Teskere olayı ve karşı tedbirler-I

Türk Hükümeti, daha açıkçası, CHP'nin demokrasicilik gösterisi yaptığı komik bir muhalefet eşliğinde, derini ile yüzeydekisi ile, ideolojik aygıtlarının propagandası eşliğinde Türk Devleti bir bütün halinde onayladı ve teskere meclisten de geçti. Şimdi uygulama vaktidir. Bunu Kürt Ulusu olarak dikkatle takip edeceğiz. Ama ben hala oradayım ve "perde arkasında ABD yetkilileri ile Türk görüşmecileri arasında neler konuşuldu" sorusunun cevabını arıyorum. Gerçekten kötü kokular yayılıyor etrafa. Duruma daha yakından bakmak için önce bazı sorular soralım: Birincisi; teskerenin kabulundan önceki son Ankara görüşmesi ile birlikte Türk devlet makamları neden birdenbire şevke geldi? İkincisi; bayram yaptıkları yüzlerinden okunan yetkililer yeniden kırmızı çizgilerden bahsetmeye başladılar, neden ve hangi cesaretle? Üçüncüsü; borsa spekülatörlerinin kulağına ne fısıldandı ki birden bire dünya savaşını kazanmışcasına indeksi coşturdular? Dördüncüsü; Türk Devleti bütün bu süreç boyunca neden, tıpkı 1993'te olduğu gibi, Kuzey Kürtleri'ne karşı pervasızlaştı? Devlet gazetecileri neden bir bütün halinde Kürtler'e karşı azgınca saldırılar başlattılar? Siz Sayın Salih'in ve ardından Güneyli iki partinin uyutma taktikli olarak Ankara'ya davet edilmesine bakmadan bu ciddi soruların cevaplarını bulmaya çalışın.. Ben cevaba çok yaklaştığımı hissediyorum ve doğru sandığım sonuca ABD'li yetkililerin açıklamalarına uyguladığım analizi, Türk Devlet yetkililerinin bayram havası içinde saçmalamaya varan kabadayı açıklamaları ile birleştirerek varmış bulunuyorum. Şimdi bu vargımı sizinle paylaşmak, karşı psikolojik atağın ne olması gerektiğini tartışmak istiyorum.

Benim vargım, Türk Devleti'nin ABD'den, Irak'ta devletin yeniden şekillenmesi sürecinde eski, şekli öezerklik statüsünün, adına "federasyon" dedikleri bir yapı oluşsa bile bazı reformlarla devam edeceği sözü aldığı merkezindedir. Şimdi bunu açalım: Türk Devleti ve onun ideoloji üreten evlatları; Türk Sağı ve bilhassa Türk "dost" Solu, sürecin başından beri Kürtler'in bağımsızlık kazanabileceğinden kuşkulanıyor, korkuyor, bunu engellemek için olmadık iftiraya ve tuzağa başvuruyorlardı. "Yeni İsrail", "Kukla devlet", "Yüzyıl sürecek savaşlar" falan gibi nitelemeler sadece bunlar tarafından değil, en üst düzeyde KADEK'ten de seslendirildi, coşku içindeki Kürt tarafı yıldırılmaya çalışıldı. Türk Devleti ise Kürtler'in bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkışının olmazlığını ıspatlamak için provokasyonlara başvurdu, istikrarsızlık yaratmak için elinden geleni yaptı, Suriye ve İran'la birlikte adı verilmemiş bir cephe kurdu. O bunaltıcı antipropaganda günlerini hepiniz hatırlarsınız. Buna karşı Kürtler'in birliğinin çözüm olduğunu ilan eden sesler yükseldi ve Kürt Medyası'nda kansız bir Kürt ulusalcıları, Türk Solu savaşı cereyan etti. Haksız taraf ideolojik olarak büyük bir yenilgiye uğratıldı, ama hala dimdik ve eskisinden de güçlü bir şekilde ayakta. Bu arada Türk Devleti sürecin böyle gidemeyeceğini, ABD ile bilek güreşinin kendisine pahallıya mal olacağını görerek Müsteşar Büyükelçi Ziyal'ı Washington'a tam yetki ile gönderdi. Durumun kendi lehine daha radikal çözümü için, tamamen onursuz bir paketle Amerikalı yetkililerin karşısına dikilen Ziyal kısa sürede istediğini aldı (daha doğrusu ABD'nin istediğini verdi) ve Türkiye'ye döndü. İşte bu dönüşle birlikte, Kürt tarafının, bütün uyarılara rağmen farketmediği idam kararının uygulanması için formüller geliştirilmeye başlandı. Ardı ardına yapılan Ankara toplantılarında, imha planı olarak nitelediğim formüle nihai şekli verildi. Teskere geçti ve detaylar konuşulmaya başlandı..

Bunun işaretleri oldukça fazla. En başta Amerikalılar'ın "bağımsız Kürdistan bizim çıkarlarımıza uygun değildir" sözleri ve "federasyon" kelimesini telaffuz etmekte oldukça ketum davranarak, Irak'ı oluşturan ulusal grupların biribirlerine giderek daha fazla kuşku ile bakmalarına yol açıcı bir belirsizliği şırınga etmeleri dikkat çekici. New York Times gibi etkili bir Amerikan Gazetesi'nin önde gelen yazarı William Safire'nin, Mesut Barzani ve Celal Talabani'nin yeni Irak'ta en tepedeki göreve gelmeyeceklerini kaydetmesi; 'Kürtler'in çıkarlarına en iyi hizmet, federal bir Irak içinde Kürt otonomisine saygı gösteren laik Şii ya da Sünni liderlere, destek vererek sağlanabilir' demesi bile varılan noktayı, Kürtler'in yeniden ikinci sınıf insan olarak nitelenebileceğini gösteren işaretlerle doludur. Kürtler için öngörülen özgürlük, Saddam döneminde kabul edilenle neredeyse eş..

ABD yakaladığı ilk dalgayı iyi kullanamadı, kontrolu kaybetmek üzeredir. Bütün işaretler, ABD'nin silahıyla geldiği Ortadoğu'da bir sistem oturtmaya çalışırken, şartlara teslim olmaya doğru ilerlediğini gösteriyor. Bu teslimiyet gün geçtikçe daha da belirginlik kazanmaktadır. Umarım bu u-dönüşünün Amerika'nın kendisine bile ne kadar pahallıya oturacağının bilincinde olurlar. Tam da bu sırada, işgal yönetiminin bir ultimatom ile Irak geçici yönetiminin altı ay içinde yeni bir anayasa hazırlamasını istediği görüldü. Sistem oturmadan, bazı şeyler şekillenmeden oluşturulacak bir devlet yapısı elbette çelişkilerle dolu olacaktır. Kerkük meselesi halledilmemiştir. Göçmenlerin geri dönüş istemlerine karşı alabildiğine bir belirsizlik sürmektedir. Sadece –cek, -caklarla yetiniliyor, Kürtler pohpohlanıyor ve böylece durum geçiştriliyor.

Gelişmeler komplo ve entrika gibi konularda oldukça tecrubeli olan Türk yönetimini tatmin etmedi. Türk müzakerecilerin nihai cevabı almalarından ve Türk Devleti'nin istediği çözümün ancak Irak'ta, giderek bölgede ABD'nin tekerine çomak sokmaması şartına bağlanmasından sonra, sıra Irak'ta, en aşağısından sınırlı bir denetim hakkını elde edecekleri asker gönderme teskeresine geldi. ABD tarafı ise işi sağlama bağlamak için antlaşmaya o meşhur şartlı kullanılacak 8.5 milyar dolarlık maddeyi koydurdu. Bu antlaşma ile Türk tarafı görünürde teslim olmuş, 8.5 milyara mehmetçik dediği askerlerini satmıştı. Fakat pratikte kapalı kapılar ardında; satılmakta olan, müzakerelerin hiç bir aşamasına sokulmayan Kürtler oldu. İşte bu gerçeklerin verdiği sevincin eşliğinde Türk yetkililerin coşkusu tamamen suyun yüzüne çıkmıştı.

Anladığım kadarıyla bundan böyle Türk tarafı "federasyon" adı verilecek bir çözüme hayır demeyecek. Çünkü korkacak bir şeyleri kalmamıştır. Irak Devleti yeniden şekillenirken merkezi hükümetin güç merkezi olması, federe devletlerin merkezle bağlarının çok güçlü olması konusunda Türk tarafının isteği yerine getirilmektedir. Böylece ABD çekildiğinde, kurulan sistemin geriye doğru restore edilmesi mümkün olabilecektir. Okyanus ötesi gücün zıt-pıt işgal hareketi başlatması mümkün olmadığı hesaplar arasında. Üstelik KADEK ile ve giderek tüm Kuzey Kürt muhalefetinin tasfiyesi ile ilgili ciddi kararlar da bunlar arasında. İşte ABD'nin bütün bunlara, bizce tam sezilemeyen bazı şartlara bağlı olarak, evet dediği son gelişmelerin ışığında sezilebilir..

Bütün bunlar biraz da buzdağının görünen kısmı. Türk tarafının, kendisini uzun zaman "onursuz"lukla suçlamaya hazır bir dünyaya rağmen bu tarzda da olsa Irak'a asker göndermekte ısrar etmesinin çok daha ayrı stratejik sebepleri vardır. Bu sebepleri anlamadan, güne doğru yorum getirmek ve uygun tavır almak mümkün değildir.. Tek başına KADEK'in Güney Kürdistan'daki varlığının Türkiye'nin asker gönderme isteğini kamçıladığını sanmak elbette saflıktır. Bu tamamen yanlıştır. Güney'de hiçbir Kuzeyli Kürt örgütü hatta hiç bir Kürt bulunmasa ve daha ileri gideyim, bu dönem boyunca bir bütün halinde Kuzeyli Kürtler, Güneyli Kürtler'e karşı açıkça düşmanca bir duruş içinde olsalar(dı) dahi Türk Devleti aynı iştahla Irak'a asker göndermek için çırpınacaktı. "Hiç olmazsa gerekçe verilmezdi" dense, bu da aynı derecede safça bir itiraz olurdu. Çünkü müdahaleler için nasıl gerekçe yaratıldığını herkes net bir şekilde Amerikan müdahalesi esnasında gördü. BİLİNMELİ; TÜRK DEVLETİ'NİN HER ZAMANKİ TEMEL GEREKÇESİ, DÜNYANIN NERESİNDE OLURSA OLSUN BİR KÜRT OLUŞUMUNA İZİN VERİLMEMESİ KONUSUNDAKİ PARANOYASIDIR. Bu artık anlaşılmalı. Türk Devleti'nin bu düşmanlığı içe sindirilerek anlaşılmadığı sürece istenen düzeyde doğru veya döneme uygun tavır geliştirilemez.

İşte bunları ön saptama olarak alıyorum . Şimdi biraz Türk Devleti'nin yaşanan bu şartlar altında Irak'a asker gönderme kararı alarak hangi kazançlar umduğunu irdeleyelim ve buna karşı Kürtler'in geliştirmeleri gereken tavırlarla ilgili düşüncelerimizi ortaya koyalım.




Gorusunuz