Yol ayırımı; Türk Solu ile mi, Kürtler'le mi?...-VII

Geçtiğimiz bu nazik dönemeçte elbette dosta ihtiyacımız vardır. Türk Sosyalistleri, sosyalizmin tabiatı icabı zulme karşı olduklarından elbette düşünülen dostların başında geleceklerdir. Bunu "fakat"sız kaydediyorum. Kürt Ulusu sadece ulusal kimliğinin tanınması için dahi mücadele ederken Türk Genelkurmayı'nın sürekli hedef olarak gösterdiği bir konumdayken, biz düşman yaratamayız. Türkiye'nin demokratikleşmesini istiyoruz. Böylece Kürt Sorunu'nun çözümüne giden yol açılmış olur. Kafası işleyen herkes ordunun demokrasinin önündeki en büyük engel olduğunu bilir. Ordunun demokratik bir noktaya çekilmesi gerekir. Bu ise ezici bir çoğunluk ile mümkündür. Ezici oy çoğunluğunu sağlayacak yapı, bileşenleri ne kadar değerli olursa olsun, elbette "blok" denilen yapı olmayacaktır. Siyaset sanatında duygulara değil, ancak katı gerçeklere yer vardır. Blok, genişleme yerine daralma yaratmıştır. Bu artık görülmeli. Blokun yarattığı tahribatı onarmak için çok büyük bir süreye ihtiyaç olduğu kesindir. Yani şu anda katı gerçek kabul edilse bile toparlanmanın ve yeni, realist ittifaklar yaratmanın seçimlere yetişeceği şüphelidir. Buna dikkat edilir umudundayım.

Unutmayalım, içinde yer alan insanlar ne kadar değerli olurlarsa olsunlar, Türk Sol kesiminin önemli bir bölümüne mensup insanlar son Irak Olayı'nda iyi bir imtihan vermedi. Olaylar bize Türk Solu'na mensup bazı kişilerin temeli milliyetçilik olan bir takıntıları olduğunu gösterdi.. Kürtler'in Güney'de yakaladıkları tarihi fırsat, onların bu takıntılarını açıkça ortaya çıkarmış bulunuyor. Onlar, açık veya kapalı bir şekilde Kürtler'in devletleşmek suretiyle Türkler ile eşit bir statü kazanmalarını sindiremiyorlar. Ağabeylik duygusunun ötesinde, bir serf-senyör ilişkisidir özlenen. Kelimenin tam anlamı ile feodal ilkellik budur. Neticede yeniden yalnızlık duygusu yaşanmaya başlandı. Angajman ise yeni arayışların önünü tıkamış durumda.

Daha önceki bölümlerde aklımın yettiğince ve psikolojik savaşla ilgili bilgilerimin elverdiğince Türk Solu'nun, bazan da paralel olarak Türk Devleti ve Dilipak türü Türk Sağı'nın, bir merkezden yönetiliyormuş izlenimi veren bir tarzda Kürt Ulusu'nun ruhunu teslim almaya çalıştığını, detaylarına girmeden göstermeye çalıştım. Bu broşür temelde Türk Devleti'nin psikolojik savaş taktiklerini anlatma amaçlı olmayan bir broşürdür. Psikolojik savaş taktikleri yan etki olarak yansıtıldı, merkeze oturtulmadı. Benim Türk Psikolojik savaşı ile ilgili olarak hazırladığım ve yayınlama olanağı bulunmayan 250.000 baytlık, 106 A-4 sayfası tutan bir araştırmam var. Bu araştırmanın sağladığı bilimsel bir alışkanlıkla makaleleri, satır aralarında söylenmek istenenlerle deşifre etmeye çalışırım. Bu araştırmanın verdiği hakimiyetle yazarın psikolojik durumunu yakalama olanağım oldukça yüksektir. Türk Solu'nu didiklerken davranışlarının temelini yakaladığımı sanıyorum. Bu da Kemalist eğitimle kafalara ekilen ve bilinçaltını işgal eden, "devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü" olarak anayasalarına giren konsepttir. Tabii ki özel gayretle veya aileden gelen alışkanlıkla bunu aşanlar çoktur. Ama ana kol bu dürtü ile hareket ediyor. Kemalizmi eleştirenlerin bile biraz üstlerine gidiniz, kısa bir süre içerisinde nasıl saldırganlaştıklarını görürsünüz. Demek ki çoğunluk özde değil, sözde kemalizme karşı oluyor.

Son zamanlarda ulusal hareketin en örgütlü legal kesiminin de Atatürk'ün "yurtta sulh, cihanda sulh", kalpaklı resim (ki bu resmi Ülkücülerle perinçekçiler daha erken kaptı), Samsun'a çıkış gibi söz, görüntü ve davranışlarına merak salmasının çözüm getireceğini sanmak, abesle iştigaldir. Üstelik genelkurmay tarafından çaresizlik olarak algılanacaktır. Bu saptama dikkate alınmalıdır. Blokun bu yönde tavsiyelerde bulunduğunu düşünmek bile istemiyorum.

Neticede kaynaklara dönüş, toparlanma ve ardından dünyanın kullandığı politik dille ortaya çıkarak ittifaklar arama, demokratikleşme ekseninde çözüme giden yola veya çözüm mercaına girme, bir görev olarak boy veriyor. –90'lı yılların başında cazibesini kaybeden sloganımsı yönelişlerle Kürt Sorunu gibi dev bir soruna çözüm, asla ve asla bulunamaz. Sorun devdir, daha da devleşme eğilimindedir. Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının ABD ile ilişkiler konusunda mırıldandıkları ve perde arkası tartışmaları ve kısmi antlaşmaları yansıtan beyanlarını çok iyi yorumlamak gerekiyor. Bir generalin "ABD, KADEK'i terörist olarak kabul etmektedir, bu örgüte yönelecektir. Bunu zamanı geldiğinde göreceksiniz" şeklindeki sözleri yabana atılamaz (sonraki Ankara toplantılarında bu daha da netleşti). Psikolojik savaş taktiği olarak baktığımda bile olumlu bir yorum getiremiyorum. Ama yine de Türkler'in o meşhur darı ambarı rüyalarını da unutmayalım. Bu düşünceleri boşa çıkmış darı ambarı rüyasına döndürmek elbette güçlerini, dünyaya göstere göstere, birleştirecek olan Kürtler'in elinde. Ulusal ruha dönüş derim ben buna. Ulusal ruha dönüş, demokratikleşme ve asrın gerçekleri çerçevesinde hareket etmekle daha da sağlamlaşır. Demokrasiyi gerçekten içe sindirmiş olan Kürt düşünürlerine, politikacılarına ve yazarlarına kulak vermek, yönetici partiye ve partilere bir zarar vermez. Önde yürüyenler her zaman ekstra bilgilere ulaşabilirler, bunu biliyoruz. Ama bu bilgilerin büyük bir kısmının iyi formüle edilmiş manüplatif bilgiler olabileceğini de biliyoruz. Bundan dolayı geniş iç tartışmalarla yön bulmanın önemi daha fazla açığa çıkar.

Şu andaki birlikte hareket ettikleriniz Kürt olmadıkları için, Kürtler'in, giderek sizin ruhsal sıkıntılarını bilemezler. Bu dostlarınızın zamanları boldur. Yokolma gibi bir problemleri de yoktur. En nihayet bir devletleri vardır. Kendi dillerinde yazıyor, okuyor, dinliyorlar. Kürt ise insan bile sayılmamanın sıkıntısını yaşıyor. Onlar Kürtler'i, kapılarını çalan bir avuç özgürlüğe (daha henüz kapıdan girip girmeyeceği bile meçhul o muhayyel özgürlüğe) merhaba dedikleri için  mandacı olarak suçlarlar. Elbette cehalet veya kendini bilmezliğe verme var bunun içinde. Manda, ki zamanımızda "trust territory" deniliyor, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan ve kendisini koruıyamayan bölge ve ülkelerin BM'nin kararı ile geçici olarak bir devletin korumasına bırakılmasıdır. Kürtler'in, kendilerini çevredeki bunca organize gücün zulüm ve saldırısından koruyacak bir koruma istemeleri doğal haklarıdır. Sömürge altı, yani inkardan "trust territory"e sahip bir halk düzeyine ermek, yakın bir gelecekte tanınacak bir bağımsız devlet anlamına gelmez miydi? Ama Kürtler tarafından böylesi bir talep gelse bile kabul görmez, bu belli.. Üstelik sıfırın altından çıkma çabasındaki Kürt Ulusu, 1918'deki Osmanlı Devleti değildir. Organize orduları, kurumları, daha önce kabul görmüş sınırları olan bir devlete tabanlık yapan halkla, hiç bir siyasi statüsü olmayan Kürt Halkı'nı mukayese etmek çok mu bilimsel Sayın Orkunoğlu? Adıvar, işgal altındaki İstanbul'daydı, ama biraz ötede ayakta kalabilmiş geniş bir coğrafya vardı. Kürtler'in neleri var? ABD'nin koruması altında 10 yıl yarı bağımsız yaşamış olan bir Güney.. Gerisi bazı kurumlar ve silahlı gerilla, hepsi o kadar.

Bir çok teorik sözcük ve altına konmuş asıl düşünce; "Kürt Halkı bir despottan (Saddam-NB) kurtulmuştur, ama aynı zamanda Irak'taki (Güney Kürdistan-parantez içi not yazarın) Kürtler ABD yanında yer aldıklarından Ortadoğu halklarının sempatisini de bu dönem için kaybetmişlerdir".. Bunlar Sayın Orkunoğlu'nun düşünceleri. Yazar, dikkat edeceğiniz gibi, "Güney Kürdistan" gibi Kürdistan'ın en mücadeleci parçalarından birinin adını parantez içinde sunuyor. Onun için asıl olan "Irak'taki Kürtler" terimidir. Parantez içi ise daha iyi anlaşılsın diye kullanılmış bulunuyor. Uluslar'daki, bu arada Kürtler'deki mandacı eğilime bile karşı olduğunu anlatan (ve bunu Kürt Sorunu dolayısıyla anlatan) yazar herşeyden önce Kürdistan'ı ayrı bir ülke olarak kafasında berraklaştırmalıdır. K-ü-r-d-i-s-t-a-n-l-ı K-ü-r-t var, Irak Kürt'ü yok. Bölünmüş yurt, coğrafyanın yaratttığı bazı gerçeklere rağmen, Kürtler tarafından red edilmiştir. Önce bu temelde anlaşalım. İkincisi; "Kürtler, ABD'nin yanında yer aldıklarından Ortadoğu Halkları'nın sempatisini de bu dönemde kaybetmişler" belirlemesi de, daha önce de bir çok kez kaydettiğimiz gibi, kasıtlı ve temelden yanlıştır. Temelden yanlıştır, çünkü Kürtler hayatlarının hiçbir döneminde Ortadoğu Halkları'nın sempatisini kazanmış değiller. Kazanılmamış olan bir şey kaybedilebilir mi? Onlar, Ortadoğu'nun lanetlileridirler! Ne az ne de fazla. Eline silahı alan Ortadoğu'lu, senyörlerin sürek avına çıkışı gibi, dönem dönem Kürt avına çıkmıştır. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Kürtler'in Ortadoğulular'a sempatik güründüğü bir tek dönem gösterin de inanalım.. Dolayısıyla Kürtler'in"önlerine gelen fırsatı red etme" teklifinizi "red etmek" her Kürt'ün görevidir. Kürt Halkı'nı teorik sempati kazanma yolları değil, pratikte önlerine çıkan fırsatları doğru ve yerinde değerlendirmek selamete götürür. Sayın Orkunoğlu'nun belirlemesi kastidir de. Benzer belirlemeler için kaydettiğim gibi, bu, aba altından sopa göstermektir. Alıntıyı kimden yaparsanız yapınız, bu sizin takdiriniz. Ama ben şimdiki kritik dönemde iç tahriklere kendi hesabıma izin vermeyeceğim. Bunu bilin!

Türk Solu'nun bir kesimi ile tartışmaya açık yazımı şimdilik kesiyorum. Bundan sonraki aşamada biraz daha içe döneceğim.




Gorusunuz