Kitaplarım - Yapraklar Açana Dek - "Satranç"


ikinci bölüm

Yegêderî-Mala Farqînê Hattında

İki gerilla birliği kayıp vermeden buluştu. ”Şükür kavuşturana” derler ama, bu kez öyle olmadı. Çünkü onları bir araya gelmeye zorlayan, düşmanlarının bu erken bahar saldırısında başarıyla uygulamakta olduğu taktiksel bir oyundu. Bunu yavaş yavaş kavramaya başlamışlardı, ama elden birşey gelmiyordu. Düşmanlarının estirdiği rüzgara kapılmış öylece gidiyorlardı. Cemal ve arkadaşlarının yeni vardıkları noktadaki gerilla birliğinin lojistik hazırlığı, nokta hazırlığı gibi çeşitli konulardaki hazırlıkları kelimenin tam anlamıyla iyiydi. Yeni gelenler burada kışlamış olan arkadaşlarıyla, başgösteren bu olağanüstü durumu enine boyuna tartıştılar, kışı değerlendirdiler. O gün orada kalacaklardı artık. Dünden beri aralıksız çekilen uykusuzluklarını, deliksiz bir uykuyla giderebilseler bu ilaç gibi gelebilirdi onlara. Bunun için oradaki arkadaşlarının daha önceden konakladıkları hazır manga yerlerine dağıldılar. Karşılaştıkları bu gerilla birliği ile sonbahardan beri hiç buluşmamışlardı. Şimdi bir nevi hasret gideriyorlardı. Şartlar kötü de olsa, savaş şartlarında da olsa hasret gidermek, hasret gidermektir. Mümkün olan en geç saatlere kadar konuşuldu, konuşuldu..

Oradaki arkadaşları sayı olarak 45 kişiydi. Toplam sayıları böylece 155'i bulmuştu. Yerleştikleri vadide, yarımşar veya yerine göre birer saat mesafede kurulmuş olan manga toplulukları vardı. Oralara ufak birlikler halinde ve dağınık bir düzen içerisinde yerleşmişlerdi. Bu güvenlik açısından da gerekliydi. Ani baskınlara en iyi cevap verebilecekleri yerleşim şekli buydu. Çünkü bu mangalar, kışın başından beri biribirlerini savunacak şekilde yerleştirilmişlerdi.

Ertesi gün yeni bir savunma hattı geliştirdiler. Birliğin biri Yegêderî'de yerleşmiş, oradaki stratejik bir tepeyi tutuyordu. Bu tepe şimdi bulundukları yer itibariyle güneye düşüyordu. İki ayrı birlik Kortepe mıntıkasında bir savunma hattı kurmuşlardı. Daha sonra Hêdîk'e de bir savunma birliği çıkardılar. Bu savunma timleri eteklerdeki asıl güçleri koruyacaklardı. Bu amaçla araziye çıkan savunma timleri her üç tepenin en yüksek noktalarını tutuyorlardı, ki bu noktalar oralara ulaşan tüm yollara, geçitlere veya patikalara hakimdi. Buralara çıkarılan timler iki ana guruba ayrılır; gözcüler ve pusucular. Gözcüler en yüksek tepelere çıkarak, en uzak noktalardan gelebilecek olan düşman askerlerini kollarlar. Böyle bir hareketlenme saptadıkları anda pusucu arkadaşlarına hemen haber verirler. Düşmanlarının geldiği istikameti, mümkünse sayılarını ve techizatlarını rapor etmekle mükellef olan bu birlikler, çok dikkatli olan gerillalardan oluşur. Basbayağı bu işin uzmanıdır gözcüler, namı diğer tepeciler. Türkler büyük bir operasyona çıktıkları için, buraları tutmanın haberalma ve gerillaların güvenliği açısından hayati bir önemi vardı. Tüm köyler boşaltıldığı için haberalma işini de kendi imkanları ile yürütüyorlardı. Kendilerinden başka kimseleri kalmamıştı mıntıkada. Eğer dikkatli olmazlarsa her an bir açıklarını kollayan düşmanı atlayabilirlerdi. O zaman da her an gafil avlanmaları işten bile olmazdı.

Türkler, gerillaların yerlerini saptadıkları halde hemen üstlerine gitmediler. Onların da kendilerine göre hesapları vardı. Gerçekten eğer o anda üstlerine gitselerdi, gerillalardan iyi bir dayak yiyerbilirlerdi. Çünkü tek koldan gelecek olan bu askerler, araziyi tam olarak tutmakta olan gerillaların tuzağına düşüp imha olabilirlerdi. Bunu biliyor olsalar gerek, bundan dolayı sabırlı davranıyorlardı.

***

3.Nisan.1996.. Türk Hava Kuvvetleri'ne mensup 4 jet sabahın erken saatlerinden itibaren devreye girmişti. İkişerli guruplar halinde geliyorlardı. İki uçak "görevlerini" yerine getirdikten sonra diğer ikili devreye giriyordu. Fakat önce şöyle bir keşif yapacaklardı herhalde. Bir iki tur attıktan sonra bomba yağdırmaya başlayan Türk uçaklarının saldığı ilk "kazan" denilen roket, Komutan Cemal'ın bulunduğu manganın hemen yanıbaşına düştü. İyi bir atış değildi bu! Fakat orada bir şey saptamışlar gibi 100-200 metrelik mesafelerle aynı alana bir çok kazan daha bırakıldı. 250-1000 kilo arasında değişen bu roketler yerde derin kraterler bırakıyorlardı, ama kayıp verilmemişti hala.. Hava saldırısı, hızından hiç bir şey kaybetmeden takriben 1-1,5 saat kadar sürdü. 16 sorti yapmışlardı. Bombaları bitmiş olsa gerek, saldırıya bir süre sonra ara verdiler..

Türk hava saldırısı başladığında komuta heyetindeki gerillalar, daha önceden keşif amaçlı olarak çıktıkları bir tepedeydiler. Saldırı başlamadan önce böyle bir şey olacağı büyük bir isabetle tahmin edildiğinden, gerillalara sabahın ilk saatlerinde araziye çıkmak için hazırlık yapma emri verilmişti. Güneşin doğması ile birlikte çadırlar sökülmüş, çantalar hazırlanmış, hazırlanan herkes daha önceden belirlenmiş olan görev yerlerinin yolunu tutmuştu. Dağınık bir düzen içerisinde tepelere tırmanıyor, dağ silsilelerinin en yüksek yerlerini tutuyor, oralarda mevzileniyorlardı. Uçaklar, roketlerini aşağıdaki vadilere atıyorken, gerillalar yukarılardaki mevzilerini güçlendirmekle meşguldu. Her takım ayrı bir tepeyi tutmuştu. Uçaklar yüksek yerleri tutturamadıklarından, bombalarını vadilere bırakıp gidiyorlardı. Yani adeta görev yapmış olmak için bırakırlardı bombalarını Türk pilotları. Geri döndüklerinde çektikleri video filmlerini tanık olarak göstererek kim bilir hangi sürükleyici masalı anlatıyorlardı üstlerine. Gerillaların çoktan söktükleri çadır yerlerini yerle bir olmuş gerilla kampları olarak gösteren o sahte tanıklar.. Kim bilir?

Hava saldırısı bittiğinde, komuta heyetindekiler ve diğer gerillalar tekrar aşağıdaki vadiye indiler. Bir şey olmuş mu diye şöyle bir bakacaklardı etrafa. Gerçi ellerinde cihazları vardı ama, savaşın bu gürültülü akışı esnasında düşmanlarına istemeden bilgi vermiş olmamak için onları kullanmak istemiyorlardı. Çünkü cihazı kullanarak, saldırıda bir şey olup olmadığını sormak, düşmana yerini belli etmek ve kayıpları varsa bu konuda bilgi vermek demekti. Böylesine bir bilgiyi alan düşmanları daha etkili bir şekilde saldırabilirlerdi. Buna fırsat vermemek için bizzat kendileri ineceklerdi aşağılara.

Vadinin diplerine indiklerinde kazanların açtıkları kocaman kraterlerle karşılaşmışlardı. Toprağın da yumuşak olması, bu bombaların açtıkları çukurların çok geniş ve derin olmalarına sebep olmuştu. Derinlik, yer yer beş metreyi buluyordu. Krater ağızlarının çapı ise bunun iki mislini aşıyordu. Bunların genişliği neredeyse onbeş metre çapında bir çemberle ifade edilebilirdi. Böylesine kraterler o kadar çoktu ki, karşılaştıkları coğrafya dünyadan ziyade ayın yüzeyini andırıyordu. Manzara tamamen değişmişti. Derelerde kendilerine uygun birer yatak bulup akan kar sularının yatakları bile bombardımanda değişmişti. Manzara ürküntü vericiydi açıkçası. Bu sırada gerillalardan biri durakladı:

"Bir sesler duydum."

"Evet" dedi Sakine, "şu tümseğin altından geliyor."

Evet, kazan roketlerinin oluşturduğu bir tepeciğin altından sesler geliyordu. Durdular. Evet, evet doğru duyuyorlardı, derinden derine bazı mırıltılar duyuluyordu yeni oluşan toprak tümseğinin altından. İki gerilla hemen kazmaya başladı oluşan bu yeni tepeciği. Bir süre sonra, daha önceden savunma amaçlı olarak kazdıkları ve "tünel" adını verdikleri bir yeraltı mevziine vardılar. Bu mevzi oluşan yeni toprak tepeciğinin altında kalmıştı. Üstü kapalı ve yarım metre genişliğinde oldukça derine kazılan bu tünel, anlaşılan orada saklanan bazı arkadaşlarının hayatını kurtarmıştı. Onlar kazdıkça sesler daha güçlü duyuluyordu. Son bir uğraşla bu mevzinin girişi bulunarak açıldı ve içeride mahsur kalanlar dışarı çıkarıldılar. Dört kişiydi bu tunelde mahsur kalan.

Bunlardan biri Zinar Dersim adlı Batmanlı yaşlı bir gerillaydı.

"Ne oldu, Zinar arkadaş?"

Bir yandan üstünü temizlemeye çalışan Zinar, öte yandan da derin derin nefes alıyordu. Sonra... sonra şaşkınlığı geçti ve anlatmaya başladı. Bu dört gerilla, arkadaşları tepelere tırmanırken geride bıraktıkları eşyalar arasında vadide kalan büyük haberleşme cihazını alıp yukarılara çıkarmak için eski noktaya inmişlerdi. İşte tam o sırada hava akını başlamış, onlar da korunmak için bu yeraltı mevzisine girmişlerdi. Kendilerini güvenlik içerisinde sandıkları bir sırada, bulundukları tunele komşu gelen bir kazan bombasının etkisiyle fırlayan toprak üstlerini örtmüş, orada mahsur kalmışlardı. Bomba patladığı esnada sadece bir sarsıntı hissetmişlerdi. Sonradan dışarı çıkmaya çabaladıklarında ise ”yolların kapalı” olduğunu görüp bağrışmaya başlamışlar. Hepsi bu..

"Merhaba hayat!" diyordu Zinar şakayla karışık. "Şimdi uzatmaları oynuyoruz."

Yaşama yeniden dönen arkadaşları için duydukları sevinç, onlara ertelenemez ödevlerle karşı karşıya olduklarını unutturamazdı. Bundan sonra ne yapacaklardı, şimdiki yakıcı soru buydu işte. Bulundukları noktada, kısa bir tartışma ile cevap aradılar sorularına. Gitmeli mi idiler, yoksa kalmalı mı? Bu tartışmadan "gidelim" tezi galip çıktı, ki gerillaların mücadale metodlarını bilenler zaten öyle olması gerektiğini kestirebilirler. Hemen diğer arkadaşlarına da haber saldılar. Yukarıya, tepelere doğru tırmanışa geçeceklerdi. Hazırlıklar kısa bir süre içerisinde bitti ve yola çıkıldı.

Derecikleri takip ederek çıkıyorlardı yukarılara. Böylesine saklana saklana tırmanmalarının sebebi, uçakların ortalıktan kaybolmasının hemen ardından keşif helikopterlerin gelmiş olmasıydı. Bunlar ortalığı tarayarak gerillaların konumu ve eğer panik başlamışsa gidiş yönleri hakkında bilgi topluyorlardı. Düşman hiç vakit kaybetmiyordu anlaşılan.

Bunun üzerine arkadaşlarını daha dar ama çalılıkların örttüğü bir dereciğe sürdüler. Oradan tırmanıyorlardı yukarılara. Gerillaların hedefleri, Mala Ferqînê'deki "top sahası" dedikleri alanın cıvarıydı. Çünkü orası hem daha geniş bir sahaydı, hem de tüm alanı kaplayan kalın gövdeli dev palamut ağaçlarıyla nisbeten iyi kamuflaj olanakları sağlıyacaktı gerillalara. Yürüyüş kolunun bir ucu dereyi tutmuşken, diğer uç daha henüz noktadaydı. İşte o anda iki helikopter beliriverdi havada. Hem de saldırı helikopteri. Gelir gelmez de noktayı vurmaya başladılar. Bombardıman bir saat kadar sürdü. Vadinin diplerinde bulunan arkadaşları bu saldırıdan hiç bir zarar görmemişlerdi ki bu, günün iyi haberiydi. Helikopterler bu kez tepede saptadıkları bir diğer gerilla takımına yöneldiler.

Türkler'in elindeki bu savaş canavarları bir atışta bir kaç roket birden kusuyorlardı.

Takım komutanının ”Dağılın!” emriyle herkes kendine uygun bir mevzi bulup yerleşti. Mevzilerin çoğunluğu, hemen yakınlarından geçmekte olan ve artık kullanılmayan bir karayolunun kenarlarındaki tabii korunmalı arkcıklardı. Buradaki bir tabii mevzinin ardına yerleşen Aryan'ın hemen yanındaki taşa isabet eden bir roket, bu taştan şarapnel diyebileceğimiz parçalar kopardı. Bunlardan biri Aryan takma adını kullanan Doğan'a isabet etmiş ve yaralanmasına yol açmıştı. Gerillaların bu saldırıdan gördüğü tek zarar buydu. Saldırı bir saat kadar sürdü ve başladığı gibi bitti. Geri çekilme harekâtını yeniden başlatabilirlerdi. Sağlıkçılar, bu yaralı arkadaşlarının yarasına hemen müdahale ettiler, temizlediler ve sardılar. Yara o kadar da ciddi değildi. Fakat pek yürümek istemiyordu. Sakine de yanına gitmişti Aryan'ın. Ona moral verdi ve yürümesi gerektiğini söyledi. Başka çare yoktu. Bu kadar arkadaşının hayatını tehlikeye atacak bir zayıflığı ona yakıştıramadığını falan söyledi Sakine. Kısa süren bu gibi sözlü baskılardan sonra yürümeye ikna etti yaralıyı. Gerillalar yürümeye başlayan Aryan'ı da yanlarına alarak geri çekilme noktasına birlikte götürdüler. Çünkü, Sakine'nin de söylediği gibi başka çaresi yoktu bu işin.

Hedefleri Mala Ferqînê idi.

***

Mala Ferqînê'deki düz bir tarlanın çevresindeki uygun yerlere dağılmışlardı. Gerillalar, etrafında yerleştikleri bu düzlükte yaz aylarındaki boş zamanlarında futbol veya voleybol oynarlardı. Bunun için o noktaya ”top sahası” adını takmışlardı. Bulundukları noktadaki geniş gövdeli bir palamut ağacının altında bir yandan Cemal, Hebûn, Robar, Palu'nun Zoxpa Köyü'nden Yılmaz ve Sakine büyük telsiz cihazından düşmanı dinliyor, bir yandan da durumu tartışıyorlardı. Uzun Hebûn, bir diğer birliğin komutanıydı. Harekât tarzlarını tartışırken, düşmanlarının düzenlemekte olduğu operasyonun kapsamına göre tavır almaları gerektiğine karar verdiler. İnsiyatif Türk savaş kurmayının elindeydi besbelli.. Eğer operasyon kapsamlı çıkarsa geri çekilmeye çalışacakları hedefi de tartışıyorlardı. Sonunda karın durumu, karakollardaki düşmanlarının hareketliliği, alana giren düşmanlarının hareket tarzları eldeki bilgilerin ışığında değerlendirildi. Tartışmalar sonunda ellerindeki verilerle yakın bir iki gün içerisinde düşmanları tarafından bir operasyona girişilmeyeceği kanaatına vardılar. Olmaması gerekirdi, çünkü yakın bir süre içerisinde bir operasyona kalkışabilmeleri için belirli bazı karakollara veya daha doğrusu üslere yığınak yapılması gerekirdi. Tamam, Türkler'in askeri güçleri alana geniş ölçüde intikal ettirilmişti, ama geniş bir operasyonun gerektirdiği biçimde dağıtılmamıştı.

Bu tahlillerin ışığında bir iki günlük bir zamanları olduğuna karar verdiler. Bu süre içerisinde burada kalıp biraz rahatlayacak, daha sonra uygun bir planlama yaparak hareket edeceklerdi. Buna oldukça fazla ihtiyaç duydukları kesindi. Bir gerilla birliği Körtepe'de kalmıştı. Hebûn'un komuta ettiği birlik Yegêderî'deydi. Bunlara bir istikamet verilmeliydi. Bu arada dinledikleri Türk radyolarından, hala bölgede çatışmalar olduğuna dair hiç bir haber geçmemişti. Anlaşılan Türk Ordusu tarafından operasyonla ilgili olarak sıkı bir haber ambargosu uygulanıyordu.

***

Yerleşmişlerdi Mala Ferqînê'ye. Burada bir yandan sürekli bir şekilde toplantılar yaparak durumu değerlendiriyor, bir yandan da olacakları kestirebilmek için bilgilenmeye çalışıyorlardı. Bilgilenmek, gerilla savaşı dahil her türlü savaşta en önemli gıdadır. Düşmanın gücünü bilmek istersin, mevzilenme durumunu bilmek istersin, niyetini bilmek istersin, arkadaşlarının moral gücünü bilmek istersin.. Velhasıl mümkün olan herşeyi.. Bahar sürecine nasıl yaklaşılması gerektiği ayrıca önemli bir soruydu. Bu da tartışıldı. Eylemde, hava saldırısında gerillanın içine düştüğü yetersizlik ve düşmanlarının zayıf tarafları incelendi. Türkler'in savaş alanına sürdüğü askerler tecrubesizdi. Bu durumlarıyla moral ve inanç kaybetmeye hazırdılar. Eğer gerillalar güçlü bir şekilde direnecek olurlarsa hemen paniğe kapılabilirlerdi. Alanın karla kaplı olması Türkler için de bir dezavantajdı. Ama onlar helikopterle indirme yaparak kısmen de olsa bu dezavantajı aşabiliyorlardı. Fakat gerillaların tek vesaitleri, kendi güçlü ayaklarıydı.

Kürt Savaşçıları'nın en büyük dezavantajları, geçen seneden beri yaşadıkları lojistik hazırlık alanındaki yetersizlikleriydi. Bunun yanında kalın bir kar örtüsünün varlığı gerçi Türkler'i de etkiliyordu, ama misliyle gerillaları hareketsizleştirdiği bir gerçekti. Üstelik yer yer incelen bu örtü, basılan yerin kararması ile, helikopterle keşifte bulunan düşmanlarına iyi fotograf veriyor, hareket yönlerini tartışmasız bir şekilde ele veriyordu. Asıl sorunları buydu. dezavantaj sayılan bir diğer nokta ise çok sayıda gerillanın bir arada bulunmasıydı. Bu durumalarıyla düşmanları için çok kolay bir hedef haline gelmişlerdi. Gerilla savaşı kurallarına göre güçlerini arazide küçük birimler halinde dağıtmaları gerekmekteyken, Türk Ordusu'nun vuruş tarzının etkisiyle oluşan şartlar hiçbir şekilde buna el vermiyordu.

Tüm bu faktörlerin ışığında, askeri açıdan yeniden ne şekilde örgütlenmeleri gerektiği tartışıldı. Güç düzenlemesi konusu tartışılırken, acemi birlikleri eğiten ve onlara komutanlık eden Yılmaz da çağrıldı. Acemi birlikler, kış boyunca Çemê Sarûmê'nin suladığı vadide eğitimlerini sürdürmüşlerdi. Çatışma ortamının doğduğu günlerden beri bulundukları vadiden çıkarılmayı veya haklarında bir karar verilmesini bekliyorlardı. Yılmaz bunun için çağrılmıştı toplantıya. Her konuda uzun tartışmalar cereyan etti. Herkes fikrini söylüyordu. En sonunda, her şeye rağmen gerilla birliklerinin ufak birimlere ayrıştırılarak çeşitli yerlere dağıtılması kararına varılmıştı. Buna göre Sakine'nin komuta ettiği askeri birlik, Kûwo Sipye'ye kayacaktı. Yılmaz, kendi acemi birliğini alıp Geliyê Kovya'ya geçecekti. Geliyê Kovya, Kulp ile Muş arasındaki bir mıntıkaydı ve Bêçarê'nin arka taraflarına rastlıyordu. Burası acemi birliklerin eğitim gördükleri eski yerlerine çok yakındı. Bu arada Yegêderî birliği ise eski yerine çekilecekti.

Geçici olarak bulundukları bu mıntıka genellikle boşaltılmış köylerin kalıntılarıyla doluydu. Kimisi yakılmış, kimisi dozer darbeleri altında yerle bir edilmiş köylerin o cıvıl cıvıl varlığının yerini derin bir sessizliğin aldığı bu harika topraklar, bir zamanlar Mıston ve Buwetiyon adlı Kırd (Zaza) aşiretlerinin baba yurtları idi. Mıntıkanın güneyine doğru indikçe ayakta kalabilen tek tük köy vardı ki bunlar da yarı dolu idi. Denilebilir ki oralarda sadece ihtiyar köylülerin barınmasına müsaade edilmişti. İki gün boyunca buralarda tartışmış, kararlar almış bunlara göre yeni düzenlemeler başlatmışlardı.

Komuta heyeti akşama doğru Avreş ile iki arkadaşını bir tepeye, Hogir adlı muhaberecilerini iki başka arkadaşı ile birlikte bir diğer tepeye yerleşmek üzere araziye çıkardı. Bunlar, yanlarına aldıkları büyük telsiz cihazları vasıtasıyla Türkler'in haberleşme kanallarına misafir olacaklardı. Böylece düşmanlarının durumu ile ilgili bir fikir sahibi olmak amaçlanıyordu. Gerçi Türkler'in muhabere esnasında şifreli konuşacakları belliydi, ama büyük cihazlarla çok kolay zaptedilebilen bu konuşmalar, tecrubeli gerilla muhaberecileri tarafından kolaylıkla deşifre edilebiliyordu. Karakollar arası yardım talepleri, helikopter talepleri, güç nakilleri kolaylıkla deşifre edilebilen konuşmalardı, ki bunları bilmek çok önemliydi. Komuta heyeti de bulundukları noktada aynı şeyleri ikinci elden takip edebilecekti.

Cihazlardan elde ettikleri bilgiler hiç de iç açıcı değildi. Buna göre Darêyênî ile Amed arasındaki asfalt yolu denetleyen Korsê üssü, yine Darêyênî'ye bağlı Şatos ve Bavan üsleri, Lice'ye bağlı Bawerni üssü tümüyle takviye edilmiş, "ağızlarına kadar" asker doldurulmuştu. Takviye harekâtı Lice ve Darêyênî'yi de kapsıyordu. Yığınak halen tüm hızıyla devam etmekteydi. Bu Bawerni üssü, Çemê Sarûmê'ye yakın bir üs olması hesabıyla da önemlidir. Çünkü bilindiği gibi Yılmaz'ın komuta ettiği acemi gerilla birliği burada konuçlandırılmıştı. Bunların cesaretlerini kırıcı en ufak bir bilgi eksikliği, savaşın gerçekliği ile daha henüz tanışmamış olan bu gençlerin morallerini bozucu bazı sürprizlerle burun buruna getirebilirdi onları. Bundan dolayı özellikle Yılmaz, oldukça tedirginleşmişti.

Gelen yeni bilgilerin ışığında komuta heyeti boyuna tartışıyor, Türkler'in harekat hatlarını tahmin etmeye çalışıyorlardı. Tüm bunlardan çıkan önemli bir sonuç vardı, o da şu; düşmanlarının yürütecekleri operasyon bu kez çok kapsamlı olmaya adaydı. Geçen yıllarla kıyaslanamayacak kadar kapsamlı.. Bölgeye yapılan yığınağı başka türlü izah etmek mümkün değildi ki! Komuta heyeti bu gerçeği hiç unutmadan daha ziyade boy verebilecek olan pratik sorunlar üzerinde yoğunlaşıyordu. Bu dinleme cihazlarından akan bilgilerin ışığında; "düşmanın tüm gücü araziye çıkarılacak mıydı?", "Bir dinlenme devresine ihtiyaç duyacaklar mıydı?", "Ne zaman araziye çıkabilirlerdi?", "Çıkarlarsa nereden araziye çıkabilirlerdi?" gibi hayati soruların cevabı aranıyordu. Tabii ki bu konuda eski deneyimleri kendilerine az yardımcı oluyor değildi.

Bu arada Hani-Qerbegon-Darêyênî arasındaki arazide, yani Sîwon'da Türk askerlerinin operasyona çıktığına dair haberler geliyordu. Fakat Türk askerleri daha henüz gerillalarla sıcak temas sağlayamamışlardı. Sözü geçen yörede gerillaların iki hareketli birliği vardı. Sürekli olarak bir sağa bir sola manevralar yaparak düşmanlarının niyetlerini kursaklarında bırakıyorlardı bu birlikler. Birliklerden biri bu manevralar esnasında Zara taraflarında ovaya kayarak operasyon sahasından çıkmıştı. Sinan'ın komuta ettiği ikinci birlik ise dağlık ve savunmaya elverişli bir alandır diye gelip sırtını gerillaların ”Şehitler Tepesi” dedikleri yere dayadı. Tam da tuzağa düşebilecekleri bir yerdi burası. Çünkü Türkler tüm dağlık alanları, bu arada Şehitler Tepesi'ni de tam anlamıyla tutmuşlardı. Bunun üzerine haber salarak onları da ana birliğe katılmaya çağırdılar. Çünkü eğer bu birliği ana güce katmasalardı, operasyonun tam artasında kalacaktı Sinan ve arkadaşları. Gerçi Türkler'in ana gücün bulunduğu taraflarda da operasyon başlatma ihtimali vardı, ama bu net değildi. Hayat onları düşündüklerinin tersini yapmaya itmişti. Yani kuvvetlerini sağa sola dağıtacaklarına, şartların da dayatması sonucu konsantre ediyorlardı. Yeni gelecek olan birlik 40 kişilikti. Böylece toplam güç 200'ü bulacaktı.

***

Gerillalar, toplantı üzerine toplantı düzenleyerek bir yandan Türkler'in harekâtı yürütme tarzlarını hesaplamaya çalışıyor, bir yandanda kendilerine moral şırınga ediyorlardı. Düşmanlarının harekât tarzlarını hesaplarken, hep eski deneyimlerine dayandıklarından, değiştirilen taktikleri hesaba katamıyor, hata yapıyorlardı. Eski deneyimlerine bakılırsa Türkler, böylesine bir yığınaktan en az üç dört gün sonra araziye çıkabiliyorlardı. Onlar operasyonlarında klasik bir tarz tutturmuşlardı; önce alt tarafları tutarlardı, ardından vadilerı bombalarlardı, nihayet tepelere çıkar ve ondan sonra vadilere ve gerillaların hakim oldukları tepelere derinlemesine saldırılara girişirlerdi. Yani operasyon süreci hep belli bir düzen içinde cereyan ediyordu. Sürpriz yoktu şimdiye dek.

Fakat Türkler'in bu seneki operasyonunun olağanın ötesinde kapsamlı olduğu, Gerillalar tarafından işin başında kestirilememişti. Kapsamın genişliği sonradan ortaya çıkacaktı. Bir komutanın operasyondan çok sonraları yaptığı bir tahlile göre, düşmanları aynı yıl içerisinde hem Şam'da Abdullah Öcalan'a bir suikast, hem ilerde Güney Kurdistan'a ve hem de şimdi içerde Amed Eyaleti'ne askeri harekat başlatıyorlardı. ”Ya bitireceğiz, ya bitireceğiz” sloganı ile hareket eden Türk Genelkurmay'ına bağlı bazı askeri ve siyasi unsurlar, direkt askerlerin emrinde olmadan kontr-gerilla partisi görünümünde olan MHP'nin içinden devşirdiği macera perest kişilerden ve yıldızlaşan korucubaşılardan oluşan bir nevi devlet çeteleri geliştirmişlerdi. Çeteci bir zihniyetin yönetimine giren derin devlet, bu gözü kara unsurları kullanarak Kürt aydınlarını, Kürt işadamlarını, Kürt milislerini ve hatta sıradan Kürt insanlarını ”yargısız” öldürtüyor, haraç toplatıyor, ortalığı talan ettiriyordu. İşte bu çetelerden biri PKK Genel Başkanı Öcalan'ı öldürmek için görevlendirilmişken, aynı anda askeri harekat başlatılmıştı. Amaç, Başkan öldürüldüğü anda ARGK'ye her yönden çullanarak bozuna uğratmak, bu bozgun havasından yararlanarak tam bir yok etme harekatı gerçekleştirmekti anlaşıldığı kadarıyla.

Doğrusu plan dahiyane idi! Ama kimse Öcalan'ı "git de tuzağa düş" diye zorlayamazdı ki.. Olmadı, düşmedi Öcalan tuzağa ve tutmadı suikast planı. Bundan sonraki gün ve yıllarda ellerinde kalan "tek seçeneği" kullanacaklardı büyük bir inatla, askeri harekat! Bu harekatın 1996'da uygulama alanına sokulmaya çalışılan Güney'e yönelik bölümü gerek gerillaların ürkütücü tehditleri, gerekse uluslararası durumun elvermemesi üzerine akamete uğradı. İşgal etmeyi planladıkları yerlere uğramadan dahi kısa bir süre içerisinde geri çekildiler. Daha önce başlayan Amed'deki baskıları ise bir sonuç alırız umuduyla tüm hızıyla devam ediyordu..

Bu arada yeni kurulan Mesut Yılmaz başkanlığındaki ANAYOL hükûmeti, Amed'de bakanlar kurulu toplantısı planlanmıştı. Bu toplantıdan önce bazı zafer haberleri vermek iyi gelirdi Türk Hükumeti'nin taraftarlarına. Türk Başbakanı Mesut Yılmaz, muzaffer bir komutan edasıyla gideceği Amed'de herhalde bir demokrasi paketini açmayı planlıyor olmalıydı. İşte gerillalar, kavrayabildikleri kadarıyla içinde bulundukları bu yeni durumu böyle tahlil ediyorlardı.

Şimdi ise gelişen mücadele karşısında güçlerini yeniden konuçlandırmaya çalışıyorlardı.Buna göre Sakine'nin komuta ettiği birlik, Keltepe denilen yerin Biloka Boğazı'na kadar uzanan tepeciklerini tutacaktı. Tepenin kendisinde kuvvet bulundurmayacak olan gerillalar, bunun yerine bir takımlık gerilla gücünü Kenc Ware'ye çıkardılar. Sarum vadisine kadar uzanan buradaki tepeciklerin birine Komutan Kawa, bir başkasına Komutan Zerdeşt sonuncusuna ise Komutan Rûken arkadaşlarıyla çıktılar ve oraları tuttular. Sakine'ye bağlı birliklerden geri kalanları Biloka Boğazı'nın Körtepe denilen diğer tarafını tutacaklardı. Bunlar iki mangalık bir güçtü.

Bir takımlık güç ise Karat tepesini tuttu. Karat, Biloka Köyü'nün sırtını dayadığı güney taraflarında uzanan bir dağdı, daha doğrusu kendi çapında bir silsile. Bu silsilenin asıl tepesi oldukça sık ormanların örtülüydü. Geniş kaya kovuklarının her tarafında bol olduğu bu silsile hareketli savaş militanları için bulunmaz bir mevkiydi. Bu haliyle savunma yapmaya uygun bir yer olduğundan buraya gönül rahatlığıyla yerleşti gerillalar. Bu tepenin hemen altından stabilize bile olmayan toprak bir araba yolu geçiyordu. Türkler karayoluyla alana girmek için bu yolu kullanmak zorunda olduklarından, Karat tepesini sıkıca savunmak, gerillaların geri çekilme yolunu güvene almak için önemliydi. Sakine'nin kendisi de, buradaki birliklerin komuta heyetinin sorumlusu olarak Biloka Köyü'ne hakim olan bu tepedeydi.

Bu arada Apê Musa tepesinden gelen ve Sinan'ın komuta ettiği bir gerilla birliği, onların bulundukları yerden görünmeyen ve fakat Karat tepesi ile birlikte yolun kontrolu bakımından oldukça stratejik bir konumda bulunan bir başka tepeyi tutmuştu. Bir diğer birlik, Gerillaların "Askerleşme tepesi" dedikleri tepeyi tutmaktaydı. Bu tepe de aslında bir tepeler silsiledir. Biloka'dan başlayan ve güneydeki Yegêderî'ye kadar uzanan bir silsile. Geriye kalan diğer bir gerilla birliği de Körtepe'yi tutmuştu. Son birlik, Biloka'nın aşağı taraflarına düşen ve boğazı geçtikten sonra başlayan Dorşin Köyü cıvarını tuttu. Böylece belli bir yöreye yönelebilecek olan düşmanlarının tüm hareket yollarını kapamış oluyorlardı.

Eyalet Komutanı Cemal, bir ara Sakine'yi bulunduğu yere çağırdı. Yerleşme olayı bitmişti. Başka hayati meselelerle uğraşmaları gerekiyordu artık. Sabah olur olmaz geri çekilme harekatını başlatacaklardı çünkü. O halde diğer güçleri de örgütlemeleri pratik bakımdan önemliydi..