele 1984'te başlayan başkaldırıdan itibaren Türk Devleti'nin "PKK'yi destekliyorsunuz" gerekçesi ile boşalttığı 4000 cıvarındaki yertleşim biriminin ve göçe zorlanan 6 milyon insanın durumu tam da bir ulusun "direniş hakkını kullanma" esprisi ile izah edilebilecek bir durumdur. Örgütlü Kürt Halkı'nın bu hakkını kullanmak isterken uğradığı katliamlar, bu halkın kimlerin elinden kurtulmak için çırpındığını açıkça gözler önüne serer.
BM yönetmeliğinin IX. Bölümü'nde yer alan 55 madde; "internasyonal ekonomik ve sosyal işbirliği için düzenlenmiş olup burada başka gerekçelerle self determinasyon hakkı yinelenir. şöyle:
"Article 55
With a wiew to the creation of conditions of stability and well-being which are necessery for peaceful and friendly relations among nations based on respect for the principle of equal rights and sef-determination of peoples, the United Nations shall promote:
....................
(c) universal respect for, and observance of, human rights and fundamental freedoms for all without distinction as to race, sex, language, or religion.
Bu madde dikkatle incelendiğinde "…relations among nations based on respect for the principle of equal right" yan cümleciği ile öz yönetimine sahip olmayan bölgelerin kastedildiği görülür. Bu maddeyi daha da ileri götüren XI. bölümün 73. maddesi şöyle der:
"Article 73
Members of the United Nations which have or assume responsibilities for the administration of territories whose peoples have not yet attained a full measure of self-government recognise the principle that the interests of the inhabitants of these territories are paramount, and accept as a sacred trust the obligation to promote to the utmost, within the system of international peace and security established by the present Charter, the well-being of the inhabitans of these territories, and, to his end:
(a) to ensure, with due respect for the culture of the people conserned, their political, economic, social, and educational advancement, their just treatment, and their protection against abuses;
(b) to develop self government, to take due account of the political aspirations of the peoples, and to assist them in the progressive development of their free political institutions, according to the particular circumstances of each territory and peoples and their varying stages of advancement,
......................"
Bu maddede önce halkın kendi kaderini tayin hakkından bahsederken, daha somut bir şekilde "self-government"in (öz-yönetim'in) geliştirilmesinden bahsedilmesi, çok uluslu ülkelerde yaşayan halklara kendi kaderlerini tayin hakkı konusunun gözardı edildiği sonucu çıkarılmasın. Çünkü, burada söz konusu edilen şey; gönüllü veya istemeyerek de olsa fiili olarak birlikte yaşayan, yani çok uluslu devletlerdeki halklar arasında eşitlik temeline dayanan bir sistemin gözetilmesidir. Bunun dışında, eğer baskı altında yaşayan Kürt Halkı gibi bir halkın, ülkelerini ilhak etmiş olan devlet, bu halkı ezmeye devam ederse, kendi hükumetlerini kurmalarını engelleyici bir tavır sergilerse, ilgili halkın müracaatı halinde BM'nin o bölge veya ülkeyi bir nevi manda sistemi altına alarak yönetmesine olanak tanıyor (trusteeship system). Bu maddenin ışığında Kürt Ulusu'nun durumunu düşünürsek, 73. maddenin ruhu itibariyle; Türk Devleti'nin tanımaya yanaşmadığı, Kürt Ulusu'nun kendi öz hükümeti (mahalli hükümeti) tarafından yönetilme hakkı, özgür politik kurumlarını geliştirme ve ekonomik, sosyal ya da öğrenim durumlarını geliştirme amacı ile çakıştığı ortadadır. Yani Kürt Halkı, şu andaki durumu itibariyle, kendi kaderini bağımsızlık yönünde tayin edememişse bile bu halk bu maddeye dayanarak kendi ulusal kişiliğini koruma ve geliştirme hakkını BM vesayet yönetimi altında geliştirme talebi ile ortaya çıkabilir. Bilhassa Güney Kürdistan, Körfez Savaşı sonrası ortaya çıkan fiili durum itibariyle bu maddenin özüne uygun olarak trusteeship systemi isteme hakkına hiç bir tereddüte yer kalmayacak bir şekilde sahiptir. Ama NATO üyesi olan ve bazı NATO ülkelerinin bölgedeki bekçiliğini yapan Türkiye'nin şiddetli itirazı, onları bu hakkı istemekten alakoymakta, ABD ve İngiltere başta olmak üzere Güvenlik Konseyi'nin tüm üyeleri şu veya bu çıkar ilişkisinden dolayı bu hakkın kullanılma talebinin dile getirilmesine dahi tahammül edememektedirler.
Bu maddeye yine de (herhalde lazım olur diye), XII. Bölümle açıklık getiriliyor. XII. bölümün 77, maddesinde üç tip bölgenin trusteeship systemle yönetilme hakkı bulunduğu şöyle açıklanmaktadır:
"Article 77
1. The trusteeship system shall apply to such territories in the following categories as may be placed thereunder by means of trsteeship agreements:
(a) territories now (26 June 1945) held under mandate;
(b) territories which may be detached from enemy states as a result of the Second World War; and
(c) territories voluntarily placed under the system by states responsible for their administration.
2. It will be a matter for subsequent agreement as to which territories in the foregoing categories will be brought under the trusteeship system and there upon what terms."
Aynı bölümün 76. maddesinde self-determinasyonun; kendi bölgesel hükümetini geliştirmekten tutun da bağımsızlığa doğru her skalada gelişebileceğini pekiştirir:
"Article 76
Â…Â…Â…Â…Â…Â…
(b) to promote the political, economic, social and educational advancement of the inhabitants of the trust territories, and their progressive development towards self-government or independence as may be appropriate to the particular circomtances of each territory and its peoples and the freely expressed wishes of the peoples concerned, and as may be proveded by the terms of each tresteeship agreement,
Â…Â…Â…Â…"
Yani BM kurulduğunda manda sistemi altında bulunan bölgeler (26.Haziran.1945 itibariyle), İkinci Dünya Savaşı'nın sonucu olarak, düşman devletlerin elinden alınan bölgeler (bu ihtimale giren bölgeler), o bölgenin yönetiminden sorumlu devletler tarafından gönülü olarak sisteme terkedilen bölgeler, trusteeship'ten faydalanırlar. Irak'ın durumu, 77. Maddenin (b) fıkrasına oldukça yakin bir manzara arz ediyor. Gerçi ikinci dünya savaşı değildir Kürdistan'ın Faşist Irak'tan "koparılma" sebebi, ama bir dünya savaşı olarak cereyan eden II. Körfez Savaşı ve Irak'ın imhacı planları Kürtler'e böylesi bir trusteeship yönetiminden istifade hakkını verir.
Fakat I. Bölumün 2. Maddesi'nin 7. Fıkrası BM üyelerini, biribirlerinin "içişleri"ne karışmasından alakoyar. Türk Devleti ve diğer sömürgeci güçler, uluslararası hukukun bu maddesine ve kendisini destekleyen güçlerin çifte standardı esas alan yorum eğilimine de sığınarak, Kürt Meselesi'ni hep kendilerinin bir iç meselesi olarak göstermiş ve böylece yok saymıştır. Bu fıkrayı destekleyen aynı maddenin 4. fıkrası, üye devletlerin "toprak bütünlüğü" ilkesini getirir. Bu, bilhassa çok uluslu üçüncü dünya devletlerinin de focto durumunu korur niteliktedir. Söz konusu madde ile BM, üçüncü dünya devletlerindeki ilkel assimile edici, eritici politik zihniyeti her şart altında koruma durumunda kalmıştır. Oysa Türkiye'nin, ruhunun dahi sahipliğini "üstlendiği" Kürdistan Halkı, tarihi boyunca bu devlete hiç bir zaman iradesini teslim etmemiş, Türk Devleti'nin eritici politikalarına şiddetle karşı durmuştur. Üstelik Kürdistanlılar'ın Sevr'de elde ettikleri uluslararası bir tanınma durumları da söz konusudur.
Yine insan hakları evrensel demecinin birinci maddesi de bu "kendi kaderini tayin hakkı çerçevesindedir, şöyle:
"Part I
Article I
1. All Peoples have the right of self-determination. By virtue of that right they freely determine their political status and freely pursue their economic, social and cultural development."
Yani bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptirler. Kendi ekonomik, sosyal kültürel gelişme (yönüne) özgürce karar verme hakkı için(dir bu hakları). Aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları da bu halkların kendi kaynaklara sahip çıkma haklarını, kendilerini yönetme haklarını düzenler.

2004-10-31




Gorusunuz