Tecrit olayı ve savaş kışkırtıcılığı-I

Türk Generaller Devleti 80 yıldır bir "Kürdofobia, Kürt korkusu ruhsal hastalığı" illetini taşıyarak yaşıyor. Bünyesini kemiren "megalomania, (manyaklık derecesinde) büyük olduğunu sanma hastalığı" da cabası. İslamofobia'yı da sayarsak, son yılların Türk Tarihi'ne yön veren olguları saymış oluruz. Son zamanlarda, bu müzmin hastalıkların göstergesi olarak, TV'lerde ve yazılı basında tarih bilincini tazelemek adına eski defterleri karıştırıyor, "Giriti nasıl kaybettik", "oniki adalar sorunundaki hatalarımız", "Kıbrıs'tan çıkmamızı isteyenler bizi Anadolu'ya hapsetmek isteyenlerdir" gibi açık tartışmalarla en üst düzeyde yayılmacı fikirler yayıyorlar. Karşı çıkanları ise terörize etmekte tereddüt etmeyi ise zayıflık sayıyorlar.  Kıbrıs'ta yapılan son mitinglere katılanları da bir koro halinde "vatan haini" ilan eden bu zihniyetin sahipleri, şimdilerde harıl harıl "Musul Vilayeti'ni tekrar kazanma" planları yapıyorlar. Gidişat hayra alamet değil. Bu gidişat Ortadoğu'da Saddamlar'ın, Mustafa Kemaller'in hiç bitmeyeceğini mi işaret ediyor? Birlikte göreceğiz. Generallerin Kürdofobia ile yüklü ve megalomanyakça yürüttükleri politikalar yüzünden Türk Halkı'nın istikbali olarak kabul edebileceğimiz AB treni kaçmak üzeredir. Bu da bir başka çılgınlık.

Tam da bu zaman kesitinde, rastlantı olma ihtimali tartışmalı, tecrit vak'ası başlatıldı. Kürt Tarafı, Sayın Öcalan'a, Zincirli Lider'e, uygulanan uzun vadeye yayılmış fiziki yok etme planına karşı direnişe geçince bu kez işi, güya, inada bindirdiler ve "biz size (siyasi bir) zafer kazandırmayız" şeklinde ifade edilebilecek ilkel bir düşüncenin ışığında, davranıyorlarmış gibi görünen tavırlarıyla, tecriti neredeyse bir savaş ilanı olarak algılanacak hale getirdiler. Türk İlkel Generalleri'nin kafa yapısını bilen bir avuç insan için bu hiç de sürpriz olmadı. Kürtler açısından, çok önemli bir liderin esaret koşulları yeterli görülmeyerek zamana yayılmış bir fiziki yok etme olarak algılanabilecek bir mecraya dökülen, bu tecriti olayı daha büyük bir kuşatmanın, ulus olarak hem Kuzey'de, hem de Güney'de Generaller Devleti tarafından kuşatılmanın bir halkasıdır. Zincirin bir diğer halkası olarak  ilkel generaller topluluğunun "Üçgen" dediğimiz alanda bir de kış operasyonu tertiplemesi ve ABD'nin Irak'ta aradığı silahları kullanarak 12 canımızı toprakla buluşturup bayraklaştırması olarak gerçekleşti. Amaç bir yandan olayı tırmandırarak, bilhassa Kuzey'de Kürdistan'ın kaderi üstünde önemli bir rol oynayan KADEK'i tahrik etmek ve Kürdistan Sorunu'na siyasal bir çözüm ihtimalini hepten yok etmek, öte yandan gerillanın ve gerilla adaylarının yüreğine korku salarak muhtemel bir kapışma öncesi avantaj sağlamaktır. Bu oyuna gelinir mi veya daha doğru bir tabirle bu tahrike ne kadar dayanılır bunu yaşayarak göreceğiz.

Ama görünen o ki Türk İlkel Generalleri çok iyi planlanmış bir oyunu sahnelemiş durumdadırlar. Nedir bu nihai çözüm olarak gördükleri oyun, şartların elverdiği ölçüde açalım:

Generallerin geliştirdikleri yoketme planının yeni aşaması, anladığım kadarıyla, bir yönüyle KADEK adı altında yeniden yapılanan ve bilhassa Kuzey'de Kürdistan Ulusal Hareketi'ni yöneten güce siyasal mücadelenin bütün yollarını kapatma ve bu siyasal gücü süreç içinde hızla marjinalleştirme (en aşağısından baz gücünün düzeyine indirme) amaçlıdır diyebiliriz. Öte yandan Kürdistan Sorunu'nu silah zoruyla ve tüm alanlarda bir defada çözme "fırsatı" olarak algıladıkları Irak Operasyonu esnasında doğacak kargaşadan yararlanarak veya bu kargaşaya doğru gidilirken kirli pazarlıklar sonucu, hiç bir engele takılmadan, hem Güney'i, hem de Kuzey'i aynı anda vurmak gibi kapsamlı bir genişliktedir. Son siyasal temaslar ve giderek su yüzüne çıkan ABD atına oynama gibi kendilerince doğru olan bir yöneliş içinde oldukları ve bu tercihin yaratacağı avantajı kullanarak serbest hareket etme hesabında oldukları her geçen gün daha da berraklaşıyor. Anladığım kadarıylaTürk Derin Devleti yeni aşamayı karşılamak için hazırlıklarına seçimlerden çok önceleri, PKK'nin KADEK'e dönüştüğü günlerin hemen ertesinde başladı.

Neden?

Evet, PKK'nin KADEK'e dönüştüğü kongre esnasında saptanan yeni yol çok ciddi idi ve eğer girilen yolda ısrarla yürünürse orta vadede Türkiye çapında demokrasiyi inşa etme hususunda çabası olan önemli odaklar tarafından siyasi kabul görmesi mümkündü. Yine evet, bence PKK'nin KADEK'leşme kongresindeki şu belirleme Türk Stratejistleri'ni erken alarma geçirmişti: "....Geçmiş dönemde şekillenen örgüt yapısı (PKK kastediliyor), en geniş ulusal ve toplumsal kesimleri içine alacak yeni süreç için yetersiz kalmaktadır. Demokratik kurtuluş sürecinin örgüt yapısı, ulusal ve sınıfsal açıdan ve cins sorunu bakımından yeterliliği gerektirmekte, hem geniş kapsamlı olmayı hem de esnekliği zorunlu hale getirmiş bulunmaktadır" (KADEK I. KONGRE KARARLARI)..

Bu karar, iyi ve ısrarla uygulansaydı, Türk Generalleri için tehlikeli olabilecek bir şekilde hareketin ciddi bir şekilde genişlemesini beraberinde getirebilirdi. Oysa değişim ihtimali savaş ağalarının hesaplarına uymuyordu. Hemen harekete geçilmezse Generallerin korkulu rüyası olan demokrasi denilen tehlikeli araç doğru yola girebilirdi. Derinlerde bir yerlerdeki strateji ustalarının ard arda yapılan toplantılarında alınan kararlar MGK'de devlet kararı haline getiriliyor, hemen uygulama alanına sokuluyordu. Buna göre geniş bir diplomatik saldırı ile KADEK'in dışarda, yani Avrupa ve Amerika'da, kabul görmesi engellenecek, içerde ise tüm bağlantılarının ve gelecekteki muhtemel bağlantılarının üstüne gidilecekti. Dış atakta en büyük yardımı ABD'den alan Türk Devleti ilk yeşil ışığı AB'den, "PKK terör Örgütüdür" şeklinde ifade edilen liste olayı ile aldı. Ardından bunu tüm Anglo-Saksonlar'ın aynı yöndeki kararları izledi. Bu da yetmedi. Müdahale olayı yaklaştıkça ABD Yönetimi'nin vicdanı da stop etti, bu kez KADEK yasaklamaları başlatıldı. KNK'nin manevra alanı daraltıldı. İlişkiler azaltıldı.

İçte ise yaklaşan seçimler öncesi gizli kamuoyu yoklamaları yapıldı ve KADEK'in de desteklediği HADEP'in barajı rahat aşabileceği görüldü. Sonuçları açıklayan Ecevit, Derinler'in paniğini de haykırıyor, seçim yapılırsa bölücülerin meclise gireceğini anlatıyordu. Ertelensin demesi, sözünün eri MHP Lideri'nin inadı yüzünden, hep boşa gitti. Stratejistler bunun üzerine "B Planı" olarak adlandıracağımız uygulamayı başlattılar. Bu plan gereğince HADEP ittifak yapacak ciddi bir odak bulmamalı, ama sürekli bir şekilde seçim ortağı aramalıydı. Bunun için ilk planda zayıf halka olarak görülen ANAP ile YTP makasa alınmış, ulusal yararlar, liderlerin devlet adamlığı vs öne sürülerek bu partilerin HADEP'le bir seçim ittifakına girmesi engellenmişti. O sıralarda KADEK hala kongre kararlarına uygun hareket ediyor, Türkiye'de demokrasiyi kuracak çoğunluğun bir araya getirilmesi için çaba harcıyordu. Çabalar cevapsız kalmaya başlamıştı. İşte bu aşamada Kürdistan Ulusal Hareketi'ni yöneten bu yeni oluşum gittikçe sinirlilik alametleri göstermeye başlamıştı. Kürt Tarafı'nın her an hata yapabileceği, bir sapma yaşayabileceği gözlemlendikçe saptanan planı daha da sert bir şekilde uygulamaya, belki de hareketin içinde varolabilecek ajanlarını da harekete geçirerek, eski PKK'nin de bulunduğu noktadan daha sola kaymalarını hızlandırmak için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Bu arada fren partisi olarak algıladığım AK-Parti'ye vize çıkardılar ve oyları bu mecraya kaydıracak çalışmaya katılması için basına el altından talimatlar verdiler. Meclisin sol ayağı olarak Dervişli, Baykal'lı CHP onay almıştı, ki bu iki parti ABD yanlısı bir politika izleyecek bir şekilde Washington tarafından kıvama getirilmişti. Bunu Özgür Politika'daki son yazılarımdan birinde kaydetmiştim. Böylece hayret verici bir şekilde Derin Türk devleti ile ABD'nin politikaları da çakışmıştı.

Son olarak anlaşılmaz bir şekilde SHP ve Saadet ile de ittifak suya düştü, sahada sadece Türk Solu'nun küçük, AB ve İMF karşıtı marksist partileri kaldı. Bu partilerin mensupları arasında demokrasi kahramanı şahsiyetlerin yanında İlkel Stalinist, Enver Hocacı ve Maocu kişiler en fazla göze çarpanlardı. DEHAP çatısı altında oluşturulan blok ile birlikte KADEK de söylemi itibariyle büyük bir sola kayış yaşadı. Bu kayma hiç bir fren tanımıyordu. Blok'u destekleyen MEDYA-TV'nin moderatörleri kampanya boyunca en mutlu günlerini yaşadılar. Bu mutluluk, sol literatür kullanımı alanındaki sınırsız serbestiden ileri geliyordu. Panel katılımcıları artık iktidarı almaktan da bahsetmeye başlamışlardı. Anlaşılan bu küçük grupçuklarla iyi bir akrabalık geliştirilmekteydi. "Ölüm ayırana dek" ibaresi artık sık sık dile getiriliyordu.

Fakat kitleler bu yeni ortakları bir türlü  içlerine sindiremediler. Kendilerine İMF ile savaş yemini ettiren konuşmacılar tümüyle yadırganıyor, Kürtler'in özgürlüğü için mücadele yerini edilen bu yeni ve tuhaf yeminin alması da neyin nesi oluyordu? Hele daha önce HADEP tarafından tamamiyle benimsenen AB hedefinin unutulmaya terkedilmesi tam bir hayal kırıklığı yaratmıştı... Böylece Derin Devlet'in elini ovuşturarak beklediği ayrışma başlamıştı.. KADEK'in kongre sonuç bildirisinde sözü edilen kucaklama, yerini ideolojik sertleşmeye terk ettikçe karanlık Generaller Devleti'nin işi de kolaylaşıyordu.

Bu arada İlkel Stalinistler'in de içinde önemli yer kapladığı güçlerle girişilen itiifak ötesi birlik AB basınının da dikkatini çekmiş, bir kaç ay önce Sosyalist Enternasyonal'e alınan HADEP veya DEHAP, bu büyük uygarlık platformundan, Sosyalist Enternasyonal'den, seçim kampanyası esnasında destek alamamıştı. Blok bu tavrı "Avrupa'nın tarihi iki yüzlülüğü" olarak değerlendiriyor, ama asıl sebebin ideolojik olduğunu görmüyor veya saklıyordu. Neticede Baykal Avrupa'ya davet edildi ve CHP seçimler esnasında Avrupa'dan tam destek aldı. Söz konusu destek TUSİAD'ı da etkiledi..

İşte bu tecrit ortamında yapılan seçimlerde, bilhassa bloklaşma dolayısıyla, DEHAP saptadığı hedefin çok gerisinde kaldı. Neticede bilhassa Kürt çevreleri tam bir hayal kırıklığı yaşadı. Bazı kırgınlıklar başgösterdi. Bu kırgınlıklar, HADEP içinde cereyan eden iktidar kavgasında Türk Solu ile dirsek temasında bulunanların işlerini oldukça kolaylaştırdı. Bloku destekleyen Türk Solu yazarları ve onlara hayranlık duyan bazı Özgür Politika yazarları durumu kemikleştirmek için oldukça provokatif yazılar döşeyip Kürt Milliyetçileri ile ulusal demokratlarını tahrik ediyor, muvaffak da oluyorlardı. Kürdistan Ulusal Hareketi eğer kısa sürede toparlanmazsa destek yönünden BAZ SEVİYESİ OLAN BİR NOKTAYA İNME DURUMUNDA KALABİLİR.. Bu konuda bu kadar açıklık yeter. (devam edecek)




Gorusunuz