Feqî Huseyn mücadele hayatında yeni bir sayfa açtı..

Feqi, son zamanlarda istirahate çekilmek için onu zorlayan beyninin gücü ile, hiç kimseye dayanmadan gönüllere yerleşen ender Kürtler'dendir. Ne medrese ne de "ABC" hiç bir düzenli eğitim kurumunda sonuna kadar okuyamadı. Çok büyük bir yoksulluktan geliyordu. Aşiret büyüklerinin toplanıp ona, "iyilik olsun diye" aşiretin çobanlığını teklif ettiklerinde aslında bu onurlu insanın geleceğini de tayin etmiş oldular. O, ne olursa olsun kendi kaderini kendisi tayin edecekti. Uzun ince yoldaki yürüyüşü o andan itibaren başladı. Sonra Feqî oldu, siyasi oldu, marangoz oldu. O örgütlere dayanmadı, örgütler ondan yararlandı. O 'ABC' okumuşlara ve bir dereceye kadar medrese okumuşlara yol gösterdi, onları, mesela Muş'lu pek çok şahsiyeti Kürdistan davasına kazandırdı. Rizgari adlı, Kürdistan Siyasi Hayatı'nda bir zamanlar çok esaslı roller oynayan bir siyasi yoğunluğun oluşmasında baş rolu oynadı. Onlardan feyz almadı, onlara, yani önde yürüyenlere kusura bakmasınlar, bir şekilde feyz verdi... O küçük görülen medrese tahsilli gözlüklü adam herkesi büyülüyordu. Herkes onu kendi 'askeri' olarak görmek isterken, bu satranç ustası o çevreyi peşine takmış Kürtlük vadisine getirmişti. Şimdi onun hakkında yazılanlara bakıyorum da en aşağısından bazılarını haklı ve yeterli bulamıyorum. Dar grupçu bir zihniyetle yazılmış ve Kekê Feqî'yi belli gruplara çekmeye çalışan bu kalemlere şaşıyorum.. Son zamanlarda tamamıyla gruplar üstü duran bu şahsiyeti kimse kendi grubunun, partisinin malı gibi gösterip küçültmeye kalkmasın. Feqî, belli bir siyasi odak ile birlikte çalıştığı zamanlarda bile zaman zaman bu odağı, asıl mesele lehine olmak üzere, aşmıştır, ki bunun en yakın şahitlerinden biriyim. Onun için Kürt Sorunu'nun, başta barışçı metodlarla üzere, nasıl olursa olsun çözümü en önde gelir. O tüm Kürt Milleti'nin malıdır ve ona bu yakışır.

Ben bu haftaki yazımı, Kürt Sorunu'nun çözümü için harcadığı büyük çabaları dolayısıyla hissettiğim borcun küçük bir kısmını ödemek için, Kekê Feqi'ye, onunla bazı hatıralarımızı temel alacak şekilde ayırdım.
Ben, Feqi'yi 1960'lı yılların ilk yarısında tanıdım. Neredeyse kırk yıl önce. O sıralar, değil mücadele etmek, Kürt olduğunu söyleyen yüksek öğrenim gençliğine mensup kişilerin sayısı bile toplam yüz kişiyi fazla aşmazdı. Mücadele edenlerin sayısı ise ancak vücudumuzdaki parmak sayısı ile ifade edilebilirdi. Hem de Güney'de Barzani öncülüğünde cereyan eden büyük boğuşmaya rağmen. Genç Kürtler'in ve yetişkin aydınların büyük bir kısmı, mahalli rekabetlerin etkisi ile Türk Sistem Partileri CHP ve AP arasında bölünmüştü. Önemli bir kısmı ise sosyalist TİP'e gönül verme durumundaydı. Bu gönülden TİP'li aydınların arasında öne çıkanlar, Tarık Ziya ekinci, Naci Kutlay, Kemal Burkay en fazla dikkati çekenlerdi. Bunlar, Kürt meselesinden büyük bir dikkatle kaçınırlar, tüm sorunların sosyalist iktidar gerçekleştiğinde çözüleceğine gönülden inanırlardı. İşte biz, o bir avuç 'Kürtçü' Feqî gibi medrese ile "ABC" arasında bir yerlerde duran şahsiyetleri hep arardık.. Tavizsiz ve inatçı bir kişiliği olan bu zat ilk andan itibaren dikkatimi çekmişti. TKDP içindeki rolu tarihe mal olmuş olan bu zatı, hatırladığım kadarıyla 49'lar Davası'ndan yargılanan bir şahsiyet vasıtasıyla tanımıştım. Kanım kaynamıştı kendisine..

1965 yılında yakınlığımız daha da arttı. O sıralarda Kemal Badıllı Kürtçe Gramer adlı kitabını yeni yayınlamıştı (1965). Kekê Feqî bir gün bana 'sana bir görev vereceğim, Kemal Badıllı'ya gideceksin. Benden selam söyleyecek, ondan gramerin bir nüshasını isteyecek, bunu alıp İstanbul'a götürecek, orada ... Wolf adlı bir Alman Bayan'a teslim edeceksin' dedi ve bayanın kaldığı yerin telefon numarasını verdi. Wolf, Kürtçe öğrenmeye çalışan, Kürt dostu bir bayandı. O sırada bu tür değerli insanların sayısı oldukça azdı. Doğruca Rûha'ya gittim. Bürosunda Badıllı'yı ziyaret ederek durumu anlattım. Beni evine davet etti. Orada yeni çalışmalarını da gösterdi. Kürtçe-Türkçe bir sözlük hazırlıyordu. O ana kadar Yüzbini aşacak kadar kelime toplama hedefine çok yaklaşmıştı. Kitabı imzalayarak verdi. Hemen alarak İstanbul'a gittim ve söz konusu bayana teslim ettim. O zamanların çalışma metodunu çok iyi anlatan bir hatıra işte...

1967'de başlayan "Doğu-Güneydoğu Kalkınma Mitingleri" serisi yollarımızın eylemsel olarak kesiştiği ikinci durak oldu. Bilindiği gibi bu mitingler, birinci kurucusu olduğum bir siyasi yoğunluğun (KAK) Nihal Atsız'a karşı kaleme aldığı sert bildirinin yarattığı havanın etkisi ile ve bu bildiri merkezli olarak organize edilmişlerdi. Mitinglere büyük katılımlar oluyor, Türk Devleti'nin ciddi bir şekilde endişelenmesine yol açıyordu. Bu mitiglerin hatırladığım kadarıyla iki küçük yıldızı da vardı. Bunlardan biri Kekê Feqî'nin birlikte mitingden mitinge gezdirdiği dokuz yaşındaki oğlu Nevzat, diğeri ise Muhterem Biçimli'nin Kızı (...) idi.. "Babasının oğlu" Nevzat halkı gerçekten coşturuyor, alanlara taşırılan "Feqi Devrimi"nin haklılığını ıspatlıyordu. 1968'de Amed "Muş Oteli Olayı" sonrası gerçekleştirilen TKDP tevkifatı ve işkence olsun diye Antalya'da yapılan mahkemelerin sanıkları arasında Feqî de yer aldı. Çok dikkatle takib ettiğimiz bu dava Kürdistan Tarihi'nin önemli köşe taşlarından biridir.

1969'dan sonra Feqî ne yaptı? Ayrıntıya, hatta bu konuya girme hakkına sahip değilim. Ama Orhan Kotan beni Erzurum'da bulduğunda bu olayda Feqî'nin gölgesini his etmemek mümkün değildi (Bkz hayatım). 1971'de bu kez Amed Sıkıyönetim tutukevi bizi buluşturdu. İki gerçek anlamdaki "komün"nün birinde onunla birlikte yer almıştım. Komünümüzde ayrıca İsmail Beşikçi, Mümtaz Kotan, Rahmetli Yümni budak, aramızdaki kopukluğa rağmen benim için özel bir yere sahip olan Ali Beyköylü, Nezir Şemikanlı, Zülküf Şahin ve kardeşi vardı. En displinli, sürekli eğitim yapan, üreten ve sisteme taviz vermeyen bir tavır benimsemiştik. Bütün cevaevi direnişlerinde bizim imzamız vardı ve "TİP grubu" diye adlandırdığımız ve aralarında Musa Anter, T Z Ekinci, Mehdi Zana, Canip Yıldırım, M E Bozarslan, Naci Kutlay, Niyaci Usta ve bazı gençlerin yer aldığı grupla çok sert bir rekabet içindeydik. Kekê Feqî ileri yaşına rağmen disiplin içinde bizim komündeki (kap yıkama nöbeti hariç) her aktivitede yer alıyordu.. Mahkemeye sunulan DDKO Savunması'nın Kürt Dili ile ilgili bölümü tümüyle onun eseridir. Bu onun ilk sistemli dil çalışmasıydı diyebiliriz (tabii ki Rahmetli Kemal Badıllı için yaptığı yardım çalışması hariç).

Hapishane çıkışında ilişkilerimiz daha bir disipline oldu. 1972 Yazı'nda eşim Rahime ile birlikte Tatvan'a Kekê Feqîler'i ziyarete gitmiştik. Ben oradan, kitle çalışması yapmak üzere direkt İstanbul'a doğru yola koyuldum. Eşim Tatvan'da bir ay daha kaldı. Kendisini evinde his ettiği ender misafirliklerinden birini yaşamıştı. Ben İstanbul'daki faaliyetlerimden dolayı bir kez daha yakalandım ve af kanununa kadar sırasıyla Selimiye, Davutpaşa ve Sağmalcılar'da hapis yattım. Çıkışta çok güçlü bir grup oluşturmuştum. Ne Feqî beni boş bırakıyordu, ne de ben Feqî'yi. Bu arada diğer arkadaşlar da aftan yararlanarak hapisten çıkmışlardı. Bu arkadaşlar Mümtaz'ın öncülüğünde bir yayınevi kuruyorlardı. Mümtaz benim Barzani ile ilgili bir kitap hazırlamamı istedi. Hemen kabul ettim ve hazırlıklara başladım. Bazı duyguları incitmemek için burada ayrıntılara girmeyeceğim, ama bir şekilde Mümtaz'ın bir tavrı sonucu gruptan koptum ve bu, Kekê Faqî ile birlikte çalışmamızın da sonu oldu.. Ben bu arada gruptaki arkadaşlarında onayı ile TKDP'ye angaje olmuştum.

Buna rağmen ailesi ile ilişkimiz hiç kopmadı. Çok yoksul şartlarda yaşadığımız Amed'deki evimize eşi Rabia, iki kızı ayrı ayrı zamanlarda olmak üzere geldiler, ziyaret edip gönlümüzü hoş tuttular. Rahime'nin kız kardeşi'nin evine, Xarpêt'teki ağabeysinin evine daha sıklıkla uğruyorlardı. Yani haber akışı hiç aksamadı diyebiliriz. Öte yandan Eşim Rahime'nin en iyi hatıraları Tatvan kaynaklıydı. Her fırsatta anlatacak yeni bir şey bulur, nostaljik duygularımızı sonuna kadar harekete geçirirdi, hala da geçiriyor.. Onu hayatımızın bir parçası olmaktan hiç çıkarmadık. Zaten 1984'te bir başka sebep daha en aşağısından duyguda bizi bir daha birleştirmişti..

Şimdi hayatında yeni bir mücadele sayfası açmış Faqî.. Ancak telefonla Nevzat'ı arayarak haber alabiliyorum. Azrail'e Kürt Sorunu konusunda seminerler veriyor anladığım kadarıyla. O kadar başarılı geçiyor ki bu seminerler, Azrail onun kendisine en yakın bir yerde durması için özel gayret sarfediyor gibi..

İnatçı satranç ustası Kekêmin, sen sessizliğe gömülecek insan olamazsın! Gerçi on insanın yapacağı kadar iş yaptın. Ama gel gör ki sana doyamadı bu millet. Haydi dikil yine kitlelerin karşısına, 'nenem bu kelimeyi böyle kullanmıştı' deyip yine kızdır bir diğer Musa Anter'i..




Gorusunuz