Önce Güney'e bakış ile ilgili bazı kısa cevaplar

Ben dahil, bütün Kürt siyasi gözlemcileri ve siyasetçileri, Güneyli Kürtler'in 1991'de bir ihanete uğradıklarını, ABD Başkanı Bush tarafından orta yerde bırakıldıklarını kaydeder dururuz. Ama o zaman kesitine ve sonrasına pek aldırış etmez bir tavırla öne süreriz savımızı. Yani eksik..
Evet, 1991'de önceleri Kürtler'in kısa bir süre için orta yerde bırakıldıkları doğrudur. Bundan dolayı büyük can ve mal kayıpları yaşadıkları da. Tıpkı Enfal saldırılarında olduğu gibi. Ama iki şeyi unutuyoruz: birincisi; gücümüzün üstündeki bir genişlikte harekete geçtik, Irak'ı kuzeyden harekete geçerek kurtarmayı hayal ettik.. Umduk ki sıkıntı yaşadığımız anda Batılı Güçler hemen gelecek ve bizi kurtaracaklar. Bu olmadı ve olmayacaktı da. Çünkü bir ateşkes imzalanmıştı ve bu ateşkes antlaşmasında Irak Rejimi'nin egemenliği altındaki tüm coğrafyada hakimiyetini kurma hakkının elinden alındığına dair bir hüküm yoktu. Saddam buna dayanarak saldırdı ve elindeki helikopter güçlerini iyi kullanarak panik yarattı ve başlangıç için bir başarı da sağladı. Kürt Güçleri hızla geri çekildiler. Kürt Halkı sınırlara yığıldı. Perişan oldu. Ama Mesut Barzani bu geri çekilme olayına Selahaddin yakınlarındaki bir köyde, ki adını unuttuğum bu köyü ve direnişin başladığı noktayı bana Güneyli Kürt KTV Ekibi göstermişti, buradan ancak ölüsünün çıkarılabileceğine yemin ederek durdu ve karşı saldırı için hazırlıklara başladı. Direniş cansiperane oldu ve Baas güçleri geriletildi. Önce Selahaddin'e girildi ve burada mevziler sağlamlaştırıldı. İşte tam da bu sırada dünya ve Amerikan kamuoyunun bunaltıcı baskısı ile Baba Bush fikir değiştirerek Kürtler'e BM tarafından koruma sağlanmasını emreden 688 nomaralı kararın çıkmasını sağladı. Bu sırada Barzani Hewlêr'e girmişti bile. Yani özgüç, Kürdistan'ın özgül şartlarına rağmen önemliydi. Bu öğrenildi.

İkincisi; bu olaydan sonra Kürtler ABD ve İngiltere'nin koruması altında yurtlarına geri dönüp bir devlet gibi örgütlenmeye başladılar. SÜREÇ İÇİNDE DEVLET NEDİR, NASIL YÖNETİLİR GİBİ SORULARIN CEVABINI ARADILAR VE BULDULAR. Oniki yıllık bir staj dönemini, Türk Generaller Devleti'nin de açık teşviki ile, bazan boğazlaşarak, bölünerek, ama esasta devlet yönetmeyi öğrenerek tamamladılar. Kurdukları üç üniversite'de Batı'da kabul edilebilir bir öğrenim süreci başlattılar. Dışardan hocalar getirdiler. Yurtsever Kürt Bilim adamlarından yararlandılar. Eğer Saddam birinci savaşta alaşağı edilseydi bu deneyimi kazanamayacak, usta Arap yöneticilerin ayak oyunlarına kurban gidebileceklerdi. Bugünkü sonucu gördükten sonra insanın 1991 ihaneti denilen olaya teşekkür edeceği geliyor.. Çünkü şu anda Irak'ın yeniden yapılanmasında motor artık Arap siyasetçileri değil, Kürt liderlerdir. Bu az bir şey mi? Bundan dolayı artık 1991 ihaneti edebiyatından vazgeçmeyi öneriyorum.

Bir diğer husus, Türk Solu'nun, bilhassa KADEK'in yeni blok politikasını kemikleştirmek, Kürtler arasındaki ayrılığı derinleştirmek ve giderek Kuzey'i marjinalleştirmek için kullandıkları şablona, yani "Talabani-Barzani türü liderler" şablonuna kısa bir değinme olacaktır. Türk Solu, daha açıkçası Türk Milliyetçileri'nin sol kanadı gibi hareket eden sol, Irak'ın istilasından beri, ama endişe ile ve hatalar yaparak Kürt Ulusal Hareketi'nindeki bölünmüşlük durumunu derinleştirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Bu arada KADEK ile Güneyli Kürt Partileri arasında var olan ideolojik farkları ellerinden geldiğince abartıyor, aralarındaki çelişkiyi çözülemez hale getirmeye çalışıyorlar. Bu arada bilimsel hatalar da yapıyorlar. Herşeyden önce, bizim Kürtler olarak kafalarımızda yok saydığımız, ama politik olarak bir gerçeklik olan sınırları bu Türk odakları fiiliyatta bile görmezden geliyor, Kuzeyli organizasyonlar ile Güneyli organizasyonları bütünlüklü bir siyasi coğrafyada, yani açıkçası aynı sömürgeci devletin hakimiyetindeki sınırlar içinde imişcesine alternatif olarak sunuyorlar. Oysa dört parçaya bölünmüş olan ve sömürge altı şartlarda, ilhak edilmiş olarak elde tutulan Kürdistan'daki ulusal mücadele her parçada ayrı bir gelişme çizgisini takip etmek zorunda bırakılmış olaraktan ayrı şartlarda gelişerek bugünkü seviyeye ermiştir. KDP'yi ve YNK'yi doğuran şartlar Güney'deki kitlesel direniş geleneği itibariyle düşünüldüğünde anlaşılır hale gelir. Kuzey'deki direnişi şekillendiren ise, KDP hariç, Türk Solu'ndan etkilenen Kürt Marksist-Leninistleri'nin (o günkü) kafa yapıları itibariyle yarattıkları örgütlenmelerdir, ki bu örgütlerin neredeyse tümü, soğuk savaş şartlarının dayattığı, örgütlenme modelini gerçekçi bir tarzda gözden geçirerek aşmış bulunuyorlar. Kısacası Güney'deki ulusal Hareket, kendileri 1970-1990 kesitinde marksist ideolojinin ışığında yürüdüklerini öne sürseler de, özü itibariyle KİTLESEL PARTİLERİN ÖNCÜLÜĞÜNDE gelişmişken, KUZEY'DE, MUHALİF OLSUN VEYA HAREKETİ YÖNETEN PARTİ OLSUN, MARKSİST ÖNCÜLÜKTE ISRAR SÖZ KONUSUYDU. Bunu Türk Solu'nun kolay anlayacağını veya anlamaya çalışacağını sanmıyorum.
Bu somut gerçeklik iyi anlaşılırsa, her biri kendi şartlarında birer değer olan Güneyli liderliklerle, KADEK'i mukayese etmek abesle iştigaldir. İki ayrı gelişme yönü sübjektif irademizin dışında orta yerde duruyor. Dışardan bakanlara, eğer haince bir niyetleri yoksa bu gerçekliği teslim etmek düşer. Dışardan bakan herkes, dostluk adına, Kürdistan'daki marksist hareketin nasıl olması gerektiğini tartışabilir. Güneyli kitle hareketlerinin de daha da kitleselleşmesi için veya demokratik açıdan gelişmesi için dostça fikirlerini sunabilirler. Ama biz Kürt olmayan hiç kimseye bu kritik günlerimizde Barzani ve Talabani'yi aşağılamak suretiyle bir yerlere şirin görünme iznini, onları cevapsız bırakarak, vermeyiz. Bilimsel olarak tartışacaksanız hodri meydan, bu iki lider konusunda Türk Solu ile marksist literatürü kullanaraktan tartışmaya hazırım. Benim bu liderliklere özel şartlar altında yönelttiğim iç eleştirileri bir malzeme olarak kullanırlarsa bunu elbette kasti bir saptırma olarak alacak, ona göre cevap vereceğim. Ama genel bilimsel çerçevede kalacaklarsa saygılı olacağım. Genel marksizme ve giderek genel ulusal kurtuluçuluk esprisine sahip çıkarak Barzani ve Talabani'yi eleştireceklerse, öncelikle bazı sorulara cevap vermeleri gerekir ki, özelde kim olduklarını ve ne niyetle ortaya çıktıklarını bilerek cevaplayalım: Birincisi; Sovyetler Birliği'nin yıkılmasını neye bağlıyorsunuz? İkincisi; Marksistler'in ekonomik programları nedir, hiçbir demagojiye yer vermeden kendi görüşünüzü kaleme alarak cevaplayınız. Devletleştirme Türkiye bağlamında ne anlama gelir? Benim 2001'de açıkça eleştirdiğim KİT'lerle ilgili tavrınız nedir ve bunun sosyalizm anlayışınızdaki yeri nedir? Üçüncüsü; Kürdistan bir uluslararası sömürge midir? Eğer öyle ise siz Kürtler'in Irak Savaşı boyunca gaddar bir sömürgeci devleti ayakta tutmak, yani cellatlarını kurtarmak için, kendilerine bunlardan daha fazla zarar vermeyecek olan ve kasap Saddam'ı alaşağı etmek için gelen ABD ile karşılaşmasını neden istediniz? Kürtler bu karşı çıkışla neyi kazanacaklardı, neyi kaybedeceklerdi? Demagojisiz, yalın kelimelerle kitlenin anlayacağı bir şekilde açıklayınız. Dördüncüsü; Ortadoğu Halkları 200 yıllık sıcak mücadele dönemimizde bize hangi dayanışmayı gösterdi? Din adına, sosyalizm adına hep ezilmemiz için çalışmadılar mı? Bizi onlara bağlıyacak ne kaldı?

Bu konuda ciddi bir kapışmanın zamanı gelmiş olmalı. Haydi öyleyse Türk Solu, Talabani ile Barzani'yi yazın da tartışalım. Dilerseniz benim sayfama yazın. Dilerseniz e-mail çekin. Dilerseniz tarafsız bir meydan bulun da tartışalım. Ama eğer bu işi bilimsel yapmazsanız ebediyete kadar susun..




Gorusunuz