Kitaplarım - Yapraklar Açana Dek - "Satranç"


dördüncü bölüm

Karar Günü

6.Nisan.1996.

Düşmanları hiç vakit kaybetmeden, ta geceden itibaren çevrelerindeki tüm tepeleri tutmuştu. Türkler, sabahın ilk saatlerinde bu kez havadan helikopterle indirme yaparak daha da hızlandırmışlardı yığınağı. Yaklaşık iki saat süren sabah indirmesi ile birlikte 20.000 cıvarındaki dev bir askeri güç çevreye yerleştirilmiş bulunuyordu. Bu ise operasyona çıkan askerlerin üçte ikisinin oraya birikmiş olduğu anlamına geliyordu.. Demek ki "harekâtın imha aşaması" olarak düşünüyordu Türk savaş kurmayları bu aşamayı. Satrancın bu hamlesinde güç dengesizliği korkunçtu. Türk savaş kurmaylarının "mertçe mücadele" edecekleri iyi bir denge vardı doğrusu.. 20.000 asker, 100 cıvarında helikopter destekli ve ağır silahlarla donanmış olan ”Kahraman Mehmetcik”, 320 kişilik klaşinkoflu Kürt militan gurubu ile hesaplaşmaya başlayacaktı. Savaşın bir tarafı; doğdukları yerleri özgürleştirme şiarıyla yola çıkan ve oldukça yetersiz bir şekilde silahlanmış olan bir avuç gerilla, öte tarafta; İsrail ve ABD'nin en aşağısından manevi desteğini arkasına almış imhacı bir ordu, Türk Ordusu.. Hem de ne techizatla.

Saat; 6.. Sabahın köründe, helikopter sürüleri karartmıştı ortalığı. Gökyüzü görünmüyordu hani. Anlaşıldığı kadarıyla Türkler, bu kez ellerindeki tüm helikopterleri havalandırmışlardı. Zaza Kürtleri'nin ”tertur” dedikleri tırtıl sürüleri gibi dadanmışlardı dağlara ve vadilere. ”Bitirecekler”di bu kez Kürt gerillalarının işini.. İşin gerçekten şakaya gelir bir tarafı yoktu. Basına bunun sinyalini operasyonun ilk günlerinde vermişlerdi. "Mahçup çıkmamak için" ellerinden geleni yapıyorlardı. Televizyonda Türk basın mensuplarına; "Yakında tümünün cesetlerini göstereceğiz size" diyen Türk Generalleri çok emin görünüyorlardı kendilerinden. İki saat içerisinde çevrelerindeki tüm tepeler, evet tüm tepeler askerler tarafından tutulmuştu. Üstelik ne tutulma. Her taraf asker kaynıyordu adeta. Sabahın sekizine kadar geçen süre içerisinde Kulp, Darêyênî, Licê arasındaki yöreden tutun, Muş'un güneyine rastlayan bir vadiye kadar olan topraklar tümüyle tutulmuştu. Bu yeni bir savaş taktiğiydi, ki gerillalar bu taktiğe yılın sonunda düzenledikleri Kirya Reş savaşı ile cevap verdiler, hem de çok az bir güçle ve neredeyse aynı metodla..

Gerillalar, geri çekilme hattı olarak düşündükleri alana, düşmanları tarafından tutulan tepeleri takip ederek daha emin bir şekilde ulaşabilirlerdi. Tepelere ulaşamayacaklarına göre, vadileri kullanacaklardı çaresiz. Şimdi Türkler'in sıkı bir şekilde tuttuklerı dağ silsilesinin arkasından dolanıp kuzeye, Geliyê Kovya'ya ulaşmayı planlamışlardı. Hedefe vardıklarında ise iki guruba ayrılacaklardı. Bir kısmı Kulp yöresinde bulunan Dorşin'e doğru yol alacakken, diğer bölüm Darêyênî'nin sırtını dayadığı kuzeydeki vadi ve küçük platolar istikametinde geri çekileceklerdi. Bulundukları noktada yaptıkları bu plan gereği kat edecekleri yollar açık gibi görünüyordu. Bu sanıları öğlene kadar sürdü.

Sakine öğlen üzeri durumu kesinleştirme gereğini duydu. Yolun açık olup olmadığından emin olmak için iki gerilla ile birlikte sırtlarını dayadıkları tepeye tırmandı. Oradan geri çekilme hattı üzerinde bulunan keşif koluna cihazla yolun durumunu sordu. Görebildikleri kadarıyla Türk askerleri yoktu yolun üzerinde. Sakine yine de daha dikkatli bir kontroldan sonra, kendisi ile bir daha bağlantı kurmalarını istedi keşif kolundan. Ama çok geçmeden ”beklenen” bilgi geldi. Orayı da tutmuştu Türk askerleri. Herşeyin ters gittiği bir ortamda düşmanın onların kaçması için bir hattı açık bırakacağını zaten kimse beklemiyordu. Ama yine de bir umut işte. Hani.. Eh, çıplak gerçek acıydı. Ta baştan beri oradaydı düşman. Fakat kar elbisesi giydikleri için ilk anda fark edilmemişlerdi..

Bunun üzerine Sakine ve arkadaşları büyük bir hayal kırıklığı içerisinde aşağılara indiler. Hani tam da imkansıza inanmışken, nereden çıktı bu meyit kılıklı herifler? Sarûm'da sıkışmış olan Amed eyaletinin ana gücü bu kez, yönünü başka tarafa çevirecekti çaresiz. Yolun kapalı olmadığı bir yöne.. Araştırmalarını kısa bir süre içerisinde tamamladılar ve komuta heyetine sunacakları bir karara vardılar; güneye, Vengasur denilen yere yönelmeliydiler.. Vengasur'dan başlatacaklardı geri çekilme harekâtını. Vengasur, Darêyênî'ye bağlı bir yerdi. Cemal'in de kafasına yatmıştı bu. Gelîyê Kovya düşman tarafından tutulmuş olduğundan, artık oraya doğru yürüyüşe geçmeleri imkansızdı. Bu yeni durumu orada görüşmeleri, yönelecekleri nihai hedefi de belirlemeleri gerekiyordu. Çok güç günler yaşayan bölge sorumlusu Cemal düşünceli bir tavırla nöbetçi subayını çağırdı. Tüm komuta heyetinin toplanmasını istiyordu.

Kısa bir süre içerisinde Cemal'in bulunduğu yerde Sakine, Sinan, Yılmaz, Robar, Mustafa ve Remzi'den oluşan komuta heyeti bir araya gelmişti. Durum çok kritikti. Düşmanın onlara yöneliş tarzı, küçük birimlere ayrılarak dağılmalarına el vermiyordu. Bunu yaptıkları anda birim birim yutularak imha olmaları çok yüksek bir ihtimaldi. Çünkü düşman çekilme yollarının tümünün girdi çıktılarını tutmuştu. Küçük bir gerilla birliği böylesi bir pusuya düştüğünde kolaylıkla yutulabilir, imha olabilirdi. Üstelik tabiatın düşmanlığı da cabası. Onları örtecek olan ağaçlar bir türlü yaprak açmıyor, baharla kışın kesiştiği o ufuk çizgisi uzadıkça uzuyordu. Kar vardı yerde. Çamur da cabası. Ayağını bastığın her yer kararıyor, bir fotoğraf gibi çıkıyordu ortaya ayak izlerin. Keşif helikopterlerinin zahmetsizce saptayabildikleri birer fotograf. Yok eğer birlikte çekileceklerse bu da ters bir durum yaratabilir, normalin çok üstünde kayıp verebilirlerdi. İşte bu toplantılarında bu çıkmazı aşmaya çalışacaklardı.

Toplantıda, beklenen karar olduğu gibi çıktı. Buna göre çemberden ancak Darêyênî'nin arka taraflarına düşen Venga Sur mıntıkasından başlatacakları bir yürüyüşle Qilbirûs'a varmaları halinde çıkabileceklerini saptadılar. Bunun için Karat silsilesinin arka taraflarını kuzey sınırı olarak alan bir vadiyi takip edeceklerdi. İlk durakları Karat Tepesi cıvarı olacaktı. Gerillalar o anda, Darêyênî-Kulp-Licê arasını bir üçgen olarak alırsak bu üçgenin tam ortalarına rastlayan Sarûm vadisi cıvarındaki Vanga Sur'daydılar. Buradan güneye doğru hareket ederek Karat cıvarına varacak, oradan da Darêyênî'nin kuzeyindeki Qilbîrûs'a yöneleceklerdi.

Toplantıda alınan kararları her komutan kendi birliğine mensup gerillalarla ayrı ayrı tartıştı. Yorgunluk ve açlığa rağmen yol hazırlıkları büyük bir hızla yürütülüyordu. Can pazarındaydılar en nihayetinde. Bu arada orada bırakılacak olan yaralı ve yürüyemecek durumda bulunan arkadaşları vardı. Ayrıca akşama kadar aralıksız olarak süren çatışmalarda beş arkadaşlarını şehit vermişlerdi. Onları da gömdüler. Sekiz kişi yürüyemeyecek kadar yaralıydı. İşte problem bu yaralılardı. Bunlar ana guruptan koparıldı. Orada kalacakları söylendi kendilerine. Ellerindeki iaşeden bir miktar bu arkadaşları için ayrıldı. Ana gurup ile yürüyüşe geçecek olan hafif yaralı gerillalarla konuşuldu, moral verildi. Öte yandan akşama kadar süren savaş boyunca hiç kimse ağzına bir lokma olsun yiyecek koymamıştı. Yorgunluk ve bitkinlik had safhadaydı. Buna rağmen büyük bir gayretle düzenlemelere gidildi. Başka çareleri de yoktu. Saat gecenin onbirini bulduğunda artık tüm birlikler yürüyüşe geçmek için hazırdı. Kalan arkadaşlarla vedalaşıldı. Kucaklaşıldı, son sözler söylendi. Yarın ne olurdu, kimbilir?..

Yürüyüş gecenin bu saatinde başlamıştı. Ama ilginç tabiat şartları tümden onlara karşıydı, şöyle: Gerilla yer değiştirmek için sürekli gece vakitlerini seçiyordu. Çünkü gecenin siyah örtüsü onları hem düşman gözlerden koruyordu, hem de hava akınlarının o bunaltıcı baskısından. İşte tam da bu mecburiyet, onları mevsimin "kötü niyetini" göğüslemek durumunda bırakıyordu. Gündüzleri güllük gülüstanlık olan hava, geceleri birdenbire kararıyor, soğuyor ve kar mı yağmur mu olduğu belirsiz, durmak nedir bilmeyen bir tuhaf yağış başlıyordu. Bu şartlar, zaten açlık ve yorgunluktan dolayı ağır yürüyen gerillaların çok daha ağır yol almalarına sebep oluyordu. Açlık, yorgunluk, moral bozukluğu ile takviye edilen bu hava şartlarında başka nasıl yürünebilirdi ki? Ama Karat yanıbaşlarındaydı. Normal şartlarda iki saatte alabilecekleri yolu, o gece ancak sabaha kadar alabildiler.

***

Yürüyüşleri oldukça yavaş adımlarla cereyan ediyordu. Bu yürüyüşte o heybetli gerilla adımlarından eser bulamazdınız.. Vanga Sur'a çevirmişlerdi yönlerini. Orada düşman askeri bulunmadığını umut ediyorlardı. Bundan dolayı Vanga Sur geri çekilme harekatının başlatılması için ideal bir nokta sayılıyordu herhalde. Bu arada gelen haberlere göre bir gerilla birliği Vanga Sur'u kontrol altında tutuyordu. Eh, vadi arkadaşlarının elinde olduğuna göre geçici de olsa emin bir yer sayılırdı. Akif cihaz vasıtasıyla tepelerde görev başında bulunan mangalardaki arkadaşlarına da Vanga Sur'a doğru hareket etme emrini ulaştırmıştı.

Tabur komutanı Mustafa, takım komutanı Sozdar, Akif ve yaralı gerilla Rızgar ile bir başka arkadaşları herkes bölgeden ayrıldıktan sonra bir patikaya sapmışlardı. Rızgar yaralı olduğu için onların hareketlerini yavaşlatıyordu. Bundan dolayı ana guruptan kopmuş, biraz gerinden takip ediyorlardı arkadaşlarını. Bu sırada bir helikopterler tedirginlik yaratacak bir şekilde üstlerinde tur atıp duruyorlardı. Biraz arkalarda kalan ve ardcı gurubun başında yürüyen Akif, bir yandan etrafı kollarken, öte yandan da elindeki cihazdan Türk muhaberatını dinlemeye koyulmuştu. Bir ara;

"Patikada beş kişi gördüm. ...ya doğru gidiyorlar" dendiğini ve karşı tarafın;

"görüyorum" diye cevapladığını duydu. Fakat bir anlam vermeye kalmadan etrafta toz-duman biribirine karıştı. Müthiş patlamalarla sarsılan Akif etrafta sığınacak bir delik aradı. Biraz ötede bir karartı gördü. Bir insan mıydı bu? Yoksa bir taş mı? Bu belli değildi. Hiç düşünmeden kendisini oraya attı.Tek kurtuluşu bu olsa gerek. Oraya fırladığında biraz hızlı hareket ettiğinden olacak kafasını o gördüğü "taşa" çarptı. fakat kendisi bir şey diyemeden taş sandığı şey "üfff, dikkat etsene" diye bağırdı. Demek ki kendisinden başkaları da aynı yeri kurtuluş bilmişlerdi. Fakat atılan roketlerin sebep olduğu toz duman arasında göz gözü görmediğinden durumu pek kavrayamadı. Aradan bir süre daha geçince, gözleri o karanlığa alıştı ve bir kişinin sığınabileceği bir deliğe; Sozdar, Rızgar, Mustafa ve sonradan gelen kendisi ile birlikte dört kişinin sığındığını gördü. Bu arada Akif de kendisine isabet eden bazı şarapnel parçaları ile ufak tefek bazı yaralar almıştı. Fakat bunlar gerilla standardlarına göre pek ciddi değildi.

O sırada cihazla manga komutanlarından Zinar'ı arayan Akif, helikopterlere bir kaç roket fırlatarak dikkatleri üstlerine çekmelerini istedi.

"Eğer bunu yapmazsanız durumumuz iyi değil. İmha olabiliriz" demelerine rağmen berikilerin bozmamaları gereken çok önemli bir başka planı vardı. Bunu, Zinar'ın;

"biz düşmanı karadan vuracağız. bunun için bize doğru gelmekte olan askerlerin daha da yaklaşmalarını bekliyoruz" diyen sözleri açığa vuruyordu. Eh, bu durum karşısında bomba yağmurunun dinmesini beklemekten başka ellerinden ne gelirdi ki? Nitekim bir süre sonra helikopter pilotu, görevini başarıyla yerine getirdiğine kani olmuş olacak ki geldiği gibi çekip gitti. O küçük deliğe sığınmak zorunda kalan komutanlara ise mucize eseri hiçbir şey olmamıştı.

Küçük sığınaklarından çıkan komuta heyetinin bu gerçekten yaman komutanları yeniden yola koyuldular ve Vanga Sur vadisine vardılar. Gücün aşağı yukarı yarısı daha henüz yoldaydı. Eyalet komutanı oradaki tüm sorumluları topladı. Gidecekleri ikinci durağı söyledi; Karat Dağı cıvarı.. Fakat yola çıkmadan önce, yerine getirmeleri mecburi bazı rutin hizmetleri vardı. Bunlar yerine getirilecekti. Herkes birliğindeki yaralı ve şehit sayısını bildirecekti. Sayım yapılacaktı. Öte yandan uzaklarda bulunan birliklerle iletişime geçilip istikamet şifreyle bildirilecekti. Fakat herkes birden telsizlere yüklenince, bu birliklerle iletişim güçlüğü belirmişti. Bir bu eksikti! Yedi ayrı birliğin bir araya geldiği bu dar alanda herkes bir yerlerle konuştuğu için cihazla bağlantı çok zorlukla yapılabiliyordu. kimisi talimatları alt birimlere iletme endişesiyle cihazına sarılmıştı, kimisi kopuk olan arkadaşlarına ulaşmaya çalışıyordu. Böylece ortalık büyük bir elektronik gürültüye boğulmuştu.

Bu arada Akif'in gözleri Hebûn'a takıldı. Hebûn bir savaşta yaralanan Akif'i orta yerde bırakmamış, onu sırtına alıp götürmüştü. Hebûn bakışları ile Akif'i ararken, kendisini ona karşı sorumlu hisseden Akif ise büyük bir vicdan baskısı altına girmişti. O kadar işi arasında gidip, kalçasından bu kadar ağır yaralanan arkadaşı ile ilgilenmek için fırsat bulamıyordu. Bundan dolayı da kahroluyordu adeta.. Beriki ise bakışları ile "beni burada bırakma heval!" der gibiydi. Ama zaman çok dardı. Dağınık bulunan gurupları bir araya toplayıp derhal ayrılmaları gerekiyordu bulundukları bu noktadan. Aksi takdirde herkesin hayatı tehlikeye girebilirdi. Az sonra bakışları donuklaştı Hebûn'un.. Hareketsizleşti.. Artık hiç kimseden yardım istemiyordu..

Hayat devam ediyordu.. Kısa bir süre içerisinde yedi birlik bir araya geldi. Astlardan üstlere birliklerin durumu hakkında tekmil verildi. Onlar da Cemal'e iletiyorlardı bu bilgileri. Her şey anlaşıldıktan sonra bir araya gelindi ve Vanga Sur cıvarındaki Karat'a, sonu ne olacağı belirsiz bir macera için bu hedefe doğru hareket edildi. Vakit gecenin on biri idi.