Kitaplarım - Mitolojik ve tarihi gerçeklerin isiginda Newroz


altıncı bölüm

yeni turaniler ve newroz

a) newroz'a sahip çıkma 'metodolijisi'

Anadolu Türk Bilim Dünyası'nın metodoloji denilen bir bilim dalından habersiz olduğunu iddia etmek cahillik olur. Çünkü Türk Üniversiteleri de, dünyanın bütün üniversitelerinde olduğu gibi, metodoloji alanında belli standardları tutturmuş durumdadırlar. Zaten bilimsel metodlar kullanılmadan herhangi bir bilimsel araştırma yapılamaz. Bu kesin.

Ama Türk Üniversite Çevreleri, totaliter rejimlerde bir gerçeklik olan resmi ideolojilere bağımlılık sorununu çözümleyemedikleri için olacak, bazı konulardaki araştırmalarında bilimsel kriterler yerine rejimin veya resmi ideolojinin yaşaması ve güçlendirilmesi yönünde icad edilmiş önermeleri, bazan hiç bir sınır tanımadan, sunarlar. Türk Dil Kurumu (bundan sonra TDK) ve Türk Tarih Kurumu (bundan sonra TTK) bazan böylesi çarpıtmaların görev bilindiği birer 'yalan üretme yuvası' olarak bütün dünyada en önde gelen iki tahrif kurumu gibi işlerler. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında öngörülen; 'tek ulus', 'tek dil', 'tek kültür', 'tek tarih', 'tek ülke', 'tek ırk'  gibi kavramları esas alan bir 'Türk Ulusu' yaratma konsepti, Türk Resmi İdeolojisi'nin temel taşlarıdır. Bu konsepti kafalara yerleştirmek için çok büyük bütçelerin ve gelir kaynaklarının tahsis edildiği yukarıda adlarını andığımız iki kurum, Mustafa Kemal tarafından emir, özel kanun ve özel bütçe ile kurulmuş, Cumhuriyet Halk Partisi'ne bağlanmıştı.

Bu iki kurum Türk Dili'ni ve Türk Tarihi'ni araştıracaktı. Ama, rejimin direktifi ile, bu işi dünyada yaşayan ve geçmişte belirli uygarlıklar geliştirmiş olan halkların tarihlerine, kultürlerine ve dillerine mümkün mertebe sahip çıkarak gerçekleştireceklerdi. Uzun uğraşlar sonucu bazı sonuçlar 'icad edildi'. Buna göre Ortaasya bütün dünya uygarlıklarının kaynak aldığı bir alandır. Türkler, bu coğrafyadan kuraklık ve fetihler gibi sebeplerle dünyaya yayıldılar ve uygarlıklarını birlikte götürüp oralara yaydılar, onları uygarlaştırdılar. TDK'ya göre ise; Türk Dili, başta Avrupa Dilleri olmak üzere dünyanın göze kestirilmiş olan önemli dillerinin doğduğu dildir.

TTK'yı oluşturan çevrelere bakılırsa; Mısırlılar, Sümerler, Akadlar, Etrüskler, Etiler Türk'tür. Roma uygarlığını Türkler kurmuşlardır (TTK Kongresi tutanakları-Beşikçi'den, 1977). Yine bu çevrelere bakılırsa Türkler beyaz ırktandır. Fizyo-antropolojik olarak Avrupai bir tipleri vardır. Türkler; 'uzun boylu, uzun, beyaz simalı, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı, çok kere mavi gözlü ve göz kapakları çekik olarak değil, ufki açıdan 'Türk' beyaz ırkın en güzel örneklerinden biridir' (Aynı yerden).

Bütün bunlardan anlaşıldığı kadarıyla bu iki kurumun yaratılmasını öngören zihniyet, sarı ırka mensup olmaktan dolayı duyulan aşağılık duygusu yaşıyor! Sarı ırkın, ki bunun en belirgin örneği Çin'dir, dünyanın en eski uygarlıklarından birini kurduğunu, kağıdı, barutu ilk bulanın bu ırkın mensupları olduğunu, çok güçlü kültürel ve felsefi bir miras bıraktıklarını bilmiyor gibidirler. Üstelik sarı ırktan bazı insanların fizyonomilerinin güzelliği de dillere destan (Mesela Vietnamlılar'ın). Anlaşıldığı kadarıyla, Türk Devleti'nin kurucuları batılılaşma adına, köklerinden korkuyor, hatta utanıyorlardı. Uygar olmayı Avrupalı'ya benzemek olarak algılamışlardı. Bundan dolayı Doğu'yu hep es geçer, oralı olmayı içlerine sindiremezlerdi. Bundan dolayı dilleri'nin asla 'Ural-Altay Dil Grubu'ndan geldiğini kabul etmezler. Onlar Ari'dirler. Ari kelimesi bile Türkçe'deki 'Er'den gelmiyor mu? Vs..

Zihniyet bu olunca, başka halkların kültürel varlıklarına sahip çıkmak için zorlamacı, bilim dışı bir yol izlediler. Sahip çıktıkları ve başka halklara özgü olan kültürel ürünler için delil gösterme gereğini çoğu zaman hiç duymadılar. Bazan gösterdikleri deliller ise icad edilmiş çiğ 'delillerdi'. O kültürel değerlere sahip çıkmak için sadece 'bu kültürel değer benimdir' demek gibi bir yol izledikleri çok konu vardır. Bilhassa tarih ve dil alanında bilimsel metod kullanarak köken aramak veya sonuçlar çıkarmak gibi bir niyetleri hiç olmamıştır. Çünkü bilimsel metod kullandıklarında elde edecekleri sonuç onları korkutmaktadır.

Alın Newroz'u. Türk Bilim Çevreleri, Newroz veya figürleri ile ilgili herhangi bir arkeolojik bulguya ulaşmak gibi bir yol denediler mi? Bu figürleri içerebilecek herhangi bir yazıta başvurdular mı?. Newroz'un Türkler tarafından geliştirildiğini çağrıştıracak yazılı ama eski bir tek belgecik bile sunabildiler mi? Coğrafya konusunda inandırıcı bir kutlama yayılışına işaret edebildiler mi? Newroz'u, eğer mitolojik bir festival veya eski bir ritüel ise, ki öyledir, Türk Mitolojisi denilebilecek bir kültürel malvarlığına bağlayacak herhangi bir transmisyon kayışı bulabildiler mi? Newroz'un kelime olarak neden Türkçe olmadığına bir izah getirebildiler mi? Hayır.

Yukarıda sıraladığımız tüm sorular bilimsel metodolojinin yöneltmesi gereken vaz geçilemez sorulardır. Bilimsel bir araştırmacı bu soruların tümüne olmazsa bile en aşağısından bir kısmına cevap arar. Alın Newroz'un figürlerini. Yima (Cemşid), Feridun (Threataona), Kawa, Dahak (Aji Dahaka) gibi figürler olmadan, ateş olmadan Newroz ne anlam taşır ki? Türk Bilim çevrelerinin 'araştıracakları' ögeler bunlardır. Newroz, mitolojik bir festival olduğuna göre, bu festivali bir ucundan da olsa Türk Kültürü'ne bağlamak için önce 'Türk Mitolojisi' diyebileceğimiz primitiv de olsa Türki Kavimler'in benimsedikleri ortak bir mitolojinin varlığı gerekiyor. Şamanizm dışında köken itibariyle Türkler'e mal edilecek bir din yoktur. Oysa şamanizm özel bir din değil, genelde şaman denilen bir büyücü çevresinde şekillenen ve Afrika'dan tutun, Güney Amerika'ya, Kuzey Amerika'ya ve Kuzey Asya'ya kadar geniş bir coğrafya'daki onbinlerce dine bir bütün halinde verilen isimdir. Dolayısıyla bir özel şamanist mitolojiden, her ne kadar H. B. Paksoy gibi bilimsel çalışmalarını Avrupa üniversitelerinde tamamlamış olan bilim adamları aksini iddai ediyor olsalar da, genel olarak bir Türk Mitolojisi'nden gönül rahatlığıyla bahsedilemez. Dolayısıyla Newroz'un Türkler için başka anlamı olduğuna bakacağız, ki araştırmacılığa soyunmuş olan Türk çevreleri de bunun farkında.

O halde Newroz'un Türklüğü'ne nasıl inanalım? Türk makamlarına kalırsa basit.. Karşı tarafın tezlerini yayınlamalarına yasak getirirsin, kendi 'tezlerini' de devlet desteğinde her yerde sunarsın. Olmadı mı, karşı tarafı tamamen yasaklar, icabında ezersin.. İşte sana Türk Devleti usulu bilim.

*** 

b) yeni turaniler kim?

Ortaasya'nın kadim halkının Türki bir halklar grubu olduğu inancı TTK tarafından o kadar sık tekrarlanmıştır ki, başta normal Kürt Aydınları olmak üzere bazı Kürt tarih yazarları bile buna inanır olmuşlardır. Oysa tüm ciddi araştırmacılar bu konuda oldukça rahattırlar. İngiltere'nin Cambridge'inde görev yapanlarından tutun, ABD'nin, Almanya'nın ve Fransa'nın bir çok ciddi üniversitesinin araştırmacısına varıncaya kadar (mesela; Chicago University'den Cameron) herkes, M.Ö 3000'li yıllardan, MS 4. Yüzyıl'a kadar Ortaasya'nın bir Aryan Yurdu olduğunda hemfikirdir. Oraların daha önce Türkler'ce meskun olduğuna dair bir belge ise yoktur.

Ortaasya'nın tarihi konusunda esaslı bir şekilde araştırma yapmış olan bilim adamları arasında Sovyet Bilim Adamları başta gelir. Bunların en tanınmışı olan (ki Medler konusunda hep referans isim olmuştur) I. M. Diakonov; 'Istoriya Midii', (1956) adlı araştırmasında İngilizcesi ile şöyle diyor: "…Central Asia was the original habitat of the Indo-Iranians.." Yani; Ortaasya, Hint-İranlılar'ın orijinal (doğal) yeridir. Bu yazar aynı yerde (1985) Proto-Indo-İranlılar'ı elde bulunan arkeolojik bulguların ışığında, şimdiki Kazakistan'ın sınırları içerisindeki Andronova kültürü ile de bağlantılı kılıyor. Andronova kültürü Ortaasya'dan çok daha önce varolduğuna göre, bu bölgenin insanları, daha sonraki Ortaasya insanlarının ataları olsalar gerek. Gershevitch; "Mithra" adlı yapıtında, Dushesne-Guillemin ikilisi; "Religion" adlı yapıtlarında, Hinz; "Zarathustra" adlı yapıtında, Ortaasya'da kurulmuş en eski uygarlığın sahibi olan Aryani "Xorasmiya" ülkesinden tereddütsüz bahsederler. Bunu diğer sayısız araştırmacının da takip ettiğini bilelim. Sovyet araştırmacıları tarafından bölgede ortaya çıkarılan sulama kanalları, ülkenin ileri bir uygarlık düzeyi tutturduğunun kanıtı olarak kabul ediliyor. Bunlardan bazıları katılmadığım bir de tez ileri sürerek bu yurdun, Zarathuştra'nın anayurdu olduğunu bile iddia ederler. Bereket versin ki bu tez çoktan bırakılma aşamasına gelmiş, üzerinde görüş bildirme lüzumu kalkmıştır.

Konuyu biraz daha deşersek, yukarıdakilere ilaveten Sovyet araştırmacı S P Tolstov'un "drejnij Horezm. Opyt istorisko-arheologiçeskogo Horezma', (1948); K P'jankov'un "voprosu o sfere vlijanija doanija doaheminedskogo Horezma', (1963) ve V M Masson'un; 'Drevnezemledel'çekaja kul'tura Margiany', (1959) adlı eserlerinde daha esaslı ayrıntılara rastlayabiliriz. Bütün önemli araştırmacılar, Medler'in ancak M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren Ön Asya'daki bilinen yurtlarına göç ettiklerini (veya göç etmeye başladıklarını) kaydederler. Bu konuda yapılan en kapsamlı araştırma Cambridge University mensubu Ilya Gershevitch'in editörlüğünde hazırlanan 'History of Iran'dır (1985). Eserin Media bölümünü hazırlayan Diakonov, tüm dünyada bu konuda tanınmış en derin araştırmacıdır. Diakonov, Medler'in nihai yurtlarına, Ortaasya'dan 'infiltration' şeklinde yavaş yavaş gelip yerleştiklerini, bunu MÖ 800'lü yıllarda tamamladıklarını özenle ve delilleriyle kaydeder (aynı saptamaya yakın şeyleri Herzfeld'de de ve sayısız araştırmacıda da bulabilirsiniz).

Peki bu Tura terimi nereden geliyor? Bu tamamen Newroz Menkibesi'ne damgasını vuran Threataona'nın, krallığı'nı oğulları arasında paylaştırma şekli ile izah edilir. Buna göre; Aji Dahaka'yı (Dahak'ı) yenen Kava Threataona (Feridun), bir gün ülkesini üç oğlu arasında paylaştırmaya karar verir. Bu oğullardan Sairima'ya (Bund; Salm) Batı (Sairimya), Airyu'ya Orta (Arya), Tûra'ya Doğu bölgesini verir. İşte o günden sonra bu ülkelerde yerleşenlere o ülkeli anlamında Turayalı (tûiryanãm dahuyunãm'lı), Sarimalı veya Aryalı deniliyor (bkz. Yaştlar, Farvardin Yaşt, 143 ve dipnot 6). Arya zaman içinde İran'a dönüşmüştür. Onun için Batılı Yazarlar, orada yaşıyan halkların tümüne Irani Halklar diyorlar.. Turan'da yerleşik olan halklara da Turani halklar deniliyor. Yani isim coğrafyadan alınıyor.

Yeni Turaniler, yani Türki Kavimler, ancak M.S. 400'lü yıllarda Ortaasya'ya hakim olabilmişlerdi. Bu engin topraklar kendilerinden önce, yukarıda kaydettiğimiz gibi, Aryani Uluslar'ın "aravatan"ı idi. Türkler'in, daha doğrusu Turkomanlar'ın merkezi bir yer kapladıkları yeni Turaniler, Moğolistan ve güneyindeki anayurtlarından buraya doğru, milattan aşağı yukarı bir yüzyıl sonra göç etmeye başladıklarında yerleşik toplumların sahip oldukları kültürel değerlerden habersiz idiler. Yazılı ve bütün göçmen Türk Kabileler tarafından genel kabul gören sözlü hiçbir dinsel kurala sahip olmadıklarından, aralarında dinsel bir birlik de yoktu. Genel adıyla "Şamanizm" denilen dinler grubunun şu veya bu rengini benimsemişlerdi. Bu dinler grubu, klandan klana değişen tanrı kavramlarına ve adlarına sahipti. Şamanizm'de merkezi yerde "Şaman" adı verilen ruhani bir kişi bulunur. Dinsel ayinler sırasında bu kişi; ya aldığı kimyasal maddelerin etkisiyle, ya da tabii olarak trans haline geçer (cezbeye tutulur) ve "iyi veya kötü" ruhlarla temasa geçerek, takipçilerini kötü ruhlardan korumaya çalışırdı. Şamanlar, ayrıca İngilizler'in "Witch-doctor" dedikleri bir tür "büyücü-doktor"luk görevini de yerine getirirlerdi. Bu dinler grubunun kozmogoni ile ve semailikle berrak bir ilgisi yoktur. Zaten göçebe olduklarından dolayı, sabit gözlemevlerinde astronomik gözlemlerde bulunarak bundan mitolojik sonuçlar çıkaracak olanakları da yoktu.

c) türk resmi görüşü'nde newroz; iki örnek

Bazı Kürt tarih yazarlarının, ki bunları araştırmacı olarak nitelemek hatadır, Türk Tarih Tezi'nden köken alan 'araştırmaları' dolayısıyla, göç yolları gibi konularda bu kadar geri bir düzeyde kalmaları, ilkokul çocuklarına 'tarih' kitabı yazan Emin Oktay'ın hayalci tarih anlayışına sahip olmaları çok üzüntü vericidir. Ortaasya'dan Türk Göç  Yolları'nın mucidi olan Türk Tarih Yazarları'nın torunları şimdi interneti de kullanır olmuşlardır. Bunlardan biri de 'Türkistan İpekyolu Devran Keşif Grubu Başkanı' gibi iddialı bir ünvan taşıyan ve kendisine 'Tarih araştırmacısı-yazar' ünvanını layık gören Serhat Kunar adlı biridir. Bu zat, Newroz'u kutlama ile Newroz kültürünün sahibi veya onun yaratıcısı olma kavramları arasındaki farkı bilemeyecek kadar zavallı bir kaleme sahip olmasına rağmen, sahip olduğu mantalite dolayısıyla, Türk Devleti'nin bu konudaki sözcülüğüne soyunmuş bulunuyor. Söz konusu yazar, internetteki ilginç makalesinde Maniizm'i (Manişeizm'i) Ortaasya çıkışlı bir din sandığı gibi, Zerdüştizm'i de bu dinden sonra oluşmuş gibi ipe sapa gelmez bir görüş öne sürüyor. Oysa herkes bilir ki, Anası Medyalı, Babası Aryani kavimlerin oluşturduğu Baktrialı bir asilin çocuğu olan Mani, M.S 3. yüzyılda Mezopotamya dolaylarında yaşamıştır. Yani Manişeizm, Ortaasya çıkışlı değil orada taban bulmuş bir dindir (bilhassa Uygurlar arasında). Zarathuştra ise en aşağısından M.Ö. 7. yüzyılda yaşamış bir peygamberdir (Azerbaycan çıkışlı dediği için teşekkürler).  Yani önce yaşayanı Zarathuştra'yı, Mani'den sonra yaşamış sanıyor. Mithraizm'e gelince, bu din Aryanlar daha henüz Ortaasya'da iken bile vardı, doğrudur, ama zavallı Kunar'ın sandığı gibi değil (yani Mithra Türkler'in Çinliler sayesinde bildiği bir tanrıdır, taptığı bir tanrı değil)!

Kunar, 11. yüzyılda yaşamış olan al-Biruni'nin, Önasya Halkları'nın Newroz'u yılbaşı bayramı olarak kutladıklarını kaydetmiş. Günaydın! Buna kimsenin itirazı olabilir mi? Zaten Zerdüştizm'in merkezidir Önasya. Ortaasyanın o zamanki yerleşik halkı olan Turkomanlar'da bu festivali kutluyorlardı. Bu da tabiidir ve biliyoruz. Çünkü Zerdüştilik orada da kök bulmuştu. Türkler Müslümanlığın Ramazan Bayramı'nı da, hatta Hristiyanlığın yılbaşı festivalini de adapte etmiş ve kutluyorlar. Ne var bunda? Bir bayramı, bir özel günü kutlamak, o günün üstünde yükseldiği kültürü yaratmak gibi bir anlam taşıyabilir mi? Nizam-ül Mülk'ün 'Siyasetnamesi'ndeki kayıtlar da aynı kapıya çıkar. Siyasetname yılbaşının Newroz olarak kabul edildiğini bildiriyor, ama bu festivalin gerçek anlamda nereden geldiğini bildiriyor mu? Hayır! Biz, tabii ki böyle bir kayıt düşmediği için Nizam-ül Mülk'ü ayıplayamayız. Bu onun işi de değil (hatta belki de umurunda bile değil).

Kılıçla bir coğrafyaya yerleşenler, en nihayet o halkların sahip oldukları kültürel zenginliklere yenik düşerler ve büyük bir değişime uğrayarak onların zenginliklerine ortak olmaya başlarlar. Bilim böyle der. Selçukiler'in yaptığı budur. Kaşgarlı Mahmud'un 'Divan-i lugaat-t Türk' adlı güzel eserinde belirttiği de bu anlamıyla doğrudur. Selçuklu Hükümdarı Melikşah'ın Celali takviminden, Meliki takvimine geçmesi ve 21 Mart'ı yılbaşı olarak kabul etmesi de meseleyi, sahiplik boyutu itibariyle, halletmiyor. Mali sistemini bölgedeki Sasani kalıntısı Pers Mahalli sistemine uydurması, nasıl oluyor da Newroz'u 'Türki'leştirebiliyor? Akıl almaz bir şey. Mustafa Kemal'in Batılı ölçü birimleri ile birlikte takvimlerini de ödünç alarak, onların yılbaşı kutlamalarını Türkiye'ye ithal etmesi ile ne halledilmiş oluyor? Yoksa yılbaşı otomatikman Türkleşmiş mi oluyor?

Kunar daha da ileri giderek Nuh Menkibesi ile Newroz'u biribirine bağlıyor ve bundan Türkler'in 'Yeniden Doğuş' bayramını ortaya çıkarıyor. Buna göre Tufan'ın bitiminden sonra, 21 Mart'ta Nuh'un küçük oğlu Yafes'in içinde bulunduğu birinci gemi Tanrı Dağları'nın 'Hantengri Tepesi'ne konmuştur. Nuh'un büyük oğlu Sam'ın içinde bulunduğu ikinci gemi Cudi dağına, Nuh'un ortanca oğlu Ham'ın içinde bulunduğu üçüncü gemi Orta Afrıka'daki Elgon dağına inmiş.. Böylece dünya ırkları dağılmış. Biz şimdiye kadar mitolojiye göre Nuh'un sadece bir gemisi bulunduğunu sanıyorduk. Bunun kalıntılarının da ya Ararat'ta ya da Cudi'de arandığını sanıyorduk. Meğer yanılmışız! İşe bakın, bu gemilerden biri de mutlaka Türkler'i taşıyacaktı..

Yazar daha sonra tamamen kontrolunu kaybediyor ve Kaliforniya'dan tutun Orta ve Güney Amerika'ya kadar, nerede, kimi buluyorsa 'Proto-Türk' yapıp onlara Newroz'u kutlatıveriyor! Hani adamın bir Adem ile Havva Türk'tür demediği kalıyor (dese de şu milliyetçilik akımlarından kurtulsak!). Yazar'ın en büyük handikapı, Ortaasya konusundaki saplantısıdır. O, Ortaasyayı Türkler'in ezeli yurdu sanıyor ve yukarıdaki delillerin ışığında görüyoruz ki yanılıyor.

Bir diğer zat, Türk Başbakanlığı müşavirlerinden Hayri  Başbuğ'dur. Cemşid Bender (1992) sayesinde haberdar olduğumuz bu zat da saldırgan bir kaleme sahip. 'Kürt Türkleri' diye garip bir de deyim icad eden bu zat; '…ayırımcı çevreler, 21 Mart günü 'Newruz' adı altında, siyasi maksatlı, çeşitli gösteriler, yürüyüşler ve toplantılar tertiplemekte, yine ayrıca 'Newruz Gecesi' adıyla, eğlenceler düzenlemektedirler' gibi neye hizmet ettiği belli saldırgan kelimelerle Kürtler'e karşı çıkmaktadır (bkz ayrıca Newruz Dergisi, 1985).

Biz bu zatın yazısından, Türk Resmi İdeologları'nın rahatsızlık noktalarını çok net bir şekilde alabiliyoruz. Buna göre Türk Devleti'nin en büyük rahatsızlığı, Kürt çevrelerinin Newroz'u, kendi deyimiyle bir 'ulusal bağımsızlık günü' olarak kutlamalarıdır. Yazar, Kürt Halkı'nın bu anlamıyla kutlanan bir Newroz tanımadığını büyük bir özenle kaydediyor. Başbuğ, Kürt çevrelerinin Newroz'u kullanarak 'milletlerarası anarşi ve terör hareketleri içine çekmek' istiyorlar. Yazar, çeşitli Kürt dergilerinden örnekler vererek rahatsızlığının ne derecede haklı sebeplere dayandığını ıspata çalışıyor. Bu arada 'Stockholm'da yayınladıkları Roja nû dergisinden de bu grupların Doğu Anadolu Türkleri'nin Mart ayı için kullandıkları 'ADAR' adını değiştirerek 'Newruz'a çevirdiklerini öğrenmekteyiz' gibi garip belirlemelerde de bulunuyor.

Başbuğ, daha sonra tahlillerine başlar ve hemen Newroz'un '…Ergenekon Bayramı olduğu açıktır' der. Bu zat daha sonra 'Dahhak aslında bir hükümdarın adı değil, bir sülalenin bir toplumun adı olsa gerektir' gibi 'akıllıca' bir belirlemede de bulunur. Bu yazar, daha önceleri Dahhak Efsanesi ve Ergenekon Destanı'nı karşılaştırdığını, bunlar arasında bulunan ortak noktaları vurguladığını anlatıyor. Böylece Newroz'un Türklüğü'nü ıspatlamış oluyor. Ne kolay..

Başbuğ, her şeyden önce Ergenekon Destanı'nın Türklüğü'nü tartışmalıydı. Bu destanın adı bile Moğolca iken, bu destanı nasıl oluyor da sadece 'benimdir' demekle sahiplenebiliyor?  Hatta Ergenekon Destanı'nı kitabı Cami'ül Tevarih' adlı eserinde ve farsça ilk kaleme alan Moğol Tarihçisi Residüddin (13. Yüzyıl) değil mi? Ama yine de pervasız bir sahiplenme var. Bunun sebebini, daha önce de kaydettiğimiz gibi, Türk Devleti'nin üstünde yükseldiği ideolojide aramak gerekmektedir. Bundan dolayı fazla söz etmeye gerek yoktur. Çünkü Başbuğ'un anıştırdığı her sorunun cevabı, bilimsel olarak kitabımızın her tarafına serpiştirilmiş olarak verilmiştir.

Diyelim ki Ergenekon bir Türk destanıdır. O halde neden aslına sadık kalınmıyor. Bir de bunun eski anlatımını hatırlasalar.. Bunu da biz verelim. İşte bu destanın en eski anlatımı:

'Göktürkler; Tatarlar'la yaptıkları savaşta yenilmişler, hepsi kırılmış, yalnız İlhanoğulları'dan Kıyam ve Nogüz sağ kalabilmişti. Savaştan on gün sonra bir gün atlarına bindiler. Çoluk çocuklarını alarak kaçtılar. Savaştan önce ordu kurdukları yere geldiler. Burada deve, at, öküz ve koyunları kalmıştı, onları aldılar. Biri öbürüne dedi:

'Burada kalsak bir gün olur düşmanlarımız bizi bulur. Başka bir boya gitsek her yanımız düşmanlarla dolu. En iyisi dağların arasında, kimselerin yolu düşmeyecek yerlere gidip oturalım.'

Buna karar verdiler, sürülerini önlerine kattılar, dağlara yürüdüler.

Bir dişi geyik gördüler. Arkasından gittiler. Geyik bunları dağların üzerinden düz bir yere götürdü. Orada her yeri iyice yokladılar. Geldikleri yoldan başka yol yok. Biraz ilerlediler: Geniş çimenlik bir ülke gördüler. Burada akarsular, pınarlar meyva ağaçları, hayvanlar vardı. Bunları görünce sevindiler. Tanrıya şükür ettiler, buraya yerleştiler. Kışın hayvanların etini yer, derisini giyerler, yazın sütlerini içerlerdi.

Burada dört yüzyıl kaldılar. Başbuğlara danıştılar. 'Babalarımızdan işitirdik ki, Ergenekon'un dışında geniş, güzel yerler varmış. Atalarımız oralarda oturmuş. Bundan sonra korkup da dağlara kapanacak değiliz. Bir yolunu bulup buradan çıkalım.'

Hepsi bu sözleri uygun buldu. Yol aradılar, bulamadılar. İçlerinden demirci Burteçine: 'ben bir yer gördüm, orada demir madeni var. Eğer onu eritirsek yol buluruz' dedi. O yeri gidip gördüler, demircinin sözünü doğru buldular (dağı eritip çıktılar-NB).

Başka bir anlatışta; bir gün bir dişi kurt görmüşler. Bu kurdun oraya nereden geldiğini aramışlar, kurt kaçmış, arkasından gitmişler. Bakmışlar ki kurt bir delikten dışarı atladı. Deliğin yanına gittikleri zaman etrafın demir madeni olduğunu görmüşler (oradan çıkmışlar-NB).' (İnternet; Umay, Turkish Mytology).

Bazı 'destan yazarları', Asena hikayesi ile Ergenekon'u birleştirerek de anlatır. Fakat, Türk Devleti'nin Newroz'u 'ele geçirmek için' başlattığı psikolojik ataktan sonra Türk bilim çevreleri çeşitli teşebbüslerle bu atağa meşruiyet kazandırmak için bir kılıf aradılar ve çareyi Newroz Menkibesi ile Ergenekon hikayesini birleştirmekte buldular. Gerçekten, 1990'lı yıllardan önce Newroz Menkibesi kendi yolunda, Ergenekon hikayesi kendi yolunda 'barış içerisinde' ilerliyorlardı. Ama sonra olan oldu, her şey biribirine karıştı.

Öte yandan yukarıdaki karmaşaya ilaveten Türk İktidar Kliği de 'Türk Haber' başlığı altında internette bu tahrif işine resmen karışıyor ve; 'Nevruz, Türk Dünyasında .. Göktürkler'in Ergenekon'dan çıkışı ve 12 hayvanlı Türk Takvimi'nde yeni yılın başlangıcı olarak beşbin yıldan bugüne kutlanıyor' şeklinde akıl almaz iddialarla devreye giriyor. 'beşbin yıllık 12 hayvanlı takvim!' Bu, kullanacağımız terim için affediniz, palavrada bir rekordur. Politik amaçlarla bazan yalan söylenebilir, ama Türkiye'de de olsa bu kadar değil.. Beşbin yıldır bir takvim kullanılıyor ve bu takvime bağlı olarak bir bayram kutlanıyor da dünyanın bu kadar araştırmacısı 'aptalca' olayı seyredip göremiyor! Türk İktidar Kliği bir de Türk Dünyası'nda Newroz için kullanılan muhtelif adları da sıralamış. İşte örnekler: Nevruz, Noruz, Navriz, Ergenekon (!), Bozkurt (!), Çağan (…), Mart Dokuzu (!), Sultan Nevruz, Mart Bozumu (!).

Yukarıda, Newroz'un Türki Devletler'de kutlandığını bazı kaynaklara dayanarak kaydetmiştim. Fakat hiç birinde bu garip adlar yoktu. festival sadece Noruz ve Nuroz ya da Nevruz gibi bozulmuş isimlerle kutlanıyor, hepsi bu. Ergenekon'un, Bozkurt'un, Çağan'ın kutlandığına dair bir tek kayıt yoktur. Kutlasalar iyi de olur. Ama tamamen Newroz'dan bağımsız olarak. Böylelikle benliklerini kaybetmiş olan yerli Anadolu Halkları, Türkler'le kendileri arasına bir çizgi koymayı öğrenirler. Öte yandan yukarıda bayram adı olarak geçen şu fırtına adları; Mart Dokuzu ve Mart Bozumu da neyin nesi oluyor onu anlamadım? Türki Devletler'de fırtınalar da mı kutlanmaya başlandı?

Bu kadar bilim dışı iddiayı bu kitaba aldığım, ya da almak zorunda kaldığım için gerçekten sıkılıyorum. Batılı hiç bir bilim adamı bu gibi iddiaları okumaz. Ama gelin görün ki, Mart-2000'de Türkiye'de, devletin kontrolu altındaki bilim dünyası 'abesle iştigal'i iş edinmiş, insanların kafasını karıştırıp duruyordu. Onları teşhir etmek gerekmekteydi. Yaptığım budur. Sakın yukarıdaki iddiaları bilim adına ciddiye aldığımı sanmayınız.

d) newroz yeni turaniler'le nasıl tanıştı?

Yeni Turaniler, asıl yurtları olan şimdiki Moğolistan'ın güneyinden Ortaasya'ya geldiklerinde oraları boş değildi. Aryanlar'ın bir kısmı hala orada bulunuyordu. Onların tümü ya Zerdüşti'ydi ya da Manişeist. Öte yandan Türkler'in de oraya yerleşmesi ile Ortaasya bir dinler mozayiğini andırmaya başlamıştı. Putperest Türkler orada Buddizm, Brahmanizm, Judaizm, Manişeizm ve Zerdüştizm gibi önemli dinlerle ve bunlarla ilişkili olarak değişik kültürlerle tanıştılar. Bunlar arasında M.S. 216-277 yılları arasında yaşamış olan Mani adlı ana tarafı Kürt, baba tarafı Parthialı bir asil olan peygamberin halefleri ve onların yaydıkları Manişeizm en önde geliyordu. Oraya yerleşen Mani Dini'nin rahipleri, dinlerini zamanla başta Uygurlar olmak üzere Ortaasya'daki halkların önemli bir kısmına kabul ettirmişlerdi. Yeni kabul edilmiş olan bu din, Türkler'in orijinal göçebe kültürlerine uymuyordu, ama yine de derin bir kabul görmüş, onların yerleşik toplum haline gelmelerine katkı sunmuştu. Mani Dini; Zarathuştracılık, Buddhism ve Hristiyanlığın karışımı bir din olmasına rağmen, bu dinlerin herhangi birinin tek başına dayandığı düşünce sistemini yani semailik veya Makro-Kozmos, Mikro Kozmos ilişkisini temel almadığından bu dinlerin belli bir sistem içerisinde şekillenen anlamlı dini bayram ve festivallerine de kararlı bir şekilde sahip çıkamıyordu. Dolayısıyla, Özellikle Medyalı Zarathuştracılar'ın büyük bir dinsel ve ulusal şevkle kutladıkları, Newroz'un Yeni Turaniler tarafından Mani dininin etkisiyle de olsa, dinsel bir motif içerisinde kutlanması söz konusu olamazdı.

Newroz, Ortaasya Halkları tarafından, yakın komşuları olan Zerdüştiler'in etkisiyle ”ithal malı” bir eğlence, genç kız ve genç erkeklerin ateşin üstünden atlarken ileride evlenecekleri eşlerini tanıdıkları bir vasıta olarak kutlanıyordu. Tıpkı Ehmedê Xanî dönemindeki Kürt Newroz kutlamaları gibi. Noruz (Newroz), Ortaasya halkları arasında;  Kazakistan'da 22 Mart'ta, Uzbekistan'da 22-23 Mart'ta Kırgızistan ve Türkmenistan'da ise 21 Mart'ta halen resmi tatil günüdür. Halk düzeyinde kutlamalar yapılır. Bu kutlamalar lokal ve eğlenceye dönük olmanın ötesine geçmez.

Oysa geçmişlerinde "Ateşperest" olarak nitelenen Kürtler, yurtlarını İslam adına istila eden Araplar'a; "ateşin yaratıldığı gece", 'ölülerin ruhlarının evlerini ziyaret ettikleri gece' veya 'kötüye karşı direniş ve zafer gecesi' olarak kabul edilen bu bayramlarını kutlama hakkını korumak için haraç bile ödemişlerdi. Biz bunu İslam bilgini al-Balâdhuri'den öğreniyoruz. Ulusal bir Efsane olan Kawa Efsanesi üzerine bina ettikleri bu bayramı Kürtler, Farslar'dan çok değişik bir tarzda kutlarlar. Kürtler için bayramın en anlamlı anları; 20 Mart'ı-21 Mart'a bağlayan gecedir. Newroz gecesi olarak kabul edilen bu gecede halk kitleleri, yaşadıkları yöreye yakın en yüksek dağın tepesinde yakılan ve yerine göre direnişi ya da kurtuluşu simgeleyen ateşin etrafında coşkuyla ulusal oyunlarını oynar, dini içkilerini içer (şarap veya Homa), dualar okurlardı. Ertesi gün ise  kutlamalar eğlence ağırlıklı olarak sürerdi.

Ama Farslar, bu bayramı özellikle 21 Mart'ta (yani gündüz vakti), çeşitli hububatların tohumundan karıştırılarak yapılan bir türlü aşurenin yenildiği ve yöneticilere çeşitli hediyelerin takdim edildiği resmi törenlerle kutlarlardı. Söz konusu aşure; buğday, arpa, darı, sorghum denilen bir bitki tohumu, bezelye, mercimek, pirinç, fasulye, barbunya gibi hububatlardan yapılırdı. Özetle; Kürtler'in Newroz geleneğine direniş, isyan ve zafer ateşi hakimdi. Oysa kuzen halk Farslar'ınkinde bu hakimiyet yerini krala sadakat gösterisi ve kırlarda düzenlenen eğlencelere bıraktı (Boyce, 1984), ki son zamanların Kürtler'i de bu kır kutlamalarını, gerek baskılar sonucu ve gerekse daha tehlikesiz buldukları için benimsediler. İki İrani Halk'ın Newroz anlayışları arasındaki temel fark, onların din anlayışları arasındaki farklılıktan ileri geliyor. Kürtler'in ataları olan Medler'in dini felsefelerine "Kötü'ye karşı direniş" hakim iken, Persler'in eski dini sistemlerine Kral'a sadakat ve 'Kötü'yü yatıştırma' esası hakimdi.

*** 

Türkler'e gelince; bu bayramın söz konusu halkın geleneksel dinleri ve -eğer varsa- "mitolojileri" ile hiçbir şekilde ilişkilendirilmesi mümkün değildir, ki Türkler'in, araştırmacılarca kayıtlara geçirilmiş yazılı veya sözlü bir şekilde ifade edilmiş bir mitolojileri yoktur ve yine söylüyorum bu ayıp da değildir. Newroz Festivali'nin, Babil'de şekillenmiş bir İran Dini olan Manişeizm dahil, Türkler'in tarihleri boyunca kitlesel olarak kabul ettikleri dinlerle uzaktan veya yakından bir ilişkisi yoktur.

Kitabın kaleme alındı güne kadar Türk Devleti'nin Resmi İdeoloji'sini temsil eden 'bilim adamları'nın, 1990'lı yılların ortalarından itibaren başlattıkları, Newroz Menkibesi'ni Ergenekon Destanı ile ilişkilendirme gayretleri boşunadır. Herşeyden önce Ergenekon Destanı'nın bir Moğol Destanı da olabileceğini tartışmalıyız. Saf Türk Destanı olsa bile 1990'lı yıllara kadar ayrı bir mecrada yürüyen bu destanın birden bire Newroz'la identifiye edilmesi hayra yorumlanamaz. Bir diğer şey, Ergenekon hikayesi'nin asıl versiyonlarında, 21 Mart'ta veya baharda Ergenekon'dan çıkıldığına dair bir sözcük geçmez. Bir diğer husus, Newroz veya Nevruz, her ne olursa olsun, kelimesinin, Türkçe ile bir ilgisi yoktur. Nasıl olur da koskoca ulusal bir günün adı dahi ödünç alınır? Aklı evvel bir Türk Araştırmacı, bu kelimenin Göktürkçe orijinalinin 'Anaroghuz' olduğunu iftiharla kaydediyor. Ne buluş? Git bir yerlerde bir taşa kaz da bul bu 'orijinal ismi' diyesi geliyor insanın..

Hiçbir yazılı kaynak veya arkeolojik kalıntı, bilim dünyasına Newroz-Türk Dünyası ilişkisine dair bir ipucu vermez, veremez. Zaten bilim dünyası böylesine bilim dışı şeylerle uğraşmaz. Çünkü, Newroz'un; Şamanizm'in ve yine Medyalı bir peygamber olan Mani'nin şekillendirdiği dinin üstünde yükseldiği mantık sisteminde ibadet olarak veya festival olarak yeri yoktur.

Newroz'u Türk Kültürü ve Türki Kavimler'le ilişkilendirmek, bu bayramın Türki Kavimler'in eseri olduğunu iddia etmek, Ramazan Bayramı'nın bir Hristiyan bayramı olduğunu iddia etmekle eştir.