Kerkük'te ne yapılmaya çalışıldığını iyi anlayalım

Türk Generaller Devleti yemeyeceği bir haltı yiyebileceğini, yani Güney Kürdistan'a girebileceğini çok sert bir şekilde dile getirip dururken, hatta ABD'ye 24 saat süre, yani süreli nota veya kısaca ULTİMATOM verdiğini iddia ederken kendi tribünlerine oynuyor, hem karanlıkta ıslık çalıyor, hem de kalplere korku salmak suretiyle Kürtler'e aynı ıslığı çaldırmak istiyor.. Kürtler bu psikolojik savaş taktiğini yutmamalıdırlar.. Kerkük'ten hiçbir şekilde tam olarak çıkmamalı, orada caydırıcı bir güç bırakmalıdırlar. Çünkü ilerideki sancılı günlerde geri dönüşle ilgili problemler yaşanacaktır. Türk ajanlarının kol gezdiği bir yöreyi boş bırakmaya gelmez. Generaller devleti her an provokasyonlar yaratabilir. Bunlara karşı oldukça dikkatli olunmalı. Ama onlara liderlik edenlerin elindedir her şey. PDK lideri Başkan Barzani ve YNK Lideri Genel Sekreter Talabani öncelikle, bazan nüks ettiği izlenimi veren eski davranışlarından, "ben en fazla kahramanım" gösterilerinden kurtulup davranış disiplininden kopmadan bunu yapmalıdırlar. Aksi takdirde düşman onların bu zayıflıklarını çok iyi yakalayacak, istifade edecektir. Türk Ordusu'nun başı olan generalin Türk Devlet Makinası'nın sergilediği ahengi, Kürtler'in de göstermesi, hem de misliyle göstermesi, yani liderlik düzeyinde "bir şiir gibi" koordinasyon içinde olduklarını göstermeleri gerekmez mi? "Kerkük'e önce şu parti girdi, en fazla bu partinin lideri kahramandır" düşüncesinin seslendirilmesi için hareket ederseniz, elbette Kerkük'ten ilk çıkan da siz olursunuz ve Kürt Milleti'nin moralini bozacak bir davranış göstermiş olursunuz.. Kürt Liderleri'nin, baş düşmana, bu kadar hesapsız hareket ettiği izlenimini vermeye hakkı yok. Unutmasınlar onlar fani, millet, eğer tarih sahnesine çıkıp yaşayacaksa, ulus denilen sosyal kategorinin sonuna kadar "ebedi"dir.

Evet, Güneyli Kürt Liderler koordinasyonsuz hareket ettikleri izlenimini veriyorlar. Oysa tam da bilimsel davranma zamanıdır. Bilimsel davranış için en temel unsur enformasyon değil mi? O zaman sıcak temas hattında bulunan Kürt Liderleri'nin savaş boyunca peryodik olarak bir araya gelip durum değerlendirmesi yapmaları, direkt bilgi alışverişi yapmaları gerekmez mi? Kerkük'e girmek gerekli idiyse şartların oluşup oluşmadığını iyice kollayarak, bunu birlikte, kol kola girerek yapmaları daha inandırıcı olmaz mıydı?. ABD'nin bölgedeki komutanları ile birlikte hareket edilmişse (ki öyledir), Kerkük'e girme sebeplerinin dünya kamuoyuna açıklanması neden bu komutanlardan istenmiyor? Neden bu komutanlar tavizsiz bir şekilde eyleme sahip çıkmadılar? Bu komutanların, Kürtler'le ilgili yanlış izlenim oluşmasına fırsat verecek bir şekilde, demeçler vermelerine engel olunmalıydı. Bütün bu dağınıklığın yaşanması, yanlış yorumların gelişmesi çok mu iyi oldu? Oysa koordinasyon, ama iki parti arasındaki koordinasyon bütün bu tür anti propagandaları engellerdi. Kısaca bu çerçeveyi düşüneceklerini umarım.

Kürt Liderliği'nin, Türk Generaller Devleti (bundan sonra TGD) tarafından yürütülen Kürdistan ve onun Güney'deki kalbi Kerkük politikası biliniyor, buna elbete kuşkum yok. Okuyucularımın da bunu bilmesinde fayda var. Bugün kısaca bunu konuşalım.

TGD, Kerkük'te fiili ve Arabizasyon programı sonucu oluşmuş bir demografik yapının baz alınmasını, Güney Kürdistan politikasının temel taşı haline getirmiştir. Cengiz'in Torunları bütün kurumları ile bu demografik yapıyı meşru göstermeye çalışıyorlar. Yani, Kürtler'in sürüldükleri evlerine geri dönme haklarını kullanmaları "gayri meşru bir avantaj sağlama gayreti" olarak ileri sürülmektedir, ileri sürülecektir. Böylece, Ölümsüz Lider Mustafa Barzani'nin deyimi ile "bir tek Arap mezarının da bulunmadığı" ve Güney Kürdistan'ın kalbi olarak kabul edilen Kerkük bir daha geri dönmemek üzere Kürdistan'dan ayrılmış olacak. Bu elbette kabul edilemez.

Kerkük'te en ciddi araplaştırma ameliyesi Baas'ın Irak'ta iktidara el koymasından sonra başladı. 11 Mart Deklarasyonu ile Kerkük'ün kaderi bir nüfus sayımına bağlanınca, hemen ertesi gün bir eylem planı hazırlandı ve kısa bir süre içerisinde eyleme geçildi. Kürtler her yerde arazilerini satmaya zorlanıyor, taciz ediliyor ve göçe zorlanıyorlardı. Baas bununla da yetinmedi. 1972'de Kerkük'ün merkezinde "Al-Cumhuriyya" ve "Al-Sawra" adını verdikleri iki büyük mahalle inşa ederek oraya sadece Araplar'ı yerleştirdiler. Bu araplaştırma işlemi 1970'li yıllarda bazan hızlanarak devam etti. 1991'de Güney Kürdistan'da fiili özerk bölgenin ortaya çıkması sonucu paniğe kapılan Saddam rejimi, TGD'nin de teşviki ile, Kürtler'in evlerinden uzaklaştırılması hız kazandı. 1991'den günümüze kadar 100.000'in üzerindeki bir sayıda Kürt ile bir kısım Türkmen daha bölgeden çıkarıldı. Köyler dahil her tarafta kesin bir Arap çoğunluğun sağlanması hedefleri idi.. Bu hedefe göründüğü kadarıyla ya varılmıştır ya da oldukça yaklaşılmıştır.

TGD'nin, bu fiili durumu muhafaza etme isteğinin altında yatan amaç, Arap ve Türkmenler'in toplam nüfusunun Kürtlerden fazla olduğu halihazırdaki durumu kullanarak kenti Kürdistan'dan koparrmaktır. İşte bu durumun bir nevi kabul edildiğini gösterir bazı formüllerin ifade edildiğini görüyoruz. KDP Başkanı Mesut Barzani'nin "Kerkük geçici yönetimi olarak önerdiği "Kürt, Arap, Türkmen, Asuri Keldani"lerden oluşacak bir geçici "Kerkük Yönetimi"nin TGD tarafından nihai çözüm olarak algılanacağını unutmayalım. Bundan dolayı Kürt tarafı orada misafir olarak bulunan Araplar'ın şehir yönetiminde yer almasına itiraz etmelidirler. Ayrıca YNK Sekreteri Celal Talabani'nin, 'Türkler'in hassasiyetlerini anlıyoruz' belirlemesi de Türk tezine hizmet edecek niteliktedir. Şu kızgın savaş şartlarında atılacak her adımın bir program dahilinde atılması, sarf edilen her sözün delil olarak kullanılacağı unutulmamalıdır. Kürt Tarafı, Türk Generalleri'ni yatıştırmak, onların sıkıntılarını gidermek zorunda değildirler. Bu generallerin sıkıntıları ancak Kürtler'in tüm kazançlarının güme gittiği an bitebilir..

Bu arada oldukça olumlu bir noktaya gelen KADEK'in o meşhur "kardeş halklar" vurgulamasındaki tonun da Kerkük Sorununda olumsuz bir oldu-bittiye hizmet ettiğini görüyoruz. Hele Kerkük'ün kurtarılmasının ertesi günü Özgür Politika Gazetesi'nin attığı "Kerkük Halkların Elinde" şeklindeki başlık, Kürtler'in bu yolda dökülen kanları ile çelişmiyor mu? Hangi halk(lar) Kerkük için 200 yıl mücadele etti, milyona vuran şehit verdi? Elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin, Araplar bu olaya sevindi mi? Türkmenler Türk Devleti'nin ağzına bakmıyor mu? Kim o atayurdunun sahibidir? Kürtler ve Asurlular değil mi? Hangi halk düşmanla işbirlikçi, hangi halk kurtarıcı? 1970'e kadar yörede bir tek mezarı bulunmayan Arap nasıl oluyor da temel halk olarak kabul görüyor? Sorular, sorular.. Umarım tez elden yanlışlar görülür..

Hiç kimse unutmasın, davalar birlik içinde hareket ederek, inançlı bir şekilde ve tavizsiz bir şekilde savunularak kazanılır. Bu günlerde Türk'ün solu ve sağı ile nasıl birlik içinde hareket ettiğini görün! O halde davanızın haklı olduğunu bilin ve öylece kenetlenerek onu savunun. Güneyli Liderler bunu şimdiye kadar böyle getirdi, bundan sonra yanlış yapma lüksleri yoktur.. Bu, bütün Kürt Güçleri için geçerlidir.




Gorusunuz