Yol ayırımı; Türk Solu ile mi, Kürtler'le mi?...-IV

Türk Solu'ndan yazarların yukarıdaki saptırmalar çerçevesinde kaleme aldıkları yazılar beni hiç şaşırtmadı. Çünkü son zamanlarda cereyan eden gelişmelere bakıldığında,Türk kesiminin istemediği, ama gittikçe belirginleşen bir şekilde Kürt Ulusu'nun tarih sahnesine çıkması olayı yaşanıyor. Ortadoğu'nun bu temel uluslarından sonuncus olan Kürt Ulusu'nun Tarih sahnesine çıkmasını engelleyebilecek en önemli sebep, uluslararası kirli pazarlık ihtimallerini bir tarafa bırakacak olursak, bu halkın kendi hataları olacaktır. Bundan dolayı Kürtler'in hata yapmalarını teşvik etmek, manüplasyona hız vermek gerekiyordu. Kürdistan'ı bir bütün olarak ele alırsak ve birlik içinde hareket etmedikleri takdirde işlerinin güçleşeceğini düşünürsek, Türk Solunun manüplatör kesimi için zayıf halka Kuzey'deki öncü parti, KADEK'tir. Kuzey'in bu dev örgütü, kendisini, tıpkı Türk Solu gibi, marksist-leninist olarak tarif ediyordu. O halde marksist literatürü iyi kullanarak Kuzey'in en büyük ve hakim örgütünü manüple etmek mümkündü. Çiçeğe üşüşen arılar gibi bu partiye dadanmaları, bir yönüyle, bundan dolayıdır.

Çerçeve böyle alınınca daha somuta inebiliriz. Yusuf Küpeli ve Türk Solu'ndan gelme diğer bazı ÖP  yazarları manüplasyon kampanyasının başlıca silahı olan karalama, çamur atma olayında Mihri Belli'den geri kalmadılar. ÖP yazarlarından Orkunoğlu'nun derdi, Kürt Mandacıları, Mustafa ve Sungur Beyler'in derdi Ortadoğu'daki satatüko'nun devamı ve bu arada Saddam'ın geri dönmesi (açıkça ifade edilmezse de bu böyledir), Küpeli'nin derdi Kürtler'in her şeyi.. Öte yandan bunlarla aynı kefeye koymadığım, ama sürpriz bir şekilde "Kürt Amerikancıları"na takan İrfan Cüre de dostça bir eleştiri alacak bizden (Siz böyle değildiniz sayın Cüre, ne oldu da Kürtler arasında Amerikancı birileri aramaya başladınız?).

THKP-C Lideri Mahir Çayan'ı en dar anında, yani 1972'deki Büyük firar olayı sırasında neredeyse yalnız bıraktıran, Onu ve giderek Parti-Cephe Hareketi'ni arkadan hançerlemek gibi bir tavrın ağır sorumluluğunu taşıyan Küpeli, internette yayınladığı uzun makalesinde, Kürt Tarihi'nde, Lütuf buyurarak, Selahaddin Eyyubi ve Mahabat dışındaki tüm figürlere ve direnişlere cepheden saldırıyor, ulusal ne kadar malvarlığımız varsa herşeyi karalıyor. S. Eyyubi, Kürt Devleti yerine o zamanın şartlarına göre bir İslam Devleti kurduğu için, Mahabat ise Stalin tarafından görünürde desteklendiği için bu zatın saldırısından azade tutulmuş.. Bu zat Mahabat'ın, aslında Stalin'in de pay kapmak için aralarında bulunduğu uluslararası petrol pazarlığı sonucu yıkıldığını bilmezlikten geliyor. Bu küçük Kürt cumhuriyetinin yok olmasının sorumluluğunu sadece Anglo-saksonlara bağlama kurnazlığını bile boşuna yapmıyor. Bugünü işaret etmeye çalışıyor. Manüplasyonun daniskası..

Kürtler'in tarih sahnesine çıkma ihtimalinin yarattığı büyük endişe ve kin ile Küpeli de tıpkı Sayın Belli gibi Kerkük'teki yemin törenine takmış kafayı. Törenin ABD Bayrağı'nın asılı bulunduğu bir ortamda yapılması, orada Amerikan işgal kuvvetleri komutanının hazır bulunması, bu komutanın oturuş biçimi ve en nihayet yemin eden Kürt'ün tıpkı Amerikan başkanlarının yaptığı gibi, elini kaldırarak yemin ediyor olması, güya, utandırmış utanmazımızı.. Aşağılık bir tavırmış bu..

Evet Bay Küpeli ve Sayın Belli, Kürtler cumhuriyet tarihiniz boyunca hep aşağılandılar, hata aşağılanma ötesi tavırlar sergilemek zorunda bırakıldılar. "Türküm doğruyum" yeminini etmeyen, köylüsünden lider konumuna yükselmiş olanlarına kadar, hiç bir Kürt okumuşu yoktur. Bayrağınıza selam durmayı, ordunuzda görev alıp uğrunuzda ölmeyi beyinlerinin kullanılmayan hücrelerine bile işlemeye çalıştınız. Kürtler hayatın her alanında aşağılanırken siz hiç bir zaman "utandık" demediniz. En nihayetinde sizin de bayrağınız yabancı, hem de ilhakçı bir gücün bayrağıydı. Bir Kürt Kişiliği ortaya çıkardınız ki ne kişilik.. Bu kişilik elbette pekçok alanda yer etti. Kürtler, modern tarihin son seksen yılında Doğu, Güney, Güney-Batı ve Kuzey'de olmak üzere bu ve benzer kişilikleri kırmak için direnişler sergilediler. Tüm direnişleri Ortadoğu Halkları'nın temel ögeleri olan Farslar'a ve Araplar'a veya dışardan gelip üklelerine yerleşen Türkler'e karşı ulusal onurlarını korumak, bir avuç özgürlüğe merhaba demek içindi. Onur savaşında yüzbinleri bulan şehit kanı döküldü, köyleri yakıldı, şehirleri bombalandı. Yenildiler, yeniden başladılar, yeniden yenildiler ve bir kez daha başladılar. Tüm bunlar efendilerini biraz olsun insani bir düşünceye kavuşturup hak ettiklerinin bir kısmını almak içindi. Çoğu mücadelelerinin ana sloganı, şartlarına ve güçlerine uygun olarak, "Irak'a, Türkiye'ye, Suriye'ye veya İran'a demokrasi, Kürdistan'a özerklik" idi. Yani efendi yine efendi kalıyordu, Sayın Belli, Bay Küpeli, tıpkı şu anda yürütülen Kuzey'deki mücadelede efendinin olduğu yerde kalacağı garantisi verildiği gibi... Kürtler, sözü tam anlamı ile kullanırsak, bazı hak kırıntılarına razı idi bu mücadeleler boyunca. Ama efendiler buna dahi "hayır" dediler. "Ekmek verirsek pasta isterler" zihniyeti ile her taleplerini red ettiler. Çevre devletler çözümsüzlüğü politika olarak dayattılar. Uluslararası ilişkilerini kullanarak Kürtler'i dünyadan tecrit ettiler ve en nihayetinde... Sayın Belli ve Bay Küpeli gibi baldırıçıplakların insafına, insanlık duygularına, sahte kardeşlik türkülerinin sihrine terk ettiler.. Umut fakirin ekmeği, ye Memet ye! Bütün bu aşağılık duruma düşüşün yanında bazı şeylerin sözünün dahi edilemeyeceği açıktır.

1980'li yıllarda iyi dövüştüler. Ama pekçok cephede yenildiler. Anfal saldırıları, Halepçe katliamı olan moralı da aldı götürdü. Kürdistan gazlandı, Kürdistan bir baştan öte başa mayınlandı. Kürt Liderleri'nin büyük çoğunluğu, Başta Mesut Barzani ve Celal Talabani olmak üzere Avrupa'ya çıkmak zorunda kaldılar. PKK gerillası, o müthiş Ortadoğu Halkları'nın oh çekişleri arasında yüz sayısı ile ifade edilir seviyeye indi. İşte böyle bir umutsuzluk anında, ufukta, bölgedeki radikalizmle problemi olan ABD göründü. İYİ DİNLE! İYİ DİNLE BE SAĞIR! Kürtler davet etmediler. Kürtler "gelmeyin" deselerdi bile, yine ve onları da ezerek geleceklerdi. Ama ne yalan söyleyeyim, Kürtler onların gelmelerini dört gözle bekliyorlardı. ABD birinci kez geldi, bir zon ilan etti. Kürt Liderler döndü. PKK toparlandı.. Sonra yine geldi, bu kez diktatörü götürdü. Kürtler onları, diktatör Saddam'ı devirdikleri, onyılların terörüne son verdikleri için sevinçle bağırlarına bastılar. Onlar da Kürtler'e dostça davrandılar. En karanlık anlarında, yok olma sürecinin eşiğinde bulunan bir ulusu, sebep ne olursa olsun, kuyudan çıkarmakta olan eli, o ulusun fertleri neden red edeceklerdi ki? O elin sahibine elbette teşekkür borçluydular. Bunu yapmamak nankörlük olacaktı. Böylesi bir nankörlüğü gösterecek karekterleri yoktu. O eli tuttular, dostça davrandılar. Ellerinden geldiğince yardımcı oldular. Kabul gördüler, kabul ettiler.

Bunu Türk Solu'nun bir zamanlar en sakini (belki de bir kere hariç her zaman en sakini) olan  değerli yazar Sayın Cüre de duysun. "İnsan gibi insan" bir Türk olarak bize bu fiili durum karşısında ne önerirdi? Saddam'ı kurtarmak için silaha sarılmamızı mı? Verileni, "Türk Solu ve onun gerçekten mümtaz mensubu biri olarak Sayın Cüre istemiyor" diye red mi etmeliydik? (ki Sayın Cüre'nin red edin diyen bir tek cümlesi yoktur). "Amerikancı görünme ayıbı"ndan kurtulmak için, Sayın Cüre'nin de beş para vermediği halkların kuru kardeşliği türküsünü daha bir içten söylemek için, sloganlarımızı daha bir gürleştirip, "Coni go hom"u en yüksek sesimizle mi söylemeliydik? Beni boğulmaktan kurtaran Coni neden gitsin? Kendimize ait bakış açımız olmadığını kim, hangi delillere dayanarak iddia edebilir? Şimdi "Amerikancı" olarak nitelediğiniz her Kürt, günümüzde zayıf da olsa, belli bir siyasi çizgiden gelmektedir, belli bir programın sahibi olarak konuşuyor, yazıyor. Onların yazdıklarını daha tarafsız bir gözle okuyunuz. Mesela, benim 1975'te deklere ettiğim sloganım hala geçerli; "Bağımsız, birleşik, bloksuz, demokratik Kürdistan".. Ama şartlar bunun için hiç müsait değil. Olabilir.. Ara duraklar için de formülleri var. Hatta şartlar oluşursa Türkler ile birlikte yaşama arzuları da doğabilir (gerçek gönüllü birlik). Bana göre bu tamamen; TÜSİAD'ın, değerli bazı sol kişiliklerin, bazı demokrat İslami düşünce sahiplerinin sahip oldukları eşitlikçi fikirlerin yaygınlık kazanması ile mümkündür. Kürtler'in, ulus olarak düşünce sistemlari itibariyle tek ideolojiye mahkumiyetin söz konusu edilmemesi gerektiğini herkesin anlayacağını sanıyorum. Çünkü Kürt bir sınıfı değil, bir milleti çağrıştırır. Ulus olarak Kürtler için en başta KÜRDİSTAN'IN ÇIKARLARI GELMELİDİR, GELİR.. Bu anlaşılabilir mi? Bu kişilikli bir politika değil mi? Sadece blok politikaları doğru diyorsanız, cevabımız, "at gözlüğü ile sorunlara bakanlar çözüm gücü olamazlar" şeklinde olur..
Herkesi, bu arada Kürtler'i, KADEK'e karşı yapılması muhtemel saldırılara tavır almaya çağırıyorsunuz. Kürtler senin çağrına gerek kalmadan elbette üstlerine düşeni yapacaklardır. Bu bir namus meselesidir. Ama şark kurnazlığını bırakarak biraz da kendiniz blokun öte yakası olarak harekete geçinsenize? Bu, yoldaşlığın gereği değil mi? Kaydettiğim gibi, Kürtler zaten orada olacaklardır. Yeniden kan dökülecekse, dökülecek olan kan kuşkusuz ve maalesef sadece Kürt kanı olacaktır. Yani benim, onun, bunun. Kürt Halkı üzülecek, Kürt Anaları gözyaşı dökecektir. Ama o kadar yüksekten atan ve en büyük çözüm gücü olarak gösterilen blokun "öteki" bileşenlerinden bir tek kişinin veya yakınının burnunun dahi kanamayacağı şimdiden belli. Oysa öyle olmamalı, tamtamları duyulan yeni bir savaş merhaba dediğinde blokun "öteki" bileşenleri önleyici, caydırıcı güçlerini mutlaka göstermelidirler. Ne derler, "iyi günde, kötü günde". Bir ek: Sizi asla Türk Solu'nun bahsettiğim elemanları ile bir tutmam. Ama Kürtler'i "Amerikancı" ve "Amerikancı olmayan" olarak ayırmaktan vazgeçmeniz, sizin imajınızı bozmaz, güçlendirir. Ayrıca Kürtler'in önemli bir kısmının Amerikancı olmalarında hiç bir mahzur görmem. Bu da bir düşüncedir. Yanlışlığının garantisini kim verebilir? Demokrat olmak, diğer düşüncelere de tahammülü gerektirmez mi? (Devam edecek)




Gorusunuz