PKK Taraftarları'ndan sorular-I

Bugünlerde PKK Taraftarları'ndan çok sayıda mail alıyorum. Çoğu olumsuzlamak amacıyla sorular yöneltmiş. Kimi serzenişte bulunuyor. Kimi ise bayağı saldırgan. Bu dışavurumları alt alta koyduğumuzda, çoğunun tarihi kendileri ile başlattığı daha da aşikarlaşıyor. PKK'nin geçmişi ve geleceği, Kürdistan'ın geçmişi ve geleceğinin önüne geçmiş. Hatta şimdilerde yeniden revaşta olan Ali Haydar Kaytan'a göre Kürdistan tarihi geçmişi itibariyle yoktur, Kürt tarihi gelecekteki seyir itibariyle yazılacaktır. O, Ulusal Kimliği red noktasında bulunan, Sn Kaytan ki Irak'a müdahale ufukta göründüğünde tereddütsüz bir şekilde "hepimiz birer Arap'ız" diye haykırabilmişti. İşte bu zat şimdi Sn Öcalan tarafından "beni temsilen TV'de konuşsun" ibaresi ile Kuzeyliler'in kaderine hükmedecek olan bir avuç darbecinin önde gelenleri arasına sokuluverdi.. Yarın yazılacak olan tarihi, eğer bir şey kalacaksa, siz düşünün.. Çünkü Sn Kaytan'ı Beritan çizgisi ile birleştirdiğimizde, Sn Kalkan gibi ezeli bir Güneyli Kürt düşmanının varlığında olayların yarınki seyrini tahmin etmek güç değil.
Biz sorulara gelelim. Bana en çok sorulan ve demagojinin de çok iyi bir süs olarak kullanıldığı soru; "bir zamanlar Öcalan'ı neden bu kadar överken, şimdi ne oldu da aleyhine döndün? Biri eski yazdıklarını forumlara asarsa yüzün kızarmayacak mı?" gibi iki şekilde formüle edilebilir.
Öncelikle şunu kaydedeyim, benim Sn Öcalan'ın şahsı ile bir problemim yoktur. Bu elbette biliniyor. Hatta içinde bulunduğu şartları gözönüne alarak politik yön verme gibi fiili müdahalelerden uzak durursa hala Kürt Milleti tarafından en üst düzeyde saygı bulur.. Fakat yine aynı ben, kendimi Kürdistan hariç hiç bir zata, partiye ve gruba bağlı hissetmiyorum. Kürdistan'a hizmet eden kim veya hangi organizasyon olursa desteğimi yanında bulur. Genç kuşaktan bazı insanların sandığının aksine PKK kişisel olarak bana bir şey verecek bilimsel bir kapasiteye sahip değildir.
PKK'yle ilişki pratiğim boyunca Özgür Politika'da yazmaya başladıktan sonra ve ayrıldıktan sonraki süreçte yedi aşama yaşadım. Yedisinden beşinde psikolojik savaşa göre tavır söz konusudur. Yani Kürt Tarafı olarak Türk Ordusu ile savaşta PKK gerillalara komuta ediyordu. Ben başlatmamıştım. Bu savaşı durdurmak mümkün değildi. Ama savaşta "biz" vardık. O halde "bizim taraf"ın kazanması veya en az kayıpla savaştan çıkması için moral gerekiyordu, lidere inanç gerekiyordu. Ben bunu fazlasıyla sağladığımı sanıyorum. Şimdi aşamalara geçebiliriz..
Birinci aşama; kanın gövdeyi götürdüğü 1996-98 dönemidir. Savaş vardı yani. Bir tarafta biz, bir tarafta onlar. Ben, her Kürt gibi, biz dediğim tarafın kazanması veya en az zararla bu işi sonuca bağlaması için elimden geleni yaptım. Bu dönemde PKK ve onun lideri pekçok hatalar yapmasına rağmen ulusal kurtuluş çizgisindeydi. Hainler yaratıldı, göz yumduk.. Küfürler edildi, destekledik.. İnsanlar, gerilla liderleri aşağılandı. Cephede kelle koltukta savaşan eyalet koordinatörlerine açıkça küfürler edildi, yuttuk. Hepsi, ama hepsi savaş şartlarında LİDERE GÜVENİN SARSILMAMASI İÇİNDİ.. İşte psikolojik savaşın zorluğu burada. Bizim anlaşılmama dramımız burada başlıyor. Daha açıkçası bile bile lades budur. Ulu orta eleştirmeyecek, moral bozmayacaksın. Savaşa, Suriye gibi düşman bir rejimin hüküm sürdüğü bir coğrayadan komuta etse bile, o komuta ediyor çünkü. Ben bütün bunlara Kürdistan için katlandım. Dönem boyunca Türkiye ve Avrupa'da olmak üzere yüzlerce makale kaleme aldım. Bilimsel yazılar yazdım. Onlarca TV programına katıldım. PKDW üyeliği yaptım. Onlarca seminer, gerilla okullarında dersler verdim. TV dersleri verdim. Sonuçta Türk Devleti'nin savcıları hakkımda yüzlerce yıl tutan ceza istemleri ile davalar açtılar. Bu arada ben yazdığım kitaplarımla, Ruşen hazırladığı Kompüter sayfaları ile bu harekete 100 binlerce mark tutarında fiili katkı sağladık. Yani biz kaynakları kullanacağımıza emeğimizle kendimiz katkıda bulunduk. BU ARTIK ANLAŞILSIN!
İkinci aşama; bir Kürt liderinin konacak yer aradığı ve konduğu İtalya'dan çıkıp Kenya'da derdest edildiği komplolarla yüklü 1998 Ekim-1999 Şubat dönemidir.. Bu dönem boyunca neredeyse bir bütün olarak Kürt Milleti Ayaktaydı. İnsanlar kendilerini yakıyor, yürüyor, kan ağlıyorlardı. Ben dahi bu dönemde yaşıma rağmen 13 gün açlığa yattım. Stockholm'de Viet Nam Savaşı günlerinden sonraki en büyük katılımlı yürüyüşü Kürtler gerçekleştirdi. Neredeyse herkes oradaydı. Benim bu dönemde yaptığım TV ve radyo konuşmaları ortada. Süreç Kenya'da esaret ile sona erdi. Bu dönem hakkında çok yazıldığı için kısa geçiyorum.
Üçüncü aşama; Şubat 1999-Nisan başı 1999 arasıdır. Savaşın Türkiyeye taşındığı günlerdir o günler. Gençler her gün eylemdeydi. Ben şehir gerillası esaslarını gözönünde bulundurarak onlara moral veriyordum. TV yayınlarında, gazete yazılarında bu savaşın belli bir maya tutması için var gücümle çalıştım. Eğer böyle gitseydi bir kaç ay içinde sistemleşecek, artık seçilmiş suçlu Türk Makamlarına ve ekonomik alanlara yönelinecekti.. Fakat birdenbire İmralı'dan emirler yaşmaya başladı. Halk şaşkınlık içinde geri çekildi. Türkiye rahat bir nefes aldı. Oysa zamanın ABD Dışişleri bakanı Albright bile "ben bu kadar organize tepki beklemiyordum" diyebilmişti. Bu başaşağı gidişin ilk virajı idi. PKK yönetimi bunu "100 yıl sürecek bir Türk-Kürt savaşını engelledik" diye lanse etmişti. İnsanın aklına "peki o zaman neden 1984 atılımını gerçekleştirdin" sorusu gelip oturuyor ya neyse. İster istemez uyulmuştu buna.. Dramatik bir sonun hazırlayıcısıydı bu fren..
Dördüncü aşama; gerilemenin belli bir plana bağlanacağı 1999 Nisan-2002 seçim günleridir. Bu dönem benim en zor kararlar aldığım ve görünürde onurumdan fedakarlık yaptığım günlerdir. Bir yanda aydınlar İmralı'dan gelen sinyalleri doğru yorumluyor, çıkış yolları aramak için toplantılar yapıyorken, öte yandan da Türk Rejimi başlattığı parçalama programının başarılı olacağı günleri umutla bekliyordu. Gerilla içinde huzursuzluk had safhaya varmış, kopuşlar en üst düzeyi kapsayacak şekilde tırmanmıştı (bu konuya ve perde arkası gerçeklere ilerde zamanı geldiğinde döneceğim). Durum iki ucu da kötü kokan değnek gibiydi.. Ya genel aydın tavrına katılarak bu yıkımı daha da hızlandıracaktım, ya da bu büyük organizasyonu her ne pahasına olursa olsun ayakta tutmak için herşeyi yapacaktım. Umut ilerde bazı şeylerin değişmesi yönündeydi. Türk Devleti bu belli olmaz, belki idamı da gerçekleştirirdi. O zaman ayaklanabilecek olan halkı hangi organizasyon yönlendirebilirdi ki? (devam edecek)

2004-05-02




Gorusunuz