Teskere olayı ve karşı tedbirler-II

Türk Devleti 1 Mart'ta I. Teskereyi, güya ABD'yi sıkıştırmak ve "biz bölgenin horozuyuz, bizsiz Ortadoğu'da kolay bir başarı olmaz" gibi ham bir hayali kabul ettirmek için, meclisine  red ettirince kazın ayağının öyle olmadığını ABD'nin gerekirse kendisini de ezerek hedefine yürüyebileceğini gördü. Üstelik bu davranışı ile Kürtler'in bu dünya devi ile stratejik ortak konumuna yükseldiğini görmesi de cabası. Süreç içinde çektiği kırmızı hatlarının Kürtler tarafından birer birer aşıldığını kıskançlık ve nefretle seyretti. Bu nefret tek tek insanlar düzeyinde insaflı gibi görünen Türk sağ ve sol yazarlarının kalemlerine de yansıdı. Süreci hepimiz izledik. Mutlaka durumu düzeltmeleri gerekiyordu. Bu havada Müsteşar Büyükelçi Ziyal açık çekle Washington'a gönderildi ve olumlu sinyaller alınmaya başlandı. Beri yandan Saddam yanlıları, Ortadoğu'nun her tarafındaki radikallerle birleşerek yeniden İşgal güçlerine karşı organize olup saldırılar başlattılar. Bunları da daha işin başında kaydetmiştik. Saldırılarda gün geçtikçe daha fazla insan kaybetmeye başlayan ABD yönetimi kara kara düşünmeye başladı. Kontrolu elden bırakmamak kaydıyla, Irak'ta istikrarı sağlamaya yardımcı olacak bir uluslararası güce ihtiyacı vardı. Bu havada dünyaya çağrıda bulundu ve çok az ülkeden olumlu yanıt aldı. Bunlardan biri ve en başta geleni Türkiye oldu. Bu devletin karıştırıcı eğilimini bilen Washington, asker göndermelerine evet demek için hiç bir ülkeye uygulamadığı şartlar koştu Türkiye'ye ve buna rağmen şaşırtıcı bir şekilde "evet" cevabı aldı.

Türkiye açısından bu kadar onursuz bir duruma düşmeyi içine sindirecek kadar hayati olan neydi? Ne umuluyordu asker göndermekle? Bunu anladığımız kadarıyla açalım..

Birincisi; Türk Devleti asker göndermek suretiyle Kürtler'in hata yapacaklarını, dolayısıyla ABD ile stratejik ortaklıklarının gelişmeden, hemen hiçbir meyve vermeden tarihe gömüleceğini hesaplıyorlar. Bence en temel dürtüleri budur. Bu stratejik ortaklık bir kere sona erdi mi, mesele kalmaz. Yeniden müttefiksiz kalacak olan Kürtler'i, sadece biribirlerine saldırtmakla bile hizaya getirmek işten bile olmayacaktır. Gerçekten bu potansiyel vardır. Kürtler, Türkler'in niyetlerini bildikleri için, tıpkı I. Teskere olayında Türk Devleti'nin yaptığı gibi, bu kez tersine, Türkler'in gelmesini veto edecek, ABD'yi Türk Devleti lehine tavır almaya zorlayarak "açığa" düşeceklerdir. Çok aşağılık, fakat zekice bir plandır bu.. Kürtler'in bu planı boşa çıkaracak bir tavır içine girmelerini salık veririm. Gelişlerine direnmek bir yoldur. Ama bu direniş yıpratıcı olacaksa başka yollar aranmalıdır. Açıkça Araplar'la birlikte hareket ederek, gerekirse bazı kayıtlarla Türk Askeri'nin Irak'ın kendileri için en tehlikesiz, fakat bu iğrençler topluluğu için en tehlikeli yerlere sevki için yeşil ışık yakabilirler. Görev aldıkları yeri onlar için bir cehennem haline getirmek ise, bir yere kadar Araplar'ın görevidir. Demek istediğim şeyleri daha açık yazmam olanaksızdır. Kürtler yeni duruma göre tavır alırken iç durumlarını da gözden geçirmelidirler. Biraz daha fazla gayret edilirse ABD, Türkiye'yi işin içine sokmaktan vaz geçebilir. Bu da bir başka gerçek. İşaretler çoğalmaya başladı. Ama Kürtler, her an en kötüyü düşünerek tedbir almalıdırlar.

İkincisi; Türk Devleti bir yandan ABD ile Güney Kürtler'in arasındaki bağı zayıflatırken öte yandan da bu kez elini ateşe sokmadan KADEK'in de bu dünya devi tarafından tasfiyesi için oyunlarını sıklaştıracaktır. Bu arada KADEK'i tahrik ederek yanlışlar yapmasını sağlamaya, dünyanın açıkça terörist olarak nitelediği eylem tipine girişmesi için manipüle etmeye çalışacaktır. Böylece daha sert tedbirlerle güya sadece bu "terörist" örgütün, aslında tüm Kuzey Kürtleri'nin siyasal olarak tasfiyesine yönelecektir. Sonuçta Kürtler'in hangi yolla olursa olsun hak taleplerinin önünün tıkanması hesaplanıyor. Görüldüğü gibi Türk Devleti bu konuda da hedefine oldukça yakın gibi duruyor. Zalim olarak nitelenmekten mazluma postu giymeye ancak böyle, bir tek onursuz manevra ile ulaşılmaya çalışılıyor..

Üçüncüsü; Türk Devleti ilerde, Irak'a petro-dolarlar akmaya başladığında, sözkonusu ülkenin yeniden inşasında söz sahibi olmayı dayatıyor. Yıllık asgari pay olarak 10 milyarı aşacak olan böylesine bir pasta elbette iştah çekicidir. Böylece ilerde, epey ilerde bu ülkeyi sömürgesi haline getirmeyi de hesapları arasında tutuyor. Kürt tarafı, Türkler'e, duruşları bu olduğu müddetçe, bu pastayı yedirmeyeceklerini açıkça göstermelidirler.

Bu aşamada göründüğü kadarıyla Kürt tarafı bir şekilde satışa sunulmuş gibidir. Ama bu gerçek Kürtler'i suçlu aramak gibi beyhude bir yönelime sokmamalı. Çünkü siyaset her zaman bir satranç oyunudur. Hamleyi doğru yapan, güçlerini doğru dizen kazanır. Bundan dolayı hiç kimseden şikayetçi olmaya hakları yoktur. Zaten şikayetin derde deva olmadığı da ortada. Baştan beri uyarıyorum. Evet, Sayın Genel Sekreter Talabani'nin ve Sayın Başkan Barzani'nin ayrı ayrı çabaları çok değer verilecek çabalardır. Ama bu yetmiyor. Zenginlik içinde bir nevi fakirliği yaşıyorlar. VAKİT HIZLA İLERLİYOR. KÜRT LİDELİKLERİ BU ALTIN DEĞERİNDEKİ VAKTİN ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜNÜ GÜÇLERİNİ CİDDİ BİR ŞEKİLDE BİRLEŞTİRMEK İÇİN KULLANMALIDIRLAR. Birlik Kuvvettir! Bu anlaşılsın, gerçekten, içe sindirerek anlaşılsın. Bu şartları bir daha hiç bir zaman yakalayamayabiliriz. Vakit bitiyor. Güney'de hala iki Kürt devletçiği var. Peşmerge kuvvetleri birleştirilmemiştir. Hala, bu birlik oluşmadığı için, ortak ve net bir "kırmızı çizgi"leri yoktur. Ayırımsız tüm Kuzey Kürtleri ile, Kürdistan'ın bütün parçalarındaki Kürtler ile birlik içinde olduklarını ifade etmekten hala kaçınmaları bir zayıflıktır. Buna Kuzey'in en büyük örgütünün ideolojik amaçlı ilişkilerinin ve duruşunun engel teşkil ettiğini de kaydedelim. Evet, KADEK hala Türkiye'de muhalefet oluşturacak ve 20 yıl sürebilecek bir proje uygulamakla meşgul. Anlaşılan bu örgüt vakit mefhumunu unutmuştur. ABD'nin vakti ise gittikçe doluyor.. Vakit geldiğinde artık iş işten geçmiş olacaktır. Kürdistan'a beyniyle dönmenin zamanı geçiyor.

Ben burada esas olarak, yeniden ve yeniden, KADEK'i uyarmak istiyorum. Oynanan oyunun büyük bir kısmı bu organizasyona yönelik olduğundan, uyarılarıma konu olan saptamalar eğer doğru ise, önemlidir. Umarım yanlış anlaşılmaz. Evet, Ortadoğu'nun bu kadar karıştığı ve zamanını/(mı)zın çok dar olduğu bu acil süreçte özel olarak Türk Solu ile, genel olarak tüm ilkişkilerinizi ve duruşunuzu gözden geçirmeniz hayatidir. İsim değiştirme kongrelerinden ziyade döneme uygun düşen bir duruşu içe sindirerek oturtmak hayatidir. Sizin, Kürtler'i atlayarak, onların büyük bir kısmını dışlayarak ,Türkiye'de "muhalefet oluşturma" veya muhalefet oluşturmaya yardımcı olma amaçlı olarak izah ettiğiniz ve döneme uygun düşmeyen çabalarınızı anlamak mümkün değildir. Diyalektik düşünce tarzını kullanıyoruz diyorsunuz, ama Türk Solu için başlıca hareket ettirici dinamiğin içsel olduğunu unutuyorsunuz. Onların iç dinamikleri ne alemde, bunu doğru irdelediniz mi? Türk Solu'nun iç dinamikleri el verse de, onların ciddiye alınır bir muhalefet hareketi oluşturmaları için en iyimser tahminle yirmi yılı kapsayacak bir birikime ihtiyaç olduğunu hiç düşündünüz mü? Oysa bugün itibariyle, toptan yok olma ile var olma arasında gidip geldiğimiz bir iki yıllık süremiz var, 20 yıl değil.

Türk Solu en güçlü olduğu 1968-1971 kesitinde bile ciddi bir muhalefet oluşturamadı, bunu hepimiz izledik. Hep bölündü. Hem o dönemde "Reel Sosyalist" olarak niteleseniz bile, SSCB dağ gibi hayattaydı ve bütün dünyada varlığı hissedilen sosyalist bir devletti (ya da öyle anlaşılıyordu). Her renkten, hatta onlara küfür eden, her komünist için umut kaynağı idi. Buna rağmen o dönemde Türk Solu'nun vardığı en yüksek aşama "ordu-millet elele, milli cepheye" sloganı ile hayata geçirmeye çalıştıkları Baasist kopyası bir Kemalist darbe idi (8 Mart 1971 mutasavvar cuntası'nı onaylamayan bir tek Türk Sol örgütü çıkmamıştı). Kendilerini oldukça güçlü hissettikleri bir zaman kesitiydi bu. Buna rağmen bir fiske ile yıkıldılar ve bir daha kendilerine gelmediler. Çünkü temelsiz idiler ve boyuna bölünüyorlardı. 12 Mart Cuntası geldiğinde, TİP, THKP, THKO, TİİKP, TKP-ML, Sosyalist dergi vs gibi parçalara ayrılmışlardı. Şimdi dünyanın bu kadar değiştiği, SSCB'nin yıkıldığı, komünist partilerin sosyal demokrat partilere dfönüştüğü bir zaman kesitinde siz kalkmış ciddi ciddi Türkiye'de marksist anlamda birleşik sol bir muhalefet oluşturmaya çalışıyor, bu uğurda size asıl güç verecek olan Kürtler'in büyük bir kesimini dıştalamakta tereddüt etmiyorsunuz.. Bu olacak iş mi? Akıl karı mı?

Türk Solu ile ilişkilere son verilmesi konusunu bu kadar işlememin altında Kürt kalma ile Türkiyeli bir sol olma arasında temel bir yol ayırımı olduğunu görmemdir, bunu vurgulamalıyım. Türkiyeli bir sol olacaksanız, Kürtler'in "Türkiyeli sol" olmayı kabul etmeyen sol kesimi dahil, tüm siyasi yelpazesinin durum değerlendirmesi yapması kaçınılmaz olacaktır. Kendisi olmak, kendi kimliği ile siyaset yapmak her Kürt'ün hakkıdır. Bu hakkı hiç kimse engelleyemez. Türk Devleti bunu görnüş bulunuyor, ama kabullenemiyor. İşte siyasal mücadele bunu kabul ettirip ettirememek, yani kendisi olup olmamaktır. Başkası olunarak hak talep edilemez. Üstelik ciddiye alan da çıkmaz. Temel budur.




Gorusunuz