Kitaplarım - Zarathuştra


XI. BÖLÜM

YARADILIŞ

Yaradılış; Bahdin'de, diğer üç dine nazaran çok daha karmaşık bir anlatıma kavuşmuştur. Bu karmaşıklığın sebebi, Doğu Aryan Mitolojisi'nin dayandığı derin felsefi temellerdir. Bunu daha iyi anlamak için diğer dinlerin yaradılış ile ilgili kayıtlarını alarak Bahdiniler'in bu konudaki inançları ile mukayese edeceğiz.

a) yahudi ve hristiyan inancında

Hz. Musa, Genesis'in 1.bölümü yaradılışa ayrılmıştır. Söz konusu bölümden nlaşıldığı kadarıyla yaradılışı başlatan Söz'dür. Buna göre tanrı başlangıçta gök ve yeri yarattı. Bu, Ahd-i Cedid'de (Nya Testament İsveççe, Psaltaren 33.6'da); "Gökyüzü Tanrı'nın sözü ile yaratıldı. Herşey Onun ağzının ruhuyla..". şeklinde yer alır ve Ps.90:2, 104:2, 136:5 ile takviye edilir. İncil'de ayrıca; (Johannes 1:1); "Başlangıçta söz vardı, söz Tanrı'nın yanındaydı, söz Tanrıydı". (J; 1:2) O (Söz), başlangıçta Tanrı'nın yanındaydı. (J; 1:3) Herşey (tanrının) sözü ile oldu, onsuz (söz olmadan) hiçbir şey olmadı (yaratılış olmadı). İncil, Kollosai 1:16'da, Gökte ve yerdeki görünür ve görünmez her şeyin, Tanrı'nın (Söz'ü) üzerine yaratıldığı kaydedilir. Buna egemenlik ve taçlar hükümdarlar ve hüküm dahildir. Aynı görüş (İsveççe İncil) Hebreerna:11.3'te de tekrarlanır.

Sonra sıra altı günlük yaradılış sürecinin tamamlanmasına gelir. Önce her taraf karanlıktı. Tanrı ışığa "ol" dedi. Işık oldu. Tanrı ışığı "gündüz", karanlığı "gece" olarak adlandırdı. Birinci gün bitti. İkinci gün gök yaratıldı. Böylece "su, sudan" ayrılmış oldu. Jeremia:10:12'de ise önce yeri yarattı, sonra üstüne göğü gerdi. Tanrı üçüncü gün boyunca yeryüzünü düzenledi. Önce suyu bir araya topladı, denizler oluştu. Arkasından kuru kalan kesime yer dedi. Yeri türlü bitki ve ağaçlarla bezedi. Bunlar meyveler veriyordu. Dördüncü gün boyunca; gece ve gündüzün oluşmasına, günlere, mevsimlere ve yıllara yol açacak olan ayı ve güneşi yarattı. Sonra yıldızları yaratarak gökyüzüne yerleştirdi. Bunlar geceler boyu ışıyacaktı. Beşinci gün boyunca suda yaşayan yaratıklar, kanatlı hayvanlar yaratıldı. Tanrı, altıncı gün boyunca tüm hayvan türlerini, Tevrat'ta geçen şekliyle; vahşi hayvanları, çiftlik hayvanlarını ve sürüngenleri yarattı. Sonra sıra insana gelmişti. Tanrı insanları kendi suretinden, "kendisinin aynısı olarak yarattı. Onların, denizdeki balıklara, göklerin altındaki kuşlara, yeryüzündeki çiftlik hayvanlarına ve sürüngenlere hükmetmelerini sağladı. İncil, Efeses 4.24 ve Kolossai 3.10'da da insanın, tanrının yeryüzündeki bir yansıması olduğu açıkça kaydedilir. Tekvin (3:19)'da Adem'in topraktan yaratıldığı ve toprağa döneceği söyleniyor. Yedinci gün ise istirahat edilecekti.

Hristiyan inancındaki Söz, çok önemlidir ve bu ”Mãnthra” şeklinde Zarathuştracılık'ta da vardır. Bahdin'e göre Söz, Tanrı nezdinde ezelden beri varolan ve onun Zarathuştra'ya indirdiği Kutsal Kitabı'ndan ibaret olan bir bütündür. Söz Bahdin'de de yaradılış'ı başlatmıştır; ki yaradılış'ın bu aşamasına ”vaxş nerok menok” deniyor. Hristiyan anlayışında üç günlük yaradılış sürecinde önce ışık yaratıldı ve bu gece ile gündüzün ayrışmasına yol açtı. Oysa ışık, Bahdin'de yaratılmaz, o zaten Ahura Mazda'nın da oluştuğu tabii kaynaktır. Buna Spento Mainyu deniyor. Gök ise, Hristiyan ve Yahudi inancında ışıktan sonra yaratılan ikinci varlıktır ve her nedense ”suyun sudan ayrılmasını” sağlamıştır! Fakat Jeremia'nın kaydettiğine göre önce yer yaratılmış, gök onun üstüne ”gerilmiş”tir. Sonra yeryüzü ”düzenlenmiş”tir. Sular bir araya toplanmış, denizler oluşmuş, kuru yerlere de ”karalar” denmiş. Sonra yeryüzünün diğer elemanları olan hayat sahibi varlıklar oluşturulmuş. Yıldızlar; yaratılarak gökyüzüne ”çakılmış”. Bu dinde yaradılış ile ilgili mantık silsilesinde ihtiyaçlara göre bir sıralama vardır.

b) islam

İslam'ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim'de yaradılışı derli toplu bir şekilde anlatan bir sure yoktur. Bu konu dağınık ayetlerde ve çeşitli vesilelerle anlatılır. El'Bakara Suresi 28'de; "Ey insanlar, nasıl olur da Allah'ı inkâra cür'et edersiniz? Siz ölüler iken, Allah size hayat verdi. Sonra sizleri yine öldürecek, sonra sizleri yine diriltecek. Sonra da döndürülüp Ona götürüleceksiniz". Aynı sure 29'da; "O Allah ki yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini göklere yöneltti de onları yedi gök halinde nizama koydu". Demek ki İslam'da önce yeryüzü yaratılmıştır. Ondan sonra sıra gök(ler)e gelecekti. Hicr Suresi 5'de "(Allah) hayvanları da yarattı. Sizin için onlarda ısıtıcı ve koruyucu maddeler ve birtakım menfaatler vardır. Hem de onlardan yersiniz". Aynı surenin devam eden birkaç ayetinde hayvanların yük taşıyıcılıkta veya binek olarak kullanılıştaki faydalarından da bahsedilir.

Hicr Suresi 10'da; "O sizin için gökten bir su indirdi. Size ondan bir içecek var. Yine ondan ağaç ve otluk (yarattı) ki onda hayvan otlatırsınız. Bundan anlaşıldığı kadarıyla; İslam felsefesinde gökler yaratıldıktan sonra sıra suların yaratılmasına gelmiş. Bu sular yardımıyla ağaç ve otluklar gelişmiştir ki oralarda hayvanlar otlatılacaktır. Aynı yerde 11.ayette; "o su size, ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her türlüsünden meyveler bitirir". 12.ayette; "Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı sizin hizmetinize o bağladı. Bütün yıldızlarda onun emrine boyun eğmişlerdir". Bu ayetten, gök cisimlerinin insan yaratıldıktan sonra vücut bulduğunu anlıyoruz. Aynı şey hayvanlar ve bitkiler için de söz konusudur. Ay ve güneş ile ilgili ayetleri de daha önce nakletmiştik.

İnsanın yaradılışı konusunda A'raf 10; "Andolsun sizi yeryüzünde yerleştirdik. Ve sizin için orada birçok geçim imkanı yarattık". 11; "sizi önce yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere 'Adem'e secde edin' dedik.” Hicr 25; "Gerçekten biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattık". 27; "Cin'i de daha önce korlu ateşten yarattık". 29; "Onun yaradılışını tamamladığım ve içine ruhumdan üflediğim vakit...". Sad Suresi, 6; "Sizi bir tek kişiden (Adem'den) yaratmıştır. Onun eşini de ondan var etmiştir". Mü'min Suresi, 67; "Sizi bir topraktan, sonra bir nutfeden, sonra bir kan pıhtısından yaratıp...". Nûh Suresi, 14; "O, sizi merhale merhale yaratmıştır".

Görüldüğü gibi İslamda karmaşık bir şekilde serpiştirilmiş olsa da, belli bir düzene sokulabilecek bir yaradılış süreci vardır. Buna göre önce yeryüzü yaratılmış, düzenlenmiştir. Sonra ”yedi gökler halinde” gökyüzü nizama sokulmuştur. İslam'ın Kutsal Kitabı'nda İncil'de rastlamadığım önemli bir fark var: İncil'de sular yeryüzünde bizzatihi var iken veya yaratılmış ve bir araya toplanarak istifadeye sunulmuş olduğu halde, Kur'an'da su gökseldir. Allah onu gökten indirdi. O hayati bir içecektir. Ondan (sudan) ağaç ve otluk yarattı, ki bundan amaç oralarda ”hayvan otlatmak”tır. Hayvanlar; istifade edilmek üzere yaratılmışlardır. ”Onlara yük yüklersiniz, etlerini yersiniz”. O sudan ekin, zeytin, hurmalıklar ve üzüm gibi -Arabistan'da çok yetişen meyvelerin adları da verilerek- diğer bazı meyvelerle birlikte yaratıldığı kaydedilir. Bir de; gece, gündüz, güneş, ay gibi mefhum ve cisimler yaratılarak insanların hizmetine sunuldu. Tüm Sami-Hami kökenli dinlerde insan ise cennette yaratılmıştır.

c) medler'de yaradılış

Elimizdeki Gathalar'da yaradılış ile ilgili olarak sadece ipuçları vardır. Fakat bizim elimizde Aryan mitolojisi ve bu mitolojinin; Medyalı Magu rahiplerinin elinde şekillenen İran versiyonu ile ilgili doyurucu yayınlar da bulunmaktadır. Biz şimdi önce bu mitolojiye ve yayınlara dayanarak yaradılışı vermeye çalışacağız, sonra da Zarathuştracılık'ta yaradılışı ele alacağız. Bu arada unutmamak gerekir ki, Bahdin önemli temel konularıyla orijinal bir öğreti iken, bazı yönleriyle reformasyondur. Görebildiğimiz kadarıyla yaradılış bu kısma giriyor.

ışık ve evren

…Önceleri bir taraflarda sonsuz bir karanlık vardı, ki burası Kötü'nün, yani Angra Mainyu'nun cehennemi mekânıydı. Bu karanlığın ötesinde ise görünmez derecede parlak Sonsuz Bir Işık'tan ibaret olan İyi'nin, yani Spenta Mainyu'nun Mekanı uzanıyordu. Bu iki mekan arasında "bir şey, atmosfer gibi bir şey" uzanıp gidiyordu, Tanrı veya melek ve iblisi güç karışımı bir varlık; Vayu.. Burası İyi ile Kötü'nün karşılaşmasını engelleyen bir alandı. Bundan dolayı Vayu adı verilen bu sahanın iki yakası, iki karekterliydi.. İyi'nin mekânı ile komşu olan yakaya; İyi Vayu, Kötü karekterli olan Angra Mainyu ile komşu olan yakaya; Kötü Vayu deniliyordu.. Bazı menkibelerde, burasının sadece bir boşluktan ibaret olduğu, bu boşluğa Vâi dendiği kaydedilir. Vâi, Kötü'nün Krallığı ile İyi'nin Mekanı arasında adeta ruhsal bir perde görevini yükleniyordu [Zarathustra (1995) adlı çalışmamı okuyanlar, Vayu'nun ayrıca eski bir Aryan tanrısı olduğunu ve bu tanrının bir nevi ”rüzgâr” olarak tanımlandığını hatırlayacaklardır]. İyi Vayu, ”İyi”nin destekçisi ve bir anlamda da İyi'nin kendisi olan Tanrı tarafından ve kendi özünden yaratılmıştı. Vayu'nun yaratılışı, maddi kâinatın yaratılmaya başlanacağının bir nevi haberciydi. Vâi'yi bazı araştırmacılar ”durmuş Zurvan= durmuş Zaman” olarak nitelerken, diğer bazıları ise; ”Kozmik Akıl” şeklinde çevrilebilecek ”Daena=Din” derlerdi O'na, ki bu yanlıştır.. Vayu'nun ötesinde ”İyi”nin, yani Spenta Mainyu'nun da bir parçası olan' ondan oluşan Tanrı'nın sonsuz ışıklar içindeki mekanı uzanmaktaydı. Kötü'nün Krallığı'na; soğuk, kuruluk, baskı, karanlık, pis koku ve ölüm hakim iken, İyi'nin Mekanı'na ise; nem, sıcaklık,ihtişam, tatlı koku, ışık ve hayatın özünün varlığının verdiği haz dolu bir tad hakimdi. İşte kozmik akıl da buradaydı.

Bir zaman sonra (ki bu göksel zamanın ne olduğu ve ne kadar sürdüğü meçhulumuzdur) Tanrı; Kötü'nün, ideal bir mekan olan İyi'nin mekanına saldırıya hazırlandığını anladı. İlahi Sonsuz ve Görünmez Işık'tan ibaret olan İyi'nin mekanını farkeden Kötü, oraya kendi tabiatından ileri gelen kötülüğü bulaştırma hırsı ile yanıp tutuşmuştu. Bundan dolayı Zaman (belki de Vâi) harekete geçti (zamãnak kunişn) ve böylece Ahura Mazda'nın iradesi ile "Kötü'yü yok edici birer enstrüment" olarak algılanması gereken yaradılışın ürünü olan yaratıkların uzun ve zahmetli macerası başlatılmış oluyordu. Bu devinim, yani yaradılış olayı, Sami-Hami kökenli dinlerin kendi Genesis-Yaradılış menkıbelerinde anlattıklarının aksine, bir çırpıda bitmedi. Aryan inancına göre bu "iş" aşamalı bir şekilde ve belli bir evrim sürecini takip ederek yürütülecekti. Yaradılışın ilk ayağı "Mainyu", yani ruhsal devre (Pehlevice'de; menok) idi ve Vayu'nun devreye sokulması ile başlatılmıştı bile. Mainyu'nun (tabii ki burada kastedilen Spenta=İyi Mainyu'dur) maddi yaradılışa katılacak olan kısmı; uzayın, suyun, ateşin, toprağın, havanın, bitkilerin, hayvanların ve insanların bir nevi taslağıdır. Yani bu kısım, onların bir nevi görünmez özleri veya ruhsal bir tasarı halinde bulunan özleridir. Mimarlar'ın bir binayı yaparken bazı hesapları da içeren bir plana gereksinim duydukları gibi, Mainyu da yaradılış için benzer şekilde plan denilebilecek bir bilgi ”içerir” (taşır). Yaradılışın bu başlangıç aşamasında ”abzar” denilen bir enerji türü belirir. Buna Avesta'da ”Çift Katlı Sonsuz Şekil” deniyor. ”Sonsuz Işık”'tan (anarg-roşni'den) oluşan, veya anarg-roşninin kendisi olan Tanrı (veya yaratıcı); böylece kendi ”öz-madde”sinden (yani sonsuz ışıktan), Yaratma (Dam) olayını; ya da tüm Evren'in şekillenmesine yol açacak olan süreci, sürecin kendi öz dinamikleri ile birlikte devreye sokuyordu.. Bu, Mainyu'dan ”Gaethya”ya, yani maddi (Pehlevice'de; geteh) Evren'in yaratılmasına geçiş demekti. Böylece İyi ile Kötü'nün evrensel düzeyde başlatacakları mücadelede hızlı bir şekilde, geri dönüşü olmayan noktaya (point to no return) doğru yaklaşılacaktı.

İyi'nin içinde yer aldığı Ahura Mazda'nın Mekanı'nın oluştuğu Sonsuz Işık, Tanrı'nın kendisidir demiştik. Bu Işık'ın Mainyu'dan Gaethya'ya dönüşmesi için, ilk olarak zaman denilen enstrumanın devreye girmesi gerekiyordu. Eski Aryanlar, ”zaman olmadan tarih durgundur, hayat durgundur” derlerdi. Zaman; hareketi, hareket ise tarihi başlatırdı. Buradan da anlaşıldığı kadarıyla, modern teorilerde olduğu gibi, antik Aryan Mitolojisi'nde de tüm maddi varlıklar özde ışığın (veya enerjinin) belli bazı koşullar altında maddi bir unsur haline dönüşmesi ile oluşmuşlardır. Maddi Yaradılış sürecinin işlemeye başlaması için, daha önce de belirttiğimiz gibi, zamanın devreye girmesini gerektiriyordu. Bu modern teorilerde de böyledir. Maddenin nötron ve protonlar halinde belirmesi, modern teorilerde bir büyük patlama, yani ”big bang”dan sonra (yani kısa bir Plazma döneminden sonra) başlar. Tabii ki big-bangla birlikte zaman da işlemeye başlamıştı (eş zamanlı olarak). Eski İran Mitolojisi'nde -ki bu mitolojinin en önemli yaratıcıları, Med Rahipler Sınıfı olan ”Magu” din adamları idi- bu ”iş” Tanrısal irade ile harekete geçen veya bu iradenin kendisi olan abzar sayesinde ve zamanın da aynı anda işlemeye başlaması ile yaradılış olayı başlamış gibi kabul ediliyor.

mainyular

İyi Mainyu, basit bir ruhsal enstruman değildir. Bu, Tanrı'yı ve insanları diğer bütün yaratıklardan ayıran ve ”düşünce, seçim ile istek” hassalarına da sahip, yani bu hassaları ”da” içeren bir kavramdır. İyi Mainyu bir diğer deyişle Kozmik Akıl'ı (İrade-i Külliye'yi) da içerir, ki buna ”Daena” (din) deniliyor. İyi Mainyu, ilk başlarda kendisini spontan olarak ”vaxşomand”'dan (Evren'in otomatik işleme prensibinden) ayırmıştır. Çünkü onun, daha henüz bir otomasyon kazanmamış olan Gaethya (maddi) ile bir bağı yoktur, daha doğrusu Gaethya'nın kendisi yoktur ki Mainyu kendisini bu kavrama bağlasın. Daha sonra inceleyeceğimiz Gaethya ise, düz bir şekilde; ”maddi evreni ifade eden bir kavram” olarak ele alınamaz. O, daha geniş bir kavramdır. Belli bazı dönemler dizisi içinde değişikliklere uğrayarak şekillenecek olan yaradılışın, Mainyu dönemi dışındaki tüm aşamalarını ifade eder. Yani Gaethya fikri, uzun bir evrim sürecinin her devresinde adım adım anlamsal değişimler yaşayacaktır. Gaethya, ”evrensel mayalanma” döneminden, somut katı madde dönemine kadar ve hatta dünyanın yeniden Mainyu'ya dönüşeceği döneme (Rehabilitation'a) kadarki tüm yapısal değişimleri kapsayan bir addır. Geçiş aşamalarının maddi mi ruhsal mı olduğu belli olmayan dönemleri de Gaethya'nın içinde mütalaa edilir. O, Kötü'ye karşı mücadelede vaz geçilemez olan bir enstrumandır.

Baştan beri iki Mainyu vardı. Bunlar; ”kenarsız, görünmez, cisimsel olmayan ve şekilsiz” olarak tarif edilen ve İyi (Spenta) ile Kötü veya düşman (Angra) olmak üzere, iki çeşidi bulunan manevi mitolojik kavramlardırlar. Daha doğrusu İyi Mainyu, Tanrı'nın kendi varlığından oluşan bir güçtür ve tabiatı itibariyle İyi'dir. Kötü Mainyu ise günümüzün Ortadoğu (Arap-İsrail) kaynaklı dinlerinde İblis adını almıştır, ki bu ad; Kötü Mainyu'yu tam olarak ifade etmekten oldukça uzaktır. İyi (Spenta) Mainyu'dan, yaradılışın ilk aşamasında belirginleşen ilkel maddi oluşuma ”Ras”, yani ”çark” (Çarx-ı Felek) denildi ve bu ras ilkel Gaethya olarak ortaya çıktı. Bu noktada Zurvanizm devreye girer ve Med merkezli Aryan mitolojisinin teorisyenleri arasındaki ciddi ayrılıklardan biri başgösterir. Yukarıda bahsettiğimiz Vayu, bu teorisyenler tarafından ”Zrvan Akarana”, yani ”zaman-uzay” ile eşdeğerli görülür. Bir başka deyişle; Vayu'nun kendisi, Zrvan Akarana'dır. Bu Tanrısal Varlık, maddi dünyanın oluşmasının ilk adımıdır. Zaman-uzay, ayrıca ilkel maddedir de. Halbuki ”Işık, ilkel maddeyi oluşturan ilahi özdür” diyen Zerdüştilik, bugünkü bilimsel teorilere daha yakın bir noktada duruyor. Bu ilkel maddeye veya daha doğrusu ”maddeleşme eğiliminde olan ışık”tan maddileşme eğilimine girilmesine, yani yaradılışın kendisine Pehlevice'de ”bavışn” deniliyordu. Bavışn'la tüm maddi evrim süreci başlar, ki bu hassasından dolayı Bavışn; ”tohumun tohumu”nu da içerir.. Bavışn, ışık veya zaman-uzayın ardılıdır. Olayı şematize edersek,yaradılışa doğru giden tüm evrimin dört aşamasının bulunduğunu söyleyebiliriz. Bavışn kararı ile başlayan, daha doğrusu bavışn'ın kendisi olan süreç, tohumun tohumu olan bu ilkel maddenin ”işlenmesi” ile devam eder. Daha sonra Bavışn'ın stabilizasyonu aşamasından geçilir ve en nihayet ayrışmış tek tek maddi elemanlar oluşur. Bunlarla, Evren'in oluşması sürecine en son nokta konmuş olur. Bundan sonraki aşama ise, Kötü'nün yenilmesi ile başlayacak olan genel ”rehabilitasyon”dur, ki bunu daha sonra inceleyeceğiz.

***

Görüldüğü gibi Aryan Mitolojisi'nde Tanrı, Maddi Dünya'nın yaradılışı sürecinde ve yaradılışın tamamlanmasından sonra, rehabilitasyona kadar geçecek olan süre içerisinde, yani Kötü yok oluncaya kadar (Kıyamete kadar), uzayda sınırsız bir hakimiyete sahip değildir. Ama zaman açısından düşünüldüğünde, Tanrı için biçilmiş bir ömür yoktur. Yani O'nun varlığını sınırlayan, O'nun içinde ”doğduğu” ve ”yok olacağı” sınırlı bir zaman dilimi yoktur. O'nun, yani Tanrı'nın varlık sınırları için, Müslümanlar'ın kullanmaktan çok hoşlandıkları şu terimin yeri vardır;” O, ezelde vardı ve ebedde de var olacaktır”.. O'nun için bitecek bir zaman yoktur. Ama İyi'nin düşmanı olan Kötü'nün hem zamanı veya ömrü, hem de uzaydaki yeri sınırlıdır. İslam'ın kutsal kitabı Kuran'ın dediği gibi; İblis, ”kendisine süre verilmişlerdendir”. O, bu sürenin sonunda tüm yandaşları ile birlikte yok olacaktır. Zerdüştiler'e göre, ki onların dinsel değerleri diğer Aryanlar'ın inançları ile çoğu yerde parallellik arzeder (bazı önemli farklara rağmen tüm Doğu Aryanlar'ın mitolojileri benzer sayılabilir); her şeyi bilme ve iyilik, Ahura Mazda'nın en önemli sıfatlarını oluştururken, bilgisizlik ve kötülük ise Kötü Güçler'in temel sıfatlarındandır.

Tanrı; kendisinin herşeyi bilme gücüne (İng; omnipotence) dayanarak, Kötü Güc'ün; ”Ahura (Tanrı), Asman (uzay-gök), Deana (din) ve zaman”dan ibaret olan Ahura Mazda'nın ilahi kişiliğine saldıracağını biliyordu, ki bunu daha önce de kaydetmiştik. Kötü Güc'ün Tanrı'nın Işıklı Mekanı'na saldırısının kaçınılmaz olduğu gerçeğiydi bu. Bunun için, daha önce de kaydettiğimiz gibi, ilk önlem olarak kendisinin varlığını oluşturan Sonsuz Işık'tan, maddi yaradılış'a geçişi sağlayacak olan Vayu'yu yarattı. Vayu, sonsuz bir şekildi (şekilsiz şekil) ve yaradılışın ham maddesinden oluşuyor ve ruhsal ögeleri içeriyordu. İlkel ışıktan maddeye geçişi ifade eden bu ”şey ”; ”bir nevi yakmayan ateşti, parlaktı, beyazdı, yuvarlaktı ve aşikar bir şekilde 'uzak'tı..” Vayu, üç bin yıl boyunca düşüncesiz, hareketsiz, elle tutulamaz ve nemli (Zerdüştiler'e göre tüm bu özelliklere birden sahip olan o ilk ruhsal varlık, Sonsuz Işık'tır) bir vaziyette kaldı. Vayu'nun bu hali, nemlilik hariç, modern ”yaradılış” teorisindeki protonsuz ve nötronsuz olan ”plazma”ya benzetilebilir. Zerdüştiler bu ”plazma”dan aşamalı bir şekilde yaratılan evrene; ”Makro Evren” veya ”Kozmik İnsan” derler.

Aryan Mitolojisi'nde zikredilen evren modelinin, modern bilimlerin evrenin oluşumu teorileri ile tabii ki büyük farkları vardı. Örneğin, zaman konusundaki tahminleri.. Avesta dahil, hemen hemen tüm Aryani yayınlar ve sözel gelenekler evrene onikibin yıl ömür biçerken, bilimsel yaradılış teorileri bu ömrü yaklaşık olarak bir protonun ömrü olan 30 milyar yıl olarak tahmin ediyorlar. Aryanlar evrene ömür biçerken, ellerinde her gece seyrettikleri Zodiac takım yıldızlarından başka bir araç yoktu. Zodiac takım yıldızları oniki kümeden oluştuklarından, Doğu Aryan ilahiyatçıları her takım yıldız için evrene bin yıl ömür biçecek, sonuçta ebedi saadetle sonuçlanacak olan ”rehabilitasyon”un onikibin yıl sonra gerçekleşeceğine hükmedeceklerdi.. Fakat böylesine yanlışlar, onların muazzam mitolojilerinin değerini asla azaltmaz. Bu teori ile öngördükleri sabit duran Dünya merkezli evren modelinin, tüm Ortadoğu kaynaklı dinler tarafından yakın zamanlara kadar tek tanrısal doğru model olarak kabul edildiğini unutmamak gerekiyor..

yaradılış'ın aşamaları; mainyu aşaması

Üçbin yıl süren Yaradılış'ın ilk dönemine Pehleviler ”Gumeçışn” adını vermişlerdi. Bu, orijinal Genesis'in (bun-bavışn= orijinal yaradılış) ilk aşamasıdır. Yaradılış'ın öz ”hammadde”si, tanrısal bir cevher olan İlahi Işık'tır, buyurucu akıl (yani İslamlar'ın dediği gibi; ”Ol!” dediğinde yaradılışı başlatan akıl) ise bu ışığın özünde bulunan (bu ışığa göre içsel olan) veya onun özünü oluşturan ”Mutlak Daena”dır. Mutlak Daena İslamlar'ın ”İrade-i Külliye”si ile hemen hemen eş anlamlıdır. Hemen hemen diyoruz, çünkü İrade-i Külliye, Mutlak Daena'ya göre eksik bir kavramdır. Mutlak Daena; Tanrı'nın, Gökyüzü'nün, Yıldızlar'ın, Ay'ın, Dünya'nın, tüm canlılar'ın, bu arada insanların ve ”melekler”in daenalarını da içerir. Bu büyük karışım aşamasının sonunda Kötü Güç (Zerdüştiler'de Ahriman=Angra Mainyu), İyi'nin Mekanı'nın ne kadar ”harika bir yer” olduğunu fark edecekti. Bu farkediş, saldırıya geçileceğinin işaretidir tabiiki..

Gumeçışn dönemi boyunca tekamül eden en önemli varlık, Bavışn'ın kaynaklandığı İlahi Işık-Madde'den, canlıların (insanlar için bu konuda istisna vardır, ki daha sonra göreceğiz) her birinin ruhunun manevi birer prototipi olan ”fravaşiler”in oluşmasıdır. Fravaşiler, Kötü ile mücadelede en merkezi bir yerde otururlar. Çünkü Angra Mainyu'nun tecriti aşamasına gelinirken; ”Tanrı Ahura Mazda'nın, 'melekler'in, iman dolu insanların ve her çeşit hayırlı hayvanın ruhsal bölgelerinden biri olan Fravaşiler”, Kötü'ye karşı mücadelenin en kararlı savaşçılarıdırlar. Bu arada Kötü Güç, gördüğü ve kendi karanlığına benzemeyen o müthiş parlak Tanrısal Işığa ulaşma arzusu ile dolup taşıyordu. Karşısında aşağılık duygusuna kapıldığı bu parlak yapıda (Tanrı'nın ışıklı mekanında), gizli hayranlık duyduğu üstün bir yön bulunduğunu hissetmişti. Ona saldırmalı, kendi kötülüğünü oraya bulaştırmalıydı..

Fakat Ahura Mazda bu saldırıya karşı koyacak olan ve Evren'in düzen içinde işleyeceğinin ifadesi olan otomatizmayı başlatmıştı. Bu arada Tanrı büyük mücadeleden Kötü Güç'ün yenik çıkacağını biliyordu. Kötü için zaman sınırlıydı, yani O, sınırlı bir zaman kesitinde varlığını sürdürecek, sonra yenilgiye uğratılıp kayıplara karışacaktı. Kötü, bu sınırlı zaman diliminde açık mücadeleye zorlanacak, bilinçsizliği ve çürümüşlüğü ile birlikte yok edilecekti. Bu arada Angra Mainyu da (yani Kötü de) kendi öz karanlığından kaynaklanan tabiatının bilincine ermişti. Bu tabiat; Kötü'nün öz karanlığıdır, ihtirasıdır ve sonuçta kendisini mahva götürecek olan o çok büyük iç çelişkileridir, düzensizliğidir. Bu yapısıyla Kötü; İyi'nin sonsuz ışık, sonsuz zaman ve sonsuz asman'dan oluşan üçlü tabiatına karşıt bir tabiata sahiptir. Kötü gördüğü ve gizli bir hayranlık duyduğu İyi'nin de içinde bulunduğu bu varlıkları yok etmeliydi. Fakat O, Tanrı'nın yarattığı her bir varlığın kendisinden daha üstün olduğunun bilincinde değildi. Çünkü Kötü, bilinç ve bilgi alanında çok geri bir güçtü.

Gumeçışn aşamasının bir diğer önemli olayı; Zarathuştracılık'ta çok önemli bir yeri olan ” Tanrı'nın Veçheleri'”nin yaratılmış olmasıdır. Zarathuştra'nın ölümünden sonraki dinsel yayınlarda ”Altılar” olarak geçen bu veçheler, Tanrı'nın maddi yaradılış sürecine geçişte en önemli yardımcı araçları olacaklardı. Ahura Mazda'nın kendisi, Kötü'nün -Angra Mainyu'nun- direkt rakibi değildir. Angra Mainyu'nun direkt rakibi olan kutsal İyi Güç; yani daha önce de bahsettiğimiz gibi Spenta Mainyu'dur, ki bu çok önemlidir. Çünkü yaratıcı Tanrı, kendisinden çok aşağı bir güçle mukayese kabul etmez, edemez. O tektir ve iki rakip güçten biri değildir. O, evrensel bir mücadeleye girişecek olan güçlerden İyi olanının tarafında bulunmaktadır veya İyi onun sonsuz ışıklı varlığı‘nın bir yansımasıdır. Ahura Mazda tek yaratıcı Tanrı olarak, bu iki güç arasında başlayacak olan mücadeledeki yerini, İyi'yi kendi veçheleri ile takviye ederek alır ve mücadeleye bizzat ”komuta” eder. ”Altılar”ın da ”hamuru”, Tanrısal ”hammadde” olan anagr-roşni idi. Böylece artık diğer bazı Grek düşünürleri ile birlikte Aristo'nun da ”nous” olarak nitelediği ve dünyanın bizzatihi kendi özünde varolduğunu varsaydığı ”proje” veya ”amaç” kavramına gelmiş oluyoruz; Zarathuştracılar'ın Aşa dedikleri ve bir yönüyle tüm evrenin düzenli ve bir amaca uygun olarak yaratılmasını ve işlemesini organize eden ilahi kavrama.. Aşa ayrıca ”doğru söz” demektir. Bu kavrama karşı koymak için Kötü; Druj'u, yani kendisinin bir veçhesi olan Yalan'ı salıverdi. Yalan'ın kaynağı sonsuz karanlıktır. Yalan'la birlikte ”Yıkıcı Ruh”un zararlılığı aşikarlaştı. Artık mücadele daha somut bir düzeyde cereyan edebilirdi..

Zarathuştra'nın ölümünden -neredeyse- hemen sonra kendilerine; ”Cömert Ölümsüzler” veya Avesta'da yer aldığı şekliyle ”Ameşa spenta'lar” adı verilen Tanrı'nın veçhelerin adları, sırasıyla; Aşa, Vohu Manah, Armaiti, Xşathra, Haurvatat ve Ameretat'tır. Aşa; Gerçek ve Dürüstlüğü, Vohu Manah; Iyi-Düşünce'yi, Armaiti; Tevazu'yu, Xşathra; Arzulanan Kırallığı, Haurvatat; Bedensel bütünlüğü, Ameretat; Ölümsüzlüğü veya ölümden sonraki hayatı temsil ederler. Tabii ki bu tesbitler oldukça yüzeyeldir ve onların tüm fonksiyonlarını ifade etmez (Bkz; Zarathuştra-1995).

yaradılış'ın aşamaları; gaethya aşaması

Maddi Evren'de ilk önce ”Asman” (gökyüzü) oluştu. O, ”Sonsuz Şekil”in, (genleşerek) belli bir somutluk kazanması sonucu gerçeklik kazanmıştır.. Asman, tıpkı kozmik bir insan misali, bir vücudun organlarını taşıdığına benzer bir şekilde, diğer tüm göksel yaratıkları (Güneş'i, Ay'ı ve Yıldızlar'ı) kendisinin içinde taşır. Fakat O, bundan da fazla bir şeydir; Kötü'nün içine hapsedildiği, tuzağa düşürüldüğü bir mekandır o.. Şekli; Sami-Hami dinlerinin tasarladığı şekle uymaz. O‚ ne yüce bir kubbedir, ne İslam'ın Kutsal Kitabı Kur'an'da yer aldığı şekliyle (Bakara; 29); ”yedi gök halinde”dir, ne de bazı Pehlevi yayınlarında belirtildiği gibi, dünyayı tas gibi kapatan bir yapısı vardır. İrani Aryan Mitolojisi'ne göre -ki yine kaydedelim bu mitoloji tümüyle Med rahipleri olan Magular'ın eseridir- yerin üstünde biri, altında da biri olmak üzere; biribirine bitişik iki Asman vardır veya Asman yerin öbür tarafında da devam eder (yuvarlak bir çark gibidir). Tıpkı dağların yerin hem alt tarafından hem de üst tarafından yükselmesi gibi. Üst ve alt Asman'ın arasında, yükselen bir sıra ile yıldızların, ayın ve en üstte de güneşin makamları veya yörüngeleri bulunur. Hani şu sıralamayı biraz değiştirseler, bizim şimdiki gözlemlerimize tam uyacak ama..

Bundahışn, Asman'ın parlak bir metalden; ”xvan ahen”den bir küre şeklinde yaratıldığını kaydeder. Dünya ise bir yumurta sarısı gibi yaratılmıştır ve her yönüyle ”beyaz”a (Asman'a) aynı uzaklıktadır. ”Yumurta sarısı gibi yaratılmış dünya” fikri, bizi yeniden bugünkü bilimsel bulgulara getiriyor. Adamlar, ta o zamanlar ”dünya yuvarlaktır” diyorlardı da, biz yirminci yüzyılın başlarında hala bunu bazı kafalara kabul ettiremiyorduk. Neyse, o kafaların inançları kendilerine, biz yine mitoloji denizindeki gezimize dönelim: Asman'la dünya arasında, dünyayı sınırlayan bir dağ silsilesi vardır ki Avesta buna Haraiti Bareza adını veriyor. Mitolojiye göre bu dağ silsilesi Mithra'nın mekanıdır. Tıpkı Olimpos'un Grek tanrılarının mekanı olduğu gibi. Sakın bu dağ konseptinin Grek Mitolojisi'nden Ödünç alındığını sanmayın, çünkü bu fikri geliştiren Doğu Aryanları, Grekler daha henüz böylesine bir tanrı anlayışı geliştirecek kültür birikimine varamadan, dini eserlerini böylesi menkibelerle doldurmuşlardı bile. Haraiti Bareza, ayrıca pek çok diğerleri arasında Homa'nın da mekanıdır. O, ilk olarak bu Mitolojik dağa inmiş, oradan tüm dünyaya yayılmıştır. Bu konuya sonra yine döneceğiz..

bir kez daha yaradılış ve kamara

Yaradılış'ın nasıl ilerlediğine yeniden dönüp biraz daha teknik açıdan ele alalım: Zerdüşti inancına göre maddi yaradılışta; ışıktan maddeye doğru ilerlenirken, bazı evrim aşamalarından geçilmiştir. Yaradılışın başlaması için herşeyden önce bir zekâya veya bilgeliğe gerek vardır, bu İslamlar'ın İrade-i Külliye dedikleri kavrama benzer olan Daena'dır. Bu Daena, başlangıçtaki bölünmemiş, mutlak Daena'dır ve İlahi Işığa göre içseldir, yaradılışın planlayıcısıdır. Bu planlamanın ilk adımında ”hareketsiz -potansiyel- bir enerji” ve ”maddenin özdeği” veya madde olmaya eğilimli olan ilkel ”abzar” oluşur (siz bunu Vayu olarak anlayın). ilkel abzarın yaradılışını başlatan ilk hareket ile birlikte zaman devreye girer. Bunu bir de şöyle söyleyelim: Bu hareketlenmenin başlaması için zamanın devreye girmesi zorunludur. Yani yaradılışın başlaması için zamana da, Daena'ya ihtiyaç duyulduğu kadar ihtiyaç vardır. Çünkü zaman olmadan ”tarih” başlamaz ve o devreye girmeden önce Evren'e sonsuz bir hareketsizlik hakimdir. Yaradılışın başlaması için üçüncü olarak Uzay'a (mekâna) ihtiyaç vardır, ki Daena'nın içinde yer aldığı İlahi Işığın kendisi, sınırlanmış bir şekilde kendi uzayındadır (Tanrı'nın, Angra Mainyu'nun karanlık mekânı tarafından sınırlandırılmış olan ışıklı Mekânı). Bundahışn bu üçlüyü; ”yardımcı yaratıcı”lar diye adlandırıyor (veya bunlar yaradanın yardımcılarıdırlar diyor). Daena, ”yaradılışın yaradılışı” (apâk dâm-dahışni) ile eş zamanlı olarak harekete geçer. Başka bir dille söylersek;Tanrı'nın yaratmaya İrade-i Külliye -yani Daena-sı ile karar vermesi, bir harekete geçmedir, yani bir yerde ”yaradılışın yaradılışı”dır (apâk dâm-dahışni).

Tanrısal Esin'le ”hareketsiz -potansiyel- bir enerji” ve ”maddenin özdeği” olarak planlanan ”abzar”, Avesta'daki adıyla; ”İki Katlı Sonsuz Şekil” (asarô-karpa 2) bir enstrüman olarak ortaya çıkar. Bu abzar, Tanrı'nın Sonsuz Işık'tan, yani anagr-rôşni'den yaratılma startı verdiği enstrumanlara şekillenme eğilimi kazandırmasıdının ifadesidir. Yani abzardan bahsedildiğinde, yaradılışın başlarında ortaya çıkan enstrumanlarda bir maddi şekillenme eğilimi söz konusudur. Tanrı, bunun (abzar'ın) yaradılışın devamı fikrini veya otomatizmasını içermesini de sağlamıştır. Bu demektir ki abzarın kendi daenası vardır, ki bu tabiidir. Abzar bu görevini (yaradılışın devamlılığı görevini) yerine getirebilmek için ”İki Katlı” oluşmuştur. Biri; ruhsal yaradılış aşamasının; yani ”mênôk dahışn”ın abzarı, diğeri maddi yaradılışın; yani ”gêtêh dahışn”ın abzarı. Mênôk dahışn'ın abzarında aşağıda değineceğimiz ”mênôk ı vâxş nêrôk” ve ”gêtêh dahışn”ın abzarında ise yine aşağıda değineceğimiz ”mênôk ı çıhr nêrôk” fikri yerleşmiştir. Bu gösteriyor ki Evren'de var olan her şey, ilkel abzarın, yaradılışın iki ayrı aşamasına tekabül eden bu iki şeklinden kaynağını alıyor. Çünkü abzar, yaradılışın en temel iki gücü olan ”vaxş ve çıhr”in (ses veya söz ile görünebilirliğin) ikisinin de planlarını (fikirlerini) ve onları oluşturacak özleri içeriyor. Bu iki abzar, hem biribirlerinin devamı, hem de biribirlerinin ayrılmaz birer parçası olan ikizlerdirler.

Birinci aşamadaki ilkel maddi yapılaşma taslağına, Avesta'da kôt adı veriliyor. Kôt, -ki Avesta'daki ”kavata”dan geliyor-, gökyüzünün şişirilmesine veya giderek genişlemesine yol açan ve içsel bir ısı yayan bir özden oluşur (buna değişime uğramış İlahi Işık-abzar- da diyebiliriz). Şişirme olayını sağlayan enerji bu özün yaydığı ısıdır. Bu Kôtun bir diğer adı veya onun eşdeğeri ”kuş”tur (KYŞ). Sanskritçe'deki çus'la anlamdaş olan veya onunla aynı fonksiyonların ifadesi olan kuş, bir nevi mayalanmış hamur (srêşak-srêşõtak-ıç) olarak tasavvur edilmiştir. Bu arada, yukarıda kaydettiğimiz gibi, Yaradılışın (dahışn'ın) işleyişini, prensip olarak mümkün kılan iki temel içsel güç (nêrôk) bulunur. Birincisi; söz veya ses (vâxş) gücüdür, ikincisi ise; görünebilirlik (çıhr) gücü. Bu iki gücün her ikisi de sırasıyla devreye girecek olan ilkel abzarın iki safhasının içinde gizlidirler, ona göre içseldirler. Bu güçler, zamanı geldiğinde sırasıyla manifest hale gelmişlerdi. Her iki güç de devreye girmiş oldukları andan itibaren belli bir otomasyona sahip olurlar. Yani bu güçler, kendilerini yeniden ve yeniden doğuran bir dış dürtüye lüzum kalmadan, kendi kendilerini devam ettirirler. Çünkü yaradılış bir kere başlamıştır. Devam ettirici araçlarını da otomatize edecektir.

Ses (söz) gücü, yaradılışın öz-hareketinden doğar ve menok dahışn aşamasının (yaradılışın ruhsal aşamasının) başlatıcısı olacak olan ilk hareketlenmeden itibaren ortaya çıkar (”duyulur”) veya daha doğrusu ilk hareketlenmeyi başlatır. Bu Tanrı kelamı olan Mãnthra Spenta'dır. Çıhr gücü ise yaradılışın maddileşmesi (geteh dahışn) döneminde ortaya çıkar. Daha doğrusu bu dönemin yaratıcı fikridir. Evren'in yaradılışının ta başından itibaren, otomasyona sahip ses gücü (vâxş nêrôk mênôk) sürece hakim (şahr) bir güçtür. Onun bu hakimiyeti olmadan, otomasyona sahip görünebilirlik gücü (çıhr nerok menok) maddi yaradılış ile birleşemez.. Çok basit bir deyişle; İrade olmadan veya Daena'nın yaradılışın içinde devam eden bu kısmı, yani vaxş nêrôk mênôk olmadan, hedeflenen obje; yani çıhr nêrôk mênôk gerçekleşemez. Görünebilirlik gücünün otomasyonu, belli ve ileri bir aşamayı temsil eder ve devamlılığı vardır. Buna göre, -yukarıda da belirttiğimiz gibi- görünebilirlik, kendi daenası sayesinde dıştan bir dürtüye ihtiyaç duyulmadan varlığını sürekli kılmıştır. Ses gücü ise, görünürlük gücünden de önce otomatizma kazanmış, görünebilirlik gücünün ortaya çıkışından sonra onunla birlikte varlığını sürdürmüş olduğundan dolayı, yaradılışın tüm aşamalarına egemen güç olarak damgasını vurmuştur.Yani; irade veya söz yaradılışa hakim bir güçtür. Bu da, ses gücünün yaradılışın tüm aşamalarına egemen olduğunu gösteriyor. Bu güç, görünür uzaya göre önceliklidir veya bu güç ortaya çıkmadan yıldızlarla kaplı görünür uzay ortaya çıkamaz. Ses gücü, yaradılışın ilkel enstrümenti olan abzarın içinde bulunur (abzara göre içseldir). Daha başka bir deyişle tüm yaradılışın cevheridir. Hıristiyanlar'ın Kutsal Kitabı İncil de; ”önce söz vardı” der. Bilindiği gibi modern bilimsel yaradılış teorisi de, Big-bang'ın evrende hala duyulabilen fon sesinden bahseder (tabi ikisinin aynı şeyler olduklarını iddia etmiyoruz).

Biz yine Aryan mitolojisine dönersek; süreci başlatan özel bir enerji sayesinde uzayın ”Kamara”= kemer şeklini alarak şiştiği fikrine geleceğiz. Kamara; bilindiği gibi, Kötü Güçler'i hapsedeceği varsayılan Zodiac'ı temsil ediyordu. Mazdacılar; İyi'ye olan bağlılıklarını göstermek için kendileri de Mikro Kozmos olarak, Makro Kozmos'un benzeri olan bu kamara'yı sembolize eden bir şeyi taşımaları gerektiğini düşünmeye başladılar. Bu fikri esas alan Zarathuştracılar, tüm hayatları boyunca çıkarmamak kaydıyla, Kamara'yı temsil eden bir kuşak bağlarlar. Böylesine bir kemeri bağlama arzusunu göstermeleri, sadece Aşa'ya (dürüstlüğe) bağlılıklarını göstermek için değil, aynı zamanda Dünya'nın ve Bilgeliğin Mainyusu olan Spenta Armaiti'nin de aynı kemeri temsili olarak bağladığına inandıkları içindir. Bu durumda Yer Ana'nın çocukları olarak kendilerinin de böylesine bir kemeri bağlamaları artık bir ”zorunluluktu”. O Spenta Armaiti ki; Mazda-Yasnacılar'ca Evrenin ve Dünya'nın Daenası'nın (Din) kaynağı olarak biliniyor. Yine geç dönem Zerdüştiler'in inançlarına göre, Ahura Mazda; Angra Mainyu ile nihai mücadele için dünyaya, elinde tuttuğu bu kemer ile ve Homa'ya adakta bulunmaya yetkili olan rahip (Zaotar) olarak inecektir. Bu işlemi yürütürken, Sraoşa kendisine Raspi olarak yardım edecektir. Bu inişin anlamı, Angra Mainyu'nun artık güçsüzleştiğinin ve tecrit edildiğinin gösterilmesidir. Kemer, Kötü'yü içerde hapseden Zodiac'tır ve Angra Mainyu bu sayede alt edilmiştir. Zarathuştracılar bu kemeri takmak suretiyle, Aşavan olduklarının ve Kötü ile mücadele ruhunu ölünceye kadar sürdüreceklerinin altını çizmiş oluyorlar. Bilindiği gibi, ulusal geleneklerini sürdüren kimi yerlerdeki Kürtler hala benzer bir kemeri bağlamaktadırlar (Kamara için daha fazla bilgiyi 8. bölümde Homa Yaşt'ların açıklama bölümlerinde bulacaksınız).

Bu aşamada otomasyona sahip olan Bilge Işık (yaradılışın ham maddesi ve onu başlatan ilahi zeka) maddileşmiş (maddileşme fikrinin ötesine geçmiş) ve bir nevi mayalanmış hamur (srêşak-srêşôtak-ıç) haline gelmiştir (veya Dinkard'a göre öyledir). Bu mayalanmış hamur aşamasından, Avesta'da ”ãvartakıh 'ut gabrıh-ıç” adı verilen ve anlam itibariyle ”gebe kalma” veya ”oyuklaşma” diyebileceğimiz bir ayrışma aşamasına geçilir ki bu, gerçek maddi yaradılışa geçişte en önemli adımdır. Bu gelişme, yani (maddi cisimlere) ”gebe kalma”, kôtun geçirdiği içsel bir gelişmedir (hıyag) ve kôtun değişimi sonucu oluşur (kart=meydana getirme, eser). Bir ayrışma, mayalanmış hamurdan maddi cisimlerin -fikir olarak- oluşmaya başlaması, mayalanmış hamurun bu amaçla ayrışması aşamasıdır bu. Bundan sonra Avesta'da; şekillenme (oluşma) ”dêsakômandi” (İng: formation) ve ”genleşme” (vıstar-taki-ıç) denilen yeni bir aşamaya geçilir ki, bu yaşanan sürecin Hıyag'ıdır. Bu formasyon ve yayılmadan sonra İlk (müphem) Vücut (fratom tan) oluşur. Avesta buna ”Ras” ve ”Spıhr-ıç” diyor. Bu da ”Evren'in Otomasyona-sahip Gücü” yani (vãxş nêrôk mênok) ile bir bütün oluşturmuştur (onunla bütünleşmiştir). Ras'ın ve vãxş nêrôk mênok'un oluşturduğu bütünün içerisinde tüm ışıklı göksel varlıkların (zahak rôşnãn) elementleri bulunur. Bu büyük otomasyon sayesinde (ki bu otomasyonun efendisi Aşa'dır) oluşan; Güneş, Ay ve yıldızlar dahil, tüm ışık saçan elementler, yani ”zahak rôşnãn” aynı kökene sahiptirler.. Bunların hepsi görünür ana maddeden gelirler ve tabii ki İlahi Işık hepsinin müşterek kökenidir. Bu aşamadan sonra Zodiac artık tamamlanmıştır. Zodiac, Kötü'nün düşeceği tuzaktır ve onun bu tuzağa düşmesi an meselesidir.

çözümlenme dönemi

Aryan mitolojisine göre; Maddi Evren ve onun bir parçası olan Dünya'nın oluşmaya yüz tutması ile birlikte, ”sınırlanmış zaman”ın ikinci üçbin yıllık dönemi başladı. Pehleviler bu döneme ”vıcarışn=çözümlenme” dönemi adını vermişlerdi. Yeni dönemde gumeçişn'in Ras'ı, bir nevi ”rüzgâr-hareket”i (vãtõmand) sayesinde bir çözümlenme evresi geçirir. Bilindiği gibi ilk üçbin yıl boyunca (Mainyu dönemi boyunca) baş figür olan Vayu hareketsizdi. Yani bu ikinci aşamada ilk olarak hareketsizlik sona ererek yerini harekete terk etti. Buna ”rüzgâr-hareket” deniliyordu. Bu vãtõmand, maddi cisimlerin yaracılığının prensipleri (zahak geteh dahışman) için hareket ettirici veya başlatıcıdır ve aynı zamanda materyal bir kavramdır. Bu aynı zamanda maddi evreni yaratacak olan bir nevi ”tohumun tohumu”dur. Ruhsal varoluş döneminin başlarındaki hareketsizlik, maddi yaradılış dönemi için geçerli olamazdı. Bu dönemde otomatizma kazanan ”rüzgâr-hareket”, ”geteh” yaradılış için gerekli olan enerjiyi sağlamıştı. Bu döneme hakim olan proses, tam anlamıyla ”hareket içinde yaradılış”tır (bavışn ravışni). Yaradılış'ın bu aşamasında devreye giren ”hareket içinde yaradılış”ı; şekillenme -veya bir diğer deyişle- form (desak) alma süreci açısından adlandırmaya kalkarsak, buna şekillenmenin başlatıcısı veya düzenleyicisi (rastakan-iç) diyebiliriz. Yeni dönemle birlikte ortaya çıkan tohumun tohumu ve enerjiden, ayrışmanın ilk göstergesi olarak dört temel element; hava (Av; Vata)'nın, ateş (Av; Athar)'ın, su (Av; Apam)'ın ve toprak (Peh; Gil)'in ilkel bir karışımdan kurtulup belli bir oranda bağımsızlaştıklarını görürüz. Bu aşamadan sonra; ”hayatsal, varoluşsal yaradılış”, ya da ”bavışn êstışnı”a geçilir. Söz konusu edilen dört temel element sürecin başlarında maddi bir karışım (Peh; ameçişn) halindedirler. Bunlar daha sonra çeşitli maddi yapılanmalar halinde ve çeşitli oranlarda olmak üzere ayrışıp yeniden birleşeceklerdir. İşte yaradılışın bu devresinde ilahi bir mucize ile, birinci üçbin yıllık sürecin başlarında yaratılan ve müminlerin veya canlıların ruhları anlamına gelen, ”fravaşi”lerle ruh (ruvan) bu maddi bileşenlerin uygun formlar kazanmış olan kesimlerinin içine gireceklerdir. Böylece ilkel insan, hayvan ve bitkiler (Peh ve Sorani; Zindekan) şekilleneceklerdir.

yaradılış'ın terminolojisi

Şimdi yukarıdan beri anlatılan yaradılış olayını zerdüştiliğin dini terimleri açıklayalım:

Değişim ve gelişim süreci boyunca; belli bir süreç için gerekli olan enerji tipi, süreçte varılacak hedef, sürece egemen olan hayat biçimi, (yaradılış için) sebeplilik, bir sonraki süreci başlatan akıl ve zaman, yani kısaca yaradılış adı verilen bu devasa olayın tüm elemanları, Mana'dan Madde'ye geçişte karşılaşılan yaradılışla ilgili problemleri çözmek için başlangıçtaki ilk ışık yeni ve adım adım daha kompleks maddi şekillere bürünür. Zaman içinde değişken elemanlar; paralel ve iç içe, yani birinin diğerini doğurduğu bir zincir misali nihai duraktaki hedef olan maddi dünyayı oluşturmak üzere başkalaşırlar.

Konuyu daha iyi anlamak için bu zinciri takip edelim: Önceleri sadece bir enerji olarak tarif edilebilecek olan sonsuz ilahi ışık vardı. Bu ışık, hem Ahura Mazda'nın Mekanı ve hem de kendisi idi. Angra Mainyu'nun bu mekana saldıracağı kesinleşince, Ahura Mazda tarafından önce Mana Dünyası'nın yaradılışı (menok dahışn) başlatıldı. Bu aşamada hedef; gerekli ortamı oluşturarak maddi yaradılış'a (geteh dahışn'a) doğru ilerlemektir. Bu aşamada da (takip edecek olan aşamalarda olduğu gibi) söz konusu olabilecek bir hayat vardır ki bu; kozmik yaratılış (rasıtak bavışn) boyunca varlık sahibi olan kozmik hayattır. ”Kozmik yaradılış”, ”Kozmik hayat” gibi kavramlardan da anlaşıldığı kadarıyla, öncelik; Evren'in oluşmasına gidecek olan temelleri atmaya verilmekteydi. Yaradılışın bu aşamasını geçmeyi sağlayan mekanizma, orijinal tohum akışı (bun tohmak arşnotaçın)dır. Yani ilahi bir proje olan maddi evrenin oluşmasını başlatmak için bir tohum gerekiyordu ve bu tohum süreçten sürece akarak değişimler geçirecekti. Tohumdaki bu değişim, yani oluşumun bir aşamasını tamamlayarak diğerine geçiş güdüsü (bir nevi genetik kod), sürecin işlemesi için sebep teşkil edecektir. Süreci yönlendirecek olan bir akıla da ihtiyaç vardı -ki bu her aşama için geçerlidir-, bu akıl; (kozmik) Daena (din)'dir (yani Tanrısal daena). Bu çarkı başlatan zamanın şekli; ”Sonsuz Zaman” (Zaman Akanak)dan (Daena tarafından) planlanan ”oluşturulmuş zaman” (datastan zaman)dır, ki buna sınırlandırılmış zaman (zaman i dêrang-xvatãy) da denir. Sınırlandırılmış zaman, Kötü'nün içinde hapsedildiği ve bu zamanın sonunda yok edileceği bir kavram olarak anlaşılmalıdır. Bu ayrıca maddi dünyanın da ömrüdür ve buna; ”mênok i sal”, yani ”ideal yıl” da denir. Suresi 12000 dünya yılı kadardır.

İlerlemenin birinci ayağında, Menok'tan veya hareketsiz ruhsal kavramdan Geteh'e (maddeye) geçiş için gerekli olan ”abzar” (tüm yaradılışın kaynaklandığı öz, Av: Asara Karpa), yani bir yerde de; ”yaradılış için ilahi irade” harekete geçti. Sonuçta Kavata ya da Kot=mayalanmış enerji-kütle oluştu. Bu mayalanma, maddeleşme eğilimine girme anlamına alınmalıdır. Yukarıdaki süreçte abzarın içerdiği hayat unsuru, ”bavışnık garm-xvet= sıcak-nemli yaradılış”ın içerdiği hayat, bir nevi Kozmik Hayat şeklinde İlahi Işıktan Kot'a geçer. Burada kastedilen şudur; hayat, Kozmos oluşmadan önce de İlahi Sonsuz Işık veya bu ışığa göre içsel olarak vardı. Mayalanma olayından sonra hayat, sıcak ve nemin ikisinin oluşturduğu bütünde sürdürülür. Sıcak ve nem ikilisi, -diğer her şeyin kaynağı olan- şekil değişikliğine uğramış Sonsuz İlahi Işık'tan oluşmuştur. Bu ikili daha önce de bahsettiğimiz gibi, Tanrı'nın Mekânı'nın vasıflarındandırlar. Bu ikiliden biri olmadan hayatın olmayacağı varsayılır veya ezelden var olan ve ilahi bir gerçek olan (ya da Tanrı'nın kendisi olan) hayat, bunların içinde devam eder (daha doğrusu; hayat bunların kendisidir). Sıcaklığın, bir nevi enerjiyi ifade ettiğini de ayrıca unutmuyoruz. Daena ise, Kozmik Akıl olma vasfından dolayı, bu süreçteki işleyişin yönlendiricisidir.

İkinci ayakta ”vaxş nerok=sesin hakimiyeti” sürecin hareket ettirici enerjisi olarak ortaya çıkar. Bu aşamada karışımdan (bir nevi plazmadan) maddelerin oluşmaya başlayacağına dair işaretler alınır. Hayat ise dört temel maddenin -yani hava, ateş, su ve toprağın- prototiplerindeki içsel hareketlenmeler ile varlığını belli eder. Dikkat ediniz, bu dört temel element daha henüz birer prototip olarak vardırlar. Hayat ise bu prototipler vasıtasıyla kendisini belli eder. Yani hayat, bunlara göre içseldir. Evren'in düzenli devinimini sağlayan kurallar topluluğu, Dünya'nın yaradılışındaki ve işleyişindeki otomasyon için de geçerlidir. Grek Düşünürleri buna ”nous”, Zarathuştracılar ”Aşa”, yani dürüstlük, adalet, doğruluk diyorlar. Sürece akıl olarak, ilerleme veya hareketlenmeye sevk edici olan Kozmik Daena'nın bir bölümü hakimdir ve bu deana da maddeye göre içseldir. Zaman, maddi dünya için, belli bir süre ile (sınırlanmış zaman=zaman i derang-xvatay) sınırlanmıştır. Yani maddi dünya, belli bir süre için var olacaktır. Fakat İlahi Işık için sınılanmış bir zaman yoktur (sonsuz zaman=zaman i akanarak). Üçüncü adımda sürece enerji olarak, görünürlük hareketinin enerjisi hakimdir, ki Pehleviler buna ”çihr nerok menok” diyorlardı. Bu devrede maddi evren genleşir, yaygınlaşır (başta yeryüzü olmak üzere tüm Evren kastediliyor). Elementler oluşmuştur, ama karışıktırlar. Bu sürecin işlemesi, maddi elementlerin ”tamlaşma güdüsü” veya maddi ayrışma güdüsü sayesindedir. Artık tam bağımsızlaşan, yani ”irade-i külliye”'den tamamen kopup otomatik bir işleyişe kavuşan ”Dünya'nın Daenası=Spandarmat veya Avesta'da yer aldığı şekliyle Spenta Armaiti”, süreci (Dünya'nın oluşması açısından) yönlendirici akıldır. Dördüncü adıma, ”Yaradılış'ın Enerjisi” hareket ettirici etken olarak hakimdir, ki bu Vayu'nun hareketlilik kazanmasından itibaren var olan hareketin enerjisinden doğar. Göksel çember ilk somut vücut (Fratom-tan) olarak ortaya çıkmıştır. Hayat sahibi maddi yaratıklar olarak; fravaşi ile ruvan taşıyan ilkel bitkiler ve sonra hayvanlar en nihayet de insanlar (bu canlıların tümüne birden zindekan deniliyor) ortaya çıkarlar.. Bundan sonra mücadelenin son aşaması için start verilecektir..

ışıklı gök cisimleri

Tanrı'nın iradesi sayesinde, yer ile göksel çemberin arasına yaradılışı tamamlanan yıldızlar, gezegenler, Ay ve Güneş yerleştirildi. Eski Aryanlar tarafından bilinen gezegenler şunlardır (Zerdüştiler'in son dönemde verdikleri adlarıyla): Jupiter (Aşa), Saturn (Vohumano), Mars (Xşathra), Venus (Haurvatat), Merkur (Ameritat). Bundahışn ise gezegen adlarını değişik veriyor ki bu isimlerden bazıları Kürtler arasında hala kullanılmaktadır, şöyle: Jupiter=Ahura Mazda, Saturn=Kêvãn, Mars=Vâhrâm, Venus=Anahita, Merkur=Tir. Gökyüzüne yerleştirilen yıldızların başında ise Zodiac Takım Yıldızları gelir. Bu takımlar şunlardır: Varak(oğlak), Tôrâ(boğa), Dô-patkar (ikizler), Kalakang (yengeç), Şêr (aslan), Xûşak (başak), Tarâzûk (terazi), Gazdûm (akrep), Nîmâsp (yay), Vahik (koç), Dûl (kova), Mâhîk (balık).. Tanrı bunları 28 alt gurup ile takviye etti. Bu guruplar şunlardır: Padêvar, Pêş-parvîz, Parviz, Paha, Avêsar, Beşn, Raxvad, Taraha, Avra, Nan, Miyân, Avdem, Mâşâha, Spûr, Husru, Srob, Nur, Gêl, Garafsa, Varant, Gau, Goî, Muru, Bunda, Kahtsar, Vaht, Kaht ve bir Miyân daha..

Yine Bundahışn'a göre; Ahura Mazda'nın iradesi ile; savaş düzenindeki bir ordu gibi düşünülen Zodiac Takım Yıldızları, 6.480.000 başka yıldızlarla takviye edildi. Bundahışn'a göre Tanrı veya daha doğru bir ifade kullanırsak; Tanrı'nın iradesi ile bu yıldızlar dört ayrı guruba bölündü ve bunların her birinin başına birer ”komutan” tayin edildi. Geç dönemin Zerdüşti yayınlarından biri olan Bundahışn'ın dış etkilerle çok kirlendiğini de gözönüne alarak, genel Aryan mitolojisi ile barışık olmamasına rağmen burada adı geçen ”komutan”ları veriyoruz: Gökyüzünün doğu parçasının lideri Tıştar=Sirius oldu. Güney parçasına‚ Satves, akrepte bir yıldız

komuta edecekti. Batı; Vanand=Vega'ya, kuzey; Haptok=Büyük Ayı'nın komutasına verilmişti. Tüm gurupların ”genel komutanı” ise Kutup yıldızı idi.

dünya

Evren belli belirsiz olarak şekillenirken, Dünya'nın da yaradılışı sürdürülüyordu. O, yuvarlak olarak (prthwi) tasarlanmış ve yaratılmıştı. Mithra Yaşt, 95; Geç Zarathuştracı dönemde gecelerin koruyucu meleği olarak kabul edilen ”eski tanrı” Mithra'nın karanlık saatler boyunca yeryüzüne inişini şöyle anlatır: ”Güneşin battığı 'saatlerde' kim (dünyanın) tüm büyüklüğünü kat ederek yeryüzünde yürür? Bu engin ve her köşesi uzak (olan) Yuvarlak Dünya'yı (kim dolaşır)? Kim kollar yerle gök arasındaki her şeyi?” Eski Aryanlar, ayrıca bir zamanlar yeryüzünün tümüyle su ile kaplı olduğuna inanıyorlardı. Su, ateşten (ilahi ışığın dünyadaki görünür şeklinden) sonra ve kendisi de (diğer tüm maddi varlıklar gibi) ilahi ışığın kendisinden şekillenmiş olan maddi varlıktır. Dünya'yı kaplayan suyun ortasından ilk kara parçası; Haraiti Bareza ile bu dağın birer tepesi olan Hukairya ve Têra yükseldi. Haraiti Dağı'nın yükseldiği coğrafya, Büyük Aryan Ülkesi'nin tam ortasına isabet ediyordu, ki Medya idi burası. Sonra karalar arttı. Su, artık karalar için uzak bir sınır haline gelmişti. Karalarla arasında bir ”Setu=set” yükselen bu devasa suya; ”Vuruk rtam” veya ”Vouruk aşa” dediler. Bu engin bir deniz idi. Grekler'in de teorik bir denizleri vardı. Dünyayı çevrelediği varsayılan ve kavram olarak Doğu Aryanlar'ın Vouruk aşası'na (veya Vouru Kaşa) benzeyen bu teorik denize, yani karaları sınırlayan bu suya onlar; ”Okeanus” diyorlardı. İran Aryanları, tahayyül ettikleri bu mitolojik suyun büyüklüğünü belirtmek için onu; ”ãpo prthu.zrayo” yani ”engin denize dönüşmüş su” olarak nitelemekteydiler.

Bu su, ayrıca dünyanın iki yarım küresini; yani üsttekini=kuzeydekini ve alttakini=güneydekini de sınırlamakta (daşınam upa karanãm) ve biribirlerinden ayırmaktaydı. Sonradan eklenen karalar sayesinde Büyük Aryan Ülkesi, altı iklim bölgesi veya bölge (kırşvar) ile çevrilmiş bir vaziyette ortalarda kalmış ve dünya artık dış sınırları itibariyle tamamlanmıştı. Bazı yayınlarda, ortada yer alan bu kara parçası için; Büyük Aryan Ülkesi tabiri yerine, ”insanların yaşadıkları bölge” tabiri kullanılır. Diğer bazı yayınlarda yedi bölge yerine ”Yedi Cihan” tabiri ön plandadır. Aslında bunların her biri, Aryan Mitolojisi'nin birer versiyonu veya bu mitolojiye ayrı kaynaklar taranarak getirilen birer değişik yorumdan ibarettir. Öz aynı, kaynak aynıdır. Hepsinin kalıntılarına günümüzde en aşağısından sözel edebiyatta rastlanır. Biz mitolojide dünyanın şekillenmesine dönersek; Aryan Ülkesi'ni sınırlayan bölgelerin bu aşamada çiftli guruplar halinde adlandırıldıklarını görürüz. İlki; Batı'daki ”arezahi” ile Doğu'daki ”savaghi”nin oluşturduğu çifttir. İkincisi; Kuzey doğu-Güney batı çifti; ”vurubreşti-vurujreşti”dir. Son çift ise, Kuzey batı-Güney doğu çifti; ”vidatfşû-fradatfşû”dur. Yukarıdaki bölgelere merkezde bulunan Büyük Aryan Ülkesi'ni de katarsak sayıları yediye yükselir. Gelişen bu yedi bölge (hafta kırşvar veya krşvar) kavramından daha sonra ”haft iklim” düşüncesi doğdu. İyonyalı Coğrafyacılar Hafta krşvar'ı,”klimata” olarak kullanmaya başlıyacaklardı. Bu da gösteriyor ki; bilimselliğin, kosmografyanın ve meteorolojinin temellerini oluşturan düşünceler, ilk kaynaklarını Eski Aryanların Yaradılış menkibelerinden almışlardır ve bu, o düşünceyi yaratan en asli unsurlar; yani Magu din adamlarının torunları olan Kürtler için çok önemlidir. Avesta'nın muhtelif bölümlerinde yaradılışın son adımı olarak dağların, nehirlerin ve göllerin nerelerde oluştuğu etraflıca anlatılırken, Pehlevi kaynaklarında olay bazan çok mübalağalı bir şekilde; Kötü Güçler'le tanrıların kavga sahneleri ile süslenmiş bir vaziyette nakledilir.

d) zarathuştra'da yaradılış

Bahdiniler'e göre maddi evren yaratılmadan önce, sadece sonsuz bir boşluk vardı. Bu boşluğun bir yerinde ışığın dışarıya sızmadığı, sonsuz aydınlık bir bölge bulunuyordu. Burası, herşeyi bilen; kudretli, hayırlı ve dürüst Ahura Mazda'nın da oluştuğu veya en aşağısından yanında yer aldığı Spenta Mainyu'nun mekânıydı. Spenta Mainyu'nun makamı tümüyle -ruhsal anlamda- ”mutlak akıl” diyebileceğimiz ”Mutlak Daena” ile doluydu. Mutlak Daena yaradılışı başlatan ve Sami-Hami kaynaklı dinlerin de kabul ettikleri ”başla” veya ”ol” emrini veren Mutlak Akıldır. Müslümanlar, bazı eksiklikleri olmakla birlikte bunu ”İrade-i Külliye” dedikleri bir kavram ile karşılarlar. Daena'nın içinde yer aldığı mutlak aydınlığın etrafında boşluk gibi bir şey bulunuyordu. Buna Vayu deniliyordu, ki bunun özelliklerini daha önceki bölümlerde anlatmıştık (bkz; II. Bölüm). Aslında Vayu; Mitoloji'nin bazı versiyonlarında yaratılan ilk ruhsal varlıktır. Spenta Mainyu'nun bulunduğu mekânın dışı ise zifiri karanlıktı. Bu karanlık her tarafı doldurmaktaydı, ki bu Angra Mainyu veya "Kötü"nün makamı idi. "Kötü"nün bilgisi, kudreti ve ömrü sınırlıdır. Yaratma gücü yoktur. Fakat yaratılanlara kendi özünden "Kötü"yü katar. Yalancıdır, şer gücüdür.

Bir zaman Kötü, İyinin krallığını farketti. Aydınlığı farketti. Ona karşı saldırıya geçme eğilimi gösterdi. Kötü'nün, tüm aydınlığı kendi özü ile bulaştıracağını farkeden Tanrı, Ona karşı bir mücadele aracı olarak yaradılışı başlattı. Önce zaman harekete geçti. Doğu Aryanlar buna Zurvan diyorlardı, ki Aryanlar arasında taraftar bulan bazı dinsel akımlar bunu bir tanrı olarak niteliyorlardı. Zaman her şeyin başıdır. Zaman başlamadan her şey dinginlik içindedir. Zamanın işlemeye başlamasıyla hareket başladı. Tüm bunlar bir ”Ses” sayesinde harekete geçmişti. Pehleviler yaradılışa yön veren bu ilk aşamaya ”vaxş nerok menok” safhası diyorlar. Yaradılışın hammaddesi İlahi İlkel Işık'tır. Bu madde, enerji olarak ”abzar” denilen ve maddileşme eğilimi gösteren bir güç içerir. Buraya kadar anladığımız kadarıyla yaradılışın başlaması için bazı elemanlara ihtiyaç vardır. Bunlar; Mutlak Akıl, Zurvan=zaman, Mekân ve enerjidir. Bundahişn bunlara ”yardımcı yaratıcılar” veya Yaradan'ın Yardımcıları diyor. Daena; ”yaradılışın yaradılışı” (Pehlevice; apâk dâm dahışni) ile eş zamanlı olarak harekete geçer. Bu bir yerde yaradılışın yaradılışıdır. Daena'yı harekete geçtikten sonra; yaradılış sürecinin içine yerleşmiş olan ”mênôk ı vaxş nêrôk” fikri, bu aşamanın yönetici fikridir. Vaxş, ”Ses” veya ”Söz” demektir ve ilahi kitabın özü bu vaxştır. Demek ki Sami-Hami dinlerinde olduğu gibi olmazsa da, Aryan Mitolojisi'nde de bir ses sürece etkilidir. ”Benzemezse de” dememizin sebebi, Aryanlar'ın tarif ettiği Ses kavramının bir yaratıcı ”enerji”ye ve ”akıl”a sahip olmasıdır. Aryanların tarif ettiği ses, maddileşme eğilimi taşımakla da diğer dinlerin ses kavramından ayrılır. Bu maddileşme eğilimi taşıyan ses, neticede ”mênôk ı çıhr nêrôk”u başlatır ve bundan sonraki sürece bu egemen olur. Fakat Vaxş, Çıhr'ın yanısıra ebediyete kadar devam edecektir. Buradaki çıhr, görünürlük demektir, ki bu artık yaradılışın maddileşme dönemine girdiğinin işaretidir. Sonuçta evren tüm elemanlarıyla ortaya çıkar. İki evrensel gücün mücadelesi artık eylemsel olarak başlamıştır (daha geniş bilgi için bkz; Aryan Mitolojisi adlı çalışmamız). Karşılaştıklarında önce "hayat ve hayat olmayan" yaratıldı.

Ahura Mazda yaradılışı iki aşamada gerçekleştirdi. Birinci aşamada herşey bedensizdi. Maddi hiçbir şey yoktu. Bir nevi ruhlar dünyasının oluştuğu bu aşamaya Mainyu safhası deniliyordu ki Pehleviler bu aşamaya "menog" diyorlardı. Mainyu anlam itibariyle; "ruhsal, maddi olmayan" demektir. Bu aşamada insanlar için önemli olan ruhsal varlıklar oluştu. Bunlar arasında Tanrı'nın veçheleri ve fravaşiler en ön planda yer alır. Zoroasterciler Fravaşiler'in bu aşamada şekillendiklerini söylerler. Bu, "iyi yaratıklar"ın üçbin yıl duygusuz ve hareketsiz kaldıkları farzedilir.

İkinci aşama; Gaethya aşaması veya Pehleviler'in dediği şekliyle; "getig, yani "maddi" varlık aşamasıdır. Yaradılışın bu aşamasında artık tüm elemanlarıyla ruhla madde biribirine karışmış, kötü ile savaş için müsait bir zemin oluşmuştu. Kötü, derhal saldırıya geçerek maddi zemine sızmıştı. Bu, maddi yapının mükemmelliğini bozmaya yeterliydi. Bu saldırısıyla Kötü; ”kamara” adı verilen Zodiac'ın içine sızınca kamara tekrar kapandı. Kötü bunun içinde mahpus kaldı ve açık mücadeleye zorlandı. Fakat ruhsal düzeyde kalan Ahura Mazda ve altı veçhesi, bu saldırıdan azade kaldılar.

Bundahişn'ın mainyu safhasından sonra yaradılışın ikinci aşaması başlamıştı; Gaethya, ki bunu daha önce zikretmiştik. Bunun da ilk aşamasına karışım safhası=(pehl) Gumêçişn aşaması deniliyordu.. Bu aşamada ruh ve madde büyük bir karışım oluşturur. Madde-ruh karışımına saldıran ve yaratma gücü olmayan Kötü, kendi özü olan kötülüğü bu karışımın içine kattı. Bu, modern tabiriyle bir nevi "plazma" dönemi de Zoroasterci inanca göre 3000 yıl sürdü. Bundan sonra vıçârışn, yani çözümlenme aşamasına gelinecekti.

Bu aşamada uzayın (gökyüzü), suyun, yerin, bitkilerin, hayvanların, insanların ve ışığın (ateşin) prototipleri yaratıldı. Gökyüzünde; güneş, ay, yıldızlar ve gathokik denilen gezegenler oluştu. Kötü'nün yaratma gücü olduğuna inanan bir kısım Zoroasterciler, İyi'nin yarattığı Zodiak takımyıldızlarına karşılık, Kötü'nün de "karşı yaratıklar" olarak gezegenleri yarattığına inandılar. İyi'nin yaratığı 12 burçtan ve 6 milyon 480 bin yıldızdan oluşan zodiak kuşağı, Aryan astrolojisi için belirleyiciydi. Eski Aryanlar gezegenlerden; Merkür, Venüs, Mars, Jupiter ve Saturn'u tanıyorlardı. Sonraki Bahdiniler her gezegene Altılar'dan birinin adını vereceklerdi. Mesela; Mars=Xşathra, Jupiter=Aşâ, Saturn=Vohû Manah, Venus=Haurvatât, Mercury=Ameretât olarak tanınırdı. Bu arada Aramaiti de, ay olarak temsil edilmekteydi. En büyük ışık olan güneş ise Zoroasterciler'e göre Ahura Mazda'nın ruhuydu. Tabii bütün bunlar, dinin bozulduğu, hurafelerle karıştırıldığı son dönemlerde bazı Zerdüşti mezheplerinin ortaya attıkları kavramlardır. Bilgi olsun diye kaydediyoruz. Yalnız şunu da teslim etmek gerekir ki; Onlar tarafından ister kutsansın, ister lanetlensin, gezegenlerden ilk bahseden din Bahdin'dir, hatta -belki de- son bahseden din de budur (gerçi İslamın Kutsal Kitabı'nda bu konuda kısa bir ayet vardır, ama belirsiz).

Canlılar arasında ayrışmadan sonra bitki ve hayvan numunesi (Gauş Urvân-öküzün ruhu) yaratıldı. Aryan Mitolojisi'nde ilk canlının yaradılışı konusunda çeşitli anlatımlar vardır. En yaygın olanına göre; ilk canlı, İlahi Homa bitkisinin içerisinde yeryüzüne; Haraiti Bareza'ya indi. Bu dağın, o zamanki Medya'da bulunan Albruz Dağı olduğu hususunda Pehlevi yayınları hemfikirdirler. Bu ilkel bitki orada; Anahita, Apam Napat ve Tistrya gibi suların efendisi olan yazataların yardımı ile gelişti, çoğaldı. Bundan sonra ilk bu bitkiden ilk insan ve hayvan numunesi gelişti. İlk insan numunesi; Gayo Maretan veya Gayo Mart'tır.. Ayrışma döneminin sonuna doğru bu ilkel yaratıklar Kötü'nün saldırısına uğrayarak öldürüldüler. Onlar öldürülmeden önce tohumları saklandı. Gayo Mart'ın tohumlarından, onun ölümünün üstünden kırk yıl geçtikten sonra ilk erkek; Maşyê ve ilk kadın; Maşyânê oluşmuştu. Artık kötünün etkisini göstereceği ilk insanlı dönem başlıyordu.

diğer dinlerde ilk insan

Hemen hemen tüm dinlerin, yaratıldığına inandığı bir ilk erkek ve ilk kadın vardır. İlk erkeklere bazı misaller verelim: İsrail dinleri ve Müslümanlar ilk erkeğe Adam veya Adem, Mayalar; Balam-Guitze, Mezopotamyalılar; Apsu, İskandinavyalılar; Ask, buri, Pygméler; Efê, Kenyalılar; Mwambu vs. derler. Kuzenler'imiz Hintliler ise Yama diyorlar ilk erkeğe, ki bu Bahdini inancına göre ilk insan değil, ölümlü olan insanların ilkidir.

Müslüman inancına göre Allah, yeri ve göğü yarattıktan sonra meleklere (Bakara:30); "ben yeryüzünde muhakkak bir halife yaratacağım" dedi. Bu "halife" Adem olacaktı. Allah Adem'i kuru çamurdan yaratmış, "kendi ruhu"ndan üfleyerek canlanmasını sağlamıştı. "Yeryüzünde bir halife" olarak yaratılan Adem'e Allah (Bakara:35-36); "Ey Adem sen eşinle beraber cennette otur. Cennet nimetlerinden, dilediğiniz yerde bol bol yeyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın ki haddi aşan zalimlerden olmayasınız". ”Bunun üzerine İblis (o ağaç yüzünden) her ikisinin de ayağını cennetten kaydırdı. İkisini de bulundukları yerden çıkardı”. İblis (A'raf:20); "Rabbiniz, sırf melek olacağınız, yahut cennette ebedi kalanlardan olacağınız için size bu ağacı yasakladı", demek suretiyle onları aldattı. Onları kandırdı ve o yasak meyvayı yedirdi. Bu, meyvayı tadınca derhal ayıp yerleri ortaya çıktı (A'raf:22). Sonra onlar yeryüzüne sürüldü. Allah onlara orada; "Bazınız bazınıza düşman olarak ininiz. Size belli bir zamana kadar yeryüzünde yerleşme ve oradan faydalanma takdir edildi" (A'raf:23) dedi. Sonra (aynı yerde:24); "Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve tekrar oradan çıkarılacaksınız" şeklindeki kararını iletti.

İsrail Dinleri'ne göre Yahweh veya Yehova, insanı kendi suretinde yarattı. Ona yeryüzündeki tüm meyvaları, kuşları ve hayvanların etlerini yiyebilirsin dedi (Genesis:1.30). Fakat Adam yalnızdı. Bir gün tanrı Adam'ı derin bir uykuya yatırdı ve onun kaburga kemiğinden ilk kadını yarattı (Genesis.21-22). Adem artık yalnız değildi, fakat başı beladaydı. Onlara da bir meyva'yı yemek yasaklanmıştı. İblis Eva'yı kandırmış meyvayı yedirmişti. O zamana kadar biribirlerine çıplak göründükleri halde utanmayan Adam ile Eva utanır oldular. Sonra Tanrı'nın sesini duyunca utançtan saklandılar. Tanrı kadını kandıran yılanın ebediyen lanetlendiğini (Genesis:3.14), kadının soyu ile yılanın soyunun ebedi düşman olacaklarını (15), kadının ise ceza olsun diye tüm doğumlarda sonsuz acılar içinde kıvranacağını, erkeğini hep arzulayacağını, erkeğin kendisini hep yöneteceğini (16) bildirdi. Adam'ı da cezalandıran Tanrı, onları deri giysilerle giydirdi. Eva, bundan sonra doğacak tüm insanların anası olacaktı.

Zerdüştiler'de insan

Bir nehir gibi akar Aryan Mitolojisi. Uzayın şekillenmesinden önce maddi bireysel vücudun var olabileceği ihtimalini tanımayan bu düşünce sistemi, tabii bir akış içerisinde cereyan eden yaradılış olayının son basamağına gelmeden, yeryüzünde asla hiç bir yaşam türünü, yani insan, hayvan veya bitki gibi yaşayan varlıkların türeyebileceklerini söz konusu bile etmez. Tüm malzemeler hazırlandıktan sonradır ki, Doğu Aryan Mitolojisi bir ucundan başlayarak hayat denilen devasa otomatizmanın oluştuğunu dile getirmiş ve bu otomatizmanın oluşum şeklini izaha kalkışmıştır. Harç hazır olmalıydı ki hayatın içinden yeşereceği yapılanmaya geçilebilsindi.. ”Genesis”in daha önceki aşamalarında oluşan dört ana madde, -yani ateş, su, hava ve toprak- insanlarla diğer canlıların maddi harcı olacaktı.

En köklü anlatıma göre; ilk canlı, Homa bitkisinin içerisinde Haraiti Dağı'na indi. Bu bitki orada Ardvi Sura Anahita, Apam Napat gibi yazatalar'ın yardımıyla yağan yağmurlar ve sunulan sular sayesinde çoğaldı. Anahita, Aryanlar tarafından suların hükümdarı olarak kabul edilen bir tanrıçadır. O, göklerin su kaynaklarının efendisidir ve oradan yeryüzüne muhtaç olunan bütün suları göndermektedir. Onun göklerden indiği yer de en yüksek olmalıydı. Sularını ilk kez akıtacağı kaynağın bulunduğu yeryüzü parçası, tabii ki Homa'nın da dünyaya ilk kez indiği Haraiti Dağı'nın en yüksek tepesi olan Hukairya olacaktı. Homa, ki bu Beyaz Homa'dır, içinde barındırdığı ilk canlı numunesi olan ”urvar”la birlikte çoğalıyordu. İlk oluşan bağımsız canlı ”Gõş Urvan”, hem hayvanların hem de bitkilerin ilk ve ilkel örneğidir. Gõş veya Gauş Urvan'a paralel olarak bir de ilkel insan; Gayo Maratan (Gayo Mart) bu Homa bitkisinin içinden gelişecekti. Fakat hala halledilmesi gereken bir sorun vardı, o da şu: Urvan olarak yeryüzüne inen Mainyu ile Gaethya nasıl birleşecek ve nasıl bir yapıyı, hangi yolla oluşturacaklardı?

ruhsal bölgeler

Zarathuştracılar, İnsan Gaethya'sının (maddi bölümlerinin) ”tanu” (ten) ve ”asta”dan (kemikten) oluştuğuna inanırken, muhtemelen daha önceki Aryanlar yalnızca tanu'yu=teni insanın gaethyasının (fiziksel varlığının) tüm bileşenlerini betimlemek için yeterli bulurlardı. Ayrıca Zerdüştiler'in; insanlarla hayvanlar'ın ”tõhm”unu (tohumunu) ateşin tohumu olarak gördüklerini, veya onların tohumlarının bir nevi içsel ateşten kaynağını aldığını, diğer tüm canlıların ise sudan köklerini (tohumlarını) aldıklarına inandıklarını da belirtelim (bu konuya daha sonra geleceğiz). İnsan Mainyu'sunun (ruhsal bölümlerinin) bileşenlerine gelince işler biraz daha karışır. Eski Aryanlar, ki bunların ideologlarının Med rahipleri olduğunu hep tekrarlayacağız, canlıların insan kesiminin mainyu bölümünün; ”jan=soluk”, ”ruvan=idrak, ruh”, ”advênak=türlerin tohumsal strüktürü” ve ”fravaşi=cedsel ruh”tan oluştuğuna inanırlar. Avesta'da insanın ruhsal ”yapı” unsurları; Ahu (ruhun bir nevi egemenliğini veya onun temel işleyiş prensibini ifade eder. Latince; natura mundi), daêna, baodhõ (ruh) ve fravaşi şeklinde sıralanırken, Bundahışn'da bu sıra -maddi unsurlarla birlikte şöyledir: Tan, jan, ruvãn,advênak ve fravahr. Farvardin yaşt'ta ise bu sıralama; âsna (idrak), mana (jan'ın karşılığı), daêna, urvan ve fravaşi şeklindedir..

jan

Jan; ”Ateşli ve nemli bir rüzgâr”dan (ãtaxşõmand vat'tan) kaynağını alır. Burada Vat veya Vatu adı verilen ve Vayu'nun özel bir şekli olan bir rüzgâr söz konusudur ve bu Vatu Varathraghna'nın özel bir cisimleşmesidir. Vayu'nun sıfatlarından biri de; ”düzenci, intizamcı” (rãdênitãr) olmaktır ve O, bu sıfatıyla dünyaya can, yani kozmik canın bir bölümünü taşıyıcı bir görev yerine getirir. Onun özel bir şekli olan Vatu sıcak, nemli ve cinsel arzu dolu ilahi bir nefestir ve insanın can kazanmasına imkan verdiği gibi, neslin devamlılığını da bu rüzgâr mümkün kılar. Bu rüzgar insana göre içseldir ve cinsel birleşme esnasında bir heyecan vererek eser. Diğer Ortadoğu kaynaklı dinlerde de canın vücuda giriş şekli olarak; tanrısal ”üfürük” veya ”tanrısal bir nefes” gibi kavramlar varsa da bu kavramlar çok zayıf kalmaktadırlar. Hıristiyanlar ruhu; ”Tanrı'nın insanlara üflediği nefesi” olarak kabul ederler. Müslümanlar'ın kutsal kitabı Kur'an ise, Allah'ın kendi ruhundan insanlara üflediğini yazar (Secde suresi,9). Bu ise İslamiyete göre, insanlar için geçerli olan tek ruh kavramıdır.Ötesi yine Kur'an'ın kaydettiğine göre ilahi bir sırdır. ”(Ruh konusunda insanlara) pek az bilgi verilmiştir” (İsra suresi;85). Hepsi bu kadar. Oysa Aryan Mitolojisi -ister kabul edelim, ister etmeyelim- hiç bir boşluk bırakmamacasına, insanın insan oluşundan tutun da neslin bir otomatizma içinde devam etmesi için elzem olan her şeyi izaha çalışmakta, bugün bile okuyanları hayrette bırakacak öngörülerde bulunmaktadır. Vatu bunun en tipik örneğidir. O, bağımsız bir kavram olup, ne herhangi bir tanrı tarafından bir yerlere üflenmekte, ne de keyfi bir şekilde otomatizmasını bozmaktadır.

Varathraghna'nın özel bir şekli ve Avesta'da kaydedildiği şekliyle, Rãma Hvãstra'nın bir Hamkâr'ı olan Vatu , cinsel arzu doğurucu bir rüzgârdır. Dünyayı şekillendiren ilkel kütleden kökünü alan bu yelden kaynağını alan bir nefes, bazı araştırmacılara bakılırsa, hayvanların ve insanların gerçek ”jan”ıdır. Fakat bunun, yani Vatu'nun jan sayılabilmesi için, yine de bazı diğer ruhsal ögelerle takviye edilmesi gerekir. Özetle; Vatu (veya Rãma)-cinsel arzu-insan veya hayvan menisi üçlüsünü bir eksen olarak düşünürsek, bu eksen jandır.. Bu, sanki modern genetiğin bize bu konuda öğrettiklerinin ilkel bir taslağı imiş gibi görünüyor.. Bazı Grek düşünürleri, Medyalılar'ın ”jan” dedikleri ruhsal unsura ”thermon” adını vermişlerdir. Onlar da, thermon terimi ile İranlılar'ın jan konusundaki inançlarına benzer görüşler dile getirirler. Aristo, thermonun ateş veya herhangi bir çeşit ”kudret” olmadığını, onun (cinsel) keyif, yani ”pneuma” olduğunu ve ”meni” ile ”köpük” içerdiğini, ayrıca onun; ”pneumanın içindeki ruh” olduğunu kaydeder. Görüldüğü gibi, Aristo'da da bir eksen söz konusudur. bu eksende de tıpkı İran Aryanları'nda olduğu gibi; cinsel keyif verici özel bir rüzgâr (pneuma), meni (sperma) ve pneumanın içindeki köpük, -arzu doğuran bir köpük- söz konusudur. Hippocratuscular, Xsenophenes, Anaximenes ve Pisagoras gibi düşünürler de -eksikleriyle de olsa- aynı görüşleri tekrarlarlar (bu konuyu xvarr'ı incelerken derinleştireceğiz).

baodhõ

Avesta'nın Baodhõ'su ile son dönemin Pehlevicesi'nde söz konusu edilen ruvãn aynı anlama gelir. Bu terim, ruhsal alanın algı bölgesini de ifade eder. Baodhõ sahibi canlılar, onun sayesinde konuları veya objeleri ayırd ederler. Bundan dolayı bitkilerin baodhõ sahibi olmadıkları varsayılır. Özellikle duyu organları, algının alıcı reseptörleri olarak, ruhun bu bölgesi ile ilişkilidirler. Bu duyular; görme, duyma, konuşma ve bilme olarak sıralanıyor. Grek düşünürü Plutarch da aynı paraleldeki görüşlerini; ”psychê”yi tahlil ederken dile getirir. Ona göre de psychênin beş bölümü vardır. Bunlar; Gelişme (phytikon), idrak (aisthêtikon), arzu (epithûmêtikon), cesaret (thûmoeides) ve akıl (logistikon) şeklinde sıralanıyor. Pythogorascılar'da ise idrak; psyche'nin diğer üç bölümü olan; nous, phrenes (yetenek) ve cesaretin arasından sızan damlalardır. Aristo'da da idrak, ruhsal yapılanmanın temel ögelerindendir (bu düşünür, ruhsal ögelerin diğer elemanları konusunda Grekli meslekdaşlarından ayrı düşüncelere sahiptir). Paralel görüşler Philocular tarafından da savunuluyor (Philocular'ın Zarathustracılar tarafından nasıl etkilendikleri hakkında bkz; Zarathustra,1995).. Kendilerinden önceki dinlerdeki bunca düşünce üretimine karşın; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet ruhun bölümleri konusunda derin bir sessizliğe gömülmüşlerdir. Bu dinlerde; teferruatına girilmiyen soyut bir ruh anlayışı hakimdir.

urvan

Biz Grek kardeşlerimizi şimdilik bir kenara bırakarak, Zerdüştiliği temel aldığımız Aryan mitolojisinde ruhsal yapılanma konusunu işlemeye devam edelim. Bu mitolojide, ruhsal yapılanmanın üçüncü ögesi; Avesta'da ”urvan”, Pehlevice'de ”advênak” olarak geçen kavramdır. Urvan, Tanuyu (teni) şekillendiren, yani onun belli bir şekle girmesini sağlayan ruhsal ögedir. Bu ruhsal öge, yine şimdiki bilimlerde ”gen” olarak geçen temel birimsel kavramın bazı fonksiyonları ile hayret verici bir benzerlik gösterir. Her biri kendisine özgü bir urvana sahip olduğu için, hiç bir türe mensup hayvan diğer türdekine benzemediği gibi, aynı türün değişik üyeleri de biribirlerine benzemezler. Urvan kavramıyla birlikte, biz yeniden Homa'ya dönüyoruz. Urvanın ”urvar=bitkiler”le yakın ilişkisi bizi ilkel insanın oluşumu aşamasına geri götürdü. Daha önce de belirttiğimiz gibi, yeryüzünde Hukairya tepesine inen Beyaz Homa; bir ”özsu”, bir ”özel bitki” veya ileride bahsedileceği gibi, törenlerde kullanılan ”özel bir öküzün yağı” da değildir. Bu; hayatı gökyüzünden yere taşıyan ve ruhsal oluşumu tamamlayan önemli bir Aryan tanrısıdır, ki sonraki Zerdüştizm'e ”tanrısal bir rahip” ve bir Yazata (Hõm Yazad) olarak girmiştir. Homa, urvanı yeryüzüne indirdi ve bir tür ”rhubarb” bitkisinin içine yerleştirdi (rhubarb bitkisinin içinde yere indirdi diyen yayınlar da vardır). Gelişen ve çift cinsiyetli olan kutsal ilkel insan; Gayo Maretan ve ilkel bitkilerle hayvanların ilk numunesi olan Gauş Urvan bu kaynaktan doğmuştur. Gayo Maretan'da bu kaynaktan doğmuştur. Mitolojinin bazı varyantlarında insan urvanının güneşle, hayvan urvanının ise ayla ilişkili olduğundan bahsedilir.

fravaşi ve daena

Ruhsal yapılanmanın son ögesi olan fravahr (fravaşi) ve Zarathuştra'ya Ahura Mazda tarafından indirildiği kabul edilen Gathalar'da yer alan daena, bu alanın en önemli unsurlarıdırlar. Avesta'nın genç bölümlerinde sık sık söz konusu edilen ve Eski Aryan Mitolojisi'nin de paylaştığı fravaşi kavramı ile Zarathuştra'nın daena kavramı geniş ölçüde benzerdirler. Ama buna rağmen bu iki kavram arasında üç de önemli fark vardır. Birinci fark; Avesta'nın genç bölümlerinde yer alan fravaşiye sadece ”imanlı” Zerdüştiler sahip olabiliyorken, daena bütün insanların ”ruhsal bölümleri”nin şekillenmesinde en temel ögedir. Zarathuştra sadece imanlı insanlara has olan ayrı bir ruhsal ögeyi red ediyordu gibime geliyor. Çünkü böyle bir kavram onun Gathalar'ında geçmez. O'nun inanç sisteminde imanlının ruhsal alanda nesi varsa, ”imansız”ın da aynı ögeye sahip olması kaçınılmazdır. Yani herkes eşit şansa sahiptir. Oysa Avesta'nın genç bölümleri ve giderek Zarathuştra öncesi Aryan mitolojisi, ”İyi'yi seçen insanların fravaşileri”nden söz eder. Buna benzer görüşler İncil'de de yer alır. İncil'in ”pneuma”sına imansız kişiler asla sahip olamaz..İkinci fark; Avesta'nın genç bölümlerinde ve Zarathuştra öncesi Aryan mitolojisinde yer alan fravaşiler, kişi yaşarken dahi (bir nevi ikinci can sayılabilirler) kendisinden bağımsız olarak ve o kişi ile evreni birlikte koruyucu bir şekilde vardırlar. Bu, İncil'in ”koruyucu melek” kavramı ile çakışır.

Oysa Zarathuştra'da daena kavramı, kişi yaşarken onun bir nevi vicdanıdır ve kendisinin ruhsal yapılanmasında en önemli ögedir. Kişinin; tanrının müdahalesinden bağımsız olan daenası (din), onun Kötü Güçler'e karşı tavrını belirleyen en önemli ruhsal bölgesidir. İnsan Daenası İslamlar'ın ”irade-i cüzziye”si ile mukayese edilebilir. Ama Zerdüşti inancına göre şahıs bu irade-i cüzziye vasıtasıyla tavır belirlerken, tamamen bağımsız olduğundan, tavrının ölümden sonra kendisine getireceği mükafat veya cezayı da deanası tayin etmiş olur. Bu haliyle söz konusu olan, daenanın 'içsel ben' veya bir dereceye kadar da ego' şeklinde tarif edilebilecek olan özelliğidir. Bartholomae, Daena'yı çok doğru bir şekilde; ”Inners Wesen=İçsel Varlık”, ”Geistiges Ich= Spiritüel Ego, ruhsal ben” veya ”Individualität=Kişilik” olarak tarif ediyor. Reitzenstein; ”Ich= Ego”, Moulton; ”Self= Ben”, Meillet; ”Personnalité Religieuse= Dinsel Şahsiyet” vs şeklinde tarif ederler. Daena ve fravaşinin ikisi de ölümden sonra kaybolmazlar. Fravaşiler ölümden sonra direkt olarak Aşa'nın evi olan ”Vahışta”ya giderler. Vahışta, sonradan Kürtçe'de ”behışt”e dönüşmüş, Müslümanlar'ın ”cennet” kavramının karşılığı olarak varlığını sürdürmüştür. Daena sahibi olduklarından dolayı insanlar, çinvat köprüsünden (İslamlar bunu sırat köprüsü olarak kendi dinlerine adapte etmişlerdir) geçmek ve buradaki yargılamada yaptıklarının (iyi-kötü) kefaretini ödemek veya mükafatını almak durumundadırlar. Fravaşi ile daena arasındaki son fark; fravaşi, cedlerin ezelden (ve tabii olarak Spenta Mainyo'nun bir parçasıdır) yaratılmış ruhu iken, daena da mutlak iyi ruhun, Spenta Mainyu'nun bir parçasıdır, fakat imanlılara has olmak üzere özel olarak yaratılmışlığı yoktur. Daena önce Vayu'nun bir parçası halindedir, sonradan dünyanın otomatizma kazanmış gücünün ”yönlendirici aklı”na dönüşür ve belli kurallar dahilinde insanın ruhunun temel bir ögesi halinde onun yapısına girer..

Medler'in ilk kralı olan Deioces'in veya Elamca'da söylendiği şekliyle Daiaukku'un oğlunun adını, Tarihin Babası sayılan Herodotus; Phraotes olarak verir. Bu Phraotes, aslında ”fravart”ın Grek alfabesinde yazılış şeklinden başka bir şey değildir. Tahta çıktıktan sonra Xşathra (İngilizler böylesine bir ad alma olayına ”throne name” alma diyorlar) olarak adlandırılan bu kralın asıl adı olan ”Fravart”; ”fra-v” ve ”art”tan oluşan bileşik bir isimdir. Fra-v, grekçe'deki ”pro-t” ile aynı anlama gelir ve ”önce olan” anlamına gelir (buradaki kullanılış amacı itibariyle). ”Art” ise ”rta”dan bozulmadır ve sonradan ”Aşa” olarak Avesta'nın her bölümüne (gathalar dahil) girmiştir, ki ”düzenin prensibi,adalet, dürüstlük” gibi anlamlara gelmektedir. Böylece kelimenin bütünü; insanı oluşturacak olan olan prensipler veya kadim insan numunesi anlamına geliyor. Medya'yı ilk defa düzene sokan ve Persler'i bu devlete bağlayan kral budur. Bundan dolayı fravaşi kavramının, ya bu kralın adına izafeten o zamandan beri kullanıldığı veya fravaşinin bu kırala takma ad olarak verildiği sanılıyor. Şöyle veya böyle, kelime direkt bir şekilde Medya'ya bağlanmaktadır..

***

Fravaşilerle daenanın ikisi de köklerini, başlangıçta tek başına var olan İlahi Işık'tan alırlar. Bu ışıktan Vayu yaratıldıktan sonra, fravaşiler Kötü'ye karşı mücadelede Ahura Mazda'nın en önemli yardımcıları veya işbirlikçileri olarak tasarlanmışlardı. Bunlar evreni ayakta tuttukları gibi, yeryüzüne inerek Kötü'ye karşı aktif mücadeleye de katılacaklardı.Fravaşiler, ta baştan beri her İyi varlık için ayrı ayrı oluşmuşlarken, daena önceleri Kozmik Daena olarak belirecekti. Kozmik Daena'nın bir bölümü, maddi yaradılışa geçildikten sonraki aşamada (dünyanın yaradılışı aşamasında), dünyanın işleyişindeki otomatizmayı yönlendiren İlahi İrade haline dönüştü. Bu işleyişi pratikte yürütenler Aşa'nın yardımcıları olan yazatalardan; Sraoşa ve Raşnu'dur (aydınlık). İnsanın yaradılış aşamasında ise daena ve fravaşiler, diğer ruhsal ögelerle birlikte hareket ederek, bu yeni varlığı (yani insanı) şekillendirecek olan mekanizmaya katıldılar.

Fravaşilerle daena arasındaki büyük farklardan biri de, ”kimlerin daenası vardır veya kimlerin fravaşileri vardır” sorusunun cevabında yatıyor. Yasna; 26 ile Farvardin Yaşt; 74 ve 149'a bir bütün halinde baktığımızda; Ahura Mazda dahil, onun yarattığı ”melek”lerin, Gayo Maratan'dan itibaren Saoşyant'a kadar tüm ”iyi” insanların -ki bunların içinde; dini bütün insanların ölmüş cedleri, yakın akrabaları, dinsel öğretmenleri (Kürtçe'de müslümanlığın esaslarını öğreten din adamlarına Arapçadan alınma ”seyda” deniliyor, oysa Avesta'da olduğu gibi din öğreticilerine; Aêthrapaitiş denilebilirdi..), tüm azizler, öğrenciler, dünyanın rehabilitasyonuna katkıda bulunmak üzere gelecek olan tüm peygamberler (evet, Avesta gelecek olan başka peygamberlerden de bahseder) yer alır- ve her çeşit hayvanın fravaşisi vardır. Bu tesbitlerden hareket edersek, İlahi ilk ışığın, yaradılışın ilk aşamasında bir bölümü ile fravaşileri oluşturduğu sonucuna varılacaktır. Fravaşiler sırası geldikçe imanlıların vücuduna girerek kötüye karşı mücadeleye katılacaklardır. Fravaşilere verilen görevler; evreni ayakta tutmak, Kötü'ye karşı mücadele etmek, insanların çoğalırken güven içinde olmalarına nezaret etmek ve dünyanın Kötü'den arındırılmış bir şekilde rehabilite edilmesini sağlamaktır. Yaratılan bu fravaşilerin yer yüzüne inip Kötü'ye karşı yürütülen mücadeleye katılmaları gönüllülük esasına göredir. Dileyen fravaşi yeryüzüne inerek bu büyük mücadeleye katılır, dilemeyen ebediyen evrenin bir parçası olarak kalır ve yeryüzüne inmez. Fravaşi sahibinin ölümü halinde fravaşisi direkt olarak cennete (Vahışta) gider. Onun karşılaşacağı hiç bir sorgulama yoktur. Çünkü O, bozulmamış bir azizdir.

Oysa Peygamber Zarathuştra'nın geliştirdiği daena kavramı, ayırımsız tüm insanlara has ruhsal bir ögedir. İnsanda, ölümden sonra varlığını sürdürecek olan tek ruhsal öge de budur. Daena sahibi bir yaratık olarak insan, yaşadığı müddetçe Tanrı'nın karşısında tamamen bağımsızdır. O, kul değil, karar sahibi veya insiyatif sahibi bir yaratıktır. İlahi ışıktan kaynağını aldığından dolayı da, Tanrı'nın bir parçasıdır. Her insan kendi kaderini kendisi tayin eder. Önceden belirlenmiş hiç bir kader yoktur bu daena sahibi yaratık için. İyi ile Kötü arasındaki seçimi kendisi yapacaktır. İnsanlar, bu iki güç arasındaki kavgada kimin tarafını tutacaklarına kendileri karar vereceklerdir. Verilen karar, karar sahibinin kaderini de belirleyecektir. Bu karar; yaşadığı müddetçe düşüncesinin (manahica), sözlerinin (vacahica) ve eylemlerinin (akemca) nasıl olacağını belirleyecektir. Yaptıklarından dolayı yargılanacak ve ceza ile mükafatı ne ise alacaktır. Hiç bir insan için, direkt olarak gidilebilecek bir cennet veya cehennem yoktur.

hvarenõ (xvarr)

Böylece ”nefes-meni kompleksi; jan”, ”idrak yani baodhõ”, ”form verici bir nevi genetik unsur olarak tarif edilebilecek olan öge; urvan” ve ”vicdanı temsil eden; daena veya fravaşi” ile birlikte insan neslinin devamını sağlayacak olan otomatizma için ruhsal bölgede gerekli olan her şey tamamlanmış oluyor. Bu herşeye; insanlara hız, cesaret ve güç veren ”hvarenõ” da eklenir. Hvarenõ, hayatın görünmez ateşidir ve insanın kalbi bu ateşin merkezidir. Athar(ataxş=ateş=athrium) denilen bu içsel ateş, veya bir başka deyişle hayatiyet, İlahi görünmez ateşin (ışığın) bir bölümünden ibarettir. Bu kalp ateşi, Verethraghna'nın (ki Grekler'de bunun karşılığı Herkül'dür) yardımıyla insanların kalbina yerleştirilmiş (Athrium) tir veya Verethraghna bu ateşin kendisidir. Yeryüzünde onun taşıyıcısı, Varathraghna'nın özel bir inkarnasyonu olan Vatu'dur. Bu ateş, yaradılışın uygun bir aşamasında, oluşan otomatik bir mekanizma sayesinde vücudun ruhsal bölgesine katılır. Bu ateşin -ki hamuru ilahi ateşin de özü olan dürüstlüktür- ”Altılar” nezdindeki temsilcisi Aşa vasıtasıyla; Sraoşa'dır. Bunun Med merkezli İran mitolojisindeki anlamı şudur: Dünyadaki her şeyin (Maddi bir varlık olsun, manevi bir kavram olsun) İlahi kompleks içinde (burada Ahura Mazda ve Altı Veçhesi'ni kastediyoruz) mutlaka bir temsilcisi vardır. Bu temsilci, özünde o ”şey”in neyi ifade etmekte olduğunu anlamak bakımından önemlidir.

İnsanlar öldüklerinde, ”tanu”; ”Yer Ana” diye bilinen Armaiti'ye, ”jan”; Vatu'ya, ”ruvan”; fravaşiye veya mutlak daenaya, ”advenak”; güneşe, ”fravaşi”; Ahura Mazda'ya, insan ”daena”sı ise kaderini belirleyecek olan ilahi mahkemeye döner ve oradan ya cennete (Aşa'nın mekanına) ya da cehenneme (Aeşma'nın mekanına) gider veya katılır. Daena, eğer cehenneme gitmişse veya oraya katılmışsa, Nihai Hesaplaşma'dan sonra temizlenmiş olarak asıl kaynağı olan İlahi Işığı oluşturmak üzere Ahura Mazda'nın bütünlüğüne katılır veya tekrar O'na döner. Hvarenõ veya xvarr, bir diğer yönüyle canlıların neslini devam ettirici otomatizmayı sağlayacak en önemli enstrumandır. Hvarr'ın (hvarenõ'nun) bir de ”cinsel istek (eros) uyandıran” şeklinde ifadesini bulan bir sıfatı vardır. Bu cinsel arzu, üreme güdüsü yaratmak için verilmiştir. Tüm bu kompleksiyle xvarr nesli devam ettirici otomatizmanın işlemesini sağlar ve eros olarak tohumla diğer nesillere taşınır.

gayo maretan

Eski Aryan Mitolojisi'nde; uzay, yıldızlar, Güneş, Ay, insanlar, hayvanlar ve bitkiler yaradılış amaçları itibariyle asla ayrı ayrı varlıklar olarak ele alınamazlardı. Bunların tümünün kaderi biribirlerine sımsıkı bağlıydı. Onların Kötü'ye karşı mücadele amacıyla yaratıldıklarını daha önce kaydetmiştik. Bu yaradılış maratonunun son halkası insandı. Yaradılışın bütün elemanları ayrışıp yerli yerine oturtulunca ilkel insan; Gayo Maretan türedi. Bu türeme olayı E. W. West'in saptadığı ”dünya yılı kronolojisi”ne göre, -ki bu ayrıca evrensel Zerdüşti takvimi oluyordu-, dinin gelmesinden (tabii ki Bahdin, yani Mazda dininin gelmesinden) 6000 veya Milattan 6630 yıl önce cereyan etmişti (bundan sonra bu iki takvime tekabül eden yılları her yeni evre için birlikte vereceğiz. Zerdüşti tarihi için BR 'before religion=dinden önce', Miladi Tarih için ise alışılmış MÖ veya MS kısaltmalarını kullanacağız). Gayo Maratan'ın yardılışı veya onun biçimi için, göksel yaradılışın prensipleri ve elemanları esas alınmıştı. Hatta bazı menkibelerde, Gayo Maratan'ın her organına yıldız sistemlerinin içindeki bir bölgenin isabet ettiği ayrıntılarıyla anlatılır. Bir canlı organizmaya benzetilen yıldız sistemine bu haliyle; ”Kozmik İnsan” diyorlardı. Kısaca Kozmik insan; Makro Evren'di, insan ise bunun bir uzantısı olarak algılanıyor ve kendisine Mikro Evren deniliyordu. İkisi de İlkel İlahi ışıktan kaynağını aldığı için bunların kaderi de kaçınılmaz bir şekilde biribirine bağlıydı (yıldız falının kökeninde bu Mokro Kozmos-Mikro Kozmos ilişkisinin yattığına dikkat ediniz). Mokro Kozmos ile Mikro Kozmos'un mücadeleleri müşterekti ve Kötü'ye karşıydı. Kötü ise savunma yerine, bu düşmanlarına karşı saldırıya yönelmişti.

İkinci üçbin yılın sonunda tüm maddi evren; yani Asman, Yıldızlar, Güneş, Ay, Dünya, Gauş Urvan ve Gayo Meretan; Angra Mainyu'nun saldırısına uğradı ve üçüncü üçbin yıllık karanlık dönem başladı (BR; 3000, MÖ; 3630). Kötü Güç, bu saldırısında zafer olarak kabul ettiği ve başarı gibi görünen önemli sonuçlar elde etti. Yaradılmış olan ”maddi vücud”a girmeyi başarmıştı çünkü.. Bazı menkibelerde onun ilk önce gökyüzünü delerek Ahura Mazda'nın en önemli mücadele silahı olan ve ”sonsuz şekil” denilen maddi evrene yerleştiği etraflıca anlatılır. Angra Mainyu buradaki yanmayan İlahi Maddi Ateş'i, onun yapısına girerek kirletti ve bu ateşi; yanan, dumanlı ve kavruk bir ateşe çevirdi. Bildiğimiz ateşti bu ve Müslümanlar'ın tahayyül ettikleri cehennem ateşine benziyordu artık. Angra Mainyu bu saldırısının devamında sadece maddi veya görünen ateşi karartmadı, ayrıca ruhun saf, bilgelikle ilgili ateşli bölümünü de kirletti. Buraya ”şiddetli ihtiras”ı (Jeh) ekti. Fakat Kötü, bu ilk insan ve ilk hayvan örneklerini yok edemezdi. Ancak onların ruhları ile bedenlerinin ayrışmasına yol açabilirdi.Çünkü İyi ile Kötü'nün yaşayacak olduğu evrensel zaman farklıydı. İyi, zamanda sonsuzluğu yaşar iken, yani ruhu itibariyle ölmez bir varlık iken, Kötü; sınırlı zaman diliminde, yani ruhu itibariyle de ölümlü bir güç olarak, ona karşı ”savaşımını” sürdürmek durmundaydı. Yani bunlardan birinci bölümdekiler (Gayo Maratan ve Gauş Urvan) koruyucu fravaşileri ve yapılandıkları İlahi Işık dolayısıyla ölümsüz idiler. Bundan dolayı, son tahlilde ölümlü olan Angra Mainyu tarafından yok edilemezlerdi. Gayo Maratan ve Gauş Urvan'ın ölümü olayı, Angra Mainyu'nun kapıldığı bir illüzyon, kendisi hesabına feci bir aldanma idi. Ölümlü olan Kötü, İyi'nin tuzağına düşmüş, Asman'ın altına çekilmişti. Böylece Angra Mainyu içeri çekildikten sonra tekrar kapanan Zodiac'ın Kamara'sı (ki bu; din de denilen Kutsal Kemer'dir) ile çevresi sarılmış olan Kötü için, evrendeki eski mekânına dönüş yolu kapanmıştı. Ahura Mazda,bu kamarayı daha güçlü bir duvar olan; ”dürüstlerin total bilinci” ile de takviye edecekti. Yani Kötü Güçler'in en büyük düşmanı olan dürüst insanların ve ilahi varlıkların total bilinci ile takviye etmişti söz konu olan duvarı.. Kötü Güçler'le kaçınılmaz olan mücadelenin bundan sonraki bölümü yeryüzünde cereyan edecekti. Artık iş insanlara kalıyordu. Onların kendi nefislerinde Kötü'ye karşı yürüttükleri mücadele Evren'in kaderini tayin edecektir.

İşte Angra Mainyu'nun yönelttiği bu ilk saldırıda hayvan ve insan türünün ilk örnekleri olan Gayo Maretan ve Gauş Urvan, Ahura Mazda tarafından ilahi bir uykuya dalmış gibi bu dünyadan göç ettirilirler (BR; 2970, MÖ; 3600). Bu iki ilahi yaratık sonsuzluğa göç edişlerinden önce yeryüzünde tohumlarını bırakacaklardı. Bazı anlatılış şekillerine bakılırsa (mesela; Bundahışn); Gayo Maretan'ın tohumları Güneş'in Işıkları'nın etkilemesi sayesinde Kötü'nün saldırısının pisliklerinden temizlenirken, aynı işlem Gauş Urvan için Ay'ın Işıkları sayesinde cereyan edecekti. Bu iki ilk canlının tohumlarının üçte ikisini Nêryôsang (Avesta'da; Nairyô-sanga. Ahura Mazda'dan insanlara mesaj taşıyan başmelek) koruma altına almışken, üçte biri Spendarmad'a (yere) kaldı (Avesta'da; Spenta Armaiti. Yerle ilgili başmelek, yer ana da denilebilir, Ayrıntılı bilgi için Bkz; Zarathustra, 1995).

Ama saldırı yine de tüm maddi dünyayı kirletmeye yetmişti. Angra Mainyu bu saldırıdan sonra uzun bir süre maddi dünyaya hakim oldu. Kendi özünü; İyi'nin yarattığı Dünya'nın kendisinin ve Dünya'daki tüm varlıkların ilahi özünün yanıbaşına yerleştirdi. Bu Kötü Öz'ün en önemli bölümü, hiç kuşkusuz ”öfke”yi temsil eden ”Aêşma”dır. Hayatın görünmez ateşine rakip olan aêşma, insanları dürüstlük ve adaletten uzaklaştırarak, gazabın karanlık dünyasına iter. Kalp ateşinin yanıbaşında bir kötülük ateşi gibi yanan aêşma ”ateşi” kendisine kanan insanları Kötü'nün kulu haline getirir. İşte bu aşamada insanlara düşen görev, kendi kalblerine yerleştirilmiş olan aêşmayı orada tecrit etmektir. Onlar bunu yapmakla yaradılışlarındaki amaca da hizmet etmiş olurlar. Çünkü İyi'nin Kötü'ye karşı nihai zaferi, Mikro Kozmos olan insanın iç zaferine endekslenmiştir. Bu zafer ise evrenin toptan rehabilitasyonu gibi bir sonuç doğuracak, Kötü, yandaşları ile birlikte toptan ya yok edilecekti ya da tüm aktivitesi yok edilmiş bir vaziyette cehenneminde ebediyen tecrit edilecekti.

tamamlanmış insan

Gayo Maratan ve Gauş Urvan'ın ebediyete göç etmesinin üzerinden kırk yıl geçti. Bu arada her ikisinin tohumlarını da taşıyan Beyaz Homa (Bundahışn'da bu tohumu taşıyan bitki, Avesta'nın aksine olarak Rîvâ bitkisi olarak geçer. Ama tabii ki mitolojide Avesta esas alınacaktır) yeryüzüne çok fonksiyonlu bir bitki şeklinde indi. O'nun bu dünyaya indiği ilk yer, daha önce de kaydettiğimiz gibi, efsanevi Haraiti Bareza'nın en yüksek yeri olan Hukairya tepesiydi. Homa buradan tüm dünyaya ”görünür” hayatı yayacaktı. Homa'nın filizlerinden yeryüzünün hayat türleri ve bu arada ilk insan çifti de oluşmaya başlamıştı. Bundahışn'a göre; ilk oluşan yaratıklardan onbeş yıl sonra -ki bunlar bazı ilkel bitki ve hayvan türleriydi-, bu çok fonksiyonlu kutsal bitkinin onbeşinci dalından yapışık ikizler halinde biri dişi -ki adı Maşyãnê (Bund; Matrôyâô, Eski Farsça; Matrôyâôîh) idi- diğeri erkek -ki adı Maşyê (Bund; Matrô, Farsça; Maharih) idi- olmak üzere iki insan türedi (BR; 2930, MÖ; 3660). Bunlar İran Aryanları'nın ”Adem ile Havva'sı” olacaklardı. Bu ikizler kısa bir süre içerisinde birbirlerinden ayrılıp, bağımsız birer insan şeklini aldılar. ”Maşyê ve Maşyãnê, kendilerinden önceki Gayo Maratan'a hiç benzemiyorlardı. Angra Mainyu bunlara da saldırmayı denedi ama boşuna. Çünkü bunlar hem çok daha aktif idiler, hem de Kötü'ye karşı gerekli bazı evrensel önlemler alınmıştı. Ahura Mazda tarafından kendileri; ”iyi düşünmeleri, iyi söylemeleri ve iyi eylemde bulunmaları” hususunda uyarılmışlardı. Bu uyarı sözleri, Zerdüştizm'in amentüsüydü. Kötü'ye asla tapmamalı idiler. Çünkü evrendeki herşeyin tek yaratıcısı vardı; o da Ahura Mazda idi..” Bu ve bunun gibi süslemelere, Dinkard, Bundahışn vs gibi dini kitapların her köşesinde rastlamak mümkündür.

Dini kitapların kaydettiğine göre, insan nesli arasında ilk günahı işleyenler Maşyê ve maşyãnê'dir. Bu İlk insan çiftinin zihnine saldırıp bozan Angra Mainyu, onları Kötü'nün; suları, yeri, bitkileri ve maddi dünyada var olan diğer herşeyi Kötü'nün yarattığına, herşeyin Kötü'nün eseri olduğuna inandırdı, onlara bunu söyletti. Kötü en uygun varlıktı, Kötülük en uygun fiildi. Yani onlara yalan söyletti. Yalan (druj) ise dürüst bir doğaya sahip olan İyi'nin en büyük düşmanıydı. Bu ilk insan çifti artık Kötü'ye teslim olmuşlardı. O andan itibaren insanlar için hiç bir şey doğru gitmemeye başladı. Onların dünyasal işlerle ilgili bilgileri de artmadı. Biribirlerini öldürmeye, kıskanmaya, saldırılara, talanlara vs başladılar. Bu ilk çift kaybedilmişti ve günahlarından arındırılmak üzere cehenneme gönderileceklerdi..

Geç dönemin mitolojisine bakılırsa (ki çok ilginç olduğu için veriyoruz) bu ilk insan çifti yapışık olmaktan çıktıktan dokuz ay sonra bir çift çocukları doğmuştu. Ama onlar, bu ilk çocuklarını yok ettiler. Bunun üzerine Ahura Mazda onlardan evlat şefkatini geri aldı (onları Aryanlar için çok kutsal olan böylesine bir zevkten mahrum etti). Bundan böyle onların doğacak olan çocuklarını belli olmayan (metinlerde adı geçmeyen) bazı ilahi varlıklar büyütecekti. Sonradan Maşyê ve Maşyãnê'nin; yarısı dişi, yarısı erkek olmak üzere yedi çift çocuğu daha dünyaya geldi. Bunlar çifter çifter biribirleri ile evlendiler. Bundahışn'a göre bu yedi çiftten birinin dişisinin adı; Nasâk, erkeğinin adı; Sîyâkmak idi. Bu çiftten; erkeğinin adı Fravâk, dişisinin adı Fravâkaîn olan bir başka çift doğdu. Bunların da onbeş çift çocuğu doğmuştu. İşte bu onbeş çift biribirleri ile çifter çifter evlenerek çoğalmış, dünyadaki tüm ırkları temsil edecek bir şekilde, insan neslinin devamlılığını sağlamıştı..

Bu onbeş çiftin altısı, Sarsaok adı verilen bir mitolojik boğanın sırtında engin okyanusu aşarak gitti veya diğer altı Kırşvar'a [daha önce bahsettiğimiz ve insanların yaşadığı merkezin haricinde yer alan ”dünyanın (diğer) iklim bölgeleri”ne] dağıldılar. Geriye kalan dokuz çift ise merkezde, ”hvaniratha” (Bund.; Xvaniras)'da kalarak oradaki dokuz insan ırkını oluşturdular. Bu ırklar ve onları oluşturan çiftler şunlardı: Birinci çiftin erkeğinin adı;Tâz (taj), dişisinin adı;Tâzak'tır (tajak) ve bunlardan Tâzîkân (Tajıkan=Araplar) oluşmuşlardır. İkinci çift; Haôşyangha ile Gûzak adlı erkek ve kadından oluşur. Bu çiftin soyundan Aryan ırkı doğmuştur. Bir diğer çiftten (ki ad verilmiyor) Mâzendarân ırkı doğdu. Dikkat edilmesi gerekir ki Mazendar diye ayrı bir ırk yoktur. Bunlar, bugünkü Yezidiliğin kaynaklandığı dini gruplardan biri olduğunu sandığım ve Zarathuştra'nın Daeva-yasnacı olarak andığı cemaate mensup olup Medya'da yaşıyorlardı ve Aryani idiler. Daha sonra çiftleri tek tek vermeyen Bundahışn, bunun yerine toplu olarak ırkların yurtlarını vermekle yetinmiştir. Bu ırkların bulundukları ülkeler şunlardır: Sûrâk, Avesta'da; Suhgda ya da Sogdiana. Bu ülke Turaniler'in şimdiki anayurdu olan Ortaasya'dır. Günümüzün Turaniler'i, daha önceleri Moğolistan'da göçebe hayatı sürdürürlerken, M.S. 400'lü yıllarda, eski bir Aryan yerleşim birimi olan şimdiki Ortaasya'ya hakim olmuş, orayı yurt edinmişlerdi. Bir diğer ülke Anêr'dir. Bu ülke Bundahışn'da yer alan ve bir diğer halkın (Aryani bir halk) mukim olduğu bir ülkedir. Bu ülkenin adı Avesta'da ”Anairya” olarak geçer ve Hazar Denizi'nin hemen doğusundaki platoları kapsar. Tûr ise Turan'dır, ama Turan eskiden şimdiki Türki ırklara verilen ad değildi. Bu ad daha önceleri Aryan ırkından insanlara verilirdi (bkz; Zarathustra,1995). Bundahışn'da geçen bir diğer ülke olan Arûm, önceki ülkelerin aksine, Batı'da yer alır ve Anadolu veya Rom (Roma imparatorluğu) ile çakışır. Diğer ülkelerden Sênî; Çin, Sînd (Hind) ise Brahmanlar'ın hakim olduğu Seistan'ın doğusundaki ülkelere deniliyordu.

nuh

Yahweh (Genesis; 6.5), insanların yeryüzündeki kötülüğünün arttığını gördü. Düşünceler kötülükle dolmuştu. (6-7) Tanrı; insanları, dört ayaklı hayvanları, kuşları ve sürüngenleri yarattığı için pişman olmuştu. Şiddet heryeri sarmıştı. Tanrı; (6.13), Noah'a (Nuh) dünyadaki canlıları yok edeceği hususundaki niyetini açtı. Ona (6.14); "kendine bir gemi yap" diye emretti. Sen (6.18), eşin, çocukların ve çocuklarının eşleri ile bineceksin. Ayrıca (6.19) yanına tüm canlı türlerinden örnekler alacaksın (hayvanları, çifter-çifter). O sırada Noah 600 yaşındaydı. Yağış yağdı (7.7). Yağış kırk gün sürdü (7.12). Nihayet herşey sona erdi. Karaya çıktıklarında artık yeryüzünün tüm canlıları ölmüştü.

İslamiyette ise (Hûd Suresi: 25'ten 49'a kadar) Nuh'un bir peygamber olarak gönderildiği kaydedilir. Nuh, kavmi için apaçık bir uyarıcıydı. (11.27); Bunun üzerine kavminden, inanmıyanların ileri gelenleri dedi ki; "Biz seni ancak bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. İlk bakışta en aşağı tabakalarımızdan başkasının da sana tabi olduğunu görmüyoruz. Sizin bizden fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz. Hatta sizi yalancı zan ediyoruz". Bunun üzerine Nuh, kavminin bu ileri gelenlerini ikna etmek için çok uğraşmış, onların iman edenleri aşağılayan tavırlarını bile kıramamıştı. Nuh (11.31); (Bu ileri gelenlere); "(Ben size) 'Allah'ın hazineleri benim yanımdadır' demiyorum. 'Ben bir meleğim' demiyorum. O sizin gözlerinizin horladıkları hakkında: 'Allah onlara hiçbir hayır vermez' de demem...." diyordu. Sonunda kavmin ileri gelenleri (11.32); "Ey Nuh, bizimle mücadele ettin, mücadelende çok ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bizi tehdit ettiğin azabı getir de görelim, diyerek kararlılıklarını göstermişlerdi. Nuh, boş yere onlara; "onu (azabı) dilerse ancak Allah getirir. Ve siz onu aciz bırakacak değilsiniz" demekteydi. Bir müddet sonra (olacak herhalde) Nuh'a (11.36) şöyle Vahy olunmuştu: "Haberin olsun, kavminden (daha önce) iman etmiş olanlardan başka hiçbiri iman etmeyecek. Onun için yaptıklarından dolayı kaderlenme" . Nihayet Allah'ın emri gelmişti: "Bizim nezaretimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulmedenler hakkında bana birşey söyleme (yani, onlar için af dileme). Çünkü onlar suda boğulacaklardır.

Nuh, Allah'ın emri üzerine gemiyi yapmaya başladı. Halk kendisi ile alay ediyordu. (11.38) Nuh; "Bizimle eğleniyorsanız, biz de sizinle, eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz" dedi. (11.39); "Alçaltıcı azabın kime geleceğini ve sürekli azabın, kimin başına ineceğini ileride bileceksiniz," diye ekledi. İslam'ın Nuh anlayışında da, İsrail dinlerinde olduğu gibi, gemiye (11.40); "Erkeği ve dişisi bulunan herşeyden iki tane ile, aleyhinde hüküm verilmiş olanlardan başka, aile(si)ni ve iman etmiş olanları" geminin içine yüklediler. Zaten kendisine inananlar çok küçük bir azınlıktı. Gemiye, Nuh'un oğullarından biri de binmemişti. Peygamber'in ikazlarına rağmen gemiye binmeyen oğlu (11.43); "Ben beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım" demişti. Bu ise Allah'a isyan etmekti. Nihayet sular yükseldi herşeyi yuttu. (11.44); (Allah tarafından) denildi ki; "Ey yeryüzü, suyunu yut. Ve ey gök (yağmurunu) tut". Su çekildi. İş bitirildi. Ve gemi Cûdi Dağı üzerinde durdu. Bu suretle o zalim kavme "defolun" denmişti.

bahdini'lerde ”nuh”

Bahdiniler'de ise hikâye yine Yima ile ilişkilendiriliyor. Yima "bir canlının kanını döküp etini yediğinden" dolayı büyük günah işlemişti. Bu günahın etkisiyle "cennet hayatı" sona ermiş, huzuru kaçmış bir suçlu gibi herkesten saklanır olmuştu. Fakat O'nun ve halkının çilesi bununla bitmeyecekti. Suç cezalandırılacaktı. Bu ceza ise ölümsüzlüğün kalkması şeklinde oldu. Fakat daha sonra sebebi belirsiz bir felaket daha aynı Yima döneminde dünyalıları bulacaktı, ki bu felaketin söz konusu cezalandırma ile ilişkisi karanlıktır. Ahura Mazda (Vendidad:II. 22) Yima'ya; "Ey Vîvangat'ın oğlu dürüst Yima! Maddi dünyaya ölümcül kışlar (yağacak). Bu, son derecede kötü soğuklar getirecektir. Maddi dünyanın üstüne (bu) öldürücü kışlar kuşbaşı büyüklüğünde kar tanelerinin yağmasına yol açacak. Bir "aredvî" kalınlığında (kar) dağların tepelerine de.." dedi. Bu felaket sırasında (II. 23); Tüm (üç) hayvan çeşitleri ölecek.. Vahşi hayat, dağların tepelerindeki hayat, vadilerin dibindeki hayat ve ahır (gibi) barınaklardaki hayat bitecek..

Bu felaketi göğüslemek ve yeryüzündeki hayatın tümden kaybolmasını engellemek için Ahura Mazda, Yima'nın bir Vara; yani etrafı duvarla çevrili ve üstü kapalı bir barınak inşa etmesini istedi. Bu Vara (II.25) bir koşu yeri uzunluğunda, yani her kenarı iki "hâthra" veya bugünkü ölçü birimleriyle bir İngiliz mili kadar kadar uzun olacaktı. Kare şeklindeki bu varada ikametgahlar, daha doğrusu içinde bir ev yapılacaktı. Bu evin bir balkonu, bir avlusu (II.26) ve bir dehlizi olacaktı. (II.27) (herhalde dehlizde olacak) insanların -kadın ve erkeklerin- tohumları saklanacaktı, ki bunlar dünyanın en büyük, en iyi, en güzelleri olmalıydı. Fakat ben Vendidad'ı çevirirken yaptığım dikkatli bir inceleme sonucu bu söz konusu tohumların, tohumluk olarak varaya alınan insanların kendileri olduğu kanaatına vardım. Varya ayrıca en iyilerinden olmak üzere ağaçların, bitkilerin, sürülerin, diğer hayvanların, köpeklerin, kuşların tohumlarından konmalıydı. Bu tohumlar orada kaldığı müddetçe tükenmemeliydi. Bunun yanında kızıl yalazlı ateş de orada muhafaza edilecekti.

Yima bu emre uyarak Vara'yı inşa etti. Söylenenleri içine koydu. Vara Adarbagan'daki Daitya Irmağı kıyısında inşa edildi. İnşaatta özel bir yapı tekniği kullanıldı. Nihayet beklenen kışlar soğuk ve selleriyle geldi, insanlar dahil yeryüzündeki hayatın üçte ikisini süpürdü, götürdü.

Görüldüğü gibi Tufan menkibelerinde felakete insanların peygambere itaatsizliği sebep olarak kabul ediliyorken, Yima efsanesinde önderin kendisi bu felaketin sebebidir veya, felaket sebep gösterilmeden kendiliğinden gelen tabii bir olaydır. Böylesine bir kabul Bahdiniler'in dinine daha uygundur.

aji dahaka ve kava

Şimdi Med Mitolojisi'nde tümüyle Medyalı olan bir efsaneye geçiyoruz. Bu, Yima'yı "ikiye biçip" öldüren istilacı yabancıların kralı olan Aji Dahaka ile ona başkaldıran Medyalılar'ın ve Kawa'nın hikâyesidir. Olayın tümüyle Medya'da cereyan ettini dini kitaplardan takip edebiliriz. Ancak bazı coğrafi noktalara açıklık getirmek için, bizim herkesçe bilinen çok ufak bir sosyal gerçeğe parmak basmamız lâzım. Bugünkü Kürtler'in ataları olan Medler (Madalar), Kürdistan'ın bugünkü sınırlarından çok daha geniş bir alanı yurt edinmişlerdi. Eski Med ülkesi, bugünkü Tahran'ın doğusundan başlıyor, Hazar Denizi'nin güneyini ve İsfahan'ı da kapsamına alacak genişliğe ulaşıyordu. Kuzeyde Ermenistan'ı da içeren eski, diğer adıyla Büyük Medya, batıda Grekler'le komşuydu. Firdewsi'nin bilerek veya bilmeyerek yaptığı hatalı betimlemede olayın kahramanlarını Fars'laştırması bazı araştırmacıları yanıltmış olabilir veya düpedüz yanıltmıştır, fakat insanların elindeki en eski belgeleri inceleyen Darmesteter gibi, Mills gibi değerli ve sabırlı araştırmacılar, -eğer yapılan bilinçli bir saptırma ise- bu "oyun"a gelmemişlerdir. Olay, Medler'in yerleşik bulunduğu Medya'da cereyan etmişti. Şimdi hikâyemize geçebiliriz:

Mitoloji'ye göre Yima, 716.5 yıllık hükümdarlığının sonunda, kardeşi Spityura tarafından öldürülünce Abân Yaşt'ta da (Yt-5; 28-31) biçimi tarif edilen Bawru'lu (Babil'li) Aji Dahaka; Aryan ülkesinin yönetimini ele geçirdi. Leylek biçimini vererek inşa ettirdiği ve adını Kvirinta Dâeza (Farsça; Kuleng Dis) koyduğu sarayında oradaki (Medya'daki) ”insanlara bugün ne zulüm planlayayım” diye düşünerek vaktini geçiren bu ”canavar”, Avesta'nın pek çok bölümünde söz konusu edilir. Gerçekten de o zamanlar Medler'le Güney Mezopotamyalılar arasında bitmez tükenmez bir mücadele vardı (sanki şimdi bitmiş de). Medya, uzun süre Aryan olmayan Mezopotamyalılar'ın egemenliğinde kalmıştı. Zamyad Yaşt (19.37); Aji Dahaka'yı "üç ağızlı, üç başlı, altı gözlü, 1000 yönlü, çok kudretli bir drug; düşman drug olarak tanıtır. Angra Mainyu (aynı yaşt) onu "iyi"nin maddi dünyasını yıkmak için "yaratmıştı".. [Bilindiği gibi Zoroasterciler (Zarathuştracılar değil!) kötüye "yaratıcı" sıfatını da yakıştırmışlardı-NB]. Aji Dahaka'nın şeceresinde (dini yayınlarda); baba tarafından Arap ırkının kurucusu sayılan ”Taj”a dayandırılır. Ana tarafından ise İblisi Güçler'in ”babası” olan Angra Mainyu'ya kadar uzanır.

Bizim elimizde, ”Aji Dahaka”nın yukarıdaki tarifine uygun bir heykel bulunuyor, ki daha önce bahsetmiştik. Bu heykel Kürdistan'ı sömürgeleştiren güçlerin eline henüz geçmiş değil. Ama heykel (bak; fotograf) üç başlıdır. Omuzlarında ise iki yılan bulunuyor. Her iki kolunda, Batı Avrupa ülkelerinden birinin konu ile ilgili enstitülerinde çözümlemeye çalıştığımız yazılar vardır (Bak; fotograf). Kürdistan'ın göbeğinde bulunan ve bilmediğimiz çok gizli tutulan bir yerde muhafaza edilen bu heykelin, Kürt Efsanesi "Dahak ve Kawa" olayının cereyan ettiği yer" konusunda net bir cevap vermesi, bizi kafa bulanıklığından kurtarır niteliktedir. Heykelin güvenliği sağlandığında bilim dünyasının hizmetine sunulacağını umuyoruz. Fakat şu kesindir: Aji Dahaka'yı betimlemesi kuvvetle muhtemel olan bu heykel Kürdistan'da bulunmuştur. Dolayısıyla Efsane'nin Kürt versiyonu daha bir gerçeklik ve ağırlık kazanmaktadır.

Dahaka veya Dahak (Zuhak) efsanesindeki bazı unsurların isimleri, Med rahiplerince (Magular tarafından) yazılmış olan Avesta'da ayrı, Pehlevi din kitapları ile saptırıcı Firdevsi'de ayrıdır. Mesela Yama, veya Yima Fars kaynaklarında Cemşid olarak geçer. Thraêtaona ise Fars kaynaklarında "Ferîdun" olmuş çıkmış. Üstelik bu Feridun bir "Pers Prensi" haline sokulmuş. Bunlar tümü ile saptırmadır. Firdevsi'nin Şehname'sinin Kürtler'den bahseden kısmı ise tamamen bir aşağılamadır. Güya Dahak'ın yılanlarına yem olmaktan kurtarılan gençlerden dağlara kaçabilenleri bir zaman sonra çoğalarak "Kürt"leri oluşturmuşlardır.

Oysa olayın geçtiği söylenen yerlerin tümü o zamanların Medya'sındadırlar. Thraêtaona'nın doğum yeri Gilan'dır ve Gilan o zamanların Medya'sının en önemli mezkezlerinden biridir. Raga yakınıdaki Damâvand dağı, Dahak'ın kıyamete kadar zincirli kalacağı dağdır. Sipît Nehri kıyıları, Dahak'ın "Kötü"ye dua ettiği yerlerdir. Üstelik efsanenin kendisi bir başkaldırı ile taçlandırılıyor ve bu Aryanlar'ın zincirlerini kırdıkları bir olay olduğu için onların hayatlarında önemli bir yer tutmalıydı. Bölgedeki ilk Aryan devleti olan Medya'nın böylesine bir başkaldırının ürünü olduğu bellidir. Newroz'u bir başkaldırıya dayandırma geleneğini, biz sadece Kürtler'in Newroz geleneğinde buluyoruz. Karanlığın aydınlık tarafından yenilgiye uğratılması gibi bir dini motifi, Kawa'nın başkaldırısı ile birleştirmek ve bunu Kutsal Aryan Ateşi ile taçlandırmak efsanenin Kürt versiyonu lehine delillerdir. Üstelik, 20 Mart'ı-21. Mart'a bağlayan gece, Med Mitolojisi'ne göre Ateş'ın yaratıldığı gecedir. Bazı yazılı belge meraklılarına vereceğimiz cevap da hazırdır: Hangi Med yazıtı tahrip ve tahrifattan kurtulabilmiş ki, Kawa efsanesi kurtulsun? Bu efsanenin, sözlü olarak yaşatılabilmesi bile büyük başarıdır.

Son zamanlarda sıkışan, Aryani bile olmayan bazı uluslar da bu efsaneye ve Newroz geleneğine ortak olmak istiyorlar. Bu Kürtler için sevindiricidir. Çünkü iddia sahibi olduğunu söyleyen bu uluslar, kültür adına fazla birşey ortaya koyamayan atalarından ümidi keserek Kürt Kültür tarihinden bazı sayfalar çalmaya çalışmakla aczlerini ortaya koyuyorlar.

* * *

Efsanenin tamamının, dinsel motifler kullanılarak da olsa, Avesta'da yer almamasını, bazı araştırmacılar bu bölümlerin kayıp Yasna veya Yaştlar'la birlikte veya onların içinde sırra kadem basması ile izah ediyorlar. Dahaka'nın "1000 yıl" hüküm sürdüğü, Thraetaona tarafından alaşağı edildiği gibi bazı hafif bilgiler yer almasına rağmen, Kawa veya Kava bu kutsal kitapta yer almaz. FakatThraetaona'nın kendisinin de bir Med prensi olduğu bir gerçektir, yani o bizzat bir Kava'dır.

Sonradan bu efsane hakkında kalem oynatan Arap-İslam yazarları ve Fars yazarı Firdewsi ise tek ve aynı olan bir kaynaktan yararlanmışlardı. Bu kaynak; Qadisiyya zaferi ile Sasani İmparatorluğu'nu yıkan Arap halifelerinin el koyduğu Sasani Kraliyet Ailesi günlüğüdür. Xvadâinâmag denilen bu günlük, Pehleviler'in geleneksel dinsel eserlerine benzemekten uzaktı. Xvada=Allah adına hareket ediyor sanısını verse de, bu "günlük"; dinsel motiflerden ziyade, Sasani Hükümdarları'nı tanrılaştıran efsaneler içeriyordu. Bu kaynağı inceleyen Christensen (1919), ele alınan konuların Parthiya zamanına kadar uzandığı kanısına vardığını kaydetmişti. Fakat Sasaniler bu efsane veya masalları "Sasanilileştirmişlerdi". Xvadâinâmag yazar veya yazarları bu efsaneleri kullanarak Sasani Kraliyet Ailesi'ni ve akrabalarını "tanrılaştırma"yı amaçlamışlardı. Bu "çevirmen"lerin usta kalemlerinde eski Mitler, o zamanların Sasani kahramanları ile özdeşleştiriliyor, onların harika maceracı karakterleri -bir nevi- yok ediliyordu. Bizim misalimizde Thraetoana'nın sıfatı olan Kawa'lığının es geçilmesi, Farslaştırılan Feridun'un merkeze oturtulması buna en iyi bir örnektir. Onlardan da Arapların eline geçen Xvadâînâmag, bu kez İslam-Arap yazarlarının elinde yeniden tahrifata uğratılmış, İslam'ın propagandası için küçültücü bir tarzda kullanılmıştı. Mesela Dahak, üç başlı bir canavar olmaktan çıkarılıyor, omuzlarında yılanları bulunan bir kral haline getiriliyor. Bu kral kendisini değilde yılanlarını insan beyniyle besliyor, ki bu şekliyle geleneksel bazı yazılara düşülüyor.

Christensen, Kava konusundaki bu yanlışlar veya Kava'nın rolünün küçültülmesinin sebebini araştırdığında (ki aslında bir sıfat olan kavalık ile Thraetoana birbirinden ayrılamaz), başından beri bizim de dikkatimizi çeken bir terime eğilmiş; Kaviler. Bizim bu kelimeyi inceleme tarzımız, bazan Christensen ile çakışsa da bazı temel ayrılıklar içerecektir.

Kava, Gathalar'da kullanılan bir kelimedir ve küçük Med prenslerine verilen bir ünvandır. Kavaların (veya Kavilerin) Aryan Mitolojisi'nde ikili bir karekterde sunulduğunu saptadım. Bunlardan bir kısmı Mitolojik bazı güçlerin karşılığı olan Kavilerdir, bir kısmı ise yaşayan kavalardır. Bazı ara figürler de yok değil, ki ben bunları yarı mitsel kavaler olarak adlandırdım. Bu ünvanı Pers'teki karşılığı Satrap'tır. Bu kelimenin, Christensen'in sandığı gibi kâvjan ile bir ilgisi yoktur. Kavalardan bazıları, Zarathuştra'nın, kendilerine karşı ölümcül bir mücadele verdiği etkili Med prensleridirler ve bu grup kavalar daeva-yasnacı olarak tanınırlar. Bu terimin Persler'le hiçbir ilgisi olmadığının kanıtını bize West (1897) veriyor. Bilindiği gibi Pers Kralı Dara -kendisini asil bir baba bulma gayretiyle olacak, Behistûn yazıtlarında ”ben …Viştaspa'nın oğluyum” şeklinde bir cümle yazdırmıştı. Bu Viştaspa'nın, Zarathuştra'nın ilk ”havarisi” Kava Viştaspa ile aynı kişi olup olmadığı hep tartışılmıştır. West, iki Viştaspa'nın ayrı birer kişi olduklarını göstermek için, Behistun ve Avesta'da yer alan ve yarı mitsel bir havada sunulan Viştaspa'nın atalarının isimleri ile ilgili bir liste veriyor. Şöyle:

BehistûnAvesta
HaxâmanisKava Kavâta
KaispisKava Usa (Key Kavus)
AriyârâmnaKava Husrava
ArşâmaKava Aurvadaspa
ViştâspaKava Viştaspa

Görüldüğü gibi listenin Avesta veya Med Mitolojisi'nden kaynaklanan bölümü kavalarla dolu iken, diğer taraf (yani Pers tarafı); Viştaspa dahil "kava" kelimesine itibar etmiyor. Bu arada Kürtler'in ulusal marşında adı geçen Kava Husrava'nın (Kai Hüsrev) adının da Avesta'nın bu bölümünde geçtiğini görüyoruz. Gathalar'da olumlu bir dille yer alan kaviyi veya kavayı hepimiz daha önceki bölümlerden tanıyoruz; Kava Viştâspa.. Kökenini daha önceki bölümlerde tartıştığımız bu Kavi'nin Bahdin'in yerleşmesinde anahtar rolü oynadığını biliyoruz. Bu durumda Med İmparatorluğu'nun kuruluşu ile ilgili başkaldırıda, sonradan kavalığa yükseltilen bir demircinin rol oynadığını ciddi bir şekilde düşünebiliriz. Bu kavanın, Kürtler'in en büyük efsanesinin baş oyuncusu olan Kava Thraetoana ile aynı kişi olması için ise hiç bir engel yoktur...

Arap Tabari (ölümü: 923) Kava hakkında üç hikaye anlatır. Tümü de Xvadâinâmag'dan kaynak alan bu hikayeleri Tabari süsleyerek üç versiyon halinde vermektedir. Bunlardan birine göre Dahak, Kava'nın çocuklarını kurban veya yılanlarına yiyecek olarak isteyince bu İsfahanlı demirci halkı etrafına toplayıp başkaldırdı. Galip geldi, ülkeyi yönetti ve kahramanlaştı. Sonra gelen yöneticiler onu kutsadılar ve Diräfş-i kâbiân dediler. İkincisinde Kava halkı ayaklandırdı, fakat kral olmayı düşünmediğini bildirip Feridun'u öne sürdü. Zaferden sonra Feridun kral oldu ve Dahak'ı yakalayarak Demavend dağında hapsetti. Bir diğerinde ise uzun uğraşlardan sonra Dahak adil olması için ikna edilir. Fakat sonunda bu zalimin Udak veya Udai adlı anası bu işe elkoyar. İşler karışır. Bu son hikayede kahraman Kava değil gibi görünüyor. Mas'udi (ölümü: 956), Muruj-ed-dahab adlı kitabında Farslar'ın Dahak'a karşı başkaldırdığını, onu yendiğini kaydeder. Burada Diräfş-i Kawjan'dan da bahseder ki, bu Kava'dır. Aynı yazarın Kitâb-et-tanbih'i de Kava'nın başkaldırı hareketini Tabari'nin anlatımına uygun olarak verir. Hamza İsfahani de bu başkaldırıyı ele alır ve kısaca bahseder. Al-Birûni (ölümü:1048); Kronoloji adlı kitabında, Mihrgân bayramında (güz aylarına rastlayan ve Mithra'ya adanan bir Bahdini bayramı) Feridun'un, Kabi (Kava'nın Arapça söyleniş şekli) tarafından Dahak'a karşı başlatılan başkaldırıya liderlik ettiği anlatılır.

Mutahhar İbn Tâhir el-Maqdisi (966'da); Kitâb el-bad'a wa't-ta'rix adlı kitabında aynı hikayeyi anlatır ve muzaffer Feridun'un Mihrgan gününde Dahak'ı Demavend'e hapsettiğini yazar. Bunların yanında Bal'ami (963'te), Tu'alibi (ölümü:1038) Quar axbâr-el-mulûk-el-fars wa sijarihim adlı kitabında, İbn Maskûyeh, Abu'l-Fida, Yaqut, Qazwini, Hamdullah Mustawfi ve Mirxûnd (ölümü:1498); Raudaf-es-safa adlı kitabında, diğer bazı Arap-İslam yazarları da kendi kitaplarında bu olayın çeşitli versiyonlarını verirler.

Mirxûnd ilginç kitabında, Ferîdûn'un Dahak'ı yendikten sonra Kava'yı "general" yapıp ordularının başına geçirdiğini söyler. Kava, emrindeki birliklerle Rum'a saldırır. Daha sonra tüm uygar dünyada zaferler kazanır ve bunu aşağı yukarı 20 yıl sürdürür. O sırada direfş-i kâvyân adı ile anılıyordu. Ücret olarak Feridun onu, Irak ve İsfahan'ın yöneticiliğine atar. Kava İsfahan'a; geniş sürülerin ve bir hazinenin sahibi olarak döner!. Doğrusu bir halk kahramanı ancak bu kadar aşağılanabilir!.

Mirxûnd'un hikayesinde, 10 yıllık yöneticilikten sonra Kava ölür. Bu kahramanın ölümü büyük bir üzüntü yaratır. Feridun da üzülür. Bunun üzerine bu kral, Kava'nın iki oğlu; Kârûn ve Kobadi yanına çağırır. Onlara büyük ilgi gösterir. İşte bu Kobad'ı, sonraki tradisyon Sasani Kralı Xusrav Anôşarvân'a bağlamak suretiyle, bu kralı tanrılaştırma gibi bir uğraşının içinde oldu.

Kava hakkında yazılanlardan batı dillerine geçenler bunlardır. Görüldüğü gibi konu ile ilgili oynatılan her kalem, belli bir amaca yönelik olarak oynatılmış, Efsane asıl kaynağından bir hayli uzaklaştırılmıştır. Biz efsanenin tozlarını sildik ve bir gövde ortaya çıkarmaya çalıştık. Bu gövdeye; her Newroz Bayramı'nda, Kava Efsanesi'nin Kürt versiyonunu yazan Kürt Aydınları, hiçbir şekilde çekince göstermeden yazdıklarını oturtabilirler.. Çünkü, aksini düşünsek bile, bu efsanenin sahipliğine hiçbir halk özgürlük davası uğruna bunca milyon şehit veren Kürt Halkı kadar layık değildir...