Kerkük, kaos mu kosmos mu?

Geçen yazımda Türk Devleti'nin Güney'e heyet göndermesinin, masumane bir eylem olmadığını, aslında diplomasi savaşında önemli bir hamle olduğunu göstermeye çalışmıştım. İyi niyetle de olsa, Sn Talabani'nin bu heyeti davet etmekle düşmanın gözünde zayıf bir izlenim biraktığı kesin. Heyet gitti, dilediği gibi gezdi ve ardından getirdiği "bilgiler"i raporlaştırarak hükümetine sundu. Bu raporun ışığında Türk Dışişleri sözcüsü, hükümeti adına ard niyetlerini şu cümlelerle dile getirdi:
"Irak'ta eski rejim döneminde yaşadıkları yerlerden göçe zorlanan kişilerin, istedikleri takdirde eski yerlerine dönme hakkı bulunmaktadır. Ancak, bunun Irak'ta kalıcı anayasaya dayalı yönetimin kurulduktan sonra, toplumsal mutabakat gözetilerek, kayıtlara ve hakkaniyete uygun şekilde, ayrımcılığa ve istismara başvurulmaksızın düzenli olarak gerçekleştirilmesi ve bu hassas dönemde oldu bittilerden mutlaka kaçınılması gerektiğine inanılmaktadır. Buradaki temel ölçü de Irak'ın kendi halkı ve uluslararası toplumla barışık bir ülke olarak vücut bulmasıdır. Türkiye, Kerkük'teki gelişmeleri komşu ülkeler de istişarelerde bulunarak, yakından izlemeye devam edecektir ve Geçici Irak Hükümeti, uluslararası ve bölgesel kuruluşlar ile ilgili tüm taraflar nezdinde uyarılarını sürdürecektir."
"Heyetimiz Kerkük'te nüfus yapısının değiştirilmesine yönelik, inşaat faaliyetleriyle desteklenen ciddi çabalar olduğunu ve Irak halkını oluşturan birçok unsurun bundan endişe duyduğunu saptamıştır"
Bu cümleleri, ardlarındaki anlam ile yeniden formüle edersek şöyle diyor Türk dışişleri sözcüsü: Saddam bazı insanları zorla yaşadığı yerlerden göç ettirmişti. Bunlar elbette eski yerlerine dönme hakkına sahiptirler.. Fakat.. İşte her şey bu "fakat"ta gizli.. Fakat bunlar, Irak'ta kalıcı bir anayasal düzen kurulduktan sonra, o da bazı kayıtlara uyularak eski yerlerine dönebilirler.. Bunun anlamı nedir? Şu: Kalıcı anayasa, federe bölgelerin sınırlarını kesin olarak çizecek, bu sınırlarda daha sonra hiçbir değişiklik söz konusu olmayacaktır. Bu görüşün sahiblerine göre, Kerkük'ün kaderi kalıcı anayasadan önce belli olamamalı, Saddam'ın ve daha önceki Irak rejimlerinin yarattığı fiili durum itibariyle bu zengin kentin kaderi belirlenmelidir. Yani Kürtler yurtlarına dönmeden nüfus sayımı ve ardından referandum yapılmalı ve Kerkük'ün kaderi belirlenmelidir. Daha sonraki nüfus kaymaları ise beyhude olacaktır. Şu andaki geçici yönetim belgesi ise Kerkük Sorunu'nun çözümü için geçiş aşamasında bir komisyon kurulmasını, bu komisyonun gözetiminde bozulan demografik yapının restore edilmesini ve ardından halkoyuna gidilerek Kerkük'ün nereye bağlanması gerektiğinin halk tarafından belirlenmesini emrediyor.
İşte bu heyetin hazırladığı raporu değerlendiren Türk Hükümeti, yurtlarından kovulan Kürtler'in geri dönme işlemini hızlandırmasını, demografyayı haksız yere değiştirme teşebbüsü olarak kabul ediyor ve bundan endişe duyduklarını belirtiyor. Böylece göçmenler, kalıcı anayasa oldu-bittisinden önce asla geri dönmemeli diyorlar.
Kısaca eğer Kerkük'ün kaderi Türk Devleti'nin istediği gibi belirlenirse bu Kürt Kenti durup dururken Araplaşacaktır. Yok eğer geçici belgeye tam uyulursa Kürtler'in ata toprağı Kürt anayurduna geri dönecektir.. Mesele bu kadar açıktır.
Türk Heyeti'nin Ankara'ya geri dönüşünün hemen ardından Kerkük'te, Kürt mahallelerine karşı başlatılan roketli saldırılar oldukça endişe vericidir. Durumun böyle devam etmemesi gerektiği ortada. Kürtler sonuna kadar kurbanlık koyun gibi katledilmeyi beklemeyeceklerdir. Türk Devleti'nin beklediği bu olsa da, sonuç alıcı bir çatışma kaçınılmaz olacaktır.
En büyük düşman Türk Devleti bunu bildiği için, bir yandan İran ve Suriye ile daha derin bir ittifak arayışını sürdürüyor, diğer taraftan da PKK'yi Güney aleyhine tahrik ederek arkadan vuracak bir kıvama getirmeye çalışıyor.. Bu üç devlet, ABD'nin bölgedeki kalıcı varlığından dolayı Kürdistan'a direkt müdahale olanağına sahip olmadıklarını biliyorlar. Bundan dolayı dolaylı müdahale alternatiflerini değerlendiriyorlar. Becerikli Türk diplomasisi, PKK'nin İran'da eyleme başlamasının da katkısıyla bölgesel ittifak konusunda sonuç alma noktasına gelmiş durumda. Bazı temas ve demeçlere bakarak bunu daha iyi anlarız..
Esad, Tahran ziyaretinde (05/07) İran ve Suriye'nin, Irak dahil bölgesel konularda benzer fikirleri paylaştığını söylemiş ve şöle eklemiştir: ''Suriye ve Irak'a komşu diğer ülkeler için en önemli konu Irak konusudur. Irak'taki gelişmeler bölge ülkeleri ve bütün Müslüman ülkeleri doğrudan etkiliyor''..
Bunu onaylayan Rafsancani, ''Bölgenin siyasi ve güvenlik durumu, Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması doğrultusunda, aralarında İran ve Suriye'nin de bulunduğu Irak'a komşu ülkeler arasında ortak bir tavrın benimsenmesini gerektiriyor'' demişti
Bir kaç gün sonra, Ankara'yı ziyaretinde çok yüksek bir kabul gören Suriye Başbakanı Muhammed Naci Otri, 'özellikle geçtiğimiz aylarda Suriye'de gerçekleşen Kürtlerle ilgili sorunun, Kuzey Irak'ta olası bir Kürt devletinin gündeme gelmesi ve bunun bölge ülkeleri, İran, Türkiye ve Suriye'de yaratacağı rahatsızlığın ortak politikalarla aşılması konusunda görüş birliğine varılması yönünde hükümete görüşlerini iletirken; Başbakan Tayyip Erdoğan da ortak basın toplantısında yaptığı açıklamada, Irak'ın toprak bütünlüğünden yana olunduğunu ve bunun bozulmasına izin verilmeyeceğini bir kez daha net ifadelerle dile getirdi' (gazetelerden).. Suriye Başbakanı ile aynı gün Ankara'yı ziyaret eden İsrail Başbakan yardımcısı, Türk Başbakanı Erdoğan'dan randevu alamaması ise ilginçtir. Türkiye'nin İsrail'i Kürtler ile işbirliği yapmakla suçladığını hatırlayalım..
Öte yandan, PKK'nin son zamanlarda Güney'e yönelik olarak başlattığı massiv anti-propaganda, yaşanan şartlar da gözönüne alınırsa çok sıkıntı verici ve anlamlıdır. ABD'nin Kerkük'te, sessiz de olsa Araplar lehine tavır takındığı bu zaman diliminde, bilhassa içten gelecek olan bir saldırıya çevre düşmanlar paha biçilmez değer biçmektedirler. Çünkü, PKK ile uğraşmak zorunda bırakılacak olan Güneyli Kürt Güçleri'nin zayıflayacaklarını, Kerkük'te Araplar ve Türkiye'nin beşinci kolu gibi hareket eden Irak Türkmen Cephesi tarafından başlatılacak bir terör dalgasına karşı duramayacaklarını hesaplıyorlar. İşte benim başından beri dikkat çekmek istediğim kaos budur.
Buna karşı Kürtler'in, yumuşak dil kullanarak veya, tıpkı Sn Neçirvan Barzani'nin Türk Vatan Gazetesi'ne verdiği demeçte yaptığı gibi, düşmanın duymaktan hoşlanacağı sözler sarf ederek bu düşman güçleri dostluğa ikna etmesi mümkün değildir. Kürtler'in ülke ve dünya düzeyinde birliğini açıkça pekiştirmesi, yani Kuzey'i kapsayacak şekilde genişletmesi gerekir (Kuzey sadece PKK değildir, orada geniş bir Kürtçü kitle vardır). Nasıl düşman bizi her yönden ve göstere göstere kuşatmaya çalışıyorsa, bizim de aynı silahla onlara cevap vermemiz, mesela İsrail ile ilişkileri daha bir görünür hale getirmemiz gerekebilir.
Bu vesile ile PKK'ye bir kere daha seslenmek istiyorum: Eğer hala sadece komünist bir Türkiye hareketi haline gelmemişseniz, Kürdistan'ın bir bütün olduğunu unutmayın. Öncü kim olursa olsun, bir taraf çökerse diğer taraf ayakta kalamaz. Bu en son mücadelemizdir. Hepimiz aynı gemideyiz. Gemi bir tarafından su alırsa ve neticede batarsa bu hepimizin sonu olur.. Düşman, planlarını bölge düzeyinde yapıyor, parça düzeyinde değil. Propaganda makinanızı düşmana yönlendirin, Kürt'e değil. Bu tabii ki Güneyli Kürtler için de geçerli. Sakin olalım ve sakin düşünelim ki düşmanın oyununu bozacak formülü anlayalım. Bu formül açıktır, birlik.. Kürdistanilik... Kararlılık..

2004-07-16




Gorusunuz