Kitaplarım - Yapraklar Açana Dek - "Satranç"


onuncu bölüm

Miston

12. Nisan.. Gece boyunca yürüdüler. Hiçbir olağanüstülük yoktu. İki guruba ayrılmışlardı; yürüyemeyenler gurubu, iyi yürüyebilenler gurubu olarak. Her iki gurup da tehlikeli bölgeden çıkmıştı. Operasyon bölgesi epey geride kalmış olmalıydı hesaplarınca. Her zamanki gibi çok yavaş ilerliyordu kafileler. Fakat bu kez açlıktan ve yorgunluktan değil, çok yemek yemiş olmaktan.. Eh, atın ölümü arpadan olsun derler ya.. Yavaşlığın sebebi de tokluktan olsun. Yolda bazıları midelerine oturan o az pişmiş yemekleri kustu. Bazılarının ise başı dönüyordu.

Bir ara önde yürüyen gurubun lideri Cemal, Sakine ile telefon bağlantısı kurdu. Ona öncü gurupta olması gereken Kara Sultan'ın kayıp olduğunu bildiriyordu. Arkadaki gurup arasında bulunup bulunmadığını sordu. Arkadaki gurupta iki bayan birliği vardı. Oralara baktılar, yoktu Sultan.. Bu eşitsiz savaş, Sultan'ın katıldığı ilk operasyondu. Yaralanmıştı. Güçlüklere bilincinde yenik düşmüş olacak ki köydeki rahatlığı da gördükten sonra kaçarak teslim olmuştu askerlere.

Noktaya vardıklarında ortalık tamamen aydınlanmıştı. Askerlerin pozisyonu konusunda etraftan istihbarat topladılar. Bu çevrede Türk Askerleri yoktu. Noktanın yakınındaki köyün çevresinde yerleşime uygun pekçok yer vardı. Sakine ve arkadaşları, mangalarını kurmak için gerilla dilinde "Sağın Üstü” denilen bir alanı seçmişlerdi. Ormanlıktı yerleştikleri alan. Karlıydı hala. Ama suyu boldu. Az ileride, belekleşmiş bir alanda beyaz kardelen çiçekleri açmıştı. Bahar biraz daha yakınlarındaydı demek ki. Diğer gurup Azinan Köyü'nün yakınındaki Düzenleme Noktası dedikleri hafif bir düzlükte yerleşti. Bu gurubun bir kısım elemanı ise köye girmiş orada "keyif çatıyorlardı". Buralarda bir gün daha dinlenerek güç kazanacak, sonra yeni düzenlemeler yaparak araziye dağılacaklardı.

Fakat evdeki hesap çarşıya yine uymadı. Bu kez gök gürültülü müthiş bir yağmur tutturmaz mı? Çadır olarak kullandıkları naylonları yanlarına almamış olan gerillaların açıkta, yağmur altında uyuyarak dinlenmeleri mümkün değildi. Oysa yarın yapacakları o uzun ve güçlüklerle dolu yolculuğu göğüsleyebilmeleri için bu gece nisbeten rahat bir ortamda dinlenmeleri gerekiyordu. Hemen bir araya geldiler ve kısa bir tartışmadan sonra köye girme kararı aldılar. O gece Miston'daki o köyde kalacak, ertesi gün yola koyulacaklardı.

Köyde yoksul mu yoksul, üç aile kalıyordu. Hepsi ihtiyar olan bu insanların gerillalara sunacak hiçbir şeyleri yoktu. Kendi hallerinde, meraklı pir-i fanilerdi bunlar. Gerillaları ifadesiz yüzlerle karşıladılar. Köyün geri kalan evleri askerlerin baskısıyla boşaltılmıştı sahipleri tarafından. Kim bilir şimdi hangi büyük şehrin hangi sokağında sürünüyorlardı.

Gerillalar guruplar halinde bu boş evlere dağılmışlardı. Odun getirip kırdılar ve sobaları yaktılar. Çevre mezralara dağılarak erzak satın aldılar. Türk Ordusunun baskısıyla erzak satmaya yanaşmayanlardan zorla ve piyasadaki fiyatı üzerinden alıyorlardı. Boş evlerde, aceleyle köyü terk eden sahipleri tarafından geride bırakılan erzağı da toplayıp bir araya getirdiklerinde, yiyecek bakımından bir nevi zenginleştiklerini gördüler. Bu kadar yorgunluk ve takatsızlıktan sonra et de iyi giderdi. Köylerden koyun, keçi ne buldularsa bir kaç hayvan satın alıp kestiler. Bunları ve diğer malzemeleri mutfakçı arkadaşlarına verdiler. Onlar yemek hazırlarken diğer arkadaşları biraz istirahat etme fırsatı buldu. Bir kenara çekilip uyuyanların sayısı az sonra yarıyı çoktan geçmişti.

Gece çok rahat geçmişti. Fakat yağmur sürekli yağdı. Gündüz de hava hiç açmadı. Akşam olduğunda karanlık daha da koyulaşmıştı. Müthiş bir fırtına da eklenmişti yağmura. Bu havada hareket etmek imkansızdı. Zaten düşmanları da bulundukları yerlere mıhlanmış olsalar gerek. Onlarda mecburen bu köyde kalacaklardı. Ama yine de korkuyorlardı. Çok uzamıştı bu köydeki misafirlikleri. Çünkü Bağban karakolu en fazla bir saat uzaklıktaydı. Bir kişi kaçıp düşmanlarına teslim olursa yandıklarının resmiydi. Hele böylesi güç günlerde bu tür kaçışlar mutlaka olurdu. Çünkü Karat baskını gibi zaferle biten bir çatışmadan sonra bile o zamana kadarki güçlükler üç arkadaşlarını yıldırmış, teslim olmalarına yol açmıştı. Guruplarından kopan tek tük arkadaşları da ana guruba yetişemeyince gidip askerlere teslim olmuşlardı. Ama bu yılgınlık, bilinç geliştikçe, zorlukların üstesinden gelme sanatı öğrenildikçe aşılıyordu.

"Kahramanlıkla korkaklık duygusu, direnişle teslimiyet duygusu insanın bilincinde hep mücadele halindedir" diyordu arkadaşlarına Sakine. "Kişi piştikçe gerilla savaşçısı için olumsuz olanları atar, sadece olumlu yönler kalır." "Biz bu duyguları atamamış olan arkadaşlarımızın varlığını her zaman göz önünde bulundurmalıyız."

Sonra düşüncelerini bildirmek için Cemal'i aradı. Cemal bu konularda çok hassastı. Komutan, "haklısın Sakine arkadaş" dedi. Az sonra Sakine, dahil, bütün birlik sorumlularını aradı ve; "bu geceki nöbetleri, nöbetçi subaylığı görevlerini hep yönetimdeki arkadaşlar yüklenecek ve deruhte edeceklerdir" şeklindeki emrini tebliğ etti.

O köyde Yönetici olarak Sakine, Mustafa, Sinan, Robar, Yılmaz ve Remzi vardı. Bunlar aralarında görev bölümü yaptılar. Alınan karara göre herbiri ikişer saat tüm köyde devriye gezecek şekilde nöbet tutacaklar, ayrıca seçtikleri bazı tecrubeli arkadaşları da aynı süre içerisinde normal nöbet görevlerini yerine getireceklerdi. Sakine ve yönetimdeki diğer arkadaşları ayrıca sabaha kadar uyumayarak bulundukları noktada nöbetçi olacaklardı. Bu nöbet işi, devriye görevi yaptıkları iki saatin dışındaki bir görevdi. Doğrusu işi çok sıkı tutuyorlardı. Böylece nöbetteki yönetim kadrosu istirahat edemedi, ama arkadaşlarının güvenlik içinde uyumalarını sağladı.

Sabaha kadar bu böyle sürdü. Yönetimdekiler ancak sabah saatlerinden sonra uyumaya karar verebilmişlerdi. Fakat o sırada havanın biraz açmasından yararlanan helikopterler çıkageldi. Gerillaları arıyorlardı. Bu ne sevgiydi! Bir günlük hasrete bile katlanamamıştı Türk pilotları. Bunlar köyün üstünde tur attıkça Sakine ve arkadaşları "görüntü verdik”, "düşman gelecek" falan gibi endişelerle yine uyuyamadılar. Hem de akşama kadar.. O gün de köyde kaldılar. Çünkü hiç bir kaçış olmadığı gibi, ihbar etme ihtimalleri yüksek olan köylüleri de dışarıya salmamışlardı. Askerlerin o tarafa doğru hareketlenmemeleri, şüphe çekmediklerinin en büyük belirtisiydi. Velhasıl tehlike yok demekti.

***

12. Nisan.. Cemal, Sinan ve Akif önde olmak üzere kafile Miston'a ulaştı. Bu ilk sorunsuz yolculuklarıydı. Köyde Cemal Akif'i bulunduğu eve çağırdı.

"Hevalę Akif, arkadaşların evlere dağılmalarına nezaret et. Köylülere sıkıntı vermemelerini tembih edeceksin. Yarın sabah erkenden Sakine ve diğer arkadaşların üslendikleri alana çekileceğiz."

"Tamam" dedi Akif ve söylenenleri yerine getirdi. Evlere yerleşmiş olan gerillalarda neşe ve hüzün biribirine karışmıştı. Hüzünleri kaybettikleri arkadaşları içindi. Kolay değil bu, sürecin başından beri 40'a yakın arkadaş kaybetmişlerdi. Çoğunun en mutlu anlarını birlikte yaşadıkları bu can arkadaşları bir daha hiç gelmeyecekti geri. Belki de çoğunun sıcak bir çatışmada canlarını borçlu oldukları arkadaşlarıydı bunlar. Akif, çok kez üstünde yoğunlaştığı bu operasyon esnasındaki duygularını kendi kendine bile ifade edemediğini düşündü. Bu olayı anlatacak kelimeleri aramıştı uzun süre, fakat yoktu dağarcığında. Sonra, "bazı şeyler anlatılamaz, sadece yaşanır" dedi kendi kendine. Oradaki gerillalar da dalmışlardı benzer düşüncelere. Kopuk kopuk geliyordu yaşananlar gözlerinin önüne. Bazan bir hatırayı yakalayacak gibi oluyorlarken, bir de bakıyorlardı ki bir başka hatıraya kaymış düşünceleri.. Bu son günlerde yaşananlar o kadar inanılmazdı ki.. İnanamıyorlardı verdileri kayıplara. Bazan sanki kapı açılacak da şu yanıbaşlarında can veren arkadaşları giriverecek içeri gibi geliyordu onlara.

Bazı arkadaşlarının aldıkları yaralardan dolayı halen çektmekte oldukları ızdırab da sıkıyordu canlarını. Ama yine de şu anda rahat edebiliyor olmaları bir zaferdi aslında. Onları yok etmek için uzun süre hazırlandığı belli olan düşmanlarını sükut-u hayale uğratmışlardı. Verdikleri 40'a yakın kayba rağmen yaşıyorlardı işte. Hem de en azından dört misli kayıp verdirerek.

Güvenlik gurubu, listelerini hazırladı. Uygun yerlere nöbetçiler ve tepeciler çıkarıldı. Yiyecekler maddeleri toplandı, bunlardan güzel yemekler hazırlandı. Yiyildi, içildi. Geceyi öylece rahat bir ortamda geçirdiler. Akif ve arkadaşları sabah saatlerinde çabucak hazırlanıp belirlenen noktaya gittiler. Fakat dünden beri aralıksız olarak devam eden karla karışık şiddetli bir yağmur hala devam ediyordu. O soğukta çadır yapacak naylonları olmadan yağışın altında beklemek zorunda kalmışlardı. ”Karargah birliğinin evlerde kalmak gibi bazı avantajları var" diye hayıflandı Akif. Bunu düşündükçe "adaletsizlik" diyordu kızgınlıkla. Fakat orada yerleşmek zorundaydılar. Yerlerini yapmaları, "yaşanabilir" hale getirmeleri gerkiyordu. Yağmurun vurmadığı veya az vurduğu kaya altlarını buldular. Bunları biraz genişletip yerleşiyorlardı. Ellerindeki naylon ve pançoları ise çadır haline getiriyorlardı. Bu arada ana guruptan kopanlar da peyderpey ulaşıyordu noktaya. Onlarla şakalaşmak vaktin iyi geçmesini sağlıyor, zamanın tekdüze akmasını engelliyordu.

Orada bulundukları süre içerisinde iç düzenlemelerini gözden geçirdiler. Yeni manga düzenlemelerine gittiler. Kayıplarla sayıları azalan mangalar birleştirildi. Silah paylaşımı önemli bir problem oluşturuyordu. Düşmanlarından ele geçirdikleri sırt çantaları, tüfekler, pançolar vs gibi malzemeler kapanın elinde kalıyordu. Sanki bir dükkana girip alışveriş yapmışlar gibi.. Bu arada çok nefis fotograf makinaları, gece görüşlü dürbünler, saatler, kolyeler ortaya çıktıkça tartışmalar artıyordu. Bunlar halledildi.

Bu arada eyalet yönetimi genel düzenlemeleri görüşmek üzere toplanmıştı. Toplantıda bundan sonra nerelere dağılacakları ile ilgili kararlar aldılar. Buna göre Akif'in içinde yer aldığı birlik, Yegêderî'deki eski kışlağına çekilecekti. Darêyênî Birliği gerisin geri İkiztepe dolaylarındaki "Düzenleme Noktası"na dönecekti. Apê Musa'nın komuta ettiği Birlik ise Sivan'a çekilecekti.