Kürtler Millet mi, azınlık mı?

Son zamanlardaki tartışmalar ve Sayın Leyla Zana'nın AP'daki konuşması, bizce ciddi bir şekilde ele alınması gereken yeni bir durum yaratmıştır. Bunu açmalı, sorunu saptırıcı bu gidişi Kürt Milleti'nin en aşağısından bir bölümü olarak red etmeliyiz.
Sayın Zana, Türk Meclisi'ndeki yemin töreninde ortaya koyduğu tavır itibariyle Kürt Milleti'nin gönlünde müstesna bir yer edinmiş, hapishane'deki duruşuyla bu yeri pekiştirmiştir. Bundan dolayı da çok yüksek bir bedel ödeyen Sn Zana'yı Avrupa hiçbir zaman yalnız bırakmamış, durumunu büyük bir ciddiyetle takip ederek moral vermiştir. Kazandığı Shakarov Ödülü sonuna kadar hak edilmiş bir ödüldür.. Fakat AP'de yaptığı konuşma, propagandanın yaldızlı ve büyüleyici etkisi ile, Kürt Halkı tarafından olduğu gibi algılanamamış, öne çıkarılan ve çok şiddetli bir itiraz görüntüsü veren "sorunun adını koymalıyız" ibaresi içi boş bir şekilde beyinlere kazınmıştır.
Kürtler üzerine çok vicdansız bir oyun oynanıyor. Bu oyunun aktörleri, uluslararası antlaşmaları Türkiye lehine yorumlama eğiliminde olan AB, Türk derin ve sığ devleti, Kürt Tarafı görünümündeki İmralı ve onun sözcüsü konumunda olan eski DEP'li milletvekilleri'nin bir bölümüdür. Eğer bunlar bu halleri ve bu görüşleri ile Kürt Tarafı olmayı tescil ettirirlerse, söz konusu ekip Kürtler'in ulus olma özelliğini dışlayacak, bazı hak kırıntılarını ideal çözüm olarak sunacaklardır. İşte bu kırıntılar Kürtler'in nihai talepleri olarak kayıtlara geçecek, Türk Tarafı "nazlanarak" kabul ettiği bu durumu müktesep bir hak olarak kaydedecektir. Kürtler'in çok şeyden vaz geçtiği bir belgenin kabulu ile Türk Devleti'ne devredilecek bazı hakların yeniden canlandırılması olanaksız hale gelecektir. İşte bundan dolayı DEP'liler'in artık Kürt Halkı'nı, en aşağısından büyük bir kesimi temsil etmediğini çok net bir şekilde belirtmeli, kararlara kesinlikle rezerv koymalıyız.
Bunu neye dayanarak yapacağız?
Bilinir, Lozan belasından hala kurtulmuş değiliz. Bu Lozan belasında biz azınlık bile sayılmamış, bir nevi asli unsur olarak kabul edilmiştik. Yani müslüman ve mahalli bir dil kullanan Türkler'dik.. Oysa Lozan'dan önce imzalanmış olan Sevr'de Kürdistan bir ülkenin adı olarak, Kürtler bir halk olarak yer alıyordu (md: 62, 64) Bu geri adımın atılması elbette bizim atalarımızın hatalarından ve Mustafa Kemal'in usta manevralarından kaynaklandı. Şimdi aynı manevraları İmralı kaynaklı olarak yaşıyoruz.. Bize uluslararası meşruiyet açısından çok önemli kayıplar yaşatanları elbette kendimizi temsil ettirmemeliyiz, ettirmeyeceğiz. İsterlerse Nobel alsınlar.
Biz, yukarıda da belirttiğim gibi, bu yeni yok sayılmayı asla kabul etmeyeceğiz. Hem düşünün, İmralı ve onun DEPliler'inin AP'de "şart" olarak koştukları şeylerin daniskasını zaten AB'nin kendisi şart koşuyor. O zaman bu kadar şehit niye? Bu kadar köy yakmalar, bu kadar alt üst oluş niye? 1960'lı yıllardan beri süren mitingler ve direnişler daha derli toplu olarak organize edilseydi bile bugün vardığımız bu noktanın, yani özgür yurttaş konseptinin çok ötesinde olabilirdik. Millet bu kadar yorgun düşmez, en tepeden gelen bu arkadan hançerlenme şokunu yaşamazdı..
Bu yazının konusu uluslararası meişruiyeti sağlayan antlaşmaların tahlili olmadığı için aynı konuyu bir başka yazı için saklıyorum. Ama kısaca şunu kaydetmeliyim: Kürtler'in azınlık statüsüne sokulması veya asli unsur olarak kabul edilmesinin reddini meşru kılan çok sayıda delil sunulabilir, sunulmalıdır da. Ama bunların hiç biri politik anlamda bir güç haline gelmeden kabul görmez. Siz istediğiniz kadar Yugoslavya'yı misal gösterin, bunun cevabını her zaman verirler.
Biz misal olarak Irak'ı alacak ve ısrarla bu misalin üstünde duracağız. ABD ve tek tek AB ülkeleri Irak'ın federal bir yapı kazanması gerektiğini beyan etmiş ve bunu her fırsatta taraflara bildirmişlerdir. İşte meşruiyetin kapısı budur. Irak denilen devletin sınırları içine sokulan Güney, bölünmemiş olsaydı, Kürdistan denilen ülkenin bir parçası olacaktı. Şimdi o parçaya federal bir statüde de olsa kendi kaderini tayin hakkı tanınmakta, buna arka çıkılmaktayken, hiç bir ülke meşruiyet sınırları içinde kalmak suretiyle Kuzey'in de aynı statüyü talep etme hakkını yadsıyamaz.
Bu durumda vurgu yapılması gereken noktalar kalın hatları ile şunlardır:
Kürdistan bölünmüş bir ülkedir. Bu bölünmüşlük kader değildir. Kürtler'in birleşik bir devlet KURMA HAKKI vardır. Bu hak devredilemez. Bu hakkı kullanan Kürt milleti şartlara göre hareket etmekte serbesttir.
Kürtler bir millettirler. Ayrı dilleri, ayrı kültürleri, ayrı coğrafyaları, ayrı tarihleri vardır. Kuzey'deki Kürt Halkı, Kürt Ulusu'nun bir parçasıdır. Dört parçadaki Kürtler'in Kaderleri biribirine bağlıdır. Hiç bir parça diğerinden daha azını talep etmeye zorlanamaz.
BM'nin kabul ettiği "Kendi kaderini tayin hakkı" prensibi Kürtler için de geçerlidir.
BM tarafından kabul edilen isyan hakkı Kürtler için de geçerlidir. Bu hak sınırlandırılamaz, başka türlü yorumlanamaz.

2004-10-16




Gorusunuz