Kitaplarım - Yapraklar Açana Dek - "Satranç"


üçüncü bölüm

Sarim

Kurulan çadırlarda sıkışık düzen yatan gerillalara sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, rahat etmedikleri yataklarından uyandıklarında hiç de iyi olmayan haberler geldi. Tepecilerden gelirdi böylesi havadisler. Etrafı gözlemleme görevi yüklenen bu arkadaşlarının anlam veremediği bir hareketlilik vardı ortalıkta. Her yer asker dolmuştu açıkçası. Neler oluyordu acaba? Akif yanına aldığı bir timle yukarıya tırmandı. Eline aldığı dürbünü ile durumu ve askerlerin amaçlarını öğrenmeye çalıştı. Eğer böylesi olağanüstü hareketli günlerde düşmanın ne yapmak istediğini merak ediyorsanız, gerillanın yaptığı gibi, gözlemleyeceğiniz ilk nokta Keltepe'dir. Keltepe, gerek yüksekliği, gerekse tüm bölgeye hakim olan konumuyla gerilla için operasyonları tahmin etmekte referans nokta olarak kullanılırdı. Askeri birlikler arasında çıplak gözle koordinasyon kolaylığı sağlaması açısından çok önemliydi. Bundan dolayı hemen hemen her operasyonda bu uğursuz tepe, düşmanları tarafından koordinasyon merkezi olarak kullanılagelmiştir. Bu kez de böyle olmaması için hiçbir sebep yoktu. Kısacası, eğer düşman burayı tutmuşsa operasyon vardır demektir. Akif de ilk olarak tabii bir hareketle dürbününü oraya çevirmişti. Evet, evet düşman Keltepe'yi tutmuştu. Hem de rahat hareket etmelerinden ve sessizlikten de anlaşıldığı kadarıyla Türk Askerleri oraya geceden itibaren ve yayan olarak çıkmışlardı. Oysa normalde önce büyük patırtılarla havadan dövüp, sonra helikopterlerle indirme yaparak tutuyorlardı bu hedeflerini.

Akif durumun ciddiye bindiğini görünce köyün aşağılarında bir yerlerde bulunan tabur komutanını cihaz vasıtasıyla aradı. Aralarında kısa bir muhabere geçti:

"Düşman Keltepe'de. Ne yapalım heval?"

"Cephe birliği Mezra Mıho boğazında kalacak. Sen elindeki güçleri al, gel."

"Alındı heval"

Akif verilen emri hemen yerine getirdi. Cephe birliği Mezra Mıho boğazına yerleştikten sonra elinde kalan gerilla gücünü yanına alarak aşağıya doğru yöneldi. Bir yandan yürüyor, bir yandan da düşünüyordu. Bulundukları coğrafyanın durumu göz önüne getirildiğinde ellerindeki güç, bir çatışmadan başarıyla çıkmak için çok yetersiz kalıyordu. "Böyle bir durum başgösterdiğinde ne yapacaklar"dı? "Ya geri çekilme söz konusu olduğunda nereye yönelecekler"di? "Düşmanın gerçek niyeti ne"ydi? "Nerelere ağırlık verebilir"lerdi? Bunun gibi pek çok soru kafasında cirit atıp duruyor, cevap arıyorlardı. Böyle düşüne düşüne yürüdü ve arkadaşlarıyla birlikte ta Sarûm Vadisi'ne kadar gitti. Tabur komutanı Mustafa da Sarûm Vadisi'ndeydi.

Noktaya vardıklarında yalnız olmadıklarını gördü Akif. Epey büyük sayılabilecek bir kalabalık toplanmıştı orada. İlk anda oldukça sevinmişti. Fakat düşündükçe, burada yedi ayrı gerilla birliğinin bir araya gelmesinin güvenlik açısından büyük sakıncaları da birlikte getirdiğini anladı. Bu bir intihar sayılabilirdi. Sevincinin yerini bu kez endişe almıştı. Bu endişeyi komuta heyetindeki arkadaşları da paylaşıyorlardı, ama tüm bu birlikleri mecburiyet bir araya getirmişti. Düşman vurdukça teker teker geri çekilmiş, çeşitli yönlerden gelerek buraya toplaşmışlardı. Onlar, düşmanları tarafından oraya doğru adeta sürülmüşlerdi. Satrancın bu hamlesinde düşman oldukça büyük bir avantaj elde etmiş, gerillanın dağınık savunma sistemine geçiş hamlesini bozmuştu. Şimdi önemli olan bu çıkmazdan nasıl kurtulacaklarıydı.

Tabur komutanı Mustafa, yeni gelen birliklerin komutanlarına görev yerlerini bildirdi. Tutmaları gereken tepeler vardı. Onları gösterdi. Bunun üzerine Akif, arkadaşlarını bu emre göre hazırladı ve "hiç bir şekilde mevzilerinizi ve görev yerlerinizi terketmeyeceksiniz" talimatını vererek her gurubu tutacağı tepeye gönderdi. Çünkü bu mevzileri terketmek, geri çekilme manevrasını sürdürmekte olan üç gerilla birliğinin üçünü de tehlikeye maruz bırakabilecekti. Bu tepeler Sarûm Suyu'na açılan küçük bazı vadilere hakimdi, ki arkadaşları oraları kullanarak geri çekiliyorlardı. Geri çekilmekte olan bu birlikler, Eyalet Sorumlusu Cemal ve Karargah Taburu Komutanı Sakine'nin komuta ettiği iki karargah birliği ile Sivan'dan geri çekilmekte olan Apê Mûsa Birliği'ydi. Velhasıl en önemli güçlerinin selameti bakımından bu tepelerin sağlam tutulması gerekiyordu. Eğer bu tepeler sağlam tutulmazsa, oralara yerleşecek olan düşman askerleri kolaylıkla vadilere sarkabileceklerdi. Bu üç birliğin üçü de, binbir güçlüğü göğüsleyerek o vadilerde yol alıyorlardı. Durmun ciddiyetini bilen Akif bölgenin elde tutulması ile ilgili görevlendirmeleri yaparken manga düzenini bozmadı. Bu, onların görevlerini yerine getirmelerinde kolaylık sağlayacaktı.

Öte yandan Türkler de çok yoğun bir şekilde savaş hazırlığı yapıyorlardı. Bir yandan helikopterlerle indirme yapan düşmanları, öte yandan da geri çekilmekte olan gerilla birliklerini havadan yoğun bir şekilde vuruyorlardı. Durum bir kaç saat içerisinde öyle bir hale geldi ki, nereye bakarsanız her yerde Türk askerleri ile karşılaşabilirdiniz.. Dağ taş asker kesilmişti. Daha önce çıplak gözle beyaz görünen tepeler, artık askerlerin yoğun varlığından dolayı kapkara kesilmişlerdi. Manzara ürkütücüydü açıkçası. Savaşmak zor olmasına zor değildi.. Ama iş savaş sonrası geri çekilme işlemine gelince tıkanıyor, ürküntüleri neredeyse paniğe dönüşüyordu gerilla liderlerinin.

6 Nisan..

Durum gittikçe kritikleşmeye başlamıştı. Buna rağmen hiçbir şey olmamış gibi hareket ediyor, duygularını yansıtmamaya çalışıyorlardı komuta heyetindekiler. Sessizlik uzun sürmedi. Cıngar bir anda koptu. Her tarafı makinalı tarakaları, sağır edici bomba sesler sarmıştı. Bu arada Cemal'ın komuta ettiği karargah birliği de sağ salim oraya intikal etti. Yol yorgunu gerillalar, durup bir an bile dinlenme fırsatı bulamadan mevzilere yattılar. Tüm cephelerde savaş başlamış, her köşe birer yangın yerine dönüşmüştü..

***

4.Nisan.1996.. Sabahın ilk saatleri. Bir çok gerilla gibi Sakine de uyanıktı o saatlerde. Bir yandan Türk telsiz hatlarına girmiş onları dinliyorken, öte yandan da arkadaşları ile sürekli temasta bulunuyor, durumlarını anlamaya çalışıyordu. Birdenbire bir patlama ve kulağının dibinden ”vııınnnn” diye geçen bir kurşun sesi ile irkildi. Bunu daha başka silah sesleri takibetti. Bir şeyler dönüyordu. Durumu anlamak için hemen muhaberedeki arkadaşlarıyla temasa geçti. Neler oluyordu? Cevabı kendi içinde bir soru diye düşündü. Tabii ki düşmanla temas söz konusuydu. Telsizden çatışmanın başlamış olduğunu ve Jîyan adlı bir gerillanın şehit düştüğünü öğrendi, irkildi. Savaşlarda ölüm haberleri olağan olmasına rağmen, gerilla yine de sarsılır bu tür haberlerle. Çünkü her gerillanın, arkadaşları arasında bıraktığı ayrı bir iz vardır. Genelde ormanın içinde bir ağaç sanılır gerilla, ama o yine bir ağaç olarak tektir, benzersiz.. Bu büyük ailenin her ferdi, her ölümde kendi resmini de görür, irkilir. Ama çok kısa bir süre içerisinde kendine gelir ve hayatın devam ettiğini kabul ederek üstlendiği büyük görevlerine döner. Bulundukları yerin karşı tarafında cereyan ediyordu çatışma. Çok yoğun bir baskı altına girmişti oradaki birlik. Bunun üzerine çatışma yöresindeki gücün oradan çekilmesini ve Sarim vadisine yönelmesini istedi. Derhal toparlanan birlik, vakit kaybetmeden Sarim'ın yolunu tuttu. Ama sonradan anlaşılacağı üzere bu bir hataydı.

Hataydı, çünkü bu birliğin boşalttığı tepeler hemen hiç vakit kaybetmeyen Türk askerleri tarafından tutulmuş, gerillaların geri çekilme hattını ve genel olarak harekât alanlarını ateş altına almıştı. Şimdi artık bulundukları vadinin bir tarafını tümüyle düşmanları tutuyor, diğer tarafında ise kendileri geri çekilmeye çalışıyorlardı. Tehlikeli ve güvensiz bir çekilme! Bu arada ateş altına giren arkadaşlarından biri daha şehit düştü.. Bu kayıplar üstelik düşmanlarına hiç bir darbe vurmadıkları bir ortamda veriliyordu. Moraller birdenbire düşmüştü gerillada.

Sakine, yürüyüş düzenine girme emri verdi arkadaşlarına. Yürüyüşe geçip etraflarında bir çember oluşmadan buradan çıkmaları gerekiyordu. "Acele edelim arkadaşlar. Yoksa sıkışacağız." Bu konuda haklıydı. Karşı tarafa yerleşmeye başlayan Türk Askerleri, hava desteğinin de yardımıyla suikast atışlarına başlamışlardı bile. Durumun bilincinde olan arkadaşları da durmuyor, bir an önce yola koyulmak için birliğin tüm eşyalarını toparlıyorlardı. Yiyecek, mühimmat ve naylon gibi daha önce birlikte getirdikleri her şeyi kısa bir süre içerisinde toparladılar ve yola koyuldular. Bu eşyalarını yukarıya doğru uzanan bir boğaza götürdüler. O sırada Cemal da o boğazın girişi sayılabilecek alandaydı. Orada geri çekilme harekatını organize ediyordu. Cemal, Sakine'nin noktaya gelmesi üzerine, rahatladı ve elindeki güçle birlikte vadiden aşağıya doğru kaydı. Sakine ise onun yerine arkadaşlarını geri çekilme hatında yukarıya doğru sevketmeye çalışacaktı.

Fakat, vadinin karşı tarafına iyice yerleşen Türkler, onları büyük bir ateş barajı altında tutuyorlardı. Bu ateş barajı o kadar yoğun idi ki gerillalar adeta bulundukları yere mıhlanıp kalmışlardı. Bunun üzerine Sakine aşağıdaki arkadaşlarından yardım istedi. Birkaç kişi gelirse boğazı daha iyi tutabilir, geri çekilme hattının güvenliğini daha iyi sağlayabilirlerdi. "Tamam" dendi ve hemen bir tim gönderildi. Gelen takviye güçle boğazın yukarı taraflarındaki mevzilerini güçlendirdiler. Bu güçler Türkler'in ateşine cevap yetiştirirken, aşağıdaki arkadaşları geri çekilme hattında kaplumbağa hızıyla ilerliyorlardı. Böylece yavaş da olsa Körtepe'nin bitişiğindeki ve onun devamı görünümündeki tepelere daha önce yerleşmiş olan tüm gerilla birliklerini ve Askerleşme Tepesi'ndeki güçlerini sağlam bir şekilde geriye, yani içerilere çekilebildiler. Daha sonra geride kalan savunma gücü ya da ardçı birlikler de aynı yöne doğru çekildi.

Bu işler bittikten sonra Sakine bu güçlerle birlikte başka yönden aşağılara doğru kaydı. Gerillaların geri çekilmelerinden yararlanan Türkler; Biloka, Kancware, Karat ve Dorşin gibi tepeleri ve Mezra Miho'yu süratle tutmuş, mevzilerini güçlendirmişlerdi. Gerillalar bu gibi tutulan tepelerin arasından geçmekte olan bir dere yatağından ilerliyorlardı. Sol taraflarını Karat tepesine vermiş, Dorşin tepesi istikametinde yürüyorlardı. Sağ taraflarında ise, Kancware, Biloka, Mezra Miho ve Keltepe'nin uzantısı cüce bazı tepecikler uzanmaktaydı. Bodurlaştırılmış meşe ağaçlarıyla kaplı olan bu tepeler, her taraflarında kaynayan Türk askerleriyle de dolunca artık gerillalara dostça bakacak durumda değillerdi. Kürt Savaşçıları, insiyatifi ellerinde tutan Türk askerlerinin zorlamasıyla, hiç bulunmamaları gereken bir yerde, dere boyunda yürüyorlardı. Daha doğrusu düşmanları tarafından orada yürümek zorunda bırakılmışlardı.

Gerillalar geri çekilme harekatını guruplara ayrılarak gerçekleştiriyorlardı. Bu guruplardan biri Karat'taydı. Karat'ın daha henüz Türkler'in eline geçmemiş olan bir tepesini tutmuş olan Ozan ve arkadaşları, bir yandan düşmanları ile silahlı düello yürütürken, diğer yandan da geri çekilme yolunu garanti altında tutacak tedbirler almaktaydılar. Diğer bir gurup etkisiz kaldığı için ana guruba katılmıştı. Bu arada Türk askerleri gittikçe daha yakına iniyorlardı. Onlar aşağılara indikçe gerillalar daha da sıkışmaktaydı dereye. Öyle ki biraz üst taraflarından geçmekte olan patika yolunu dahi kullanamayacak duruma gelmişlerdi. Çünkü eğer biraz yüksek bir yamacı dolanan bu yolu kullansalar, gerilla deyimiyle ya sağdaki ya da soldaki düşmana ”görüntü verecekler”di, ki bu, anında yoğun bir ateş altına girmekle aynı anlama geliyordu. Eh öyleyse, dereye! Suyun binlerce yıldan beri bir oya gibi ördüğü oldukça sarp ve kıvrıntılı bir yolu tutturmaktan başka çareleri kalmamıştı. Erozyonla toprağını kaybetmiş olan dere yatağında sadece künt veya keskin ya da sivri farketmez, irili ufaklı taşlar kalmıştı. Bu taşlar bazılarının ayakkabısı yırtık olan gerilların yaralanmalara yol açıyordu. Bunlara bir de baharın coşan dere suyunun çıkardığı engelleri ve sürekli yağan kar mı yağmur mu olduğu belirsiz yağışın yarattığı bezginliği de katınca yürüyüş tam bir işkence haline dönüşmüştü.

Kürt Militanlar, bu şartlarda aşağı yukarı üç kilometrelik bir konvoy oluşturmuş, boyuna yürüyorlardı. Yorgunluk belirtileri çoktan beridir yakalarını bırakmayan savaşçılar, içinde bulundukları eşitsiz duruma kahrediyorlardı. Ağır silahlarla donanmış, uçak ve helikopterlerle takviye edilmiş 35.000 düşmana karşın, 200 cıvarında insan doğaüstü bir direniş sergiliyor, Türk komutanlarını kelimenin tam anlamıyla şaşkına çeviriyorlardı.

Tam bu sırada düşman helikopterleri beliriverdi havada. Bir bu eksikti! 7 helikopter durmadan harekât alanlarını bombalarken, bir tanesi durmadan "görüntü alıyor", savaşa katılan helikopterleri yönlendiriyordu. Bu saatlerde Türk kara birlikleri de baskılarını hissedilir bir derecede arttırmışlardı. Artık fiili bir savaş durumuydu yaşadıkları. Gerillalar, yürüyüşü durdurdular ve hemen uygun mevziler bularak cevap vermeye başladılar bunlara. Bütün bu tantanaya rağmen, Türk helikopterleri gerillalara ilk iki saat içerisinde hiç bir kayıp verdiremeyeceklerdi.

Bu arada bir düşman birliğinin önlerindeki tepelerden birinden sarkarak yollarını kesmeye çalıştığını gördüler. Durum oldukça ciddiydi. Bu birlik engellenemezse tehlikeli olacak, belki de çembere alınacaklardı.

"Gönüllü üç arkadaş arıyorum şu herifleri durdurmak için!" Cemal'ın bu isteği anında Sozdar, Sıddıq ve Çiçek adlı gerillalar tarafından cevaplandırıldı.

"Ben varım!"

"Ben Varım!"...

"Sağolun arkadaşlar. Şu ilerideki tepeden bazı düşman askerleri sarkıyor. Onları durdurmamız gerekmektedir."

"Evet ben de gördüm onları." Sozdar bir yandan konuşurken, öte yandan da askerlerin inmekte oldukları tepeyi ve iniş yollarını işaret ediyordu.

"Diğer arkadaşlar oraya varıncaya kadar onları durdurmaya çalışacaksınız."

"Tamam" dedi Sıddıq, "gidiyoruz!"

Bu küçük tim derhal görev yerine intikal etti. Gelenlere nazaran daha avantajlı bir tepeciğe çıktılar ve oraya doğru sarkmakta olan Türk askerlerini vurmaya başladılar. İlk ateşte iki düşman askerini saf dışı bırakmışlardı. İlerlemekte olan Türk birliği bu ani ve sert cevap karşısında kelimenin tam anlamıyla duraklamış ve sinmişti. Fakat Sozdar'la arkadaşları da terk edemiyorlardı orayı. Çünkü tuttukları tepenin hemen alt taraflarındaki arkadaşları bu duraklamadan istifade ederek geri çekilme harekatını yeniden başlatmışlardı. Eğer geri çekilmek gibi bir hata işlerlerse, düşmanları daha sert bir şekilde üstlerine gelecek, çatışmayı kilitlenme noktasına getirebileceklerdi.

Bu arada Türkler'in, hemen az önce geçilen vadinin aşağı taraflarından da sızmaya çalıştıkları görüldü. Bunun üzerine Cemal, Eren adlı arkadaşını bir başka tim ile birlikte bu kez oraya gönderdi. Bu tim de görev yerine varır varmaz uygun mevzilere yatarak vuruşmaya başladı ve aşağıdan sızmaya çalışan askerleri durdurdu. Düşmanın duraklamasından yararlanan ana gerilla kolu dere boyundaki o dar "yol"unu takip ederek yürüyüşüne devam ediyordu. Yürüyüşün rayına oturduğu sanılan bir anda öncü guruptaki arkadaşlarından bir uyarı daha geldi:

"Düşman sağdan, Biloka tarafından sarkmaya çalışıyor!"

Evet, gelenler açıkça görülüyorlardı. Düşman askerlerinin öncü gurubu dereye yakın yerlere kadar inmiş, pusuda bekliyordu gerillaları. Kürt partizanları bu kez de bunları karşılamak için bir başka tim çıkardılar. Böylece bir yandan sıcak temas sağlayarak, öte yandan da dikkatli bir şekilde yürüyerek ilerliyorlardı. Ama bir gerçek vardı; düşmanları onların geri çekilme hatlarını çok iyi saptamıştı. Yönleri açık bir şekilde belliydi. Bu büyük bir tehlikeydi kendileri için. Yine de Sarûm veya Sarım Vadisi'ne kadar hiç bir kayıp vermeden çarpışa çarpışa indiler. Sadece birlik komutanlarından Hebûn, kalçasına isabet eden bir şarapnel parçası ile yaralanmıştı. Parça kalçasında kalmıştı. Gerillalar hazırladıkları bir sedye ile onu taşımış, noktaya kadar getirmişlerdi.

***

Aynı gün...

Robar ve arkadaşları Vartink Tepesine intikal etmiş, Mustafa'nın komuta ettiği birliğe mensup bir manga gerilla ile birleşmişlerdi. Düşmanları iki koldan ilerliyordu. Birinci kol, Vartink'a hakim olan bir tepeyi tutmuşken, diğer kol aşağı taraftan direkt onlara doğru ilerliyordu. Gerillaların kaldıkları yer, savunma mevzisi bulunmayan, karlı ve çıplak bir sırttı. Geri çekilme anında, gerilla deyimiyle "düşman görüntü almıştı." Görüntü alan Türkler bir kaç suikast atışı yaptılar. Ama isabetsiz.. Gerillalar biraz geri çekildiler ve orada mevzilendiler. Fakat 20'ye varan sayıları ile bu tepeye gerçekten çok geliyorlardı. Oysa Vartik'ı tutmak için 12 kişi ideal rakamdı. Bunun üzerine, özellikle bayan gerillalardan 8 kişiyi seçerek aşağıya gönderdiler. Kalanlar düşmanlarını karşılayacaklardı..

Saat; 9.. Biloka mıntıkasında çatışmalar başlayalı 4 saat olmuştu. Cemal cihazla onları arıyordu. O zamana kadar Vartink'taki birlik sadece bir düşman kolu ile çatışma halindeydi. Cemal düşmanın her tarafa indirme yaptığını anlatıyordu onlara. Bilindiği gibi bu sırada Apê Musa'nın komuta ettiği birlik bu, Karad birliği ve Darêyênî birliği hareket halindeydi. Sığınacak emin bir liman arıyorlardı ve istikametleri Sarûm Vadisi'ydi. Oradan ertesi akşam Dorşin hattına girecek ve operasyon bölgesinin dışına çıkabileceklerdi. Hesap buydu. Şart, o akşam operasyon olmamasıdır. Cemal cihazla devreye girmişti, ama herkesin kendi birliği ile temasta olduğu bu ana-baba gününde doğru dürüst bir görüşme yapmak imkansızdı. Çünkü telsiz kanallarının tümü doluydu.

Buna rağmen Cemal'ın sesi uzun uğraşlardan sonra da olsa onlara ulaşabilmişti;

"Genel durumu biliyormusun Heval?" diye soruyordu komutanları.

Berikiler o ana kadar sadece silah sesleri ile birşeyler anlamaya çalışmışlardı. Tabii ki "hayır" olmuştu cevapları. Cemal bu kez;

"Peki sizin durumunuz nasıl?" diye sordu.

"Durumumuz iyidir heval" dedi Rızgar, "buraya yönelen Türk birlikleri bize sadece bir koldan saldırıyorlar."

Cemal, Rızgar ve arkadaşlarının tuttuğu tepenin stratejik konumunu göz önüne almış olacak ki işi sıkı tutuyordu:

"Ne yaptıklarını kollayın ve mümkünse iyi vurun. Ha.. Bir de şu var; mevzilerinizi sakın terketmeyin. Alındı mı?"

"Alındı heval"

"Selamlar, saygılar"

"Selamlar, saygılar."

Aradan şöyle bir yarım saat daha geçmişti. Açık duran cihaz bir kez daha cızırdadı. Arayan yine Cemal'dı. Cihazdan yükselen sesi sürpriz bir şekilde telaşlıydı Cemal'in. Kendisini yıllardır tanıyan Rızgar, bu sesin olumsuz bazı gelişmelerin habercisi olduğunu anlamıştı.

Tam o sırada Sakine de devreye girdi:

"BKC'cileri boğaza çıkardık. Düşmana taciz atışı yapıyorlar. Arkadaşlar bu koruma altında boğazı geçiyor."

"Alındı heval" dedi Cemal ve bu kez Rızgar ile arkadaşlarına hitap etti:

"…Etrafımızdaki tüm tepeler düşmanın eline geçmiş bulunuyor. Sadece vadi elimizdedir. Biz vadi boyunca ilerliyoruz. Onlar da ilerlediğimiz vadi boyunca uzanan tepelerdeler. Oradan kendilerini aşağı bırakıyorlar. Bu durum karşısında sizin konumunuz çok önemlidir. Yerinizi asla bırakmayacaksınız. Tek tek mevzileri ele geçirseler bile yerinizi bırakmamanız gerekiyor.."

"Alındı" dedi Rızgar, "bu tarzda gelseler biz zorlanmadan akşama kadar ve hatta günlerce direnebiliriz, merak etme."

Bu arada düşman da vadiyi savunabilecek tek noktanın, Rızgar ve arkadaşlarının tuttuğu tepe olduğunu farketti, veya cihazdaki konuşmalardan bunu çıkardı. Satrançta yeni hamledeydi sıra. Türk askeri birliklerinin önemli bir kesiminin yolunu kesen bu tepe vurulmadıkça, Sarim vadisi gerillalar açısından güvenli bir liman olarak kalmaya devam edecekti. Eğer bu tepe askeri birliklerce tutulabilirse bu kez roller değişecek, Türkler, yolu kesilen yerine yol kesen konumuna geleceklerdi. Cemal'in bu hamlesine karşılık Türk kurmay heyeti yeni ve sonucu önemli ölçüde etkileyici bir hamle yapacak gibiydi. Yapacakları iş basitti; tüm güçleriyle bu tepeye yönelmek!

Saat; 10. Türkler, tepeya saldıran güçlerini takviye ettiler. Bir kaç koldan daha yönelmeye başlamışlardı oraya. Fakat müthiş bir direnişle karşılaştılar. Gerillalar bulundukları tepeye bir çok yönden yüklenen düşmanlarını sıkı bir baskı altında tutuyorlardı. Fakat daha önce iki saldırı denemesinde bulunan düşmanlarını durdurmak için çok miktarda cephane harcamışlardı. Bundan dolayı cephaneleri ta o zaman tükenme noktasına gelmişti. Bu yeni ve güçlü saldırı esnasında ise gerçekten bitiyordu. Bunun üzerine Rızgar vadideki arkadaşlarından, kendilerini cephane yönünden takviye etmelerini istedi. Bu istekleri anında cevaplandırıldı. Özellikle BXC ve klaşinkof mermileri açısından sıkıntı çekiyorlardı. Bu arada düşmanın suikast atışlarına çok önem verdiğini gördüklerinden, onlar da kuş gibi avlanmaktansa aynı metodla cevap vermek için Karnas ve M-16'lar da istemişlerdi. Vadideki savunma mevzilerinde yerleşmiş bulunan Bismil'li Cemşid, Alaaddin ve bir başka gerilla oradaki arkadaşları tarafından, bir miktar cephane ile birlikte tepeleri tutan Rızgar'ın gurubuna takviye olarak gönderildi. Cemşid ve arkadaşları, Rizgar'ın istediği suikast silahlardan da taşıyabildikleri kadar getirmişlerdi birlikte. Artık zengin sayılırlardı.

Öğleden sonra.. Türkler, suikast atışlarının karşılık bulduğunu görünce tekrar taktik değiştirdiler. Bu kez bir başka koldan bir sızma birliği göndermişlerdi. Diğer güçlerini ise vadinin bir başka yerine doğru geri çekmeye başlamışlardı. Sızma gurubu, gerillaların elindeki tepelerden birini düşürmek için arkadan yönelmişti. Aslında geri çekilme olayı da bir nevi dikkat dağıtma eylemi gibiydi. Gerillalar böyle bir sızma harekâtını tahmin etmemişlerdi. Doğan adındaki bir gerilla, tepeleri tutan arkadaşlarının gafil avlanmak üzere olduklarını bulunduğu yerden farkederek onları cihazla uyardı. Vakit artık akşam saatlerine yaklaşmıştı. Rizgar yalnız başına söz konusu tepeye bir göz atmak için yöneldi. Bu arada durumlarını bildirmek üzere Cemal ile telsiz ilişkisi kurmuştu;

"Düşmanın baskısı çok ağırlaştı heval. Ne yapalım?"

Cemal'in içinde bulunduğu şartlar da iyi değildi, zamana ihtiyaçları vardı;

"Hebűn arkadaş yaralandı. Arkadaşlar onu taşıyor. Yarım saat daha direnin! Olur mu?"

"Yarım saatten bir şey çıkmaz, direniriz. Yalnız mevzi savaşını bırakan düşman bizi suikast atışlarıyla zorluyor. Ayrıca sızma harekatı geliştirdiklerine dair bilgi de ulaştı elimize."

Cemal; "artık gerekeni yaparsınız, size güveniyorum" dedi ve cihazı kapattı.

Rızgar daha sonra yalnız başına düşmanın sızma yapmaya çalıştığı tepeye doğru ilerlemeye devam etti. Bu arada taburunun komutanı Mustafa ile de telsiz ilişkisi kurmuştu. O anda tepedeki düşmanlarını farketti. Bu arada bir arkadaşı daha yanına gelmişti. Bu iyiydi işte. Düşmanları sırtı tutmuş onlara doğru ilerliyordu. Fakat onlar, daha henüz asıl tehlikeyi farketmemişlerdi. Düşman tek koldan değil iki koldan yürütüyordu sızma harekâtını.. Yani bir başka kol karın içinden ilerlemiş tam yanıbaşlarında karşılarına "merheba! Biz geldik!" dercesine dikilmişti. Kar elbisesi giyerek ilerleyen bu tim 5-6 kişilikti. Hemen o anda tepedekilerle dalaşmayı bırakarak yanıbaşlarında bitiveren gurubu ateş altına aldılar. Diğer gurupla ilgilenmiyorlardı artık. Burunlarının dibinde biten gurupla boğuşmaları da öyle mevzi savaşı falan değildi. Buna imkan bulamamışlardı. Uğradıkları bir baskındı bu. Yapabildikleri tek şey vardı; vuruşa vuruşa geri çekilmek... Öyle de yaptılar ve sağ salim geri çekilebildiler.

Düşmanları Dorşîn'in Keltepe'sini tamamen tutmuşlardı. Onlarsa bilindiği gibi bu Keltepe ile bağlantılı, onunla bir silsile oluşturan Vartink tepesindeydiler. Bu iki gerillanın geri çekile çekile vardıkları yer, yine çıplak bir tepeydi ve olabildiğince karla kaplıydı. Keltepe çok yüksek olduğu için suikast atışlarına çok müsaitti. Düşmanları burada yerleşmiş, keyifle yaptığı atışlarla bu gerillaları avlamaya çalışıyordu. Bunun üzerine rahat bırakılmadıkları o tepeden de yüz metre kadar geri çekildiler. Bu arada Rızgar taşlık bir yere uzandı. Mevzi almaya çalıştı. Fakat tam o sırada ”vııınnnnn...” diyen bir kurşun kafasının yanındaki taşa çarptı. Hala kurtulamamışlardı. Durumun vahametini daha henüz kavrayamadan ortalıkta dolaşan arkadaşını çekti, ikisi birlikte yandaki bir dereciğe yuvarladılar.

Rızgar bir yandan cihazla konuşurken, öte yandan da şöyle etrafı bir kolaçan etmek istedi. Düşmanlarının daha ziyade nerelerden onları zorladığını anlamaya çalışıyordu. Fakat kalkmasıyla kolundan kurşunu yemesi bir oldu. Çok kötü bir yara almıştı. Kolu tamamen kırılmıştı. Büyük bir acı çekiyordu. Buna rağmen son bir gayret harcayarak arkadaşlarıyla derhal ilişkiye geçti, durumu bildirdi.

"…Heval ben darbe yedim."

Telsize Cemal çıkmıştı;

"Geçmiş olsun, heval, nerenden aldın darbeyi?"

"Kolumdan. Tamamen işlemez durumda kol."

"Sizi çok sıkıştırıyorlar mı?"

"Suikastlarla sonuç almaya çalışıyorlar. Bu açıdan çok sıkıştırıyorlar. Bize bir başka koldan yapılan saldırıyı durdurduk. Fakat bu suikast atışları çok etkili oluyor."

"Sen orayı terket ve vadideki arkadaşlara ulaşmaya çalış."

"Alındı heval, selamlar saygılar."

"Tekrar geçmiş olsun. Salamlar saygılar."

Bu arada Türkler'le Mezra Mıho'da bulunan ve Hebûn'un komuta ettiği güçler arasında da çatışmaların başladığını gördüler. Mezra, onların bulunduğu tepeden çok iyi görülüyordu. Boşaltılmış olan bu köy, Vartink'ın tam karşı tarafındaydı. Yani Vartink'ın sınırladığı Sarim vadisinin tam da karşı yakasındaki tepeye sırtını dayamıştı bu köy. Taş çatlasa, kuş uçuşu aralarında üç kilometrelik bir mesafe ya vardı ya yoktu. Mezra'nın çevresinde çok fazla kar bulunduğu için oraya pek kolay varamamıştı düşmanları. Fakat Vartink'e çok büyük bir ağırlık veriyordu düşman askerleri. Dikkat ettiler, hayret edilecek bir şey vardı; o zamana kadar hiç kobra saldırısına uğramamışlardı. Vadi'deki arkadaşlarını büyük baskı altına alan kobralar oralarda çok etkili oluyorken, Vartink tepesine sadece suikast atışları yapılıyordu. Arasıra devreye giren havan atışları ise pek etkili değildi. Bu her halde bir yerde oradaki çatışmaların göğüs göğüse cereyan etmesinden dolayıydı.

Rızgar, manga komutanı olan Newroz adlı bayan gerilladan ve Doğan'dan kuvvetlerini toparlayarak kendisini takip etmelerini istedi. Hep birlikte aşağılara doğru kaymaya başladılar. Akşam olmuş, pek bir işlevi kalmayan tepeyi terketmişlerdi artık. Kısa bir süre yürüdükten sonra boşaltılmış olan Ali Miran Köyü'ne vardılar. Orada Mustafa'nın komuta ettiği güçlere katıldılar.

Rizgar'ın gözü bir ara arkadaşlarının taşıdığı bir sedyeye takıldı. İyice yaklaşıp bakınca gözlerine inanamadı. Komutan Hebûn'du bu! Ağır yaralıydı. Arkadaşları bir sedye yapmış son bir umutla noktaya taşıyorlardı onu. Hebûn, çok sevdiği Rizgar'ı yaralı haliyle görünce ona doğru çevirdi artık donuklaşmaya yüz tutmuş olan gözlerini.. Büyük bir gayretle bir şeyler söylemek istiyordu Rizgar'a. Sesi çok boğuk çıkıyordu Hebûn'un. Ağzından dökülen kelimeler kesik kesik ve anlamsızdı. Bu emektar komutanın söylediklerinden bir şeyler çıkarmak için kulağını onun ağzına dayadı. Ama anlayamadı söylenenleri Rizgar. Hiç de iyi görünmüyordu durumu sedyedeki arkadaşının. Bitikti açıkçası. Boğazında birşeyler düğümlenen Rizgar'ın gözlerinin önünde yavaş yavaş söndü.. Sonra hareketsiz kaldı..

Bu kahraman arkadaşlarının cesedini, uygun şartlar oluştuğunda gelip törenle gömmek üzere müsait bir yere sakladıktan sonra hep birlikte Sarûm vadisi'nin diplerine doğru yürüdüler. Oradaki sağlıkçılar Rizgar'ın artık dayanılamaz derecede sızlamaya başlayan kolunu ilaçlayıp sardılar. Çektiği dayanılmaz ağrısını dindirmek için de bir novalgin iğnesi yaptılar kalçasından. On yıllık savaşçı, araziyi iyi tanıyan Rizgar, başlayan bu 20 günlük tehlikeli operasyonun ilk günlerinde savaş dışı kalmıştı artık.. Fakat o, yine de savaş boyunca yapacak bir şeyler bulacaktı..

***

Tüm güçleri Sarûm Vadisi'ndeki Guwemê Elî denilen o terkedilmiş mezrada toplanmıştı Kürt gerillalarının. Orada bir de daha önce yerleşmiş olan Remzi'nin komuta ettiği birlik, Cephe karargahına bağlı birlikler ve yeni savaşçılar gibi birliklerle de birleştiler. Fakat normalde Remzi'nin komuta ettiği birliğin Lice ile Kulp arasında yer alan daha güneydeki Kûrmik Dağı cıvarını, Ziktê'ye kadar olan yerleri tutması gerekiyordu. Bu bahsettiğimiz Ziktê, Darêyênî'ye bağlı Ziktê ile karıştırılmasın. Daha güneydeki bir köydür burası. Cephe Karargahı'nın ise Ziktê'nin de aşağı taraflarına, yani daha da güneye düşen alanlarda yerleşmiş olması lazımdı. Fakat Türkler'in vuruş tarzı dolayısıyla orayı tutan gerillalar da geri püskürtülmüşlerdi. Anlaşılan düşmanları yeni ve daha etkili bir sistem geliştirmiş bulunuyordu.. Zaten oraya "sürülen" değişik birliklerin tümünün asıl görev yerleri, şu anda toplaştıkları yer değildi ki. Zorunluluk, sürüklenmişlik onları orada bir araya getirmişti. İstemeyerek.

Şimdi sayıları 300'ü aşıyordu artık (320 olabilir). Değişik birimlere ait 7 gerilla birliği aynı noktada birikmişti ve bu, düşmanları için bulunmaz bir fırsattı.. Ama zorunluluk getirmişti onları bir araya.. Yüksek teknoloji kullanan düşmanları, Üçgen Savaşı'nın girdiği bu aşamada onları korkutmaya başlamışa benziyordu. Korku! İnsani bir duygu olan korku ve korkunun duyulduğu anlar, hiç kuşkusuz insanların kafalarının en fazla çalıştığı anlardır da.. Türk ordusu helikopterleri ile indirme yapmak suretiyle vadilere hakim olan tüm tepeleri tutmuş, birinci raundun sonunda gerillaları birer av haline getirmişti. Kürt savaşçıları bunaltıcı bir kuşatma yaşıyorlardı. Bu bunaltıcı kuşatmadan kurtulmaları gerekiyordu, ama nasıl? Kafaları bu sorunu çözmek için çalışacaktı artık.