Kitaplarım - Zarathuştra


XIV. BÖLÜM

BAZI KIYASLAMALAR VE BAZI ÖNEMLİ KONULAR

Zerdüştilik'te, genel metin içinde kaydetmek için fırsat bulamadığım, bazı ilginç noktalar daha vardır, ki okunduğunda -eğer okuyucu tarafından ilk kez duyuluyorsa- onları hayretler içinde bırakacak olan gerçeklerdir bunlar. Bu çalışmanın başından sonuna kadar Kürtler ile ataları arasında bir kültür köprüsü oluşturmaya çalıştığı herhalde okuyucunun gözünden kaçmamıştır. Gerek dinsel ibadetlerde, gerek mitolojide ve gerekse giyim-kuşam gibi toplumsal ve folklorik değerlerde o günden bugüne değişen pek fazla bir şeyin olmadığı ortada. Gelenekler, Müslüman ve ırkçı bazı yönetimlerin baskılarına rağmen,-kapalı toplum olmanın avantajlarından olsa gerek- nesilden nesile pek fazla değişmeden öylece sürdürülebildi. Bu değişmeyen değerlerin çoğunu, Kürdistan'daki şu veya bu dine, ulusa (mesela Ermeniler) veya mezhep gurubuna mensup insanlar, eğer şimdiye kadar bir yerlerden okuma fırsatları olmamışsa; ”aa, bu bizim geleneğimiz” diyerek okuyacaklardır kanısındayım.

zerdüştiler'e yapılan baskılar

Yukarıda ”Müslümanlar'ın ve Irkçı bazı yönetimlerin baskıları”ndan bahsetmiştik. ”Müslümanlar'ın baskıları” ibaresinin havada kalmaması için konuyu biraz açmamızda fayda vardır kanısındayım. Çünkü son zamanların deneyimleri, bazı müslümanların çok alınganlaştıklarını gösteriyor. Bundan dolayı bazı kısa tesbitlerde bulunma mecburiyetinde hissettim kendimi. Önce Kur'anı Kerim'de Zerdüştiler'den (Mecusiler'den) hangi ayette ve nasıl bahsedildiğine tefsircilerin bu ayetlere nasıl farklı yorumlar getirdiğine bakalım: Kur'an, sadece ”hacc Suresi” 17. ayette; Mecusiler'den (Zerdüştiler) o da ”sabiîler, 'iman edenler', Yahudiler, Hristiyanlar ve müşrikler” ile birlikte bahseder. Ayette bunların Tümü hakkında kıyamet gününde, (sadece) Allah tarafından hüküm verileceği söylenir, ki bu istisnasız herkes için böyledir. Buraya kadar iyi. Çünkü herkes hakkında kıyamette hüküm verilecektir ve bu hükmü sadece Allah verecektir. Mecusiler bu konuda bir istisna teşkil etmezler. Burada önemli olan yorumlardaki farklılıktır. Bazıları parantez içinde Allah'ın hükmünü, -sanki kendileri bu hükmü daha önceden biliyorlarmış gibi-, çoktan vermiş, bu ayette bahsedilen iman edenlerin dışındaki inanmayanları ”cehenneme” göndermişler bile.. Sanki Allah istese ayetlerinde açıkça böyle diyemezmiş gibi..

Dilediği zaman dilediği hakkında hüküm verme olayı aslında bir zihniyetin ifadesidir. Hüküm verme ve yerinde infaz zihniyetinin ifadesi.. Oysa nakledeceğimiz bir hadis, İslamın Peygamberi Hz Muhammed'in bu tip baskıcı insanlarla aynı görüşte olmadığını açıkça gösteriyor. Yani biz Müslümanlar derken, onların Peygamber'i ile takipçileri olan halifeler ve diğer yöneticiler arasına bir çizgi çekiyoruz. Hz Muhammed Zerdüştiler'le hiç bir şekilde ”yöneten-yönetilen” anlamında ilişkiye geçmediğinden, ”baskıcı” kelimesinin Müslümanlığın tebliğcisi olarak O'nu da kapsaması düşünülemez. Biz insan olarak tüm Müslümanlar'ı aynı kefeye koymuyoruz. Bu her halk ve dini gurup için de geçerlidir. Burada söz konusu etmeye çalıştığımız, genel bir çizgi olarak Müslüman Arap ve Fars Yönetimleri'nin Zerdüştiler'e karşı uyguladığı baskı ve yok etme politikasıdır. Bu politika'nın bu kitabı ilgilendiren kısmı ise yok edilen o harika kültürel ve folklorik değerlerdir.

İslami bir kitapta nakledilen bir diyaloğu aktardığımızda ne dediğimiz daha iyi anlaşılacaktır, şöyle: Abû Yûsuf Ya'kûb'un ”Kitâb ul Xarâc” adlı yapıtında bildirdiğine göre, ”Hz Ömer bir gün Zerdüştiler'i kastederek çevresindekilere; 'ben ateşe tapan bir halk tanıyorum. Bunlar ne Yahudi, ne Hristiyan ne de Ehl-i Kitab'dır. Onlara ne yapacağımı bilemiyorum' demişti. Bunun üzerine orada hazır bulunanlardan 'Abd ur Rahmân bin 'Auf yerinden doğrularak; 'Ben Peygamber'in; Onlar Ehl-i Kitabdır, onlara öyle muamele ediniz, dediğine şahit oldum' demişti”. Bu söz, Zerdüşti Kürtler'e karşı yürütülmekte olan katliam politikasını geç de olsa durduracaktı. Geç de olsa diyoruz, çünkü o zamana kadar başta Cizre'de bulunan ve harika bir kültür hazinesi olan Zerdüşti kütüphanesi olmak üzere yöre halkının can ile malları dahil pek çok şeyleri yok ve talan edilmişti bile.

Fakat bu ”koruma” da uzun sürmedi. Zerdüştiler Hz Ömer'den sonraki çeşitli dönemlerde müthiş bir baskı altına alınmışlardı. Onlar, mali açıdan sıkıştırma gibileri dahil, çeşitli metodlar kullanılarak din değiştirmeye zorlandılar. Hatta bazan Mâmûn'un Harrân'ı araplaştırırken, oranın İslam olmayan halkına (Zerdüşti) söylediği gibi; ”ya bizi, ya da kılıcımızı seçin” diyenler çoğunluktaydı ve bununla iftihar ediyorlardı (Kitab ul Xarac'dan). Müslümanlar Zerdüştiler'den ”kan parası”nı diğer dini guruplara mensup olan insanlarınkinin iki misli olarak alırlardı, ki bununla bu korumasız insanları din değiştirmeye zorlamayı umuyorlardı. Haraç ve cizye (kelle ve mülkiyet vergileri) de ödenemeyecek kadar yüksek tutuluyor, dönmelere para ve diğer olanaklar dağıtılıyor ve bu yolla yoksullaştırılmış Zerdüştiler için İslamiyet, ”ekmek kapısı” haline getirilmeye çalışılıyordu. İslam yöneticiler, usta birer politikacı olarak, dinsel guruplar arasında da ayırımcı davranıyorlardı. Mesela Mas'udi, ”Murûc udh dhahab” adlı kitabında ”Yeşil Kilise” de Abû Zakariya adlı bir Hristiyan'la ”Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” üçlüsünü tartıştığını kaydeder. Oysa aynı zaman diliminde ”Zerdüştiler'in kendi tapınaklarını boyamaları 'camilere benzeyebilirler' gerekçesiyle yasaktı” diye kaydediyor Xazi bin ul Wâsiti (J.A.O.S.; 1921). yani bir tarafta serbestçe yeşile boyanabilen kiliseler, diğer tarafta boyanması yasak olan ateş mabedleri.. İşte bu yöneticilerin adalet anlayışı buydu..

***

İslamlar, Kur'an'ın Tevbe Suresi'nin 29. Ayeti'nde; ”O, kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulu'nun haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dinini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, onlar hor ve küçülmüş oldukları halde (küçük düşmüş olarak) kendi elleriyle (boyun eğerek) cizye verinceye kadar savaşın” şeklinde yer alan Allah'ın emirleri uyarınca, Zerdüştiler'e karşı çok amansız bir haraç ve cizye politikası uygulamaya girişmişlerdi. Gerçi; ”ya İslam, ya kılıç” demiyorlardı artık, fakat kılıç kadar etkili olan dayanılmaz bir mali baskı uygulamaktan da geri durmuyorlardı. Baladhuri'nin ”Futuh al Buldan” adlı yapıtında kaydettiği bir antlaşma, bu konuda iyi bir örnektir. Buna göre Kuzey İran'ın İslam eğemenliği altına girmiş olan Rey ve Qumıs gibi bölgelerinde halk; ”kendilerini katliamdan, esir alınmaktan, yağmadan ve mabedlarini yerle bir edilmekten kurtarmak için, Arap Komutana 500.000 dirhem ödemek zorunda bırakılmışlardı.

Aynı eserde; Halife 'Umar ibn-al-Xattab dönemine ait bir hikaye anlatılır. Bir gün al-Kufa'ya vali olarak tayin edilen al-Muğriba ibn Şu'ba, Halife 'Umar'dan; Hudhaifa ibn-al-Yaman'a, Adharbaycan'a vali olarak tayin edildiğine dair bir mektup getirir. Bu vali Eyalet'in başkenti olan Hazar Denizi'nin yakınındaki Ardabil'e kadar ilerler. Fakat Eyalet valisi (o zamanki İran'da marzban deniyordu valiye) halk milisleri kurup bu haraççı yabancılara karşı müthiş bir direnişe geçti. Milisler tamamen Kürtlerden oluşuyorlardı. Uzun direnişlerden sonra yerli vali ile müstevliler arasında bir antlaşma imzalandı. Buna göre Adharbaycan'lılar Araplar'a 800.000 dirhem vergi ödeyeceklerdi. Buna karşılık Araplar hiç kimseyi esir almayacak, öldürmeyecek, Ateş Mabedleri'nden hiçbirini yakıp yıkmayacaktı. Bilhassa dinsel görevlerini yerine getirmeye çalışan Şiz'deki (şimdiki Ormiye) Kürtler'e karşı uygulanan baskılar durdurulacak, Newroz kutlamaları serbest bırakılacaktı. 'Umar bu antlaşmadan memnun olmamış olacaktı ki al-Yaman'ı görevden aldı onun yerine as-Sulami'yi vali olarak atadı. Bu vali hemen bir bahane uydurdu ve halka saldırdı. Direnenleri ezdi, mallarını talan etti. Dördüncü Halife 'Ali ibn-abu-Talib (Hz Ali) ise bunu da beğenmedi. Bir yandan al-Aş'ath'ı bölge valisi olarak tayin ederken, öte yandan da bölgesel Başkent olan Ardabil'e bir kısım Arab'ı yerleştirerek halkı assimile etmeye çalıştı. Artık düzenli siciller tutuluyor, maaşlılar tayin ediliyordu. Ali'nin bu valisi Kürt insanının o zamanki kalbi olan Ardabil'de ilk camiyi inşa eden istilacı olarak tarihe geçecekti.. Fakat Araplar'ın tüm gayretlerine rağmen, İbn Hawkal'ın, ”Kıtâb ul masâlik wal mamâlik” adlı kitabında kaydettiği gibi; Hicri 4. asırda Azerbaycan'da hala sayısız ateş mabedi vardı.

Müslümanlar, egemenlikleri altına aldıkları Zerdüşti toplumunu oluşturan insanlara karşı, ne zaman ne yapacakları belli olmayan böylesine yöneticiler tayin ediyorlardı. Bunlardan Abu Muslim Xorasani (herhalde İranlı olduğu için olacak) onlara çok adil davranıyorken, diğer bazıları (ki bunlar ırkçı diyebileceğimiz Araplar'dı) Magu kültürüne karşı çok önyargılı ve saldırgan idiler. Bunlardan 'Abdullah bin Tâhir kendisine dinletilmek istenen ”Wâmık ve Adhr┠adlı aşk hikayesini, sırf Zerdüştiler yazdı diye dinlemeyi red ettiği gibi fırlatıp suya atmıştı. Dawlatşah'ın kaydettiğine göre aynı şahıs Magular'ın eseri olan tüm kitapların yakılmasını da emretmişti.. Bir diğer anlatımda İslam din adamları Firdowsi ”kâfir” olduğu gerekçesiyle müslümanların gömüldüğü mezarlığa gömülmesini yasaklamışlardı. Nizâmi, ”Çahar Maqala-1909” adlı yapıtında; bir İslam din adamının, Firdowsi'nin mezarı başında, ”O; Pers Kıralları'nın dualarını okuduğu için ona hatim indirmeyi red etmişti” diye yazar. Bunlar Firdewsi ”şahnama'”yı yazdığı için başına gelenlerdir, yoksa Müslüman olmadığı için değil.. Yani Zerdüştiler'i yazanların da başları beladaydı. Nihayet Halife Mutawakkil en büyük kültürel temizliği yaptığında artık Avesta'nın dörtte üçü bir daha ele geçmemek üzere kayıplara karışacaktı.

kelime-i şahadet

Zerdüştiler'in Fravarane (İtikat) dedikleri ve bir nevi kendilerini tanıttıkları bir temel dini cümleleri vardır, şöyle: ”Ben kendimi, Mazda'nın tapıcısı ve Zarathuştra'nın takipçisi olarak açıklıyorum, Kötü Güçler'e düşman, İyi Güçler'in dostuyum ve Ahura'nın kurallarına bağlıyım.” Bu tanıtma cümlesi, Müslümanlık'ta Kelime-i şahadet olarak devam etmiştir.. Müslümanların kelime-i şahadetleri anlam itibariyle şöyledir: ”Ben Allah'ın birliğine, Muhammed'in onun kulu ve resulu olduğuna şahitlik ederim”. Görüldüğü gibi her iki dinin ”Kelime-i Şahadet”lerinin benzer tarafları olduğu gibi aralarında -gayet tabii- derin ayrılıklar da vardır.

Bu iki Kelime-i Şahadet arasındaki benzerlikler şöyle sıralanabilir: Her iki formülada da tapılan bir tanrının adı zikrediliyor, birinde Ahura Mazda, diğerinde Allah.. Her ikisinde de takip edilen veya Yaradan'ın elçisi olduğuna inanılan bir peygamber vardır, birinde Aşo Zarathuştra, diğerinde Hazreti Muhammed.. Ayrılık ise açıktır ve önemlidir. Zerdüştiler Fravarane'lerinde; Kötü olan herşeye düşman olduklarını, Kutsal Altılar'la çerçevesi çizilen İyi'nin yandaşı olduklarını açıkça bildirirler. Oysa Müslümanlar, Kutsal Altılar'a denk düşen ve Önasya dinlerinin ortak kavramları olan meleklerle ilgili inançlarını; ”imanın şartları” adlı başka bir şartlar gurubuna saklarlar ve onlara (meleklere) zorunlu olarak inanırlar (bu inanç imanlı bir Müslüman olmak için zorunludur). Bu, iki din arasında en temel ayrılıklardan biridir. Müslümanlar'ın ”tanrının veçheleri” adı altında bir kavramları olmadığı için, onların melek kavramları Zarathustracılar'a nazaran çok basit kalır. Çünkü Altılar, Ahura Mazda'nın birer veçhesi olarak çok güçlüdürler.

hac

Müslümanlık'ta her sene Hac'ca gidilir. Bu da İslam'ın şartlarından biridir. Fakat siz Zerdüştiler'in de kalp ateşine adanmış Büyük Athar Mabedleri'ne düzenli Hac seferleri yaptıklarını biliyor muydunuz? Onlar başta ”Athar Vereşraspa” ve ”Athar Kavãtakãn” olmak üzere, kendi yerleşim birimlerine yakın önemli ateş mabedlerini yılın belli günlerinde ziyaret eder, biribirleri ile görüşürler(di).

ibadethaneler

Diğer tüm dinlerde olduğu gibi, Zerdüştilik'te de ibadet edilen özel yerler; yani mabedler vardır. Zerdüştilik'te mabedler, önemlerine göre üç türlüydü. Türü ne olursa olsun tüm ibadethanelerin ortak yanları vardı. Bu ortak yanların birincisi; mabedlerin yönleri ile ilgiliydi. Bu yön aydınlığa, yani güneşin dolaştığı yörünge olan güneye doğru olmalıydı (kuzey yarımkürede). Bu, Müslümanlık'taki kıble kavramı'na denk düşer. İkincisi; hepsinde mutlaka (maddi) ateş veya (kalp) ateşini temsil eden bir aydınlatma aracı bulunurdu. Bu ateş, daha önce de kaydettiğimiz gibi, Verethraghna'nın insanın kalbine yerleştirdiği dürüstlük ateşini temsil eder. Şimdi bu üç gurup mabedi çok kısa olarak inceleyebiliriz. Bunlar (kaba hatlarıyla): Birinci gurup; Âtaxş Behrâm (Athar Verethraghna) mabedleri.. Âtaxş Behrâm mabedleri Zerdüştiliğin en önemli mabedleri idiler. ”Birinci Dereceden Ateş”'in korunduğu bu mabedlere eğri odun giremezdi (Yunus Emre'nin, Şeyhi'nin dergâhına eğri odun taşımaması ile mukayese ediniz). Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu mabedler, imanlı Zerdüştiler tarafından periyodik olarak ziyaret edilerek hacı olunurdu. İkinci gurup; Âtaxş Adarân mabedleri. Bunlar ”İkinci Dereceden Ateş”in korunduğu mabed türleridirler. Üçüncü gurup; Dar-i Meher (Mithra Kapısı) mabedleri. Bu gurup mabedlerde günlük ibadetler icra edilirdi ki, bunlar en yaygın mabed türleriydi. Günlük ibadetlerin yapıldığı her mabette mutlaka kalp ateşini temsil eden bir ateş bulunurdu. Bu ateş, gerçek bir ateş olabileceği gibi (ki tercih edilen budur), bir çıra, bir lamba veya hiç olmazsa herhangi bir aydınlatma vasıtası da yeterli sayılabilirdi.

beş vakit namaz ve kadınların ay hali

Zerdüştiler'in günlük beş vakit ibadetleri'nin (Namah) vakitleri ile birlikte İslamiyet'te aynen sürdürüldüğünü ,Zarathuştra konusundaki ilk çalışmamızı (Zarathustra-1995) okuyanlar bilirler. Bu beş vakit ibadet, 15 yaşından itibaren her Zerdüşti için yerine getirilmesi farz olan dini görevlerdendir. Ama okumadıysanız biz size vakitleri ile birlikte bu ibadetlerin adlarını, geç Zerdüştiliğe göre icra ediliş amaçlarını da ekleyerek burada da verelim: Vakit ibadetlerine Zerdüştiler ”Gâh” diyorlardı. Gâh, Avesta'da uzay'ın adı olarak geçer. Orta dönem Zerdüştiler'in ”Çarx-ı Felek” dedikleri uzay, Zarathuştracılar'ın inancına dünyanın etrafında döner. Bu Gâh'lar işte döner bir çark olan uzayın beş dönüş peryoduna tekabül ederler. Hz Muhammed'in Namazı, Mi'rac'dan sonra neden dört veya altı değil de beş vakte çıkardığını bilmiyorum. Ama Zarathustracılar bu beş vakit ibadetin sebebini, dönen uzayın beş peryodunu karşılamak ve bu peryodlara saygı göstermek olarak izah ediyorlar.

Sabahları yerine getirilen vakit ibadetinin adı; Hâvani Gahı'dır. Bu ibadet; Orta dönem Zerdüştilik'e (Akamenidler Dönemi Zerdüştiliği'ne) göre Güneş'le özdeşleştirilen Mithra'nın (Havani Vakti'nin Efendisi) koruması altında yapılan bir ibadetti ve takriben gündoğumu sırasında icra edilirdi (nasıl, Kürt Kızılbaşları burada kendi geleneklerinin bir parçasını yakaladılar mı?). Öğlen vakti icra edilen ibadete; Rapithwina Gahı adı verilmişti ve bu ibadet de Mithra'nın koruması altında yapılırdı. İkindi Vakti icra edilen Uzayêirina Gahı ise takriben günbatımı saatlerinde veya saat üç cıvarında icra edilirdi. Bu ibadet Apam Napat'ın koruması altında yapılırdı.. Akşam Vakti icra edilen ibadetin, yani; Aiwisruthrima Gahı'nın Fravaşiler'in koruması altında olduğu farz edilirdi. Yatsı ibadeti ise gecenin ikinci yarısında icra edilirdi ve Uşahina Gahı adını almıştı. Bu ibadet Sraoşa'nın koruması altında yapılırdı. Bu ”koruması altında yapılırdı” sözcüklerini siz ”Tanrı'nın emri altında bulunan O Yazata'nın bizi korumasının sağlanması için icra edilirdi” şeklinde de anlayabilirsiniz. Bu ”namazları kılmak” için Zerdüştiler bir de abdest alırlar. Ayaklar, eller ve yüz ibadetten önce mutlaka temizlenir (yani abdestim kaçmadı demek yok..). Ama ay halini yaşayan kadınlar bu halin devam ettiği süre içerisinde vakit ibadetlerine katılamazlardı. Bunların tümü aynen Müslümanlık'ta da sürdürülmüştür. Fakat tabii farklarla. Bu farklardan en ”rahatlatıcısı” ibadetlerin icrası için gerekli olan süredir. Zerdüştiler'in beher vakit ibadeti beş dakikada tamamlanırdı, Müslümanlar'ınki bazan saatlerce.

Söz ay hali durumundan açılmışken, tavşanların dişilerinin de ay hali gördüğünü biliyor muydunuz? İşte onların bu özelliği, Zerdüştiler'in bu hayvanın etinin yenmesini yasaklamalarına sebep olmuştur. Bilindiği gibi Kürt Kızılbaşları da tavşan etini yemezler.. İşte asırları aşarak günümüze taşınan bir kültür mirası daha.. Bu geleneğin ne Hz Ali ile, ne de ”kulağı eşek kulağına benziyor masalı ile” hiç bir ilgisi olmadığını ”artık” biliyoruz değil mi?

Ben küçükken bizim Zaza Kürtleri'nin mukim olduğu köylerde (Çolig'in Gwevdere mıntıkası'nda) kimsenin karaduta rağbet etmediğini, yemediğini gördüm. Oysa Diyarbekir mıntıkasında insanlar çok seviyorlardı bu dutu. Zarathuştra üzerine yaptığım çalışma sırasında ise, en aşağısından bazı Zerdüşti guruplarının da karadut yemediğini gördüm. Çünkü bu dutun suyu da kadınların aybaşı kanamalarında çıkan kanın renginde idi.. Bir de şunu ekleyelim: Aybaşı hali yaşayan kadınlarla cinsel ilişkide bulunmak dinsel bir suçtur. Kadın temizleninceye kadar eşi ona yaklaşamaz. Bu gelenek, -tıbbi veya psikolojik hiç bir sakınca olmamakla birlikte bugünkü Kürt toplumunda aynen sürdürülüyor.

tırnak ve saç kesme

Zerdüştiler kolay kolay saç tıraşı olmazlar ve tırnaklarını da o kadar sık kesmezler. Ama tıraş olduklarında veya tırnaklarını kestiklerinde onları su ile temasa gelmeyecek derinlekte bir çukura gömerlerdi. Çünkü, Zerdüşti inancına göre vücuttan kopan her parça Kötü Güçler'ce kirletilmiştir. bu parçaların temizliğin sembolu olan kutsal suyu kirletmesine müsaade edilmemelidir. Bu bir gelenek halinde hem Kurmanc ve hem de Zaza Kürtleri'nce zamanımıza kadar taşınmıştır. Ben kendim, kesilen saç ve tırnaklarımı gömmediğim için azar işittiğimi hatırlarım. Bu da bir başka köprü değil midir?.

oruç

Asıl dinde yasak olmasına rağmen bazı Zerdüştiler; yılda beş gün bir tür, üç gün ise bir başka tür oruç tutarlardı. Birinci tür oruçta; yani beş günlük oruç süresince dindar Zerdüştiler; et, balık, tereyağı ve yumurta gibi hayvansal gıdalarla beslenmekten uzak dururlardı. İkinci tür oruç; yani üç günlük oruç türü ise Müslümanlığın orucunun aynısı olan bir oruç türüydü. Bu süre boyunca dindar Zerdüştiler sabahtan akşama kadar yemek yemekten ve su içmekten uzak dururlardı. Tabii ki bunun Zarathuştra'nın itirazına rağmen böyle olduğunu (Zarathustra-1995'i okumuşsanız) biliyorsunuz. Üç gün orucun Kızılbaş Kürtleri tarafından da tutulduğunu sünni Kürtler de biliyorlar mı?. İşte bir köprü daha. Bu oruç olayını bir şaka ile bağlayalım: Sünni Kürtler'e takılan Kızılbaş Kürtler onlara; ”sizin piriniz sağırmış, üçü otuz diye duymuş, gelin siz de bize uyun da bu otuz günlük işkenceden kurtulun”.. Sahi orta yerde sağırlık gibi bir şeyler olmasın?.. Şaka tabii..

ay ve güneş tutulmaları

Zerdüştiler'in bazı mezhepleri, Ay ve Güneş tutulmalarında Kötü Güçler'in bu kutsal göksel varlıklara saldırıp onları yok etmeye çalıştığını varsayarlardı. Tabii ki bu, geç Zerdüştiliğin getirdiği bir inançtır, Zarathuştra ile ilgisi tam olarak saptanamamıştır (en aşağısından bütün gayretime rağmen ben bazı çıkarsamalar dışında bir şey bulamadım). Biz yine geleneğe dönersek; Kötü Güçler'in yönelttiği saldırıyı defetmek için bu imanlı Zerdüşti gurubuna mensup dini bütün kişiler teneke çalar, dualar okur, varsa silah sıkar ve gürültüler çıkararak Kötü Güçler'i ürkütüp kaçırmaya çalışırlardı. Bu gelenek Diyarbekir'de ve Kürdistan'ın pek çok yöresinde hala aynen sürdürülüyor.

Zerdüştiler'in, Ay'ın ilk göründüğü anda icra ettikleri bir ibadetleri vardır. Yüzlerini Ay'a çevirerek dua okuyarak (Gah), bu kutsal varlığa görünmesinden dolayı ”hoş geldin” derlerdi. Diğerlerini bilmem ama Kürt Müslümanları da taze Ay'ı her gördüklerinde yüzlerini ona döner dualar okurlar.. İşte bir köprü daha..

doğum kontrolu

Zerdüştiler yapay ayhali (kanama) yaratmak suretiyle gerçekleştirilen doğum kontroluna kesinlikle karşıdırlar! Bu yargı Avesta'da kesin sözlerle ortaya konuyor (Vendidad, XV. Fargard; 8-14). Bu suç peşô-tanu veya Tanu-peretha derecesinde bir suç olarak kabul ediliyor. Bu suç çok ağır bir suç olup, işleyene ceza olarak tam ikiyüz kırbaç vurulmasını gerektiriyordu. Avesta'ya göre bu cœk ağır bir cezadır. Çünkü bazı özel halleriyle bu suç, yine Avesta'ya göre; ”tasarlayarak adam öldürme” suçudur. Bu suçun bir de ahirette cezası olacaktır. Vendidad, çocuğun meşru veya gayrimeşru olmasına bakmaksızın, ”eğer kadın ve erkek ikisi birden düşük yaptırma işleminden sorumluysa ikisi de aynı ağır cezaya çarptırılır” hükmünü veriyor. Böylesine çocuklar ekseriyetle gayrimeşru olduklarından, suçlular ayrıca bir de zina işleme suçundan dolayı cezalandırılacaklardır.

Kutsal Kitap bu suçu; ”tabii olmayan yollarla adet görülmesini sağlamak” şeklinde açıklıyor. Vendidad, suç vasıtalarından birini (adet gördüren maddelerden birini) ”su ve bitkilerin yardımıyla” şeklinde açıklıyor ki bu düpedüz bu iş için hazırlanmış bir ilacın hukuk dili ile tarif edilmesidir ve bu düşük yaptırıcı bir ilaçtır..Bir diğer bölümde ise ebelerin (Vendidad'da ebe; ”yaşlı kadın” olarak geçiyor) kullandığı düşük yaptırma metodları zikredilir. Bu iş için kullanılan maddeler; Banga, Şaêta, Ghnâna ve Fraspâta'dır. Banga, uyuşturucu bir maddedir, ki bazı araştırmacılar onu Homa ile eşdeğerli sayıyorlar (çocuk vereceğine düşük yaptıran bir Homa!). Şaêta, sarı bir bitki veya sıvı olabilir. Şaêta kelime anlamı itibariyle altın demektir.. Ghnâna, ”dölü rahimde öldüren” bir maddedir. Fraspâta ise ”dölü rahimden dışarı atan” yani direkt düşük yaptıran bir maddedir.. Ebe de işlediği bu suçtan dolayı cezalandırılır.

besmele

Doğu halklarının hemen hemen tüm dini kitapları; ”Tanrının adıyla” şeklinde formüle edilmiş bir ibare veya benzer bir anahtar deyimle başlar. Çoğu yerlerde içerikleri çok önemsiz olan iş mektupları bile bu anahtarla başlatılır, ki bununla isteklerinin yerine gelebilmesi için tanrının kendilerine güç vereceği umulur. Batılılar'ın yazılı belgelerinde bu tür ibarelere sadece iş antlaşmalarında; ”tanrının adıyla, amen” olarak rastlanabilir hepsi o kadar. Parsiler'in (Bu İran ve Hindustan'da yaşayan bazı ”kılıç artığı” Zerdüştiler'in kendilerine verdikleri addır) bazı kutsal kitapları yukarıdaki söz konusu ettiğimiz ibare ile başlatılırken, diğer bazıları ”Yaradan'ın adıyla”, ”Yaradan Hôrmezd'in (Ahura Mazda) adıyla”, ”Yazadlar (Yazatalar) ve Ameşâspendler'in (Kutsal Yediler) adıyla”, ”Tanrı ve İyi Yaratıkları'nın adıyla” veya İslamlar'dan ödünç alındığı belli olan ”Esirgeyen ve Bağışlayan Tanrı'nın adıyla” ibarelerinden herhangi biri ile de başlatılabilmişti..

Fakat bu konuda asıl değinmek istediğimiz, Zerdüştiler'e özgü olan ve İslamlar'ın ”Besmele”sine de öncülük ettiği kesin olan bir başka terimdir; ”Yatha ahû vairyu”.. Yatha ahû vairyu, Zerdüştiliğin en kutsal formülünün başlangıç ibaresidir. Bu ibarenin ikinci ve üçüncü kelimeleri olan ”ahû vairyu” Avesta'da ”ahuna-vairya” olarak yer alır ve Zarathuştracılık için en kutsal formül olarak kabul edilen bir dinsel beyitin adıdır. Bu dizeler (Gatha) şöyle sıralanırlar:

Yathâ ahû vairyô, athâ ratuş Aşâd-çîd haçâ,
Vangheuş dazdâ mananghô şyaothnanãm angheuş mazdâi
Xşathremçâ ahurâi â, yim drigubyô dadadh vâstârem.

Görüldüğü gibi bu yüce dinsel formül 21 kelimeden oluşuyor. Bu 21 sayısı en büyük dinsel sırdır. Orijinal Avesta'nın Zarathuştra'ya 21 Nosk halinde indiğine ve bu dizelerde yer alan her sözcüğün bir Nosk'a anahtarlık ettiğine inanılır. Mazda Dini'nin Hak Kitabı, vermek istediği mesaj itibariyle önce üç büyük bölüme (bangışnu) ayrılmıştır. Bu bölümler; gâsânu, dâd ve hâdak-mânsarik'tir. Bunlardan gâsânu, Gathalar demektir. Yani bunlara bir yerde dize denebilirse de, ”gâsânu” yine de dize'den ziyade ”Gathalar” anlamına gelir. İşte Kutsal Kitap eski Avesta'yı oluşturan bu 21 Nosk'tan (veya Nask) 7'si yukarıda aktardığımız ayırımda genel Gatha bölümünün içinde (gâsânu'nun içinde) yer alır. Kısaca; 21 Noskdan 7'si Gatha'dır.

Bu Nosklar'ın adları şöyledir (parantezin içinde, yukarıdaki dizelerde yer alan ve bu Nosklara tekabül eden kutsal sözleri bulacaksınız): Stud-yaşt (Vâstârem), Sûdkar (Yathâ), Varştmânsar (Ahû), Bago (Vaıryô), Vaştag (Mananghô), Hâduxt (Dadat) ve Spend (Angheuş).. Dinkard'a göre Gathalar, Kutsal Kitab'ın bölümleri arasında en yüksek olan bölümdür. Gathalar; ruhsal malumat ile görevlerdirler (bunları sadece anlatan değil, bunların kendileridirler). Dâd; ”Kanun” anlamına gelir. Bunlar; dünyevi malumat ve dünyevi görevlerdirler (bunlar da aynı şekilde malumat ve görevlerin kendileridirler). Dâdlar, yargıçlar (dâdık'lar) için düzenlenmişlerdir. Dâdlar da tıpkı Gathalar gibi, Kutsal Kitab'ın Yedi Nosk'unu içerirler, şöyle; Nikâdûm (Xşathremça), Ganabâ-sar-nigad veya Dubasrujd (Ahurâı), Hûspâram (Â), Sakâdum (Yim), Vendidad (Dregubyô), Çıtradâd (Şyaothnanâm) ve Bakân-yaşt (Mazdâi). Hâdak-mânsarik, Avesta'daki hadha-mãthra'dan türetilmiş olup, ”ilham edilmiş sözler” anlamına geliyor. Burada geçen mãthra, Mãthra Spenta diye bilinen Yazata ile ilgilidir veya kendisidir. Daha önce de açikladığımız gibi bu Yazata, Ahura Mazda'nın Ruhu olarak biliniyor. Bu gurup Nosklar ilk iki gurup, yani; ruhsal ve dünyevi olanlar (gathalar ve Dâdlar) arasında kalan (bölgedeki) informasyonu kapsarlar. Şu Nosklar'dan oluşurlar: Dâmdâd (Athâ), Nâdar (Ratuş), Pâgag (Aşât), Rado-dâd-aitag (Çhit), Barış (Haçâ), Kaşkisrôbô (Vangheuş) ve Vıştasp-sâstô (Dazdâ)..

Kur'an'daki Sure isimleri, Zerdüştiler'in -yukarıda bahsedilen- Noskları'nın karşılığı olan kelimeleri karşılamazlar. Çünkü Zerdüştiler'in dinsel formüllerinde geçen bu 21 kelime Avesta'nın ne Yaştlar bölümünde ne de diğer bölümlerinde hiç bir özel bölümün adı değildirler (Sraoşa Nosk hariç). Bu isimler -tam olmazsa da- daha ziyade Kur'an'daki ilk 50 Büyük surenin 28'ini başlatan ve büyük bir sır perdesinin arkasına gizlenmiş olan harflere benzetilebilirler. Elif-lam-mim, elif-lam-mim-sad, Kaf-ha, ya-sad vs gibi harf kombinasyonları, yaklaşık olarak Avesta'nın formulasını karşılayabilirler. Kur'an'da her sureyi (Tevbe hariç) başlatan Besmele ise Avesta'daki Yaştlar'ı başlatıp bitiren ”Yatha ahû vairyu” ibaresi ile karşılaştırılabilir. ”Yaradan'ın iradesi, kutsallığın kanunudur” anlamına gelen bu harika anahtar, yukarıda verdiğimiz Kutsal Metin'in ilk üç kelimesidir.

Bunun dışında Zerdüşti yayınlarında kullanılan üç formüla daha vardır. Bilgi için sunacağımız bu formülalar şunlardır: ”Yênghê Hâtãm”, ”Aşem Vohû” ve Airyema İşyo.. Bu dört formula ayrıca Zerdüştiler'in özel ibadetlerinde okunur.

gahambarlar üzerine tekrar

Sad-dar adlı Pehlevice'de yazılmış olan Zerdüştiler'in dini kitabının bildirdiğine göre, Gahambar kutlamaları Zerdüştiler'in yerine getirmeleri gerekli olan altı dini görevin en başında yer alır. Bahram Yaşt'tan (Verethraghna Yaşt) anladığımız kadarıyla ise, eğer bir yerde bir Gahambar kutlanmamışsa o gün orası içinKötü'nün hakim olduğu bir gün haline dönüşür. Gahambarlar mevsimsel bayramlar olup, kozmogoni ile sıkı bir şekilde ilişkilendirilmişlerdir. Buna göre; birinci Gahambar olan maidhyozarem; gökyüzünün yaratılması ile ilişkilendirilmiştir. İkincisi olan Maidhyoşem; suların yaratılması ile, üçüncüsü olan Paitişhayem; yerin yaratılması ile, dördüncüsü olan Ayathrem; Bitkilerin yaratılması ile, beşincisi olan Maidhyarem; hayvanların yaratılması ile, altıncısı olan hamaşpathmaedaem; insanın yartılması ile ilişkilendirilmiştir.

Gahambar kutlanmaları iki ana bölüm halinde icra edilir. Birinci bölüm, dinsel dua usulü ile ilgilidir. Bu bölüm, tamamen dinsel metinlerin, ilahilerin okunduğu dua bölümüdür. İki veya daha fazla din adamı, ellerinde ince dalcıklardan oluşan kutsal barsam olduğu halde Gahambar'la ilgili Avesta bölümlerini terennüm ederler (Barsam hakkında geniş bilgi için bkz; 7. bölüm). Biz bunu Müslümanlar'ın kıldığı bayram namazı ile mukayese edebeliriz. İkinci bölüm ise dinsel törenle yapılan genel kutlama şenlikleridir. Cejnî Gahambar (İng; solemn feast), ya da bayramsal Gahambar denilen kutlamaların bu kısmına ailelerin tüm fertleri iştirak ederler veya daha doğru bir deyimle, etmek zorundadırlar. Zerdüştiler'de her aile özel olarak bayram kutlamak zorunda değildir. Bunların kendi paylarına düşen iştirak payını ödeyerek genel kutlamalara iştirak etmeleri yeterlidir ve bu daha fazla geçerli olan bir yoldur. Bu genel kutlamaya; sokağın, kasabanın ve eğer kırsal alanda bulunuluyorsa köyün tüm halkı iştirak eder. kutlamalarda dört esas prensip gözönüne alınır; ”yazad, sazad, xurad ve dehad”, yani; dua, icraat, yemek yeme ve verme (para veya aynî).

Bir Zerdüşti fakir de olsa bayramın kollektif olarak kutlanan bölümüne çok ufak bir miktar para ödeyerek iştirak etmekle yükümlenmiştir. Eğer festivale maddi katkı sağlayarak katılan kişi çok zenginse, besili bir koyunu, keçiyi veya başka bir hayvanı bayram kutlamaları için sunar. Eğer bir diğerinin buna gücü yetmiyorsa o da bu kez kutlamalar için kaliteli bir şarap sunmak zorundadır. Eğer buna da gücü yetmeyen varsa, ya bir miktar başka yiyecek, ya da bir demet kuru odun veya yakıt getirmek suretiyle festival için katılım payını ödemeye çalışır. Farzedin ki şehirdesiniz ve maddi durumunuz bu kadar odunu dahi almaya yetmiyor, o zaman bir odun dahi getirerek bayram kutlamalarına katılım payını vermiş olabilirsiniz. Buna da gücü yetmeyen çıkarsa o şahsın festivale iştirak ederek Ahura Mazdası'nı hatırlamasına karışmayı hiç kimse aklının ucundan bile geçirmez. Herkes elinden geldiğince çalışarak kutlama alanını ve bayram yemeklerini birlikte hazırlar. Her türlü hazırlık bittiğinde semah eşliğinde yemekler yenir, şaraplar içilir.. Şayaşt ne şayaşt'ın bildirdiğine göre, festival dönüşü her kişi kutsal metinlerden, yani; ”Yatha Ahu Vairyu”lardan dört tanesini okumak zorundadır. Bu Gahambar Âfrin'dir ve Afrin; ”dua etme sevgisi” anlamına gelir. Bilindiği gibi Afrin, Kürdistan'ın Suriye toprakları içinde kalan bir bölgesinin de adıdır. Anladığımız kadarıyla bu kutlamaların genel bölümü, Kızılbaş Kürtleri'nin bayram kutlamaları ile yakın benzerlikler arzeder. Bu tip kutlamalar, şekil değiştirerek de olsa sunni Kürtler tarafından da zamanımıza kadar taşınmıştır.

semah ve uyuşturucu maddeler

Zerdüştiler'in çeşitli vesilelerle uyguladıkları dini danslar ve bazı Zerdüşti mezheplerinde bu danslar esnasında cezbeye kapılmaya verilen önem, çeşitli spekülasyonlara yol açmıştır. Buna göre, -ki en fazla yapılan spekülasyondur bu-, Zerdüştiler bu ayinler esnasında tam bir trans durumuna geçmek için uyuşturucu madde kullanırlar. İslam dervişlerinin de aynı yola başvurduklarını iddia eden Nyberg gibi bir iki araştırmacı, Gathalar'da zorlamalara da girişerek uyuşturucuyu çağrıştıracak bir kelime ararlar. Fakat, buna rağmen İran Aryanları'na mensup bazı halk grupları dahil, pek çok Aryani Halk ve yerliler uyuşturucu kullanarak vecde gelme gibi metodları hep kullanmışlardı. Biz bu tür ayinlerin Zarathuştra tarafından mahkûm edildiğini biliyoruz. Burada bu ayinler ve karşı görüşlerle ilgili detaylara yeniden girişmeyeceğiz. Çünkü bu konuyu Homa adlı bölümde ele almıştık.

Burada bence önemli olan, bazı karışıklıklar üzerinde durmak ve Zerdüşti ayinleri ile şamanizm gibi ilkel, bir sisteme oturmamış ve her bölgede veya kabilede ayrı bir uygulama alanı bulan ”dinler”in ayinlerinin biribirlerine karıştırılmasına bir çözüm getirmektir. Herşeyden önce şamanizmin şaman denilen ve özel nitelikleri olan bir adamı santral olarak kabul eden bir tapınma metodu olduğunu unutmamalıyız. Şaman, tanrı ile insanlar arasında köprü görevi yüklenmiştir. Halkı hem tedavi eder hem de onları kötülüklerden korur. İngilizler bunlara Witch-Doctor derler. Alalede bir insan şamanlaşamaz. Bunun için çok sıkı bazı imtihanlardan geçmesi gerekir. İki tür insan seçimle şaman olabilir, birincisi; soyunda kendisinden önce bir şaman vardır. Onun ruhu soyundan seçtiği birinin şaman olabileceğine karar vermiştir. İkincisi klanın alalede bir üyesidir, kendisinde şaman olacağına dair belirtiler görülmektedir. Bu şaman adayları herşeyden önce vecde gelme metodlarını bilmelidirler. Ayrıca Şamansal teknikleri, ruhların ad ve fonksiyonlarını, mensup olduğu klanın mitolojisini, soy kütüğünü, kutsal dili vs de öğrenmelidirler. Gerekli bilgiler kendilerine ruhlar ve yaşlı usta şamanlar tarafından verilir, ki bu ”kurslar” üyeliğe kabul ile eşdeğerlidir veya üyeliğe kabul edilmektir. Konu dışı olduğundan daha fazla uzatmadan söyleyelim ki, her şaman bir nevi peygamberdir. İşte bu tek adamın çevresinde şekillenen ve her kabilede kendine özgü tanrıları olan bir tapınma şekli ile, mütekâmil bir dine mensup insanların geliştirdikleri törenleri biribirine karıştırmak bilimle bağdaşmaz.

Zerdüştilik'teki müzikli dini danslar ve bu çerçevedeki cezbe durumuna geçişteki amaç, bu kendinden geçme törenlerine katılan herkesin tanrı ile ruhsal anlamda birleşmesini sağlamaktır. Söz konusu müzikli semah çekmeler, kendisi de bir İranlı Fars olan ve Müslümanlığın nisbeten erken dönemlerinde Anadolu'ya geçen harika insan ve Büyük Mütefekkir Mevlana Celadeddin-i Rumi tarafından İslamiyet'e adapte edilmiştir. ”Ne olursan ol gel” doğrudan doğruya Zarathuştracı Felsefe'nin candamarıdır. Bunun O büyük zat tarafından alınması, ne kendisini ne de kendisinin yaptığı işi küçültmez. Semah, Haq ile ruhsal anlamda birleşmeyi sağlar ve bunun için vecde gelmeyi gerektirir. Ölümün kendisini bulduğu o harika geceye; ”Şeb-i Aruz”, yani (Allah ile) birleşme veya bir olma gecesi denmesinin sebebi, uğruna bir ömür sarfettiği Haq ile ruhsal anlamda birleşmenin nihayet gerçekleşmiş olmasından dolayıdır. İşte Zerdüştiler'in tüm dünya için gerçekleştirmeye çalıştıkları şey budur. ”Kendi ruhsal bölgelerine yerleşmiş olan Kötü Güc'ü tecrit ederek, ona karşı kendi ruhunu sürekli temizlemek suretiyle mücadele ederek, Ahura Mazda ile maddi evren yaratıldığından beri bozulan birliklerini yeniden ve bu kez ebediyen tesis etmek..” Ne farkı var bu iki felsefenin?

***

Med Mitolojisi'nin ve bu mitolojinin Zarathuştra tarafından reforme edilmiş şekli olan Bahdin denilen ve bir nehri andıran akışının o coşkun akıntısında yaptığımız büyük gezi burada sona eriyor. Elinizdeki kitapta yer alan bilgi ve belirlemelerin çoğu kuşkusuz çoğunuza yabancı gelmiştir. İlk sayfalardan itibaren karşınıza çıkan sürprizlere metnin ortalarına doğru alışmaya başladıkça, asırlardan beri uzak bir geçmişe, Kürtler'in atalarının inşa ettiği geçmişe nasıl sistemli bir şekilde yabancılaştırıldığımızı daha net bir şekilde görmüş olmanız gerekir. Ama hala tereddütleriniz kalmışsa elinizdeki bu kitabın güçlü ve iddialı bir başlangıç olduğunu, bunu; ”Aryan Mitolojisi”, ”Zarathuştra'nın Gathaları ve Kürtçe ile ilgileri”, ”Avesta”nın tüm ciltlerinin tercüme ve yorumları gibi çalışmalarımla sürdürüleceğini bilin. Bence halkımızın özgeçmişinin üstüne serpiştirilmiş olan küllerin sirkelenmesi de bir kavgadır. Ben bu kavgayı kararlı bir şekilde sürdüreceğime söz veriyorum. Siz de -özgürlük mücadelesindeki görevlerinizi aksatmadan- bu kavgada var mısınız? Haydi öyleyse...