Kitaplarım - Govend


davet

Son ciddi Kürt Devletiı saydıkları Med Imparatorluğu, tarihin o karanlık sayfalarına çok acı bir şekilde gömülmüştü. Tarih sahnesinden silinmeleri için bir hiyanet veya bir gaflet anı yetip artmıştı bile. Bu çöküşten sonraki tarihlerinde hiyanet ve kahramanlık hep atbaşı birlikte yürüdü. O günden bugüne bir daha dirileceklerine imkan ve ihtimal tanıyan yoktu. Artık resmen ölü bir ulus kategorisine sokuluyorlardı. Çöküşten sonraki asırlar boyunca ülkelerini ilhak eden çeşitli istilacılar tarafından alabildiğine ezilmişlerdi. Kişilikleriyle oynandı bu yabancılar tarafından. Onları gelen yok saydı, giden yok saydı. Kültürel eserleri, dilleri, mitolojik değerleri, şeref ve haysiyetleri, namusları, o güzelim dansları, yanık türküleri ve yeraltı yerüstü zenginlikleri talan veya rencide edildi edildi kılıç darbeleri arasında. Kalın bir sis perdesi çökmüştü Kürdistan adı verilen ülkelerinin üstüne.

Böylece 2500 yıl geçti aradan.. Şimdi yeniden dirilişlerinin sancısını çekiyor Kürdistanlılar. Med Imparatorluğu'nun çöküşünden beri doğru dürüst tarih sahnesine çıkmamış olan bir ulusun, Kürt Ulusu'nun yeniden dirilişinin sancısı çekiliyor Ortadoğu'daki bu bereketli topraklarda. Hem de ne diriliş.. Ülkelerinin dört bir yanında, yüzbinlerle ifade edilen kurbanların kanları ve kemikleri üzerinde yükselen bir diriliştir bu.. Tüm dünyanın görmezden geldiği sessiz ve ölümüne bir boğuşmanın eşliğinde. Her Kürt insanı, her insan Kürdistan'daki bu olağanüstü diriliş çabalarının verdiği harika duyguları yerinde yaşamalı derim ben. Orada değilseler eğer, oraya gitmeliler. Orada bulunmakla, binyıllar boyunca bir kez cereyan edebilecek olan spektaküler bir dirilişe tanık olacak, bir ulusun yeniden tarih sahnesine çıkma çabasına omuz verme, bu dirilişi yaşama veya en aşağısından bir turist gibi seyretme olanağına kavuşabilirler. Ömrünün bu son demlerinde Avrupa sokaklarında yaşamak zorunda bırakılan bir Kürt olarak ben de bu dirilişi yaratanlarla yaşamak, onları görmek için yanıp tutuşuyordum.

PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan'dan, gerilla sahalarını ziyaret etmek için davet aldığımda, doğrusunu isterseniz bazı sebeplerden dolayı aklım ve duygularım bu beklenmedik davete icabet edip etmemek konusunda epey mücadele etti. Gitmek, dirilişi yaşamak, bir yerinden omuz vermek, aklımın emriydi. Öte yandan tereddütlerimin de esiri olmuştum uzun zamandan beri.. Gidip gitmemek arasındaki tereddütlerim bir gitti, bir geldi.. Öcalan, 22 yıl öncesinden beri tanıdığım ve o zamanlar Ankara'daki yoksul evimde misafir ettiğim bir arkadaştı. Fakat O, şimdi dünyaca tanınmış olan bir örgütün ve düşmanı korkutan bir gerilla hareketinin lideridir. Kısaca bir liderdir o. Nasıl karşılanacaktım? Neler konuşacaktık? Bunlar belli değildi.. Üstelik yıllardan beri anlamsız bir soğukluk süregelmişti aramızda. Fakat şu da vardı; ben, geçmişte PKK ile hiçbir şekilde çatışmayan bir kliğe mensuptum. Hatta beni kurşun yağmuruna tutup öldürmek isteyen KUK adlı örgütle sıkı bir çatışmaya girdiği için, PKK'ye ifade edilmemiş bir sempati bile duyuyordum. Bundan dolayı biribirimize ısınmakta bir sorunumuz olmayacaktı. Bu arada oraya gitmemi pek çok Kürt şahsiyetinin; ıbiat getirmeye gittiı şeklinde yorumlayacağını da biliyordum.

Aldırmaz gibi görünmeme rağmen, galiba yine de tüm aleyhteki faktörleri bilinç altında önemsiyordum. Sonunda yurt sevgim ve bilimsel merakım korkuma galebe çaldı. Kararımı verdim, gidecektim. Geri dönüşsüz bir karardı bu. Dedikodulara gelince, canı cehenneme! Bundan böyle her ne olursa olsun, her kim çabalarsa çabalasın, hiç bir güç ve dedikodu beni bu nazik daveti yapan PKK ile ve onun lideri Öcalan ile karşı karşıya getiremeyecekti. Dosta düşmana; Kürt ulusu olarak kolay lokma olmadığımızı, hayatımızın herhangi bir anında göstermek zorundaydık. Dost olanlar bunun değerini zaten takdir edeceklerdir. Ama düşmanlarımıza, yani bizi biribirimize kırdırmak için elinden geleni ardına komayan o sinsi kafalara, bir daha asla eskiye dönmeyeceğimizi, kendi kendimizi vurmayacağımızı göstermeliydik.

Bu kararlılıkla yol hazırlıklarına başladım. Ilk durağım MED-TV olmuştu. Oradaki arkadaşlara, bana bir tembihleri olup olmadığını soracak, vedalaşacak ve ardından ımeçhuleı doğru yola çıkacaktım. Fakat ben Brüksel'deyken Türk polisi ile iyi ilişkiler içerisinde bulunan Belçika polisi o malum MED-TV baskını gerçekleşti. Hem de ne baskın! Anti terör timlerinin tam bir terör estirerek gerçekleştirdikleri, tiraji komik bir eylem.. Güya ıuyuşturucuı arıyorlardı. Kendim de bu baskından nasibimi alarak kısa bir süre göz altına alındım. Belçika polisi, baskın sırasında MED-TV'nin kiraladığı tüm evleri mühürlediğinden, ben de bu evlerden birinde bıraktığım kişisel eşyalarımı, bir süre için de olsa kaybetmiş oldum. Tüm bu olumsuz faktörler bir yandan yola çıkışımı geciktiriyor, öte yandan da beni sinir küpü haline getiriyordu. ıYa sabır!ı çekmekten başka ne gelirdi ki elden?

Ilk Durak

Bütün bunlar su gibi aktı, geçti ve gün geldi kendimi Bonn-Köln havaalanından havalanmış buldum. Hedef, Ortadoğu'ydu. Oradaki ilk merkezin havaalanında, sevgili Cuma (Cemil Bayık) ve Delil ikilisi karşıladı beni. Havaalanındaki alışılmış pasaport işlemleri bittikten sonra Delil'in kullandığı arabayla yola koyulduk. Güzel ve buram buram ıOrtadoğu kokanı bir havada cereyan eden kısa bir yolculuktu bu. 30-40 dakika sonra şehrin iyi bir semtindeki normal bir evdeydim.

Güler yüzlü, alçakgönüllü ve kararlı bir Komutan olan Cuma ile ilk karşılaşmamızdı havaalanındaki karşılaşma. Kendisini daha önce hiç tanımıyordum. Evde ise bu kez bir başka komutan, Ebubekir (Halil Ataç) ile de karşılaştım. ıDağdanı daha henüz ıyeni indiğiı her halinden belli olan bu komutanı da daha önce görmemiştim. Bana Avrupa'daki yurtseverlerin durumunu soruyorlardı. Seyahatimin nasıl geçtiğini zaten bildiklerinden bu konuya girmediler. Banyo yaptırdılar bana ve istirahat ettirdiler. Ertesi gün uzun olacağa benzerdi. Yol yorgunluğu, gece çekilen iyi bir uykudan sonra tamamen kaybolmuştu. Zaten karşılaştığım yeni yüzler ve sıcak ilgi, ta uçaktan inişimden itibaren yorgunluk denilen bir şey bırakmamıştı bende. Kahvaltıdan sonra günlük programım başlıyacaktı. Şehirde bir gezintiye çıkardılar beni. Ortadoğu'nun her tarafında insan, kendisini celbeden bir güzelliği keşfedebilir.

Sıcak kanlı insanların doldurduğu sokaklarda arabayla ilerlemek, bir Avrupalı için çok korku verici olabilir. Fakat benim için bir hasretin giderilmesi gibi geldi bu trafik keşmekeşi. Tarihi yerleri dolaştım. Alış veriş yaptım. Akşam ise, Sevgili Cuma'nın bildiği şehrin dışındaki bir yerde yemek yedik ve sonra eve döndük. Günün geç saatlerinde ise kendimi sayın Öcalan'ın karşısında buluverdim. Haber vermeden gelmişti. Açık kapıdan bana doğru gülümseyerek yürüyordu. Yılların bedeninde fizik olarak değiştirdiği çok şeye rağmen, Öcalan o sıcak ve kararlı kişiliğinden, içtenliğinden hiç bir şey kaybetmemişti. Alışılmış bir hoş geldin merasiminden sonra bana ilk sözleri; ı1974 yılı mıydı evinize geldiğimde?. Eşiniz o dar olanaklarınızla ciğer pişirmişti.

Çok sıcak karşılamıştı bizi..ı olunca gerçekten hayret ettim.. 22 yılı aşkın bir süre geçmişti geçmesine ama, Öcalan evimizde yediği ciğeri bile hatırlıyordu. Burnu kaf dağında sanılan PKK lideri herkesi, geçmişindeki her anı önemsiyordu ve bunu açıklamaktan da özel bir haz duyuyordu. Ayrıca ondaki bu hafıza gücüne hiçbir yerde, hiç kimsede rastlamamıştım. Nasıl oluyordu da 22 yıl önce yediği mütevazi bir yemeği hatırlayabiliyordu? Oysa ben, önemli olayları çok iyi hatırlamama rağmen, detay saydığım bu gibi şeyleri, mesela, dün yediğim yemeği hatırlamakta güçlük çekiyordum. Hatta bilgisayarın başına geçtiğim şu anda, ıacaba sayın Öcalan'la buluşmamızda ne yedikı diye düşünüyor fakat bir cevap bulamıyorum. Yoksa kuru fasulye miydi? Hatırladığım tek şey, o sofrada acılı yemeklerin çokluğu ve doktor olarak kendisine bu yemekleri yasakladığımdır. Çok güzel bir buluşmaydı bu. Yıllardan sonraki karşılaşmamız, meçhule karşı duyulan tereddütlerimin yersizliğini göstermişti ya, gerisi kolaydı. Şimdi sıra, gezinin en verimli bir şekilde sürdürülmesi için iyi bir program yapmama gelmişti. Doğrusu ben de hiç bir şeyi aksatmadan bu gezinin hakkını vermeye kararlıydım.

Öcalan'a, yaptığı davetin yersiz olmadığını gösterme sırası bendeydi. Bu kararlılık içinde hazırlandım ve kendimi sevgili Cuma'nın o candan yol arkadaşlığına terkettim..

gerillalarla ilk karşılaşma

Geldiğimin ertesi günüydü. O gün Parti Merkez Okulu Kürtçe Bölümü'nü ziyaret etmem planlanmıştı. Bu, rüyalarımı süsleyen insanlarla, Kuzey Kürdistan'ın kurtuluşu için mücadele eden gerillalarla ilk karşılaşmam olacaktı. Hemen hazırlandık ve yola koyulduk. Bulunduğum şehir, tozlu yolları ve karmakarışık trafiği ile tipik bir Ortadoğu kentiydi. Bundan dolayı kendimi her yönüyle evimde hissediyordum. Uzun bir araba yolculuğundan sonra, hangi ülkenin toprakları üzerinde olduğunu bilmediğim okulun nizamiye kapısına vardık. Biraz yüksek bir kulede bulunan nöbetçi hem arabayı, hem de direksiyondaki Delil'i tanıdığı için okulun kalın demir kapılarını hemencecik açıverdi. Delil arabayı bir kenara park etti. Sonra hep birlikte adeta dalıverdik içeri. Yeni ve benim için olağanüstü sayılan bir alemdi bu gördüğüm. Bir Kürt askeri mıntıkasındaydık.. Şakası yoktu bu işin. Kürt ordusunun askerlerinden biriydi Komutan Cuma'nın karşısında esas duruşa geçen şu nöbetçi militan. Belki de bir komutan..

Önce idare binasına alınmıştık. Genç yöneticilerle tanıştık, sohbet ettik. Burada bir sürpriz hazırlanıyordu benim için. Hazırlanmakta olan sürprizi, okulun yöneticileriyle Komutan Cuma arasında geçen ıpıs pısılaşmadan dolayı sezdim. Çünkü Cuma bana bakarak, arkadaşa talimat verir gibi bazı şeyler söylüyordu.. Bunun ne olduğunu ancak sevgili Cuma benimle konuşmaya başlayınca anladım:

Sirac arkadaş, az sonra seni selamlamak için bir tören yapılacak. Gerilla birliğini selamlayacak, kısa bir hitabette bulunduktan sonra teker teker tüm gerillaların elini sıkacaksın.

Önce hafif bir ter bastı beni. Gerçekten beklemediğim bir şeydi bu. Tam bir sürpriz. Birden anlaşılmaz bir korkuya kapılmıştım. Bu korku, hem bunca gerilla, bunca Kürt savaşçısını ıtören birliğini denetleyen bir devlet adamıı edasıyla selamlayacağım içindi, ki siz buna kitle korkusu deyiniz. Bu korku, haksız bir payeyi sahipleneceğim endişesindendi ayrıca. Ülkem için yaptıklarımın bu töreni hak ettirecek hizmetler olduğuna daha henüz kendi kendimi bile ikna edememiştim. Az sonra sıralara girerek karşımda hazırola geçecek olan insanlar, vatanın kurtuluşu için kar demeden, kış demeden gece gündüz her güçlüğe göğüs gererek savaşmışlardı. Onlar ilk kurşunu sıktıklarında ben daha henüz 40 yaşındaydım. O günden beri laftan başka ne üretmiştim ki? Neden savaşta onların arasında yer almamış, bu mücadeleye sıcak bir şekilde katılmamıştım? Evet, hemen hemen her platformda onları desteklemiştim, ama lafta..

Hayırı dedim sevgili Cuma'ya, bunu becerebileceğimi sanmıyorum!

Cuma zekiydi, sıkıntılarımın en aşağısından bazılarını anlamıştı. Fakat nezaketle:

Hayır Sirac arkadaş dedi, sen bu arkadaşları selamlayanlar arasında bu törene en fazla layık olanlardan birisinı gibi tam hatırlayamadığım sözler söyledi. Bütün nezaketiyle durumu, abartılı bir şeyler ortaya dökerek yumuşatıyordu Cuma. Fazla uzatmanın anlamsız olduğu ortadaydı. Tamam diyerek kalktım.

Gerillalar okulun spor sahası olarak kullandığı alanda toplanmış ve sıralar halinde dizilmişlerdi. Birliğin sorumlusu; Amadebin!ı dedi ve Komutan Cuma'nın karşısında esas duruşa geçerek tekmil verdi, birliğin denetime hazır olduğunu bildirdi. Karşılarına geçtiğimizde heyecanım son safhasındaydı. Sözü önce Cuma aldı hatırlayabildiğim kadarıyla;

Arkadaşlar, sizi bugün Sirac arkadaş selamlayacak. Sirac arkadaş, yurtsever bir aileden geliyor. Ailesinden bazıları Şeyh Sait Direnişi'nde komutanlık yapmışlardı. Kendisi de uzun süreden beri Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesine katkıda bulunmak için elinden gelen çabayı harcamaktadır. 30 yılı aşkın bir süredir çeşitli dönemlerde hapis yatmış, eziyet çekmiş bir arkadaşımızdırı gibi şeyler söyledi ve sözü bana verdi.

Arkadaşlar, diye söze başladığımda arkası kendiliğinden geldi: Sizler benim 34 yıllık rüyamsınız. 34 yıldan beridir hep, sizlerin bugün büyük bir fedakarlıkla yaptığınız gibi, silah kapıp düşmanı yurdumuzdan sökmek için mücadele edeceğim günün rüyasını gördüm. Sizler bugün rüyalarımı gerçeğe çevirenlersiniz. Bu durumda sizlere baktığımda rüyalarımı seyrediyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum. Inanın bana bu böyledir.. Sizi bu duygularla selamlıyor ve hepinizi hasretle kucaklıyorum..

Sonra o kahramanların ve kahraman adaylarının teker teker ellerini sıkmaya başladım. Bazılarının parmakları, bazılarının bir kolu, bazılarının da ayakları yoktu. Bu gibi gazileri görünce gerçeğe biraz daha yaklaştığımı hissettim. Savaşın içindeydim artık. Şakası yoktu yaraların, sakatlıkların.. Bunlar, mücadelenin sıcak yüzünün kendisini gösterdiği delillerdi. Savaşın etkilerini, sıcak yüzünü şimdiden, daha henüz kaynayan bölgelere varmadan görmek içimi tuhaf duygularla dolduruyordu. Tören büyük bir ciddiyet içerisinde cereyan etti ve bitti. Tekrar idare binasına çekildik. Az sonra nöbetçi gerilla el çırpmaya başladı. Ne yapıyor? diye sormaya kalmadan Cuma cevabı yetiştirmişti bile; arkadaş yemek vaktinin geldiğini bildiriyor. Evet, gerillada yemek vaktiydi. Merkez okulu öğrencileri tam bir askeri düzen içerisinde kuyruğa girdiler. Teker teker tabaklarını, kaşıklarını, lazımsa çatallarını ve özellikle birer bardağı alarak sıradaki yerlerini alıyorlardı. Bardak, gerilla için çok önemliydi.. Çünkü gerillanın en önem verdiği şey; yani çay, yemekten hemen sonra bunlarla içilecekti. Bardağı kapamayanlar, eğer o gün kırıklardan dolayı fire verilmişse, çaysız kalacak demektir.

dialog

Öğleden sonra, aşağı-yukarı saat bir dolaylarındaydı. Okulda hızlı bir toparlanma başlamıştı. Ne oluyor Hevalê Cuma? Bir durum mu var? diye sordum merakla.. Cuma'da da belli bir tedirginlik vardı. Bir yandan hazırlıkları kolluyor, öte yandan da;

Başkan geliyor diyerek bana cevap yetiştiriyordu.

Kısa bir süre sonra Öcalan, geniş bir çiftlikte kurulmuş olan Merkez okulu, Kürtçe bölümünün kapısından içeri girdi. Tüm gerillalar büyük bir disiplin içerisinde esas duruşa geçmişlerdi. Sadece yanındaki nöbetçi subay hareketliydi. Doğruca çalışma odası olarak kullandığı yere geçti. Az sonra Cuma'yı da yanına çağırmıştı. Belli ki bir şeyler planlanıyordu. Ne planlandığını fazla merak etmeme lüzum kalmadan Cuma geri döndü. Tavrından anladığım kadarıyla benden bir şeyler istiyecekti:

Başkan ders verecek. Eğer hazırsanız, bu dersi sizinle bir dialog çerçevesi içerisinde vermek istiyor.

Yanılmamıştım. Bunun benim için bir şeref olduğunu bildirdim. Bir süre sonra dersaneye girecektik. Başkan'dan önce girecektik dersaneye. Derse daha vardı. Içeri girmeden önce çevredeki yapılar hakkında da bilgi almıştım. Tüm gördüğün bu binalar ve bahçe düzenlemesi, şu villa hariç, gerillaların el emeğiyle vücut bulmuşturı diyordu Cuma. Harika bir eğitim kompleksi, bir kampus yaratmıştı gerillalar. Bir tarafta yatakhaneler yanyana dizilmişken, öte tarafta idare binası, mutfak, revir ve küçük bir bahçe yer alıyordu. Bunları karşıdan gören bir diğer tarafta ise; futbol, voleybol, basketbol ve sabah cimnastiğinin yapıldığı altı beton kaplı, geniş bir spor sahası inşa edilmişti. Buranın hemen kenarında, idare binaları ile söz konusu spor sahasının arasından uzanan koridor gibi bir yolla bayan gerillaların ve misafirlerin ikametgahına ulaşılıyordu. Bayan gerillaların kaldığı bölme ile erkek gerillaların tesisleri arasında bir kapı vardı. Bu kapıda da sürekli nöbet bekleyen bir gerilla bulunuyordu. Izinsiz hiç kimse içeri girip çıkamazdı. Sıkı bir namus anlayışı diye düşündüm. Gireceğimiz dersane ise, spor sahasına bitişikti. Bayan gerillaların kaldığı bölüme açılan demir kapıdan girdiğinizde sizi ilk olarak, küçük bir havuzun etrafındaki ağaçlarla süslü rahatlık telkin eden bir dinlenme alanı karşılar. Burada mütamadiyen mırıldanan güvercinler, büyük bir canlılık katar ortama. Gerillalar bunlara ıBaşkan'ın güvercinleriı diyorlar. Sayıları 100'ü aşan bu güvercinlerin tümünü tanıyor Başkan Apo. Her gelişinde bir eksik var mı diye bakar ve durumlarını sorar nöbetçi gerilladan.

Salona girdiğimizde gerillaları büyük bir ciddiyet içerisinde başkanlarının gelişini bekler bulduk. Az sonra kapıda bekleyen sorumlu;

Hîşarbin!ı komutunu verdi. Salondaki herkes bir çırpıda ayağa kalktı. Öcalan salona giriyordu gülümseyerek.. Başkanlarına duydukları saygının korkuya dayanan bir saygı olmadığını daha ilk anda anlayabilirdiniz. Herkes, onun ağzına bakıyor, sarfedeceği her kelimeyi adeta yutmaya hazır bir vaziyette bekliyordu. Büyük bir hayranlıktı ıSerokatiıye duydukları. Kısa bir girişten sonra, beni de bir sohbet havasında süren bu yoğun politik derse iştirak etmem için davet etti. Zaten hazırdım bu işe. Tereddütsüz kalktım ve gerillaların ıdialogı dedikleri o sözlü maratonun içinde buluverdim kendimi. Benim hayatımla ilgili sorular sordu dialogun ilk anlarında. Sonra bunları, büyük bir merakla sorduğu aile geçmişimle ilgili sorular takip etti. Verdiğim her cevabı; ıyaaı diyerek hayret ifade eden sözlerle takviye ettiği bir ilgiyle dinliyor, böylece gerillaların da ilgisini celbediyordu. Bunlardan sonra kendisi ve PKK ile ilgili sorular sordu. Dialog çok canlı bir şekilde iki saat kadar sürmüş ve baştan sona videoya alınmıştı. Ayrıca teybe de alındı bu ders. Ilk başta buna pek bir anlam veremedim. Ders çıkışında Cuma'ya neden herşeyi böyle kayıt altına aldıklarını sordum. Cevap basit ve ilginçti. Bu video bantlar çoğaltılarak tüm askeri okullara dağıtılıyordu. Bu bir gelenektir. Teyp bantları ise deşifre edilerek kitap haline getiriliyor ve bu kitaplar, Avrupa'dan tutun Kürdistan'a kadar PKK militanlarının ve ERNK üyelerinin bulunduğu her tarafına dağıtılıyorlar. Böylece başkanlık sahasında cereyan eden her olay, söylene her önemli şey kısa bir süre içerisinde tüm birimlerin bilgisine sunulmuş oluyordu.

PKK'de iç gizlilik yoktur. Herkesin herşeyden haberdar olduğu bir sistem geliştirilmiştir bu örgütte. Ister beğenin, ister karşı olun, ama bilin ki PKK bu sistemi yerleştirmekle üyelerinin, parti kongreleri dahil, hayatın her alanında meselelere daha bir bilinçle ve katılımcı bir şekilde sahip çıkmasını sağlamıştır.

Merkez okulunda hayat

Öcalan o gece okulda kalmamış, bilmediğim başka bir yere gitmişti. Böylece Kürtçe Okulu'nda ıyalnızı başıma kalmıştım. Vaktimi boş geçirmemek için, devresel olarak okulda kalmakta olan gerillaların nasıl yaşadıklarını öğrenmeye karar verdim. Bunun için sabah erkenden kalkmış, kalk işaretini kollamaya başlamıştım. Beni rahatsız etmemek için bunu açık yapmayacaklarını biliyordum. Nihayet beklediğim an geldi. Saat tam 5'te nöbetçiler herkesi uyandırmaya başlamışlardı.. Gün doğamazdı gerillanın üstüne.. Gerilla günü başlatırdı her zaman. Az sonra sabah içtiması başlayacaktı.

Giyinildi ve spor sahasında sıraya girildi. Sorumluya verilen tekmilden sonra; Ya Kurdistan, ya Kurdistan!ı yemini edildikten sonra içtima sona erdi. Içtimanın hemen bitiminde bu kez sabah sporu başladı. Koşu ve kültür-fizik hareketlerindan ibaret olan bu spor mecburidir.

Kahvaltıdan sonra bir müddet istirahat edildi. Saat 7.30'da ise sabah dersi başladı. 11.00'de biten bu dersten sonra öğlen yemeğine kadar istirahat edilecekti. 13.00'te iki saatlik bir ders daha görüldükten sonra, saat 17.00'de son içtima için sahaya toplanıldı. Bu esnada; Bi can ž bi ruh em bi terene ey Serok!ı yemini edildi ve askeri okul öğrencileri gecenin kalan kısmının programını hayata geçirmek üzere dağıldılar. Daha sonra bu kez de yöneticiler toplanarak tekmil verecek, o gün cereyan eden olayları ve yaşanan gelişmeleri tartışacaklardı. Gerillalar ise içtimadan sonra Başkan'ın orada bulunup bulunmamasına göre değişik programlar yaparlar. Eğer Başkan orada ise; O'nun arzusuna göre ya voleybol, ya futbol ya da ikisi ard arda oynanmak üzere takımlar kurularak maçlar yapılır. Bu maçlar görülmeye değer.. Oyuncular, Başkan'larına duydukları saygıdan olacak, çekingenlik gösterdikçe Öcalan üstlerine giderek; ıadam gibi oynayacaksanız oynayın, ya da terkedin sahayı!ı der ve onları her alanda mücadeleci olmaya teşvik eder..

Neden başkana karşı girişken oynamıyorlar?ı diye sorduğumda tecrubeli bir gerilla; Onlar 20-25 yaşlarında, bilemedin 35. Başkan ise 50'sinde ve onlarla hemen hemen başabaş mücadele ediyor. Arkadaşlar herhalde onu daha fazla yormak istemiyorlar. Bir de saygı var tabii kiı diye izah etmeye çalışıyordu durumu.

Gecenin ilk saatlerinde serbest mütalaa ile veya ikili, toplu siyasi sohbetlerle vakit geçirilir. Saat 10.00 ise ıyat saatiı olduğu için sessizlik hakim olur okula.. Eğer moral geceleri yapılacaksa, ki sık sık yapılır bu tür geceler, o zaman sanatkar ruhlu gerillalar tüm hünerlerini ortaya koyarak eğlendirirler arkadaşlarını ve kendileri de diğerlerinin marifetlerini seyrederek eğlenirler. Gerillalar bir de okula has olmak üzere duvar gazetesi çıkarırlar. Ertesi gün Merkez Okulu öğrencilerine ders vermem istendi benden. Zerdüşt öğretisi benim hakim olduğum konuların başında geldiği için ders olarak bu konuyu seçtim. Ilgi çok büyük oldu. Inanılmaz sorular soruyordu gerillalar. Bu onların kültür açlıklarını ortaya koyuyordu. Kitap istiyorlardı yurtseverlerden, bol kitap. Her türlü kitabı okumaya hazırdılar. Yeter ki bir gönderen olsun. Benden söylemesi! Gerisi siz bu satırları okuyanlara kalmıştır.. Dersin kalan bölümünü belki dönüşte veririm dedim ve ayrıldım.

sıcak bölgelere doğru

Başkanlık sahasındaki programımı kısa kesmek ve gerillaların kıpır kıpır kaynaştığı bölgelere, kurtarılmış veya yarı kurtarılmış alanlara bir an önce varmak istiyordum. Bu ifade edilmemiş isteğimin Cuma da, Öcalan da farkındaydı. Sağda solda halk ile oturup konuşmam hususunda yarım ağızla bazı öneriler geldiyse de, yüzümü ağırlıklı olarak asıl varmak istediğim alana çevirdiğim farkedildi ve hiçbir konuda israr edilmeden yeniden yola koyulmam için hazırlıklar tamamlandı.

Gideceğim günün gecesi, Türkçe Okulu'ndaydık. Bu okul daha geniş bir alanda kurulmuştu. Burası da gerillaların eseriydi. Oraya Besêr, Seyitxan ve Şemdin gibi dinlemekten büyük haz duyduğum sanatçıların da gönüllü olarak eğitimlerini tazelemeye geldiklerini gördüm. Bu sanatçıların gerilla disiplini içerisinde okuldaki derslere katıldıklarını görmek bir başka sürpriz oldu benim için. Ilk vardığımda Şemdin elindeki klaşinkofu ile nöbet kulesindeydi. Öcalan burada yaptığımız son görüşmemizde benden, Güneydeki savaşın durdurulması ve savaşarak ulusal kaynaklarımızı berheva eden Güney Kürdistan partilerinin Kürdistani bir barışa ikna edilmesi çalışmalarına katılmamı da istedi. Sürgünde Kürdistan Parlamentosu yürütme konseyi başkanı Zübeyir Aydar'ın başkanlık ettiği bir heyet zaten bu iş için orada faaliyetteydi. Ben bu heyetin faaliyetlerine elimden geldiği kadar katkıda bulunacaktım. Öcalan'a;

Bu benim için bir şeref olur. Eğer isterseniz, sizin adınıza da konuşurum Güneyli Liderler'leı dedim. Çok memnun oldu PKK Genel Başanı bu teklifime. Böylece anlaşmıştık. Ayrılma anı artık gelip çatmıştı. Dışarıda sıraya dizilen ve aralarında Cuma ile Ebubekir'in de bulunduğu Okul sorumluları ve komutanlarla çok duygusal bir şekilde öpüşüp vedalaştık. Öcalan en sonda idi. Elimi tuttu ve; Bizde Allahaısmarladık, 'bir daha buluşmak üzere' demektir. Bunun için ben de bir daha buluşmak üzere diyorum sana. Yolun açık olsun..ı Anlamıştım ne demek istediğini. ıKendine mukayyet ol, gittiğin yer tehlikelerle doludur. Ona göreı diyordu bu sözleriyle. Sonra beni yolcu edecek olan arkadaşa sıkı sıkı, ıheryerde en iyi koruma sağlayacaksınız ona!ı emrini verdi. Öpüştük ve ayrıldık..

Ertesi günün öğleden sonrasında yola koyulduk. Nerelere uğradığımızdan bahsetmeyeceğim. Ancak şu kadarını söyleyebilirim; ülkedeki gerilla ile ilk kez karşılaşacağım bu defaki yolculukta sadece ıKürt pasaportuınu kullanacaktım. Kürt pasaportunu merak ediyorsanız ona da açıklık getireyim; bu pasaport öyle bir vesikadır ki onunla hudutları sadece yayan ve fakat kendinizin tayin ettiği şartlarda aşarsınız. Eğer ayaklarınızla aranız iyi ise bu pasaport çok güvenlidir. Haa, bir de tanıdık yüzle karşılaştım bu yolculukta; Müslim.. Müslim de kim diye sormayın eğer dünya televizyonlarını takip etmek gibi bir alışkanlığınız varsa. Hani Newroz dolayısıyla yapılan bir yürüyüşte Alman polisinin uyguladığı gereksiz şiddete öfkelenerek kendisini yakan ve bu vaziyette polisin üstüne yürüyen bir Kürt vardı ya.. Şu Türk NTV'sinde her zaman haber reklamı olarak çıkarılan yanmakta olan insan.. PKK'nin en eski kadrolarından. Işte o. Müslim şimdi çok hararetli bir şekilde, bir yerlerde cephe çalışmalarını yürütüyor. Inanın onun çalışma temposunu kollarken; bu adam hiç yorulmaz mı? demekten kendimi alamıyordum. Sen varol emi Müslim arkadaş!

ilk temas ve yarım saat

Geceydi. Öte yandaydık artık. Tam beş saatlik bir yürüyüşle varmıştık bu ilk temas noktasına. Bizi bir gerilla timi karşılamıştı. Havanın karanlığında yüzlerini seçemiyordum, ama beş kişi olduklarını görebiliyordum. Sessizdiler. Ben de öyle. Elimi uzattım ve;

Merhaba Heval! dedim. Bu, ilk karşılaşmanın ilk merhabasıydı. Ilk temas. Yıllardır özlemini duyduğum an, çok sakin ve sanki alalade bir anmış gibi gelip geçmişti. Sanki yıllardır tanıyorduk biribirimizi. Cevap da kuruydu bir nevi; Merhaba Heval!

Hal-hatır sorduk. Ama çok konuşkan olmama rağmen, inanın konu bulmakta büyük bir güçlük çekiyordum. Benimle birlikte noktaya gelmiş olan kurye arkadaş az sonra, bizi almaya gelen gerilla timinin liderini bir kenara çekerek bir şeyler konuştu, mektup olduğunu sandığım bir şey verdi. O tam oradan ayrılacakken sordum;

Ne dersin, daha çok yürüyecek miyiz heval?

Yok, yok dedi berikisi, yarım saat! Yarım saat sonra noktaya varacak, istirahat ederken sıcak çayınızı içeceksiniz. Bu 'çay' sözcüğünü, öyle bir üstüne bastıra bastıra söyledi ki, sanki benim de iştahımı kabartacağını hesaplamış gibiydi. Ama çaydan hiç haz etmediğimi bilmiyordu ki.. Sonunda Allahaısmarladıkı diyerek ayrıldı ve karanlıklara karıştı gitti kurye arkadaş.. Artık yeni dünyamda, özlemini çektiğim o insanlarla başbaşa idim. Sonradan adının Rohatı olduğunu öğrendiğim tim lideri;

Harekete geçmemiz lazım. Buralar KDP'nin kontrolu altında olduğu için, beklemek tehlikelidir. deyip davrandı. Yorgun olmama rağmen ben de davrandım. Sırt çantamı, sonradan adının Şerifı olduğunu öğrendiğim gerilla taşıyordu. Bense ancak kendimi taşıyabiliyordum. Yürüdük, yürüdük... Yürüdük.. Uzuuun bir 'yarım saat' geçmişti. Takriben birbuçuk saatlik bir 'yarım saat'. Yorgunluğum dayanılmaz hale geldiğinde Rohat'a;

Ne zaman duruyoruz heval? diye sordum biraz da sitem dolu bir sesle.. Istersen hemen şimdi, fakat fazla kalamayız. Gündüz vakti geçemeyiz buraları. Noktaya bir an önce varmamız lazım.

Çok uzak mı bu nokta?

Yarım saat çeker.. Yine yarım saat! Hani daha önce yarım saat yürüyeceğimizi söylemişti kurye arkadaş? Sordumsa da cevabı hazırdı; Kurye arkadaş abartmış

Fakat abartmayan Rohat'ın saat kavramı da yanlış çıktı, hem de ne yanlış.. tam beşbuçuk saat daha yürüdük ilk noktaya varmak için.. Gerillalar saati böyle bildirmekle, yeni gelenlerin korkup düşmelerini engellemeye çalışırlarmış. Saat 7.00 idi ve gün çoktan doğmuştu.. Çîyayê Bêxêr'di burası, ya da Hayırsız Dağlar.. Hayırsız Dağlar'ı 1960'lı yılların Türk basınından hatırlıyorum. O zamanlar sık sık; ıBarzani kaçtı, Hayırsız Dağlar'a sığındıı gibi haber başlıklarıyla bizi az çileden çıkarmıyorlardı..

kobra

Orada bir kaç saat uyuduk. Yakıcı güney güneşinin müsaade ettiği ölçüdeki bir uykuydu bu. Öğlene doğru uyandık. Bir yerlerde biraz mercimekle yağ falan saklamıştı gerillalar. Bunlar çıkarılarak sabah kahvaltısı hazırlandı. Öğlen yemeği ile kahvaltıyı ortalamıştık kısacası. Büyük bir iştahla yumulduk çorbaya. Öğleden sonra yeniden yola koyulacaktık. Hedefimiz bu kez Çîyayê Sipî idi, ya da Ak Dağlar silsilesi. Daha genç olan bu dağlar, Bêxêr'in aksine daha su bakımından daha avantajlıydı. Rohat'tan bu kez yolun uzunluğu hususunda kesin konuşmasını istedim. Bana sonsuz gibi görünen bir ovanın taa öbür ucundaki bir ağacı göstererek;

O ağacın ötesinden dağlara doğru kıvrıldık mı, bir buçuk saatte varırızı dedi. Bu kez ciddiydi galiba. Sonra da; ıOvada yürüyeceğiz. Geçeceğimiz bölge KDP'nin kontrolunda olduğu için çok tehlikelidir. Bundan dolayı tüm talimatlara harfiyen dikkat edilmesi gerekirı diye ekledi.

Yeniden yürümeye başladık. Ovanın neresine varıyor idiysek, ağaç da o kadar uzağa gidiyordu. Yani biz giderken ağaç da gidiyordu. Yorgunluk mide ağrılarımı provoke etmişti. Ikide bir kusmaya başlamıştım. Bu yorgunluğa bir de Rohat'ın ıyat!ı, ıkalk ve yürü!ı ıkoşun!ı gibi talimatları da eklenince durum dayanılmaz hale geliyordu. Gecenin geç bir saatinde ağacın yanına vardığımızda artık ayak atacak durumda değildim. Resmen düşmüştüm. Rohat çaresizce telsize sarılarak;

O malum misafir güçlük çekiyor. Bize bir kobra gönderebilir misiniz?ı diye yardım istedi karargahtan. Karşı taraftaki ses, ıolumluı deyince bu defa buluşma noktası üzerine tartışmaya başladılar. Rohat yolu şöyle tarif etti;

Tepenin altındaki ilk benzinliği geçin. Sonra köyün arkasındaki ikinci benzinliğe geleceksiniz. Onu da geçin. Oradaki yolu sapmadan takip ederek düze inin bizi bulursunuz.ı Biraz daha tartıştıktan sonra herşey halledilmiş, sıra beklemeye gelmişti. Ben hemen kıvrıldığım yerde uykuya daldım. Horultum yeri göğü inletiyordu. Uykuya asla doyamadan Rohat tarafından uyandırılmıştım. Gözlerimi güç bela açınca bir de ne göreyim, tepemde sevimli bir katır durmuyor mu?. Nedir bu? diye sordum biraz da domuzluğuna, cevap Rohat'tan geldi; Kobra! Kobra bu mu?

Evet, bizim kobralarımız, düşmanınkilere benzemez. Haydi bin de gidelim. Kısa bir süre içerisinde dağın eteklerine varmış, tırmanıyorduk bile. Ama benzinlik falan ortalıkta görünmüyordu. Dayanamadım:

Nerede senin şu benzinlik Rohat? Önünden geçtik ya!

Ben benzinliğe benzer bir şey göremedim, kusura bakma!

Haa, biz çeşmelere benzinlik diyoruz. Şifredir bu sözler.

Sonra telsizine sarılarak, biraz da hava atarcasına; ıBosna -Hersek meselesi hal oldu mu?ı diye sordu. Bu kez ben sormadan, meraklı bakışlarıma cevap olsun diye kendisi izah etti, ıyemek meselesini hallettiniz mi?ı diye sordum.

Ilk gerilla kampıydı ziyaret ettiğim Çîyayê Sipî'deki tesisler. Dağları oyum oyum oyarak pek çok sığınak ve tesis inşa eden buradaki militanlar, ilerde ziyaret edeceğim tüm gerilla birliklerinde göreceğim gibi, güvenlik sorununa iyi bir hal çaresi bulmayı ön plana almışlardı. Dağınık mangalar halinde geniş bir sahaya yayılan gerilla birliklerinin her mangasının bitişiğinde ya bir sığınak ya da sığınağımsı bir yer vardı. Böylece hava saldırılarının vereceği muhtemel zararlar asgariye indirilmiş ve hatta diyebiliriz ki sıfırlanmış oluyordu. Gerillalar buna; ıteknolojiyi boşa çıkarmaı diyorlar. Ben Çîyayê Sipî'ye varmadan bir iki gün önce, Türkler başarısız bir hava saldırısında bulunmuşlardı oraya. Türk gazeteleri olayı, her zaman olduğu gibi ters yüz ederek vermiş, 26 gerillanın bu saldırıda hayatını kaybettiğini yazmışlardı. Bu arada 4 Grekli'nin de bu saldırı sonucu ya hayatını kaybettiği, ya da ağır yaralandığı kaydedilmişti. Bahsi geçen dört Grekli'den kasıtları benden önce oradan geçen Zübeyir ve arkadaşları olsa gerek. Fakat, ölüler arasında kimlerin bulunduğunu kaydetmediklerinden Zübeyir'i mi yoksa Mahir'i mi ölü saydıklarını çıkaramadım.

Gerillaların boş vakitlerinde seyrettikleri TV'nin başında durum hakkında bana bilgi veren Çiyayê Sipî bölgesi sorumlusu Yılmaz, gülüyordu Türkler'in bu zavallı iddialarına. Yılmaz'ın babası Keko, Zoxpa'lıydı. Şimdi Çolig'de (Çewlik) oturuyor. Gençliğinde hep bizim evlerimizde kalırdı Keko. Bizim evler, yani babamın ve amca oğullarının. Bundan dolayı çok yakınım sayılırdı Yılmaz. Fakat çocuk yaştan beri görmediğim için kendisini tanımamıştım. Inanın, bu olayın sonuçlarını gözlerimle görünceye kadar ben dahi bu tür psikolojik savaş taktiklerinin etkisinde kalırdım.

Bu arada bombardıman olayını en ince ayrıntılarına kadar inceleyince, kendi 'kafasızlığıma' hayıflanmaya başladım. Eğer yıllardır işin içinde olduğunu varsayan ben dahi bu tür propagandaların etkisinde kalabiliyorsam, zavallı köylü ve şehirli yeni sempatizanlar ne yapsın? Türkler'in bu bombardımanda yapabildiği tek şey, susuz bir köyde açılan bomba çukuruyla su çıkarmak ve dağları oluşturan kayalardan iri parçalar koparmaktan ibaret olmuştu. Evet, bombanın atıldığı köyde iki metre derinliğinde koca bir çukur açılmış, su çıkmıştı oradan. Bunu gözlerimle gördüm. Hepsi o kadar. Diğer bombaların hepsi kayalara isabet etmiş ve böylece sadece tabiata zarar vermişlerdi.

Bir manga çadırında uyumuştum. Fakat gerillalar bir türlü uyuyamıyorlardı horultumdan. Bir ara şöyle bir uyandım. Genç gerillanın biri beni göstererek: MED-TV'de de böyle mi horluyordu demesiyle susturulması bir oldu: Heval bu ne saygısızlık Oysa haklıydı arkadaş.

Ertesi sabah erkenden uyandım. Rojbaş gerilla hazırdı, şu bildiğimiz mercimek çorbası yani. Sabah vakitlerinin ekserisinde verildiği için ırojbaşı adını takmıştı gerillalar bu çorbaya. Çorbayı afiyetle mideye indirdikten sonra, arkadaşlar son hava akınlarında Türk uçaklarının tabiata verdirdikleri zararı gösterdiler bana. Gerçekten vahşiceydi.. Koca kayalar ufalanmış, tabiatın o harika tabiiliği alabildiğine bozulmuştu. Kamp'ın diğer taraflarını da dolaştım. Manga çadırlarını ağırlıklı olarak bir derenin kenarında kurmuşlardı. O gün temizlik tatili vardı. Gerillada, normal zamanlarda onbeş günde bir çamaşır ve yıkanma tatili verilir. O gün, bayanlar bir tarafta, erkekler başka tarafta çamaşırlarını ve vücutlarını yıkar. Köylerde ıDere kerdişı derdik biz buna. Tıpkı aynısının tekrarını yaşadım orada..

Bir ara bayan mangasını da ziyaret ettim. Orada, Çiyayê Sipî mıntıkasına geldiğimden beri şakalaştığım Küçük Güneyli bayan gerilla mihmandarlık etti bize. Vadinin uç noktalarından birinde kurulmuştu bu manga. Orada bayanları, ellerinde baltalarla odun toplamaya çalışırken görmek, beni hayretler içinde bıraktı. Ancak bu tabiiydi.. Çünkü onlar yeni kadını yaratıyorlardı, bağımsız Kürt kadınını. Bir ara ıyabancıı (kim yabancı acaba, Kürdistan'ı kurmaya çalışan bu bayan mı, yoksa uzaktan ahkam kesen kaçaklar mı?) olduğu yüz ve vücut yapısından belli olan bir bayanla tanıştırdılar beni. Çok kararlı bir kişiliğe sahip olduğu her halinden belli oluyordu bu bayanın. Adı; Eva Juhnke olan bu bayan gerillayı bir ara Avrupa'ya geri çekme kararı çıkmış. Fakat bu gerilla büyük bir direniş göstererek red etmiş bu kararı..

O gün bu yolculuğa çıktığımdan beri ilk defa öldürülmekten korktum. Neden biliyor musunuz? Çünkü eğer adres sormayan bir kurşunla, ya da bir hava akınında kazara ölsem, herşeyi olumsuz yönünden alan bazı şom ağızlı Kürt çevreleri ve Türk propaganda makinası; ıPKK doktoru götürüp öldürdüı diyeceklerdi. Gel de ıspatla gerillaların beni korumak için nasıl çırpındığını.

metina

Ikinci durağım Çîyayê Metina olmuştu. Bu dağ silsilesinde vatan uğrunda ne yiğitler can verdi bir bilseniz.. Hem tüm bu toprakların daha önceleri ölümsüz Kürt lideri Mustafa Barzani'nin uzun yıllar bir avuç özgür vatan toprağı için her gün taban teptiği yerler olduğunu biliyor muydunuz? Sadece şu gezdiğim iki yerde verilen büyük mücadeleleri anlatmaya sayfalar yetmez.. Mesela 1962'deki bir savaşta Gelîyê Sipî'de, Barzani'nin lideri olduğu güçler (Ise Suwar komutansında) 100'den fazla düşman askerini saf dışı bırakmış, 303 kişiyi de esir almıştı. Metina Dağı savaşında ise (1963) 40.000 kişilik bir kuvvetle buraya saldıran Irak Ordusu büyük bir bozguna uğramıştı. Her karışı şehit kanları ile sulanmış olan bu kutsal topraklara ayak basmak ve orada modern ve kararlı ulusal kurtuluşçularla kucaklaşmak ne huşu verici bir duyguydu..

Ben, bıktığım için size artık ıyarım saat kaldıı gibi sözleri nakletmeyeceğim bu gezi boyunca. Çünkü hangi gerilla olursa olsun, ne zaman; ıne kadar kaldı varmayaı diye sorduysam, sanki sözleşmişler gibi hep aynı cevabı almışımdır kendilerinden; ıyarım saat kaldı.ı Bu kez gerçekten, Metina bölgesine vardığımız ilk noktadan itibaren yarım saat yürüdük ve Ali Sapan'ın bizi beklediği bir diğer noktaya vardık.

Sapan, Avrupa'da ERNK sorumlusu iken savaş alanına çekilmişti. O şimdi Metina'da lojistik sorumlusu olarak görev yapıyordu. Avrupa'da tepedeydi, şimdi gerillada tabandan başlıyordu, hem de hiç bir komplekse kapılmadan.. Işte ihtilalcilik diye buna derim ben! Çok candan karşıladı bizi. Bir de iyi haberi vardı bize; Abbas (Duran Kalkan) o gece burada olacaktı. Abbas, çok değerli, inatçı bir şekilde meselelerin takipçisi, bilgili ve ilginç eğilimleri olan bir gerilla komutanıdır. PKK öncesi dönemden beri Öcalan'dan hiç ayrılmamış olan bu vefalı Türk, bugün ARGK'nin en önde gelen komutanlarından biridir. PKKnin ileri gelen teorisyenlerinden biri olan Abbbas'ı hiç kimse ımekapıla seyahat etmeye ikna edemez. Mekap ne mi? Bildiğimiz motorlu araçların tümüne ımekapı diyor gerilla. Deşifre olmuş bir şifredir bu tabii ki. Abbas, başka partilerin, örneğin KDP'nin denetimine girmemek, onların sorularına muhatap olmamak için motorlu araçla seyahata elveda demiş bir komutandır.. Bir prensiptir bu, Abbas'a has olan bir prensip. Akşam saatlerine doğru gelmişti Abbas ve arkadaşları Metina'ya. Sanki 20 yıllık arkadaş imişiz gibi sarıldı bana. Saçları dökülmüştü dökülmesine ama, uzun savaş yılları onun dinamizminden hiçbir şey alıp götürmüşe benzemiyor. Ceylan gibi çevik hareket ediyordu komutan Abbas. Çok candan bir insan olduğunu ilk bakışta anlamamak mümkün değildi. Uzun uzun yapmayı planladıklarım hususunda konuştuk. Iyi bir dinleyici olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Bu yeteneğinin, savaştaki deneyimlerinin bir yan etki olarak kazandırdığı çok değerli bir yetenek olduğunu düşündüm. Barış görüşmelerinde izleyeceğimiz yolu tartıştık ve bazı kararlara vardık. Buna göre hemen ertesi gün Hevlêr'e gidecek, diğer arkadaşlara iltihak ederek bu faaliyetlere ucundan ucundan katılacaktım.

Metina'da kaldığım süre içerisinde gerillanın iç problemlerini nasıl çözümlediklerini de gözlemledim. Hata yapan kim olursa olsun ödemek zorundaydı. Kişi hatasının ağırlığına göre; ya üst düzeydeki görevinden alınır ve fakat normal faaliyetlerine soruşturma sonuna kadar devam etmesine müsaade edilir, ya silahsızlandırılır, ya da ağır suç işlemişse tutuklanır. Ilgili kişi ya da kişiler için, tüm gerillaların katıldığı platformlar düzenlenir. Burada herkes özgürce eleştirilerini yöneltir ve sorgudaki arkadaşın bu eleştirilere vereceği yanıt dinlenir. Sonra aynı kurulda bir değerlendirme yapılır. Eğer gerekirse sorgudaki arkadaşın özeleştirisi istenir. Bu arkadaş içten bir özeleştiri vermek durumunda olursa onun bu özeleştirisi de değerlendirilir. Eğer bu özeleştiri kabul edilirse, arkadaş normal faaliyetine devam eder, ki işletilen bu mekanizma basit iç sorunların halli içindir. Daha karmaşık yargılamalara girmek sayfalar süreceğinden, bu yazının konusu değildir. Ayrıca ARGK'nin veya PKK'nin yargı sistemi bir sır da değildir. Bu konuda dileyen inceleme yapabilir.

hevlêr'de

Savaş, yani ıkardeşlerinı biribirlerinin boğazına sarıldığı savaşın yeni yeni durulmakta olduğu bir sırada Hevlêr'e doğru hareket etmiştim. Ama her iki tarafın radyolarından hala karşı tarafa yönelik galiz güfürlerden geçilmiyordu. YNK'ciler; Mesut için, onun Saddam ile işbirliği yaparak Hevlêr'i işgal ettirmesini kastederek ıCehşê cehşanı tabirini sık sık kullanırken, berikiler; ıCehşên 66ı diyorlardı Talabani ve arkadaşları için.. Tam mahalle kavgası ağzı! Satacak hiçbir şeysi olmayan liderlerin mahalle kavgası havasında sürdürdükleri basit bir küfürleşme! KDP'nin hakim olduğu bölgelerden geçiyorduk. Yanıma dört gözüpek muhafız vermişti Abbas. Yol boyunca sık sık kontrol noktaları kurulmuştu. Arabamız, onu süren şoförün popularitesi sayesinde olacak, bazan tanındığı için noktaları kontrolsuz geçiyordu. Tanınmadığı zamanlar ise noktadaki adam;

Hangi cemaattensiniz?ı diye soruyordu bağlı bulunduğumuz partiyi kastederek.. Bizi götüren şoför gerillanın;

PKK demesiyle bazı peşmergeler;

Fermo ez qurban diyerek bütün nezketleriyle kenara çekilip yol verirken, bazıları ise bu cevaptan tatmin olmuyorlardı. Eğer tatmin olunmazsa bu kez serbest geçiş kağıtları isteniyor. Bu kağıtlar, KDP Politburo'sundan temin edilen ve barışçı geçiş yapma hakkı olan her taşıtta bulundurulması mecburi olan kağıtlardı. Bunları gösterdik mi iş yine bitiyordu. Hevlêr'de bu kontrol noktaları oldukça sıklaştı. Varacağımız yer şehrin öbür tarafındaydı ve oraya varmak için tam 18 kontrol noktasını geçmemiz gerekiyordu.. Tam da işgal güçlerinin yaptıkları gibi.. Garip bir duygu kaplamıştı benliğimi bu şehrin sokak ve caddelerini geçerken. Acaba Saddam döneminde de aynı sıkı kontrollar var mıydı? Hiç sanmam! Nihayet yoksulluğun soğuk yüzünü her adımda hissettiğimiz Hevlêr'i bir baştan öbür başa katettikten sonra Heyvasor a Kurdistanê'nin ARGK gerillalarının tedavisi için kurmuş olduğu hastaneye vardık. Bu hastane, benim Güney Kürdistan'ın başkenti olan bu şehirde indiğim ilk yerdi. Pekçok yaralı gerilla vardı orada. Yemek vakti varmıştık hastaneye. Hatırlarsınız, burayı 14 Mayıs'taki Türk işgali sırasında KDP'ye bağlı güçler, Mesut'un emriyle basmış, oradaki savunmasız yaralı kadın gerillaları acımasızca jenosidden geçirmişlerdi.. Tam da düşmanların yaptığı gibi..

Az oturup soluklandıktan sonra PKK'nin Hevlêr sorumlusu Mahsum geldi. Mahsum, taktığı kalın gözlükleri ve çelebi tavırlarıyla, daha ziyade bir bilim adamını andırıyordu. Çok nazik davranışlıydı ve fakat bu davranıları ile zora dayanmadan çevresini itaata zorlar gibiydi Mahsum. Zübeyir ve yanındaki diğer arkadaşlarını sordum kendisine. Süleymaniye'ye gitmişlerdi. Onlar dönünceye kadar ben de boş durmak istemiyordum. Bunun için, görüşmelerde bulunmak üzere bana, KDP teşkilatıyla randevu sağlamasını istedim.

KDP'liler ıDoktor Siracı ismini duyduklarında hemen randevu istemimi kabul ve parti yönetiminin yer aldığı Selahaddin kentine davet ettiler. Bu iyiydi. Anlaşılan, köprülerin altından çok sular akmasına rağmen eski dostluk hala işe yarıyordu. Yine yanımda muhafızlar ve bu kez PKK sorumlusu Mahsum olmak üzere gerisin geri Selahaddin kentine döndük. ıMektep Siyasiınin bulunduğu binaya yönelmişti arabamız. Mektep Siyasi, ya da Polit Büro, KDP'nin başkanlıktan sonraki en yüksek icra oraganıdır. Esas bakanlar kurulu olarak bunları sayabilirsiniz. Bölgenin en önemli idare merkezlerinden biriydi bu yapı. Selahaddin, Hevlêr istikametinden bakıldığında bir balkon görünümündeydi. Bundan dolayı Hevlêr YNK'nin elindeyken sayın Talabani, KDP lideri Barzani'nin; ıBaşkenti silahsızlandıralım ve parlamento'yu işletelimı gibi barışa yönelik şartlarını geri çevirirken hep; ıBarzani Hevlêr'i görmek istiyorsa dürbünle baksını derdi dalga geçerekten.. Gerçekten tüm ovayı, ufkun en son noktasına kadar görebilecek düz bir yükseltide kurulmuş olan Selahaddin, doğal bir mesire yeri olarak kullanılagelmişti bölgeye hakim olmuş geçmişteki hükümdarlarca.. KDP, tüm idare mekanizmasını işte bu balkona yerleştirmişti.

selahaddin'de

Önce Azad Bervari ile görüşecektik. Bunun için KDP polit burosunun tüm organlarını bir arada bulabileceğiniz bu binaya alınmıştık. Beraber geldiğim gerillalar ile PKK'nin Hevlêr sorumlusu Mahsum, beni oraya bıraktıktan sonra Hevlêr'e geri döndüler. Böylece KDP'lilerle başbaşa kalmıştım. Partisinin politburo üyesi olan Bervari, beni 1975'ten beri gıyaben tanıyordu. 1975'te parti yeniden toparlanırken, benim ve arkadaşlarımın bu konudaki belirleyici yardımlarını biliyor, ama yine de resmi davranıyordu bana karşı.. Tam bir Ortadoğu politikacısı.. Saygısızlık falan yoktu tavırlarında. Hayır, asla böyle bir şey sezmedim. Ama kendisini önemli bir adam gibi gösterme merakı, her yerinden dökülüyordu.. Ciddi görüneceksin ki bir şey sansınlar! Bana yönelttiği;

Bizden ne gibi bir talebiniz var? şeklindeki sorusu, doğrusu beklemediğim kadar resmi bir uslupla formüle edilmişti. Ama ne yapalım, cevabı ıaynı minval üzreı yetiştirmek gerekiyordu;

Bir Kürt aydını ve milliyetçisi olarak, Kak Mesud başta olmak üzere, KDP'nin sayın yöneticileri ile, şu dökülmekte olan kardeş kanının durdurulması ve Kürtler'in genel birliğine giden yolun açılması için görüşmelerde ve fikir alışverişinde bulunmak üzere kendi kendimi görevlendirmiş bulunuyorum. Ben, daha önce görüştüğüm PKK Genel Başkanı Sayın Öcalan'la da aynı konuda konuşmuş, belli bir mutabakata varmıştım..ı Diplomatik dilden çevirirsek, Barzani ile görüşmek üzere randevu istiyordum. Bunun üzerine Azad; bugün politburo toplantısı yapılacaktır. Ankara'daki görüşmelere gidecek olan heyet bu toplantıda belirlenecek. Yarın da merkez komitesi toplantısında ateşkes görüşmelerinde uygulanacak olan stratejinin saptanacağı bir toplantı yapılacakı dedi. Kak Mesut'un vaktinin ancak daha sonraki gün müsait olabileceğini ve ancak o zaman kendisi ile görüşebileceğimi söyledi.

Tabii ki bu bir taktikti. Mesut, bana geç randevu vermekle ne kadar meşgul bir lider olduğunu gösterecek, üstümde psikolojik etki yaratacaktı. Doğrusu, hazırlıklı bir Barzani ile görüşmek, benim de işime geliyordu. Bunun için daha sonraki günlerden birinde hayata geçirilebilecek olan randevuyu, bu taktiklerini de ıyutarakı memnuniyetle kabul ettim. Azad biraz hoş beşten sonra beni arabasına aldı ve misafirhaneye doğru yola çıkardı. Bu arada dili biraz çözülmüş, barış konusundaki fikirlerini de açıklamaya başlamıştı. Ben onun konuşmalarından, KDP yönetiminin içerisinde bulunduğu ruh halini yakalamaya gayret ediyordum. Anladığım kadarıyla büyük bir umutsuzluk hakimdi bu partinin yöneticilerine. Ama şu andaki ıkazanımlarınıı da bırakmaya hiç niyetli değiller. Bervari; Bunu söylerken çok zorlanıyorum ama, aslında, bir müddet için de olsa, iki ayrı hükümet gereklidir bize; biri Süleymaniye'de, diğeri Hevlêr'de!ı diyorken, acı çekiyor gibiydi.. Ama rol yaptığı açıkça okunuyordu yüzünden.. Ulusal duygu adına hiçbir şey okuyamadım yüz ifadesinden. Mekanik bir tarzda, bir pokercinin yüz ifadesiyle konuşuyordu.

Peki bu işin sonu ne olacak? Siz uluslararası korumanın ebediyete kadar devam edeceğini mi sanıyorsunuz? diye sorduğumda cevabı çok acı olmuştu;

Irak ile anlaşmaktan başka çaremiz yok gibi görünüyor. Doğrusu eğer biri beni öldürecekse, bunun bir Iraklı olmasını tercih ederim.. Evet, anlaşılıyordu ki KDP'liler yönlerini tayin etmiş, sadece vize bekliyorlardı.. Psikolojileri, çökmüş bir insanın umutsuzluğunu ayan beyan ele veriyordu. Kendilerini ille de birileri öldürecekti sonunda.. Onlara sadece cellatlar arasında tercih yapma hakkı tanınıyordu, hepsi o kadar.. Doğrusu işimiz çok güçtü..

Dar-ziyafaı denilen misafirhanede ağırlanıyordum. Burası Saddam döneminde, Hevlêr'deki yapay parlamentoyu ziyaret edecek olan yabancı misafirler için inşa edilmişti. Oldukça iyi bir binaydı. Binanın sorumlusu Taha Aqrayî, işini bilen, candan bir insandı. Iç barış konusunda ilginç fikirleri vardı Taha'nın. ıEğer ben olsamı diyordu Taha, ıher iki partinin lider kadrosunu bir odaya kitler, barış yapıncaya kadar orada tutardım.ı Işte böylesine ilginç görüşleri olan bu yurtsever insan, bana hemen bir oda düzenledi ve istediğim zaman istirahata çekilebileceğimi söyledi. Yemek vakti yakındı. O zamana kadar salonda televizyon seyretmeyi tercih ettim. Bir çanak anten yardımıyla tüm Türk uydu kanallarının da seyredilebildiği bir televizyon vardı salonda. Talabani, tüm bölgeyi besleyen hatlardan gelen enerjiyi kestiğinden, jeneratörle çalışıyordu televizyon. YNK'nin hakim olduğu Dokan'daki barajdan gelen enerjinin kullanımını engellemekle hem intikam almayı ve hem de halka baskı uygulamayı düşünüyor olmalıydı.. KDP radyosu, bunun için sayın Talabani'ye yeni bir ad bulmuştu; Kerebe diz!, yani ıelektrik hırsızı!

Ertesi gün yoğun geçeceğe benziyordu. Bu arada ben, uzun sürecek bir misafirlik beklemediğim için, çantamı Hevlêr'de bırakmıştım. Tüm malzemelerim bu çantanın içindeydi. Taha durumu farketti ve hemen kayboldu. Az sonra elinde bir paket, kapımı çalıyordu.

Hayrola kak Taha, nedir bu? diye sorunca torbayı bıraktı, sana lazım olacak bazı ufak tefek şeyler dedi ve gitti. Açtım, bir de ne göreyim, traş takımından diş macunu ve fırçasına kadar herşeyi alıp gelmişti Taha.. Sen çok yaşa emi! Işte Kürt misafirperverliği dedim kendi kendime. Şu Kürtler bir de kardeş kavgalarına son verseler ve kaybolmakta olan tarihi fırsatı değerlendirseler.. Ama ne gezer?

mehmed salih cuma ile

Salona girdiğimde Mehmed Salih Cuma'yı orada oturup beni bekliyor buldum. Alışılmış bir sıcaklıkla selamlaştık, öpüştük ve Sayın Cuma'nın ısmarladığı çok nefis bir kahveyi yudumlarken koyu bir sohbet havasında asıl meselemize girdik. Cuma, ıbanko barışı diyordu.. Barış olmadan Kürt meselesinin halli yolunda hiçbir şeyin yürümeyeceği kanısı vardı onda. Fakat Talabani'nin bu konudaki sabıkasının çok kabarık olduğunu, bu adama artık hiçbir KDP'linin ve hatta sıradan insanın güvenemeyeceğini eklemekten de geri durmuyordu. Ben ona sormak istediğim esas soruyu, can alıcı noktaya parmak basacak olan soruyu, lafı hiç dolandırmadan sordum: Peki Kürdistani bir barışa, meseleye tüm Kürt örgüt ve şahsiyetlerinin müdahale etmesine ne dersiniz?

Sayın Cuma'nın buna cevabı netti: Benim için en ideal çözüm budur. Bu, rüyalarımın çözümüdür.

Peki bunu sağlamak için ne yapılırsa sonuç alınabilir? diye üsteledim.

Bazı şeyleri denemek lazımı diyordu Mehmed Salih. Mesela kamuoyu baskısı yaratılabilir. Arabulucu heyeti için geniş bir katılım sağlanabilir. Panellerde mesele halka mal edilebilir. Kürdistani çözümü engelleyenler basın ve yayın yoluyla teşhir edilebilirlerı diye açtı görüşlerini.

Mantıklı konuşuyordu Mehmed Salih. Sohbet daha sonra koyulaştı ve Kürtler'in genel birliğinin mümkün olup olmadığı konusuna kaydı. ıNasıl bir birlik?ı sorusu karşısında da oldukça hazırlıklıydı Sayın Cuma. Öncelikle ilk ağızda ıolmazı dediği şeyleri döktü ortaya. M. Salih'e göre ilk planda, kararları emredici bir kurulun herkese kabul ettirilmesi mümkün değildi ve bu konudaki çabaların hemen pratik sonuç vermesi de düşünülemezdi. Bunun yerine köylerdeki veya aşiretlerdeki ihtiyar heyetlerine benzer bir kurul oluşturularak işe başlanabilirdi. Bu kurul, yasama gibi bir yetkiye sahip olmayacak, ama tavsiye niteliğinde bazı kararlar alabilecekti. M. Salih'a göre her önüne gelenin ıben Kürt şahsiyetiyim, bu kurulda yer alma hakkına sahibimı diyerek gelip boy göstermesi de mümkün değildir. Hatta bu insan, bazı partilerin desteğine sahip olsa da böylesine bir kurulda, partilerin kendisi hakkında oybirliği olmadan bu ulusal kurulda hiç kimse yer alamazdı. Çünkü halkın bir kesiminin büyük infialini çeken bazı tanınmış Kürt şahsiyetleri vardır. Bunlar elenmelidir. M. Salih, ayrıca beş yıldan beri faaliyet göstermeyen partilerin bu kurulda parti olarak temsilini mümkün görmüyordu. Çünkü geçmişteki deneyimler, böyle hallerde Kürdistan'da partilerin yerden mantar biter gibi çoğaldıklarını söylüyordu.

Ortaya konan şeylerin mantıklı istekler olduğunu gördüm ve detayları Sayın Cuma ile biraz daha tartıştıktan sonra bu naklettiğim birlik formülünü ikimiz arasındaki bir karar haline getirdim. Sayın Barzani ile görüşmeye şimdi daha bir hazırlıklı olarak gidecektim.

Fakat ben daha henüz görüşme masasına oturmadan Sami Rahman'ın Ankara'daki toplantıda, Türkiye ve ABD'nin ortaklaşa hazırladıkları 22 madelik bir metni KDP adına imzaladığı haberi geldi. Çok ıtuhafı bir metindi bu imzalanan. Ankara sürecinin ıdoğurduğuı bu ıfareı midemi bulandırmıştı.. Çünkü iki parti arasındaki savaşla ilgisi olmayan hükümlerle doluydu bu metin. ıPKK ile mücadele etmekı, ıTürkiye'nin sınırlarını korumakı veya ıEtruş kampını kapatmakı gibi maddeler, Güney'deki Kürt partilerini koruculaştırma çabalarından başka ne anlamı olabilirdi ki! Tam bir sömürge şefi zihniyetini aksettiren bu metni kabul etmek, meseleyi daha üst bir boyutta daha karmaşık hale getirecekti ve Ankara'nın beklentisi de buydu. Üstelik metne hak sahibi olarak sokuşturulan ve süreç boyunca masada bir yere sahip kılınan Türkmen'lere sağlanan meşruiyetin amacı da tam anlaşılamamıştı Kürt partileri tarafından.. Anlaşılan yarın işim çok zor olacaktı.

mesut barzani ile görüşme

Öğlen üzeriydi. KDP'nin tahsis ettiği bir arabayla, Selahaddin kentinin kuzeyine doğru hareket ettik. Hiç bir ıpolisı noktasında takılmadan ilerliyorduk. Kentin hemen kuzeyindeki çok iyi korunan nizamiyeden itibaren, aklımda kaldığı kadarıyla, bir kilometre kadar ilerledikten sonra ıBaşkanlık Sarayıına varmıştık. Çok hareketli bir yerdi burası. Pek çok eski ve yeni peşmerge burada silahsız dolaşıyorlardı. Başkanlık Sarayı'nın yer aldığı mıntıkada her kim olursanız olun, üstünüzde silah bulundurmanız ya da silahlı dolaşmanız kesinlikle yasaktır.. Aşırı bir güvenlik tedbiri..

Başkanlık Sarayı'na vardıktan kısa bir süre sonra, Barzani'nin bulunduğu kata çıkarıldım. Beni odasında bekliyordu. Çökmüş gibi bir havası vardı. Yüz hatlarına sürekli savunma halinde bulunan bir insanın hissiyatını ele veren çizgiler hakimdi. Güvensizlik tüm benliğini sarmıştı.

Güney Kürdistan'daki başarısızlık ve hayal kırıklığı onu tüm insafsızlığıyla eziyor gibiydi. Dile kolay, beşyıl önce bağımsız bir devlet gibi ortaya çıkan ülkenin bu parçası şimdi kendi içerisinde, sonu nereye varacağı belli bir boğuşmanın eşliğinde çalkalanıp duruyordu. Bu çalkalanmanın sorumlularından biri ve en başta geleni de kendisiydi. Zoraki bir gülümseme belirdi yüzünde benimle el sıkışırken.. Hoş geldin diyordu..

Gazeteciler fotografları, TV'ciler de filmleri çektikten sonra ıresmiı görüşmelere geçmiştik. Mesut ağır ağır başladı söze. Ama hiç de sakin değildi konuşurken. Kürt aydınları hakkındaki şikayetlerini dile getiriyordu öncelikle:

Hiç de iyi bir imtihan vermedi aydınları diyordu. ıAydınlar, Talabani tüm yapılanları yıktığında seslerini bile çıkarmadılar. Meclisin yer aldığı Hevlêr'i işgal ettiğinde neredeydi aydınlar? Sonra Iran'la birleşerek bize saldırıp, yok etmek istediğinde neden seslerini çıkarmadılar? Tüm 'Irak Kürdistanı'nı Iran'a çiğnetmeye kalktığında neden seslerini çıkarmadılar? Biz artık mümkün olan tüm çareler tükenip Irak'tan yardım isteyince kıyameti kopardılar.. Halbuki aydınlardan beklenen, kim hata yaparsa hatayı yaptığı an yakasına yapışmalarıdır. Yoksa biri istediği gibi hata yapacak, susacaksın. Sonra sıra diğerinin boğulmaktan kurtulmak için yılana sarılmasına gelince bağıracaksın, Bunun adaletle bir ilgisi yoktur..ı

Son yazı ve demeçlerimden dolayı beni de eleştirdiği belliydi. Ben ise onun bu gerginliğini gidermeye hiç de gönüllü olmayan bir başlangıç yaptım: Sayın Barzani, ben, herkesin bildiği gibi, Büyük Barzani'ye hayranlık duyan ve bununla iftihar eden biriyim. Fakat bu, onun soyundan gelen herkesin hatalarını bu yüzden görmezden geleceğim anlamına gelmez. Gelecekte de herhangi bir hata görürsem eleştireceğim kesindir. Böyle yapmakla o büyük Kürt liderinin hatırasına da bağlı kalacağımı biliyorum.ı

Bu ilk, kısmen acı olarak algılanabilecek olan, sözlerden sonra konuya girdim: Ben burada PKK genel başkanı Sayın Öcalan adına da konuşuyorum. Güneyli iki partimizin içine girdikleri bu, düşmanlığın da ötesindeki durum, tüm Kürtler'i kahretmektedir. Çünkü Kürtler arasında cereyan eden bu savaşın Kürt meselesini yıkıma doğru götürdüğü gün gibi açıktır.

Kürtler'in tüm dünyaya yayılmış olan dostlarının yüzüne bakamaz durumdayız. 'Ne oluyor size?' 'Yoksa sizi yanlış mı tanımıştık?' gibi sorulara muhatap olmak inanın ki bizleri yiyip bitiriyor.. Geleceğimize güvenle bakabildiğimiz günler hızla yitiyor. Benim cenabınızdan istediğim, Kürdistani bir barış teşebbüsüne bir şans tanımanızdır. Ankara'nın geliştirdiği barış planı aslında içinde savaşın gizlendiği bir plandır. PKK'nin, Etruş kampının bu savaş ile ne ilgisi var ki? Türkiye'nin sınırlarının korunmasının bu iç savaşla ne ilgisi var? Ankara yönetimi ayrıca Kürtler'in başına, bu kez Türkmen kartını oynayarak yeni bir bela sarmaya çalışıyor. Türkler'in genişleme siyasetlerini nasıl yürüttüklerine Kıbrıs olayı en yakın tanıktır. Orada yaşayan yüzbin Türk'ü bahane ederek, tarih boyunca bir Grek adası olan bu adanın yarısına yakın kısmını hemen yutuverdiler.. Hatay'da da aynı nomarayı çektiler. Şimdilerde Güney Kürdistan ve Batı Trakya'da aynı şeyleri tezgahlamakla meşguller. Kürt liderlerinin bu gibi teşebbüslere karşı çok uyanık olmaları lazım.ı

Esaslı konulara temas ettiğim, konuşmanın ilerleyen dakikalarında Mesut'un dikkatinin artmasından anlamıştım. Yanındaki Cuma'ya dönerek;

Türkmenler konusunda doğru söylüyor! demesi de bunun en bariz deliliydi.. Ben devamla;

Bütün bunlar için, biribirlerine yürekleri yanma durumunda olan Kürtler'e bu savaşın sona erdirilmesi hususunda şans tanımanızı diliyorum.ı Dediğimde önce derin bir nefes aldı ve tüm güvenini yitirmiş bir insanın psikolojisini ele verir bir şekilde konuşmaya başladı;

Bizim Celal'a hiç bir şekilde güvenimiz kalmamıştır. Her yapılanı yıkan bu adam yok olmadıkça Kürtler'in rahat bir nefes almaları mümkün değildir. Ülkeyi Iran'a teslim etmeye çalışan bu adama ben güven duyuyorum desem bile, sebep olduğu bunca şehidin ailesi yakama yapışacaktır. Saddam benim ailemden 33 kişiyi öldürtmüştür. Bunların arasında üç de kardeşim var. Sırf aşiretsel bir düşünce ile dahi hareket etsem bile, bunları unutmam mümkün mü?. Ama eğer bizi ille de biri öldürecekse, ben bunun Iraklı biri olmasını tercih ederim.ı

Çok zordu işimiz. Mesut Barzani'nin ikna edilmesi çok güçtü. Uzun uzun tartıştık durumu. Fakat yine de; Sizin Kürdistani bir barışa şans tanımanız, zatınıza ve partinize hiç bir şey kaybettirmez.. dedim. Bunun üzerine haydi deneyin de alın boyunuzun ölçüsünü der gibi;

Ben bu adama inanılmaz diyorum. Ama eğer birşeyler yapabileceğinize inanıyorsanız, buyurun, yapılacak olan bir barış bizi ancak memnun ederı dedi. Dedi demesine de, bu sözler barışı doğurmaya ne kadar yardım eder, sorun oydu..Ehh! Yine de istediğim kapıyı aralamış sayıyordum kendimi. şimdi iş Kürtler'in toplu olarak yüksek bir performans göstermelerine kalıyordu. Artık ikinci konuya, Kürtler'in birlik oluşturma sorununa geçebilirdik. Yeniden söz alarak; Alicenaplığınıza teşekkür ederim.. Fakat eğer bir barış tesis etmeyi başarsak bile, bunun işlemesi için bazı mekanizmalara ihtiyaç vardır. Bu mekanizmalar Kürtler, şekli ne olursa olsun, kendi birliklerini oluşturmaya muvaffak olurlarsa hızla gerçekleştirilebilir. Biz Mehmed Salih Cuma ile birlikte bir öneri hazırladık. Daha doğrusu Sayın Cuma'nın geliştirdiği bir planı olgunlaştırdık ve uygulanabilirliğini göz önüne alarak tüm Kürt liderlerine sunmaya karar verdikı dedim ve detaylarına girmeden bir nevi Kürt danışma meclisinin oluşmasını içeren yukarında söz konusu ettiğim planı Mesut Barzani'ye aktardım.

Bu uygulanabilir bir plandırı dedi. Biz bunu kabul etmeye hazırız dedi. Şimdi sıra ısorayım mı, sormayayım mıı diye tereddüt ettiğim soruya gelmişti. Kendimi toparladım ve çok önem verdiğim soruyu bir çırpıda soruverdim:

Türkler'in Refah Partisi milletvekillerinden biri olan Şevki Yılmaz, geçenlerde Rize'de yaptığı bir konuşmada 'biz Mesut Barzani'ye PKK'yi tasfiye etmesi için belli bir süre verdik. Eğer bu sürenin sonunda teröristleri tasfiye etmezse bizim kahraman ordumuz gidecek ve Musul'la Kerkük dahil heryeri alarak bu işe son verecektir. Fakat sürenin ne zaman biteceğini milli menfaatler açısından söyleyememı demişti. Şimdi zatınıza sorum şu; size Türkler gerçekten böyle bir süre verdi mi? Verdilerse tavrınız ne olacak?ı

Mesut bu soru karşısında belli etmediği bir rahatsızlığa kapılmıştı. Sonra aynı salonda oturan Mehmet Salih Cuma'ya dönerek; ıgörüyor musun Mehmed Salıh, biz PKK'ye saldıracakmışız... Ha, ha, haaa... Öyle şey olur mu? Biz, bize saldırılmadıkça bir daha asla hiçbir Kürt parti veya gücüne saldırmayacağımıza and içmiş bir partiyiz.. Bu olamazı dedi. Ama psikolojik açıdan bakıldığında hiç de rahat görünmüyordu... Acaba söylemek istemediği bir şeyler mi dönüyordu? Ben yakaladığım bu psikolojik açığa vuruşa dayanarak, ihtiyat payı bırakaraktan gittiğim her gerilla sahasında en az iki yıllık bir ambargoya hazır olmaları gerektiğini söylüyordum..

Evet, görünüşte görevimin ilk aşamasındaki beklentilerim boşa çıkmamış oldu. En aşağısından bu partinin o an içinde bulunduğu yalnızlığın yarattığı rahatsızlığı hissettim. Şimdi sıra diğer kutuptaki ızorlu müzakereciıdeydi. Konuşma bitmiş, yemeğimizi de yemiştik. Mesut Barzani, beni koridorda uğurladı. Artık Zübeyir ve parlamento heyetinin diğer elemanları ile görüşmek üzere Hevlêr'e dönebilirdim. Ertesi gün KDP'nin, Sami Rahman'ın kendi insiyatifini kullanarak imzaladığı Ankara belgesinin 17 maddesini red ettiği haberi geldi, ki bu cesaretimi daha da arttırmıştı. Red edilen maddeler arasında benim itiraz ettiğim maddelerin tümü vardı.

yine hevlêr'de

O akşam, KDP'nin tahsis ettiği bir arabayla, Hevlêr'de, PKK'nin çıkarmakta olduğu Welat gazetesinin merkezine geri döndüm. Bu merkez de 14 Mayıs baskınları esnasında tarumar edilmişti. Orada Zübeyir Aydar, ve diğer arkadaşlarını beni bekler buldum. Güney'e bir barış heyeti çerçevesinde gelmiş olan PKDW parlamenterlerinin tümü ile ilk karşılaşmamdı bu. Hepsi samimi ve içten birer insandı bunların. Buram buram Kürtlük kokuyorladı.

Zübeyir ile samimiyet kurmanın bu kadar kolay olduğunu tahmin edemezdim. Ne kadar takılırsanız takılın, kızdığını göremezsiniz bu Kürt politikacısının. Nizameddin Toğuç da öyle. Necdet Buldan orada fazla kalmadığı için, yakından tanıma fırsatı bulamadım. Fakat daha önceden de karşılaştığım Mahir Sayın, o şahane ve kesintisiz gülümsemesiyle ortamı daima sıcak tutuyor, dinleyenleri kahkahadan geçiriyordu. Ne veya kimin konuşulduğunu anlatmayacağım burada, ama morali iyi olan Mahir Sayın'ın neşe damarına basmak, yolunu bilenler için çok kolaydı. Sayın bölgede çok iyi çalışmış, politikacı yönünün yanında iyi bir gazeteci olduğunu da göstermişti.

Ne yazık ki Avrupa'daki işlerinden dolayı Mahir ve Necdet hemen ayrılmak zorundaydılar. Onları, ilk durakları olacak olan Etruş kampına uğurladık. Necdet, buradaki akrabalarını son kez ziyaret edecek ve Mahir ile birlikte Avrupa'ya doğru yola çıkacaktı. Ben, başbaşa kaldığım Zübeyir ve Nizameddin'den şimdiye dek yaptıkları temaslar hakkında bilgi aldım, kendi temaslarım hakkında onlara bilgi verdim. Anlattıklarına göre Hevlêr'de, KDP Politburo'su üyesi ve Meclis Başkanı olan Cewher Namık ve bazı küçük partilerin sorumluları ile görüşmüşler. Namık; barış, hem de Kürdistani bir barış için çok istekli görünüyormuş. Bunun için kendisini bu amaçla ziyaret etmekte olan PKDW'liler, gayretlerine süreklilik kazandırmalıymışlar. Sabırlı olmalıymışlar. Bu arada Komunist Partisi ile de olumlu geçen bir görüşmeleri olmuş.

Daha sonra görüşmelerde bulunmak üzere gittikleri Süleymaniye'de görüşecek yetkili kimseyi bulamamışlar. YNK yetkililerinden biri olan Mamuste Çeko, Mam Celal'ın Zelê'de bulunduğunu bildirmiş ve heyeti oraya davet etmiş. Zelê'ye vardıklarında ise YNK üst düzey yetkilileri, Mam Celal'in ani bir davet alarak Tahran'a gittiğini söylemişler. Bunun için kendileriyle yapılacak görüşmelere bu defalık katılamayacağını, fakat Kürdistani barış için her türlü teşebbüse katkıda bulunmaya hazır olduğunun, kendileri vasıtasıyla heyete bildirilmesini istediğini iletmişler. Tam Talabanivari bir manevra! Bu arada yine de çok iyi karşılanan heyetin buradaki temasları YNK'nin televizyonundan detaylarıyla yayınlanmıştı. TC, bu yayınlardan dolayı YNK'nin dikkatini çok sert bir şekilde çekmişti, ki YNK ile yapılan bundan sonraki hiçbir görüşme, bu parti tarafından televizyondan yayınlanmayacaktı. Zübeyir ve Nizameddin'e, ımadem Kürdistani bir çözüme hazırız diyorlar, o zaman neden Ankara belgesini imzaladılar?ı gibi bir soru yönelttim. Onlar da buna bir anlam veremiyorlardı.

Istirahate çekildik. Ertesi günü, yaptığımız temasların sonuçlarını Abbas'la da tartışmak üzere dağların yolunu tutacaktık. O güzelim Kürdistan dağlarının..

dağlarda..

Yürüyorduk boyuna. Dik ve keskin kayalıklardan oluşan dağların yamaçlarına doğru tırmanırken, eğer birikmiş bir yorgunluğunuz varsa sorununuz var demektir. Bu son tırmanışta, ıyürüyüş anlayışıı konusunda Zübeyir ve Nizameddin ile aramda büyük bir fark olduğunu kavradım.

Ben başlangıçta çok hızlı tırmanıyordum. Onlara fark atıyor, yürüyüş tarzlarıyla eğleniyordum. Fakat son gülen iyi gülermiş. Kısa bir süre sonra, değil onlara yetişmek resmen düştüm, yürüyemez hale geldim. Tekrar katır yetişmişti imdadıma. Fakat bu yeni katır da himmete muhtaçtı. Iki üç adım atar atmaz o da duruyordu. Böylece yürüyüşümüz uzadıkça uzadı.. Zaten Zap'a gitmek için, sanki kulağımızı ensemizin arkasından dolandırdığımız elimizle gösterir gibi, çok dolambaçlı bir yol tutturmuştuk.

Gece yarısına doğru varabilmiştik ARGK genel karargahına. Ilk durağımız hastane idi. Ben, yatağı paylaştığım Nizameddin'in yüksek gayretiyle odayı terketmiş, dışarıdaki sobanın başında sabahlamıştım. Çünkü içerideki odada bir müddet Nizameddin ile aynı battaniyeyi paylaşmayı denediysem de çekiştirmede onu yenmeyi becerememiştim. Başka yer yoktu içerde. Dışarıda, sobanın başında sabahlayan arkadaşlara katıldım. Uykusuz kalmıştım anlayacağınız. Sabah bu kez ben yatmak üzere yatağa girdim. Fakat gürültüde uyuyabilirsen uyu! Öğlene doğru, Merkez Karargah Komutanı Riza Altun geldi. Altun, PKKnin en eski ve Türk zindanlarında yıllarca hapis yatmış kadrolarından biridir. Çalışkan ve başarma hırsı olan bir komutan. Okuma açlığı çeker durur Riza.

Dağdakiler, ona kitap dayandıramıyorlar. Zayıf vücudu ve inanılmaz çevikliği ile dikkati çeken Altun'un, son derecede bir av merakı vardır. Keklik avına olan düşkünlüğüne rağmen, pratikte buna pek vakit bulamaz. Geldiğimizin ertesi günü ısizin için keklik avlamaya gideceğimı diyerek kayboldu. Az sonra gerçekten elinde beş keklikle geri döndü. Ben ıiyi avcıymışı diye düşünürken, hikayeyi anlattı. Keklikleri kendisine Andok adlı arkadaş vermiş. O da avdan dönen köylülerden satın almış. Işte ben, işin bu gerçek kısmını atlayarak Riza'ya; ıkeklik satın alan avcıı diye takılmaya başamıştım, ki bu onu çok kızdırıyordu.

Neyse, Güney'deki temaslarımız hakkında Altun'a bilgi verdik. Başka konulara da kayarak sohbetimizi akşama kadar, o da vakit buldukça, sürdürdük. Akşam saatlerinde Öcalan'la bir telefon görüşmesi yapmamız planlanmıştı. Uydu aracılığıyla yapılacaktı bu görüşme.. Hey gidi teknoloji, sen nelere kadirsin!. Bir Kürt ayaklanmasının komutanlarının telefonla tüm dünyaya laf yetiştirebileceklerini atalarımıza anlatmaya kalksaydık, ilk soruları; ıtelefon da nedir?ı olurdu herhalde.

Akşam vakti; ben, Zübeyir, Nizameddin, Riza ve Kazım (Vecdi Köylüoğlu) bir yeraltı odasındaydık. Köylüoğlu, HEP-DEP-HADEP süreçlerinde önemli roller üstlenmiş, eski bir politikacıdır. Son süreçte sıkışınca Güney'e geçmek zorunda kalmıştı. Kendisi de PKK adına barış sürecine katılıyordu.

Nihayet telefon bağlantısı sağlandı. Öbür uçta ıAlo!ı diyen ses Öcalan'a aitti. Durumu sordu. Herkes kendi açısından bilgilendiriyordu Öcalan'ı. Ben, bu süreç için çok önemli olan ve Barzani ile anlaştığımız iki önemli noktayı aktardım.

Birincisi; Kürdistani barışa inanmayarak da olsa ıEvet!ı demesi, ikincisi; Kürtler'in birliği için ant-ant kaldığımız şu gevşek ıihtiyarlar meclisi formülüı. Sıra Kürtler'in birliği için geliştirdiğimiz formüle gelince; ıbizim tasarladığımızdan oldukça geri bir adım olmasına rağmen, denenmesinde fayda olan bir adımdır. Desteklerizı dedi. Koltuğumuza aldığımız bu formül, iki önemli Kürt partisinin liderinin desteklediği bir formüldü artık. Şimdi sıra diğer liderlerden özellikle Süleymaniye'de üslenenine, Talabani'ye kabul ettirmekteydi formülü.. Bu da başarılırsa, gerisi kolay olabilirdi. Tele görüşme bu gibi dialoglarla sona erecekti.

Altun, Zerdüşt Öğretisi'ne çok meraklı bir komutandı. Ertesi gün ıKadro Eğitimi Okuluında bu konuda bir ders vermemi istedi.. Tabii ki memnuniyetle kabul ettim. Bir merhabalaşma töreninden sonra gittiğimiz Kadro Eğitimi Okulu, ARGK'nin düzenli eğitim programları arasında yer alan çok önemli bir okuldur. Burada her yıl devresel olarak, ki devreler üçer aylıktır, kadrolar bilgi tazelerler ve yeni gelişmeleri tartışırlar. Bu kadrolar ülkenin her tarafından; Serhatten tutun, Karadeniz'e, oradan alın Amanoslar'a ve Botan'a kadar her taraftan gelir, kendilerini politik olarak yeniler ve eğer varsa problemlerini tartıştıktan sonra yeni bir imanla icabeden bölgelere dağılırlar.

Benim verdiğim bu ders, Merkez okulunda katıldığım dersten sonra, gerillaların karşısına çıktığım ikinci dersti ve çok sıcak geçti. Gerillalar, kültürel konulara inanılmaz derecede ilgi duyuyorlardı. Buna tüm boş vakitlerinde ellerine geçirdikleri kitapları adeta yutarcasına okuduklarını görürken hükmetmek mümkündür. Hele derslerde sordukları soruların kalitesinin yüksekliği ilginçti. Çok yeni karşılaştıkları Zerdüşt Öğretisi konusunda bile insanı sıkıştırabilecek kadar bilinçli sorular sorabiliyorlardı.

tele panel

Akşama doğru Duran Kalkan'da varmıştı genel karargaha. Kendisi bu barış görüşmelerinin ARGK adına koordinatörlüğünü yaptığından, onunla da gelişmeleri enine boyuna tartıştık. Ben bu arada Güney Kürdistan'daki belirsiz durumun sona ermesi için bir ıKürt-Arap çözümüı formüle ettim. Bu formülü, PKK genel başkanının konuşmalarından çıkardığım ipuçlarından ve başka bir çözüme izin vermeyen uluslararası durumun muhakemesinden oluşturmuştum. Plan'ın kamuoyuna açıklanabilir kısmında, Irak'ın da aralarında bulunduğu Arap ülkeleri, Güneydeki Kürt partileri ile bir Arap-Kürt çözümü veya genel olarak Kürt meselesinin çözümü hakkında fikir üretmek üzere görüşmelere oturacakları hususunu zikredebiliriz. Bu görüşmelerin sonucunda varılacak antlaşmaya PKK'de Kürt tarafının garantörlerinden biri olarak yer alacaktır. Bir fikir jimnastiği olarak konuştuğumuz bu planın veya benzer bir planın bugün yürüyüp yürümediği hususu, bu yazının konusu değildir. Fakat şu var ki, KDP'nin son işbirlikçi tavrı bu plana darbe vurmuşa benziyor..

Planı ilginç bulmuştu Kalkan. Durumu daha da detaylandırarak konuştuk. Vakit biz farkına varamadan bir hayli geçmişti. Yatmamız gerekiyordu. Ertesi gün MED-TV'de yayınlanacak olan bir tele-panel'e telefonla iştirak etmek üzere istirahata çekildik. Daha doğrusu ben çekildim. Benimle aynı odayı paylaşan Zübeyir ve diğer arkadaşların horultumdan uyuduklarını pek sanmıyorum..

Sabah vakti keklik ötüşleri ile uyandım. Hislerim beni çocukluğuma götürmüştü. Yaylaya çıktığız günlerde bu ses eksik olmazdı kulaklarımızdan. Hatta kış aylarında aynı ürkek melodiyi Guwevdere'deki herhangi bir pınarın yakınında veya derin bir vadide duymak işten bile değildi. Çabucak giyinerek attım kendimi dışarı. Qa qa qa qıbo.. Qa qı bo! Kürdistan burası diyorlardı adeta. Özgür Kürdistan! Gerillaların kurallarından başka hiçbir kuralın geçerli olmadığı toprakların bu sevimli kuşları, bitmek bilmeyen bir enerjiyle uyandırıyorlardı Zap'ı. Oda arkadaşlarım da uyanmış ve temizliklerini bitirmişlerdi. Ben yakındaki çeşmeden akan buz gibi su ile elimi yüzümü yıkadım. Daha bir canlanmıştım. Şimdi sıra ırojbaş gerillaıyı, yani mercimek çorbasını içmeye gelmişti. Sıcacık çorba ile bayat ekmek çok iyi gidiyordu. Hepimiz bir yumulmuştuk ki, gören kıtlıktan çıkmış sanırdı.

Öğlene kadar şurada burada eğleştikten sonra yeniden kadro eğitim okuluna gittik. Orada ben ve Zübeyir birer ders daha verdik. Akşama doğru ise panele katılacağımız tepeye doğru yola koyulduk. Kadro eğitim okulundan onbeş dakika kadar çekiyordu bu tepeye. Bu tepenin hemen altındaki bir çeşmenin başına yerleşmiştik. Hava çok soğuk olduğu için ateş de yakmıştık. Arkadaşlar seyyar telefon cihazını kurdular. Artık beklemekten başka yapacak işimiz kalmamıştı.

Panel çok başarılı bir şekilde geçiyordu. Bana geç saatlere kadar sıra gelmemişti. Bunun için rejidekilere kızıyordum, fakat onlar kızmama sebep teşkil eden durumu bilmiyorlardı. Bilmiyorlardı ki ben, Merkez Karargahının tüm komutanları ile birlikte açıkta ateş yakmış oturuyorduk. Geceleri de saldırılar düzenleyen Türk kobra helikopterleri için doğrusu paha biçilemez bir hedeftik. Düşünün bir kere; aramızda TC'yi bunca uğraştıran gerilla liderlerinden Duran Kalkan, Riza Altun, PKDW'nin yürütme konseyi başkanı Zübeyir Aydar, Parlamenter Nizameddin Toğuç, Vecdi Köylüoğlu ve daha başka komutanlarla pekçok gerilla vardı. Nasıl, okuyor musunuz bu kitabı TC'nin sayın yetkilileri, hep karavana atacağınıza biraz da uyanık olsaydınız ya..

TV'de panelist olarak sıra nihayet bana gelmişti. Çok sert bir konuşma yaptım. Ikide bir; ıyok ettik, bitirdikı falan gibi laflar eden Türk savaş makinasına verilen alaycı bir cevaptı bu. Cevap çok sertti ve bu tarz, sevgili Abbas'ı (Duran Kalkan'ı) çok keyiflendirmişti.

Bence panel bittiı diyordu kahkaha ile gülerek.. Ben ayrıca Kürt Partileri'nin barış sürecine katılmak üzere bize katılmalarını, ya da sürece bir yerinden omuz vermelerini de istemiştim. Galiba boşuna! Sonra panel gerçekten bitti. Yürümeye başladık. Birden Abbas'ın adımları gevşedi, sonra durdu ve yanındaki Riza'ya dönerek, ıyarın Türkler mutlaka misillemede bulunacakları dedi. ıTedbir almalıyızı diye ekledi eklemesine ama sonra güldü; ızaten her gün alarmdayız, ek ne tedbir almak gerekiyor ki?ı Riza'yı da aynı gülme krizi tutmuştu. Hakikaten hangi ek tedbir alınabilirdi ki?

Ertesi günün tekmillerinde Türk savaş uçaklarının bir bölgeyi 19 sorti ile vurdukları haberi geldi.. Boş, yine karavana attıkları bir akındı bu ama, anlaşılan çok kızdırmıştık adamları.

süleymaniye yolunda

Hayat devam ediyordu. Barış görüşmeleri de.. Işte şimdi de Süleymaniye yolu görünmüştü bize. Bu kez aramıza Ferhat'ta (Osman Öcalan) katılacaktı. Partinin verdiği üç yıllık hak mahrumiyeti (dondurma) cezası bizimle görüşmelere katılacağı bu toplantılarla sona eren Ferhat, iri yarı cüssesi ile dikkati çekiyordu. Pek konuşkan, hoş sohbet olan bu gerilla komutanı, 1992-1993 yıllarında yaptığı varsayılan hatalar yüzünden görevlerinden affedilmiş ve üç yıl boyunca partisi ile ilişkileri dondurulmuştu. Şimdi yeni bir hevesle, kaybettiği vakti kazanmaya çalışırcasına bir gayretin içine girmişti. Ferhat, Güney Kürdistan partilerinin liderlerini, bu adamların psikolojilerini hayret verecek kadar iyi bir şekilde tanıyordu.

Sabah vakti Süleymaniye'ye hareket etmeden önce, PKK sorumlusu Mahsum, Parlamenterler için bir ev tutmakla görevilendirilmişti. Bu ev, ileride kurulacak olan Kuzey Kurdistan Federe Meclisi için oluşturulacak bir irtibat bürosunun nüvesi görevini de yapacaktı.

Biz şimdi bu kadar yan açıklamalardan sonra, görevimizi yerine getirirken karşılaştığımız zorluklara ve hoşluklara yeniden dönebiliriz. Tahmin edileceği gibi yol boyunca bir çok kontrol noktası, burada araba sürmek zorunda olan emektar şoförleri canlarından bezdirmeye yetiyordu. Tüm bu zorlukların üstüne, yolun bozukluğu tüy diker gibidir. Hele iki Kürt bölgesini ayıran ısınırı çizgisini aşmak bize inanılmaz duygular yaşatmaktaydı.

Devlet olmayı öğrenemeden, bölünmeyi çok iyi öğrenen bir halkın iki büyük partisi, devlet olmamak için ellerinden gelen tek şeyi yapmaktadırlar. Bu partiler sanki bunun için biribirleri ile kavgayı çok iyi öğrenmişler. Ikişer karışlık toprakta, düşmanın toparlanacağı ilk anda saldırarak yutacağı iki devletçikte hükümdarlıklarını sürdürürken, çok mutlu olmalılar herhalde.. Hey gidi cehalet, hey!

koy sancaq'ta kdp-iran ile görüşme

Yola çıkmadan bir gün önce KDP-Iran yöneticileri ile, Süleymaniye'ye giderken yolumuzun hemen üstü sayılan Koy Sancaq'taki karargahlarında verecekleri bir yemekte buluşmak üzere randevulaşmıştık. Bunun için rotamızı Koy'ın biraz dışında yer alan ve KDP-I'lıların oluşturdukları mülteci köyüne çevirecektik.

I-KDP karargahı Koy Sancaq'ın biraz kuzeyinde kurulmuştu. I-KDP'liler, bir köy büyüklüğündeki bu karargahta aileleri ile birlikte kalıyorlardı. Bir süre önce, sınırdan 140 kilometre uzaklıktaki bu köye, Iran kara birlikleri Süleymaniye'yi bir uçtan öbür uca aşarak, YNK'lilerin gözlerinin içine baka baka gelip saldırmışlardı. Bundan dolayı bu kampa da korku ve gerginlik hakimdi. Bizi yeni Sekreter Mella Abdullah Hasanzade hazır bulunmadığı için, onun yerine eski sekreter Mustafa Hicri karşıladı. Bu da bir taktikti. Çünkü IKDP liderleri de başka sebeplerle de olsa bizimle birlikte imişler gibi görünmek istememişlerdi.

Bizi karşılayan Hicri daha aktif olmasına rağmen bir nevi tasfiye edilerek, KDP'nin genel sekreter yardımcılığına düşürülmüş eski sekreteridir. Bu da partinin devrimci yolundan saptığı, pazarlıkçı veya ne verilirse kabul eden bir parti haline dönüştüğü yorumunun daha bir kuvvetle dile getirilmesine yol açmaktaydı. Pasifizm, bu partinin yöneticilerinin gerekçe bile aramadan düçar oldukları bir hastalıktı.

Biz heyet olarak, yaşayan en eski Kürt partisi ve Doğu Kürdistan'ın en büyük siyasi organizasyonu olması hesabıyla, I-KDP'nin de bu görüşmelere aktif olarak iştirak etmesini istedik. Bunu yapmakla tarihi bir görevi yerine getirmiş olacaklardı. Hicri, kendisinin her zaman Kürdistani çözümleri diğer bütün çözümlere tercih ettiğini, partisinin de bu görüşte olduğunu sandığını, konuyu merkez komitesi toplantısına götüreceğini söyledi.

Merkez komitesinin bu konuda olumlu bir cevap vereceğini umut ediyordu. Heyetimiz kendilerinden ayrıca, eğer toplantılara ayrı bir kanal olarak değil de bizimle birlikte katılmaya karar verirlerse, partiyi temsil eden bir arkadaş seçmelerini ve o arkadaşın barış heyetimiz ile en kısa sürede ilişkiye geçmesini istedik. Ayrıca, Saddam ile aralarının iyi olması hesabıyla, bir süre önce güneydeki sınırı ihlal ettikleri gerekçesiyle BAAS'çılar tarafından yakalanıp, bilinmeyen bir yere götürülen bazı ARGK gerillalarının serbest bırakılması için aracı olmalarını da istedik. Bu çerçevede anlaştıktan sonra ayrıldık. Bu gerillalar gerçekten bir müddet sonra, IKDP'nın katkısıyla bırakılacaklardı.

Orada yemeğimizi yedikten ve çaylarımızı yudumladıktan sonra yeniden Süleymaniye'ye giden yoldaydık.

süleymaniye'de

Süleymaniye'ye öğlen saatlerinde vardık. Kürt kültürünün zaman zaman başkentliğini yapan bu şirin belde, bahsedilen eski şaşaalı günlerinin hareketliliğinden çok şey kaybetmesine rağmen hala ilginç, sosyal açıdan bir dereceye kadar serbest bir kent görünümündeydi. şehrin içinde hemen hemen hiç kontrol noktası bulunmaması, KDP bölgeleri ile kıyaslandığında ilginçti. Insanları saklanamaz derecede fakirdi, ama başları yine de dikti. Bir milyona yakın nüfusuna rağmen, son çatışmalarda YNK'ye ancak 150 peşmerge vermişti Süleymaniye, ki bunu Talabani'nin kendisi, bir radyo konuşmasında söylüyordu. Tabii ki bunu Süleymaniye halkından memnun olmadığını bildirmek için onlara bir serzeniş olarak zikrediyordu.. Süleymaniyeliler, KDP'ye de asker vermemişlerdi. Bununla açıkçası, ulusal çıkarlara aykırı gördükleri bu savaştaki taraflara tavır almış oluyorlardı.

Buradaki randevularımızı Doktor Serdar ayarlıyordu. Küçük Güney Kürdistanlı olan Serdar çok ilginç bir insandır. Kendisi, doktor muayenehanelerinde ve ameliyathanelerde 17 yıl pratik hizmetlerde bulunmuş, saklanamaz merakıyla ameliyat dahil tıbbın pek çok inceliğini bu sayede öğrenmişti.

Tıp tahsili bulunmayan bu cin gibi zeki insan, şimdi gerilla saflarında en olmaz ameliyatları büyük bir başarı ile yapıyor ve etrafa, kelimenin tam anlamıyla sağlık dağıtıyordu. Yani ımektepli değil alaylıı bir doktordu Serdar.. Doktor Serdar'a, randevu talebinde bulunduğu YNK tarafından bildirildiğine göre, Talabani uzun bir ıteftişı gezisine çıkmış bulunuyor. Onunla buluşmak mümkün değildi. Fakat hemen yarın Politburonun elemanlarıyla bir toplantı yapabilirdik.

Bu aslında bir tavırdı.. Talabani bu tavrıyla şöyle demek istiyordu; ısiz Mesut'la görüşmeden önce benimle kolay kolay görüşemezsinizı. Barış teşebbüsünün daha ilk adımda tıkanmaması için, ister istemez kabul ettik bu ıdüşük düzeyliı görüşmeyi. Bu arada, Sosyalist Parti, Muhafazakar Parti ve Zahmetkeşan gibi, savaş boyunca YNK ile birlikte hareket eden küçük partilerle de görüşecektik.

Süleymaniye'de görüştüğümüz Güneyli partilerin bütün yetkilileri Kürdistani bir çözümden yana olduklarını bildiriyorlardı. Bu arada Sosyalist parti, görüşme heyetini filme alarak televizyonunda yayınlamak suretiyle konuya olan ilgisini gösterdi. Fakat Zahmetkeşan Partisi ve kısmen de YNK politbürosu, PKK'nin tavrının net olmadığından ve hatta bu partinin genel başkanının ya KDP'den yana tavır aldığından bahsediyor, ya da bunu ima eden sözler ediyorlardı. Biz heyet olarak herhangi bir partinin tavrından sorumlu olmadığımızı bildirdiysek de aramızda PKK temsilcisi Ferhat'ın da bulunması konuya açıklık getirilmesini icap ettiriyordu. Hatta bazı parti temsilcileri biraz daha ileri bir adım atarak; ıPKK Genel Başkanı Öcalan, Hevlêr Saddam kuvvetlerince işgal edildiğinde; 'biz, KDP'nin Irak ile ilişkisini anlıyoruz' demekle neyi kastetti?ı gibi sorular sorup ışarq-el afsatı adlı bir gazetenin konu ile ilgili kupurunu gösterince PKK temsilcisinin soru sahiplerine cevap vermesi farz olmuştu.

Ferhat; PKK'nin şu anda kardeş kanının dökülmemesi için çaba harcadığını, Kürdistani bir çözümden yana tavır almakla aslında sömürgecilerin yanlış yönlendirmelerine set çekmek istediğini söyledi.

Kürdistani çözüm aranmadığında, aslında barış aranmadığını Ankara sürecinin net bir şekilde gösterdiğini, buradan çıkan belge ile sömürgecilerin hiç bir zaman Kürdistan'da barış istemediklerinin bir kez daha ortaya çıktığını belirtti. PKK'nin kardeşler arasındaki bu savaşta ilelebet sessiz kalmayacağını, Kürdistani çözümü gerçekten engelleyen bir taraf net bir şekilde ortaya çıkarsa o taraf hakkında gerekenin yapılacağından hiç kimsenin şüphesi olmaması gerektiğini de vurguladı.

Bu cevap oldukça netti ve daha sonraki görüşmelerde bir daha böylesi soruların önünü kesici nitelikteydi. Biz bu görüşme süreci boyunca Süleymaniye'deki tüm partilerden, aradığımız zaman hemen bulabileceğimiz yetkili bir heyet oluşturmalarını istedik. Ayrıca barış görüşmelerini hızlandıracağı muhakkak olan bir jest olarak, sembolik miktarda esir salıvermelerini talep ettik. Bu arada barış görüşmelerine esas olmak üzere bir taslak hazırlamalarının da bize fevkalade yardımı olacağını belirttik. Tüm partiler birinci ve üçüncü isteğimizi prensipte kabul ettiler, fakat konuyu yetkili kurullarında görüşmeleri gerektiğini de eklediler. Bu arada YNK, esirlerin bırakılması hususunda biraz ikircikli görünmüştü..

tekrar selahaddin

Şimdi sıra toplu bir şekilde KDP'lilerle görüşmeye gelmişti. Randevular ayarlanırken, araya KDP ile işbirliği halinde bulunan, aslında bölgede PKK dahil tüm partilerle iyi ilişkiler kurmuş olan Davut Baxistanî adlı mazisi oldukça karanlık biri girdi. Bu adam, her ne hikmetse, Kürdistani barış insiyatifini baltalamak için elinden geleni yapıyordu. Baxistanî, bizim randevu talebimizi, hiç görevi olmadığı halde duymuş ve KDP yetkililerine bilerek yanlış kavratmış, bundan dolayı görüşmemizi bir an için engelleyebilmişti. Bu ise, bizimle Nêçîrvan Barzanî arasında geçici bir soğukluk yaşanmasına yol açtı. Bu skandal gibi gelişen olayın ertesi günü Dar Ziyafa'da, Nêçîrvan'ın başkanlık yaptığı KDP heyeti ile yemek yemek üzere yeniden anlaştık. Bazı ayrıntıları bilerek atlıyorum. Çünkü bu ayrıntıların yazılması, devam eden barış sürecine yardım etmeyecektir.

Buraya Davut adlı bu şahıs da gelmişti. Nêçîrvan'ın misafiriydi Davut. Olay orada açığa çıktı. Ben çok sert bir şekilde, Davut'u tanımadığımızı, bizim adımıza hiç bir insiyatifte bulunamayacağını söyleyince, Nêçîrvan; ıdurum anlaşılmıştırı diyerek işi bağladı. Bundan böyle Davut hiç bir etkinliğimizi engelleyemeyecekti.. Yemekte Nêçîrvan, daha ziyade PKK ile KDP'nin yakınlaşması gereği üzerinde durmuştu. Yeni ve kapsamlı bir sürecin başlatılması için Kak Mesut ile hazırda bulunan Ferhat'ın iki parti adına bir araya gelmelerinin faydalı olabileceğini söyledi ve bu tür bir görüşmeye hazır olduklarını ekledi.

Işler bu tarafta iyi gitmeye başlamış gibiydi. O gün, bu kez KDP'nin politburosu ile ıyarın buluşacağızı diye randevulaştık ve Hevlêr'e geri döndük. Ertesi sabah, PKK'nin genel telsiz tekmilini dinlemekte olan Ferhat, ıAbbas bizimle hemen görüşmek istiyorı dedi. ıOlmazı dediysek de itiraz etti. Ille bulunduğu yerde ve hemen buluşmalı imişiz. Randevumuz olduğunu, gidemeyeceğimizi söylediysek de, onu itirazından vaz geçiremedik. Belli ki bizimle birlikte bir yerlerle yapmayı planladığı veya ayarladığı bir telefon görüşmesi vardı, ama bizim de önemli bir randevumuz.. Gidemiyorduk kısacası. Buna rağmen bir an önce dağlara ulaşma isteğimizi de bildirdik.

O günün akşamı yeniden bir aradaydık KDP'lilerle. Meclis başkanı Cewher Namiq'ın başkanlığında gelmişti KDP'liler. Heyetin üyelerinden Fransuwa Hariri karşıladı bizi kapıdan. Bu kez de Ferhat, Fransuwa ile aralarındaki eski bir tatsızlığı unutmamış, görüşmelere gelmeyeceğini bildirerek geri dönmüştü. Buz gibi bir hava esti ortalıkta. Zübeyir ile birlikte giderek ricada bulunduysak da Ferhat Nuh diyor, peygamber demiyordu. Bunun üzerine geri döndük.

KDP heyetine Ferhat'la ilgili problemi sonra çözeceğimizi bildirdik. Aldığımız daha başka kararları da onlara ileterek ortalığı yumuşattık ve görüşmelere devam edebildik. KDP'liler masaya düzeyi oldukça yüksek olan bir heyetle oturmuştu. Bu da görüşmelere verdikleri değeri ortaya koyuyor gibiydi. Biz, heyet olarak daha önceki temaslarımız konusunda KDP'lileri bilgilendirdik ve Süleymaniye'deki partilerden istediğimiz şeyleri onlardan da istedik. KDP'nin bizimle temasa geçen gurubu tüm isteklerimize; esirler konusu dahil sıcak baktığını söyledi. Bu iyiye işaret sayılırdı. Meclis Başkanı Namiq, bize bazı tavsiyelerde de bulundu, ki bu tavsiyeler KDP'lilerin sıkıntıları olduğunun işaretiydi.

Bunların en önemlisi, heyetin genişletilmesi gerektiği hususuydu. Bunun bir anlamı da şuydu; ıevet, biz Kürdistani bir çözüme yanaşabilir, hatta kabul diyebiliriz, ama sizin şu heyetinizde hemen hemen PKK'liler hariç hiç kimse bulunmuyor ki.. Kürdistani bir heyet görünümü vermek için daha fazla Kürt parti ve şahsiyetini aranıza almanız gerekmez mi?.ı Bu bir sıkıntının nazikçe dışa vurulmasıydı.

KDP, kendisi açısından haklı olarak, Kürdistani bir barış olması için daha fazla partinin sürece katılmasını istiyordu. Galiba dış dünyadan gelecek olan; ıPKK sizi barışa zorladıı gibi bir ısuçlamaıya cevap vermek için, barışı sağlayacak olan heyette çok partinin bulunması gereğinin altı çiziliyordu..

Biz heyetin genişletilmesi için elimizden geleni yaptığımızı söyledik. IKDP ve bu partiden kopan bir gurupla katılım konusunu görüştüğümüzü ve bunların sürece katılmaya istekli olduklarını sezdiğimizi ilettik kendilerine. Fakat nihai karar parti organlarında verilecekti. Yakında Güney Kürdistan'da temsilcileri bulunan diğer kuzey Kürdistan partileri ile de buluşacağımızı söyledik. Avrupa'ya da haber göndermiştik.

Bu arada KDP'li görüşmeci guruptan da; bizimle istediğimiz an buluşabilecek bir heyet oluşturmaları hususunu düşünmelerini, bir kısım esiri jest olsun diye salıvermelerini, iki Kürt bölgesi arasındaki alışverişin belli bir serbestliğe kavuşturulmasını ve barış için kendi şartlarını saptamalarını istedik. Alışveriş konusundaki talebimiz, kısa bir süre içerisinde hayata geçirildi. Diğer konularda anlaştık ve ayrıldık.

avaşin

Gece hareket ettik Avaşin'e doğru.. Türk Hükümeti'nin bizi vurmak için, Güney'e bazı ajanlarını ya da paramiliter çetelerini gönderdiği hususunda aldığımız duyumlara rağmen, gerilla bölgesine doğru gece hareket etmekte bir sakınca görmemiştik. Ilk vardığımız yer Avaşin'e giriş yapacağımız ıgümrük kapısııydı.

Gerillalar burada sürekli nöbet tutuyor, giriş izni olmayanlardan gümrük vergisi aldıktan sonra içeri salıyorlardı. Buradan serbest geçiş sahibi olanlar, sadece bölgede arazileri olan köylülerdi. Takriben saat 03.00 cıvarında, Abbas'ın bulunduğu vadideydik. Bir kayanın dibinde yaktığımız ateşin önünde şuraya buraya kıvrılarak yattık. Ama soğuktan olsa gerek, gecenin kalan kısmı -en aşağısından benim için- uykusuz bir şekilde geçti. Sabah içtimasından sonra bulunduğumuz yere gelen Abbas ise bize karşı biraz buruktu. Tartıştık, konuştuk ve belli bir süre sonra aramızdaki soğukluğu giderdik. Artık bulunduğumuz yerin bize verdiği güzelliklerle dolu nimetlerinden fayadalanabilirdik.

Etrafı gösterdi bize Abbas. Gerilla birliği geçici bir görev için buradaydı. Bundan dolayı yeteri kadar sığınak inşa edilmemişti bulunduğumuz vadide. Nefis bir tabiatın hakim olduğu bir alandaydık. Buz gibi akan bir su, bu güzelim dünyayı Avaşin'e bağlıyorken, içinde bulunduğumuz vadiyi, milyonlarca yıl süren tabii bir işçilikle şekillendirmiş olsa gerek. Abbas ve arkadaşları yeni ve tarihi bir yeraltı ibadethanesi de keşfetmişlerdi burada. 25 basamaklı ve gerillalar tarafından yapılan ilkel bir ağaç merdivenle çıkılan bu ibadethaneye ıkiliseı diyorlardı gerillalar. Benim yükseklik korkum olduğu için çıkmak istemiyordum oraya. Fakat biraz zorlama, biraz da ıerkeklik şövenizmimı ile ilgili laflar işitince korkuyla da olsa tırmandım bu muhteşem ibadethaneye. Dört odalı bir yeraltı mabediydi burası. Daha önce kilise olarak kullanıldığına dair, ikon gibi hiç bir duvar resmi ya da hıristiyanlığı çağrıştıran haç gibi hiç bir işaret yoktu duvarlarda. Daha ziyade, Zerdüştizm gibi antik çağ dinlerine ait bir ibadethane havası sezdim bunda. Mesela; kapıları altıgendi, ki Zerdüştiler'in temel ögeleri olan tanrının altı veçhesini hatırlatıyordu bu.

Öğlen üzeri gerilla arkadaşlarla toplu bir şekilde selamlaştık. Daha sonra onlara yarı ders şeklinde konuşmalar yaptık. Gerilla komutanı Botan ve daha başka önemli komutanlar da buradaydı. Buradakilerle de iyi kaynaşmıştık. Akşama kadar şurada burada toplanan guruplarla sohbetler ettik, kara çaydanlığı fokurdattık. Gece vakti ise o ibadethanede uzun uzun durum değerlendirmesi yaptık.

Yatma vaktini onbire kadar sarkıtmıştık farkına varmadan. Daha sonra tesisin göbeğinde yanmakta olan ıZerdüştiı ateşinin etrafında hazırladığımız yataklarda sıkışık düzen istirahate çekilmiştik. Fakat bu isirahat uzun sürmedi. Gece yarısı saat 12'de bir sesler duydum ve derhal arkadaşları uyandırdım. Homurtuyu, bir makinalı tarakası, ardından da roket sesleri takibetti. Bu bir saldırıydı! Eh eninde sonunda savaş alanında olduğumuzu iyice his etmeye başlamıştık. Türk kobralarıydı bizi bunca gürültüyle vuran. Ürküntü vermesi beklenen o bomba seslerinin hiçbir etkisi olmuyordu üstümde ve ben de buna hayret ediyordum.

Orta yerde yanan ateşi söndürerek yerimizi kamufle etmek başlıca problemimizdi. Fakat Zerdüşti mabedi dedik ya! Ateş, bundan olsa gerek, tüm çabalarımıza rağmen sönmemekte inat etti. Kamuflaj için çaresiz battaniyeleri germiştik kapılara. Bombardıman takriben üç saat kadar sürdü ve başladığı gibi sessizce bitti. Etkilerini daha henüz bilmiyorduk. Ertesi sabah, açıkta yatan arkadaşlardan üçünün hafif yara aldıklarını öğrendik, tabii ki üzüldük. Fakat, bu olay ve yara almalar gerilla için ıvak'a-i adiyyeıdendi. Aşağıya, büyük telsizin kurulu olduğu alana indik. Telsizin başındaki sorumlu arkadaş ille de üç yaralıları olduğunu hemen bildirmek istiyordu. Fakat diğer komutanlar bugün beklemesini, yarınki konuşmada bildirmesini, güvenlik açısından istiyorlardı. Uzun uğraşlardan sonra arkadaş bunu kabul etti. Bu olay, PKK'nin tüm kayıplarını bildirmekte ne kadar titiz davrandığını göstermesi bakımından ilginçti.. Bilindiği gibi savaşın gidişatı ile ilgili bu bilgiler derhal DEM ajansa bildiriliyor, bu ajans da olan biteni tüm dünyaya anında geçiyordu.

Biraz daha eğleştikten sonra ben yaralı arkadaşlardan birini yanıma alarak geri döndüm. Ertesi gün PKK'nin kuruluş yıldönümü kutlamalarına katılmak üzere Etruş kampına gidecektim.

etruş

Girişi törene tabi.. Çıkışı yine öyle.. Binbir dereden su getirip seni içeri sokmamaya çalışan KDP'nin muhafızlarına laf yetiştirirken, çektiğimiz çileden bahsediyorum. Laf dinlemeyen, geçmişteki hizmetleriyle insanları değerlendirme yeteneğinden yoksun bu gencecik ve şartlanmış insanlara, ben; KDP'nin tarihinde önemli bir yer tutan Sirac Bilgin, laf yetiştirirken terleyeceğimi düşünemezdim... Laf yetiştiriyordum ki bu ıNa, nabe!ı demekten başka bir şey bilmeyen kişileri; beni, Nizameddin Toğuç'u ve yanımızdaki gerilla arkadaşları ıpeki peki, girin ama akşama döneceksiniz!ı diyecek şekilde razı edebileyim.. Insanlar kendi ülkelerinde, sömürgecilerin baskısıyla veya kişisel ihtiraslarının kurbanı olarak biribirlerine karşı neler yapabiliyorlar! Türkler'in gölgesini, benim Zap Cumhuriyeti adını verdiğim gerilla bölgeleri hariç, Güney'deki her alanda hissedebilirsiniz. Halkın ışıldım bıldımları adını taktığı bu ezme zevkiyle yanıp tutuşan barbarlar ıaferinı desinler diye, kardeş kardeşi onlar adına nasıl da eziyor! Hey gidi insanlık onuru hey!

Bir saat uğraştık içeri girebilmek için.. Yukarıdaki tepede bulunan ana karakola çıktık, aşağıdaki nizamiyeye indik.. Dön babam dön! Laf yetiştirmeye çalış babam çalış.. Nihayet ıPeki!ı diyebildi kapıdaki ıneızat! Aslında içeriye kendi usullerimizle de girebilirdik, ama inadımız tuttu bir kez, ınizamiı olacaktık.. Al işte nizamiliği! rahatladın mı?

Evet, içeri girdikten sonra rahatlamaya, burnumdan solumamaya başlamıştım bile.. Zaten daha Etruş'a varmadan yarım saat önce kardeşimin Türkler tarafından hapiste şehit edildiğini duymuştum. Bu bile müthiş bir öfke seli halinde patlamama yeterliydi.. Ama Etruş kampındakilerin o gül hatırı için, onlarla bu anlamlı günlerinde birlikte olabilmek için değdi doğrusu kapıdaki ıceberrut karakol komutanıına tahammül etmek.

Biz içeri girmeye muvaffak olduğumuzda, törenler başlamıştı bile.. Tüm Etruş halkı oradaydı. Her taraf; sarılı, kırmızılı ve yeşilli PKK, ERNK ve ARGK bayraklarıyla süslenmişti. Bir meydanın her taraftan görünebilen en uygun yeri sahne olarak düzenlenmişti. Tam karşıdan bakan iki kamera boyuna çekim yaparken şurada burada ellerindeki fotograf makinası ile deklanşöre basanların sayısı da az değildi. Bunlara benim fotograf makinam ve MED-TV adına çekim yapan üç kamp mensubu da katılınca küçük bir basın ordusu da oluşmuş oldu.

Fırsat verilince Kürt insanının neler yapabileceğini görmek istiyorsanız, MED-TV adına baştanbaşa filme alınan bu festivali mutlaka seyretmelisiniz. Bir avuç köylüden ibaret olan Etruş kampı mensupları; metni dahi kendilerine ait olan iki tiyatro oyunu, milli oyunlar, ses sanatçıları, koro dahil herşeysi ile mükemmel bir gösteri sunuyorlardı. Baştan aşağı ilgiyle seyrettim değil, içtim adeta gösteriyi. Hele PKK'nin büyük miktarda para harcayarak, kamptaki insanlara hediye ettiği hayvanların paylaşılması olayını hicveden oyun, tam anlamıyla coşturdu seyredenleri.. Bir tek uygun düşmeyen şey, birinin PKK adına, kısa bir konuşma yapacağına iki saat süren uzun bir politik konuşma yapmasıydı..

Bu arada kamp okulu öğrencilerinin yaptığı yürüyüşü anlatmadan geçmeyi hiç düşünemem. Muntazam sıralar halinde dizilerek geçen bu çocuklar, bizim çocuklarımızdı.. Başları dikti ve onurlarının bilincine ermiş birer insan gibi yürüyorlardı. Onlar, neden başlarının dik olduğunun bilincindeydiler.

Bu yürüyüş beni alıp çocukluğuma götürdü. O zamanlar da Türkçü öğretmenlerin dizdiği sıralar halinde yürüyorduk. Belki o zamanlar da çoğumuzun başı dikti. Fakat sömügecilerin emrinde, sömürgecilerin istedikleri bir kafa yapısına ermek üzere yürüyorduk. Başımızın dikliği, bilinçsizliktendi..

Bir Etruş kampı çocuğunun bilinç kapasitesine ermek için daha çok çalışmamız ve hatta büyümemiz gerekiyordu çoğumuzun.. Işte başı dik Etruş insanının önemi bence buradadır. Bağımsızlığın insanları nasıl verimli kıldığını, nasıl güzelleştirdiğini burayı görmeyenler bilemezler. Bağımsız Kürt insanının prototipi orada oluştuğu için önemlidir Etruş insanı. Bir yandan festivali seyrederken, öte yandan da halkla sohbet ediyorduk. Herkes birer ev inşa ediyordu kendisine.

Anlaşılan bu kışı çadırda karşılamaya niyetleri yoktu. Ertesi gün bu konudaki hummalı çalışmayı gördüğümde, kolay kolay hiçbir ikna gücünün onları o kamptan söküp atamayacağını daha iyi anladım. Mantıklı değil BM'nin ıboşaltın burayı!ı diye emirler yağdırmaya kalkması.. Mantıklı değil siyasi mültecilere ısiyaset yapmayını diye buyurmaya kalkmak... Mantıklı değil bunca emek sarfederek vücuda getirdikleri evlerini yeniden terke zorlamak onları.. Üstelik orada bulunduğumuz sıralarda BM hala bu evlerin yapılması için onlara malzeme yardımı bile yapıyordu.. Ne oldu da bir kaç gün içerisinde 180 derece zıt bir politika saptadılar? Hey gidi dünya siyaseti! Sen ne saçmalıklara kadirsin ABD sayesinde!

Akşam vakti bir emekçinin evindeydik. Bize öyle bir sofra hazırladı ki milyoner sofrası sanırsınız. Bu sofradan da önemlisi, yemeği sunuşundaki içtenlikti. Kürt işte, budur Kürt. Nizameddin büyük salonda bulunan ımahallenin televizyonuında haberleri izlemek için gitti. Bu salon ayrıca problemlerin konuşulduğu bir platform yeri olarak da görev yapıyordu. Gece aynı evde kaldık. Orada bol bol Goyaniler'le ilgili fıkralar anlattım ve dinledim. Bilindiği gibi bu kamptaki insanların çoğunluğu Goyan aşiretine mensuptu. Durumlarını, KDP ile ilişkilerini sordum, cevabı bilmezmiş gibi. PKK-KDP savaşı sırasında aylarca uygulanan bir ambargoya göğüs germişler de ıofı bile dememişler.. Gıda gelmeyince ellerindeki hayvanların tümünü kesmişler. Bebelere verilen süt böylece kesilince nice küçük can daha henüz birinci baharlarına dahi eremeden toprağa verilmişlerdi. Ne zalim bir dünya! Işte böylesine şerefli insanlardı Etruş kampı sakinleri..

Ertesi gün veda edip ayrıldığımızda, daha henüz yapacak ve konuşacak çok şeyimiz vardı. Ama diğer Kürt insanlarıyla ve partileriyle ilgili görevlerimiz de vardı. Istemeyerek de olsa ayrıldık. Şimdi Duhok'a doğru ilerliyorduk.

duhok'ta

Etruş'tan ayrıldıktan sonra hedefimiz Duhok'tu. Şehrin girişinde çok sıkı kontrolların yapıldığı bir ınizamiyeı kurulmuştu. Buranın valisi ve KDP'nin ıLıqa-1ı dedikleri bölgenin sorumlusu, anlaşılan habersiz kuş uçurtmuyorlardı içeriye. Bizi hiç de dost olmayan bir tavırla karşıladı nizamiyedekiler. Uzun uzun uğraştıracaklardı anlaşılan. Fakat ben tedbirli gelmiştim. Yanımda Gazi Zibari tarafından, Lıqa-1 sorumlusu Izeddin Berwari'ye hitaben kaleme alınmış bir mektup getirmiştim. Uzun telefon görüşmelerinden sonra, ıDavud Baxıstani vasıtasıyla gelsinler ki tanıyayımı demiş ve içeri alınmamızı kabul etmişti Berwari. Bu bir tavırdı.

Çünkü KDP ile çok iyi bir dostluk kurmuş olan Baxıstani gittiği ARGK Merkez karargahında tutuklanmıştı. Baxıstani PKK'yi 200 bin dolar dolandırmaktan aranıyordu. Işte Berwari, bundan dolayı Baxıstani vasıtasıyla bana gelsinler diyordu.. Berwari ayrıca gerillalarla onun aşiretine mensup insanlar arasında yaşanan bazı ufak sürtüşmeleri de büyütüyor, ilişkileri sabote etme noktasına getiriyordu. Son zamanlarda KDP ile yaşanan gerginlikte bunun gibi insanların gölgesini görmemek mümkün değil. Fakat bu arada süreci iyi değerlendiremeyen bazı gerilla komutanlarının da bu gerginlikte önemli belirleyici payları vardı. Bunu da tarafsız bir yazar olarak kaydetmeliyim. Anlaşılan hem bazı gerilla liderlerinin, hem de KDP yetkililerinin barışla ilgili görüşlerinde bir netlik yoktu.

Duhok'ta ilk olarak ıPartiya Yekitiya Sosyalistên Kurdistanı ya da Türkçe tercümesi ile; Kürdistan Sosyalistler Birliği Partisi karargahını ziyaret ettik. Liderleri Xalıt Cıbran'da oradaydı. Bizi çok sıcak karşıladı. Saati yanlış verdiğimiz için en aşağısından bir saat geç gelmiştik. Bu konudaki şikayetini dile getirdi. Biz de yanlışlıktan dolayı özür diledik. Mesele kapandı. Ben bu partinin gelecekteki planları konusunda birşeyler yazıp yazamayacağımızı Sayın Cıbran'dan sormayı unuttuğumdan dolayı, orada anlattıklarını burada kaydetmiyorum. Fakat kaydetmeye değer şeyler söylediği kesin. Bu arada Güney'deki çatışmada Kürdistani çözüm ile ilgili düşüncelerini sorduk. Böylesi bir çözümü çok iyi bulduğunu söyledi. Fakat Cıbran da tıpkı KDP'liler gibi, Talabani'yi güvenilmez buluyordu.

YNK liderini anlatırken, ıBeyaz kağıdıı cebinde, dolaşıyor diyordu Cıbran. Yani ıher hususta söz verir, fakat iş bu sözü yerine getirmeye gelince yan çizerı demeye getiriyordu. Buna rağmen böylesine bir çözümü denemekte büyük fayda vardı, Cıbran'ın kanaatine göre.

Cıbran bize, PDK-Bakur (Kuzey-KDP) ve Partiya Rizgariya Neteweyi Kurdistan (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçuları Partisi) yetkilileri ile konuşma fırsatı da yarattı. Bu partilerin temsilcileri de Kürdistani bir çözümden yanaydılar. Ayrıca Cibran dahil güneydeki tüm kuzeyli parti temsilcilerine, Kürtler'in birliği konusunda geliştirdiğimiz formülü anlattık. Bu formülü Barzani ve Öcalan'ın uygulanabilir bulduklarını ilettik. Tüm bu kuzeyli partilerin temsilcileri, sürecin işlemeye başladığı anda tavırlarını belirleyeceklerini, bu tavrın sürece katılma yönünde olabileceğine kuvvetli bir ihtimal olarak baktıklarını söylediler. Tüm partilerden, eğer sürece bizimle birlikte katılmak istiyorlarsa, birer temsilci seçerek meselenin halli için görüşmelere bir yerinden omuz vermek üzere Hevlêr'e göndermelerini istedik. Onlar da bu konuda, partilerinin yetkili kurullarına danışacaklarını söylediler.

Böylece anlaştık ve Izeddin Bervari ile de görüştükten sonra Duhok'tan ayrıldık. Fakat bugüne kadar, PYSK hariç hiçbirinden bir haber alamadık. PYSK'liler ise, bölgedeki parti kurullarını yeniden oluşturacaklarını, bundan dolayı biraz vakte ihtiyaçları olduğunu söylemişlerdi.

Daha sonra KDP, Lıqa-1 sorumlusu Izzeddin Berwarî'yi ziyaret ettik. Beni hemen tanımıştı. Kendisine çıkardığı zorlukları hatırlattım. Benim gelen heyette olduğumu bilmediğini, PKK'lilerin Baxistanî ile çalıştıklarını bildiğini, kendileri de bu şahsa güven duyduklarından dolayı, güvenlik açısından bu yola başvurduklarını söyledi. Sonra sohbette, son duruma kaydık. Izzeddin, PKK'lilerin kendi aşıretinden bazı insanlara saldırdıklarını ileri sürdü.

Eğer yakaladıkları aşiret adamları derhal bırakılmazsa kuvvet göndereceğinden dem vurdu.. Durum kötüye gidiyordu. Bu bölgede barışın da, savaşın da sadece bir denge sorunu olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. Dengeler değiştiği anda, dış güçler parmak oynattıkları anda barışıbozacak birilerini kolay buluyorlardı anlaşılan. Kızdım kendisine; Barışı senin gibiler bozuyor hep! diye bağırdım.. Güldü.. Ama bu hiç de iyi niyetli birinin gülüşüne benzemiyordu..

son raund

Hevlêr'e gittiğimde artık son raund'a çıkacağımı biliyordum. Partiler arasında bir tur daha atacak ve gerilla bölgelerine çekilecektim. Ben bu raundun başında cereyan eden bazı olayları anlatmayacağım. Bunlar hem ilerideki süreci etkileyebilir, hem de bazı yanlış anlamalara yol açabilirler. Bundan dolayı es geçiyorum.

Ilk olarak Talabani ile saptanan bir randevuya yetişmek için hemen Süleymaniye'ye hareket etmiştik. Ertesi gün saat 16.00'da buluşacaktık YNK lideriyle. Oraya vardığımızın akşamı boş vaktimizi değerlendirmek için diğer partilerin yetkilileri ile ikili görüşmeler yaptık, fikir alışverişinde bulunduk. Ertesi gün ise randevuya gideceğimiz saate kadar, PKK'nin savaş gazileri için hayata geçirmeyi düşündüğü bir proje ile ilgili olarak tetkiklerde bulunmak isteyen Zübeyir'e takılarak bazı yerlere gittik. Öğleden sonra Mamuste Çeto'dan bir mesaj geldi. Bu mesajda Çeto, Talabani'nin, ıişlerinin çokluğu ve bazı görüşmelerde bulunma zorunluluğuından dolayı bizimle olan randevusunu ertesi güne tehir ettiğini kaydediyordu. Ama bu ertelemenin içerdiği anlam açıktı. Talabani, hem kolay ulaşılabilir bir lider olmadığını ıspatlamaya, hem de çetin bir ceviz olduğunu göstermeye çalışıyordu. Üstelik bizi yıldırıp geri dönmeye zorlamak gibi bir taktık güttüğünü sezmemek de mümkün değildi bu tavırda. Tam şarklı bir kafa.. Fakat biz, görüşmeyi yine de iptal etmedik.

Bu arada Süleymaniye partilerinin seçtiği ıgörüşmeci heyetıle ilgili liste geldi. Bu heyette YNK'yi; Kemal Fuad ve Mamuste Çeto, Sosyalist partiyi Xurşid, Zehmetkeşan'ı Doktor Serdar gibi isimler temsil edecekti.

Ertesi gün Talabami'den bir saatlik bir erteleme daha geldi. Biz yine de geri çekilmedik. Bu tavırları hakaret olarak kabul etmedik, amaç bu olsa da! Saat 17.00'de gergin bir Talabani'nin karşısındaydık. Yenilginin verdiği bie eziklikle olsa gerek, çok sinirli görünüyordu Mam Celal. Yine de yumuşatıcı sözlerle konuya girmeyi denedi. Çiller'in kendisine ıçok genç görünüyorsunuzı dediğini naklederken, aslında bu ıkomplimanıdan ne kadar hoşnut olduğunun altını çiziyordu. Ayrıca Çiller'in görüşmelerde kadınlığını sonuna kadar kullanmaktan asla geri kalmadığını da.

Zübeyir biraz uzun sayılan bir konuşma yaparak, Kürdistani bir barış sağlamanın faydalarını anlattı. Bunun Talabani gibi tecrubeli bir politikacı tarafından çok iyi bilindiğini ilave etti. Ben de söz aldım ve siyasi hayatımın önemli bir kısmında kendisine karşı olduğumu, kendisine ve destekçilerine karşı amansız bir mücadele yürüttüğümü bildirdim.

Eğer bugünkü gerginliğinin sebeplerinden biri bu ise, burada bulunma sebebime bakması gerektiğini söyledim. Ben, burada bulunmakla Mam Celal'ın şahsına değer vermiş olmuyor muydum? Talabani; ıben herşeyi unuttumı demek suretiyle havayı biraz daha yumuşattı. Sonra cebinden o meşhur ıbeyaz kağıdıını çıkardı ve söze girerek; ıben size bir beyaz kağıt sunuyorum. Istediğiniz gibi doldurun. Ben her türlü Kürdistani barış teşebbüsünü kabule hazırımı dedi. Sonra da; ıEğer muvaffak olmak istiyorsanız, sabırlı olun ve heyetinizi genişletin. Kuzey Kürdistan partilerinin tümünden temsilcilerin aranızda bulunması, önereceğiniz herhangi bir barış önerisini kolaylaştıracaktır.

Siz KDP yandaşı olan o PDK-Bakur dahil her partiyi aranıza almalısınızı diye ilave etti.

Aynı sıkıntıyı burada da hissettik. KDP ve YNK'nin ikisi de heyetin genişletilmesinden yanaydılar. Demek ki temel sorunlardan biri buydu. Heyet, Kuzey Kürdistan'ın diğer partilerini de kapsayacak şekilde genişletilmeliydi.. Talabani ayrıca bazı esirlerin salıverilmesi hususunda da bir öneri getirdi; ıTüm esirleri birden ve siz barış heyeti aracılığı ile salıverelim.ı Bu iyi bir teklifti. Hemen kabul ettik.

Ayrıca esir listelerini tam ve doğru bir şekilde hazırlanarak bize teslim edilmesini istedik. Bunu da kabul etti. Kürtler'in birliği konusundaki formülü çok ilginç buldu ve kabul etmeye hazır olduklarını söyledi. Ayrıldık. Biraz olsun rahatlamıştık. Fakat önümüzdeki güçlükleri de daha iyi görebiliyorduk. Şimdi yeniden Hevlêr'e dönecektik.

yeniden kdp

Biz barış gurubu olarak bu süreçte KDP'nin seçtiği heyet ile bir görüşme daha yaptık. Görüşmelerde artık KDP'yi Cewher Namiq, Huşyar Zebari, Gazi Zebari, Abdullah Agıri ve Fransuwa Hariri gibi isimlerden oluşan resmi bir heyet temsil edecekti.

Yaptığımız son görüşme, yaratılan provokasyonların ve yanlış anlamaların gölgesinde geçti. Bu yanlış anlamalardan, düşmanın çok yararlandığı muhakkaktı. Fakat yine de yumuşak sinyaller ile dolu mesajlar geldi Sayın Namıq'tan.

Bu görüşmede, KDP'nin şimdilik bir barış önerisi sunmaya hazır olmadığı görüldü. Ayrıca esirlerin bırakılması için daha etraflı bir plan sunulmuştu; Talabani'nin planı. KDP bu planı görüşecek ve büyük bir ihtimalle kabul edecekti. Bundan başka ellerindeki esirlerle ilgili bir liste hazırlamışlardı. Bu bizim istediğimiz listeydi. Hiç olmazsa bu iyiye işaret sayılabilirdi.

Bu benim süreç içindeki son teşebbüsümdü. Gerek Kuzeyli Kürt Partileri'nin sürece katılmaması, gerekse KDP'nin giderek barış sürecini saptırması benim kanatimi pekiştirmiş, süreçten koparmıştı dikkatimi. Güneyli partilerin Ankara sürecine kilitlendikleri artık ayan beyan ortadaydı. O halde bu sürece daha fazla kilitlenmeye gerek yoktu. Zaten Zübeyir ve Nizameddin de son olarak Süleymaniye ve Halebçe'ye gitmişler. Orada Islami guruplarla da görüşmüş ve bazı paneller düzenleyerek Kürdistani çözüm için kitle desteğini aramışlar. Bu iki SKP mensubu parlamenterin düzenlediiği panellere gösterilen ilginin çok fazla olması, kitlelerin Kürdistani bir barış konusunda ne kadar istekli olduğunu gösteriyordu.

nihayet garê

Garê, iç taraflarda yer alan ve PKK'nin daha ziyade cephe çalışmalarını yürüttüğü geniş bir dağ silsilesidir. Bu dağ sislsilesinin nerelerine gittiğimi yer ismi vererek söylemeyeceğim. Belki Türkler bu yerleri tam olarak saptayabilmiş değiller. Bundan dolayıdır bu ketumluğum. Fakat çok sarp yerlerdi ziyaret ettiğim yerler. Burada bizi bölge sorumlusu Komutan Ari karşıladı. Ari, Barzan aşiretleri topluluğuna mensup güneyli bir Kürttür. Çok kararlı, bilgili ve görevine dört elle sarılan bir insan olan Ari, çok eski bir gerilladır da.. Kendisi ile daha önce Metina'da da karşılaşmıştık. Yanında yakınım bir bayan gerilla da vardı o zamanlar, Zeynep. Bu Zeynep'le burada da karşılaştım. Zeynep de bölge yönetimindeydi.

Garê yoğun gerilla eğitiminin yapıldığı bir karargahtır aynı zamanda. Her sene buraya devresel olarak acemi birlikler gelir ve eğitimlerini tamamladıktan sonra dağılırlar. Bunların dışında eğitimlerinde eksiklik görülen gerillalar da burada eğitilirler. Ertesi gün etrafı şöyle bir gündüz gözü ile dolaştım. Hummalı bir inşa faaliyeti sürüyordu burada. Ari, bir şehir görünümü kazanmaya başlayan karargah merkezinin orta yerine bir de ışehitler anıtıı gibi bir şey yaptırmıştı. Sabah içtimasının yapıldığı spor sahasının hemen üst tarafında yaptırılan bu anıt mezarın tepesinde daimi surette bir ARGK bayrağı dalgalanmaktadır. Ne zamana kadar dalgalanacak bu bayrak burada Ari? diye sordum laf olsun diye.

Ebediyete kadarı dedi Ari. Burada kimler yatıyor Ari?

Daha henüz kimse yok. Yeni bitti. Daha önce şehit düşmüş olan arkadaşların naaşlarını peyderpey getirerek burada gömeceğiz.

Anıt mezarın hemen karşı tarafında yoğun bir faaliyet vardı. Onlarca katır, boyuna malzeme taşıyordu oraya. Anlaşılan burası malzeme açısından tüm şehrin dağıtım merkeziydi. Bir nevi lojistik deposu. Bu dağıtım merkezinin biraz yukarısında, idare binalarının yer aldığı vadi ile kesişen bir başka vadinin ağzında, yeni kurulmakta olan Asuri silahlı güçlerinin geçici karargahı yer alıyordu. Yeni kurulan bu karargahta şimdilik çok az gerilla vardı. Fakat bu gerillaların bağımsız bir statüleri, kendi öz yönetimleri ve karar organları mevcuttu. Şimdi iş bu kurumların içlerini doldurmaya kalıyordu. Kürdistan'daki uluslardan biri olarak ne yapacaklarına kendileri karar verebilecekleri duruma geleceklerdi, ki ileride kaderlerini de kendileri tayin edebilsinler. ıBu çok iyi bir demokrasi dersidirı dedim kendi kendime. Geçerken anlatayım; PKK'nin hakim olduğu bölgelerde dümyanın pek çok ulusundan insanlar vardı. Bunların arasında Asuriler'den başka; Arapları, Farsları, Pakistanlıları ve Avrupa'nın muhtelif yerlerinden insanları bir çırpıda sayabilirim.

Şehrin yerleştiği bir başka vadide bu kez yeraltı idare binasını, YAJK binasını, kültür sarayını görebiliriz. Kültür sarayı olarak nitelediğim yer altı yapısında, her an 400 kişi eğitim yapabilir, gösterileri seyredebilir veya televizyon izleyebilir. Çok iyi bir doğal savunmaya sahip olan bu geniş bina tonlarca bomba atılsa dahi sarsılamaz. Daha aşağılarda yer alan lojistik ve güvenlik gibi yönetim birimlerinin yanında pekçok manga ve takımın yerleştiği yeraltı yerleşim birimi uzanıp gidiyordu.

ARGK gerillasının çok kıskançlıkla koruduğu bir geleneğini burada zikretmeden geçemeyeceğim. Bu gerillada, bayan gerillaların günlük yaşamlarını sürdürdükleri birimler ile erkek gerillalarınki tamamen ayrıdır. Hiç bir surette resmi olamayan görüşmelerde bulunamaz bu iki karşı cinse mensup gerilla gurubu. Bundan dolayı bayan gerillalar, odun kesme ve hatta bazan yeraltı inşaatının tamamlayıcı unsurları dahil, her işlerini kendileri görürler. Orada kaldığım süre içerisinde soruşturmada bulunduğu için canı sıkılan bir erkek gerilla, kadın gerillalarla biraz dertleşmek için akşam saatlerinde onların toplu halde bulundukları mangalarından birine gittiği için ertesi gün ifadesini vermek zorunda bırakıldı.

PKK'nin kadın gerillalarla erkek gerillaları ayrı tutma hususundaki bu keskin tavrı bazı çevreler tarafından eleştirilirken, Türkler'in aksine iddialarda bulunduğunu ve bu iddialarını itirafçılara da doğrulattıklarını görmek beni şaşırtmadı. Psikolojik savaşta Türkler'in, galip gelmek için herşeyi yapıyor olmalarına neden şaşacak mışım ki? Onlar erkek gerillaların bayan gerillaları cinsel birer obje olarak kullandıklarını neredeyse davul zurna ile ilan etmekle, elbette ki kızları gerillada bulunan ana babaların moralleri bozmayı, gerillaya gitmek isteyen bayanların bu işten vaz geçmelerini sağlamak için kamuoyu baskısı yaratmayı ve en önemlisi, gerilla hareketine karşı güvensizlik yaymayı hedefliyorlar. ıNamus mefhumu çok kötü buradaı demeye getiriyorlar aklı eveller. Oysa gerillada problem, bu aşırı namus tutkusundan dolayı yaşanan, bazan da aşırıya kaçan soruşturmalar ve cezalandırmalardır.

Akşam, yönetim merkezinde bu ufak şehir turunun verdiği yorgunluğumu laflayarak atarken, Komutan Osman geldi. Osman artık bu bölgede görev yapacaktı. Ben ise sabah Doğu Garê denilen yere gidecek, orada akrabalarımdan birinin kızı olan gerilla Şêrzan'ı da görme fırsatım olacaktı. Şêrzan, Şêx Said ile aynı aileye mensup, çok inatçı bir gerilladır. Onun en büyük tutkusu büyük eylemlerde yer alarak vatana olan borcunu en iyi bir şekilde ödemekti.

Ağabeysi, Komutan Aydın'da (Şêrhat) çok iyi ve oldukça cesur bir gerillaydı. Aydın, Gabar'daki bir savaşta şehit düşmüştü. Şehit Aydın şimdi Basret Köyü, Basret şehitliğindeki ebedi istirahatgahında uyuyor.

Doğu Garê'ye gideceğimi duyan Osman, kestirme bir yol tarif etti beraber gideceğimiz arkadaşlarıma. Hay tarif etmez olaydı! Eğer benim tarif ettiğim dağ yolundan giderseniz, altı saatte falan varırsınız. Biliyorsunuz normalde 7-8 saat yürümeniz gerekirı diyordu yol arkadaşlarıma ikna edici bir dille Osman. Nereden gitmemiz gerekir? diye sordu yol arkadaşlarımdan biri.

Bunun üzerine uzun bir ıyol tarif maratonuı başladı. Nihayet her şey anlaşılmıştı arkadaşlarım tarafından. Ertesi gün bu ıyeniı ve kestirme yolu tutarak gidecektik.

doğu garê yolunda

Yola çıktığımızda yalnız olmadığımızı gördük. Askeri eğitimlerini tamamlamak için gönderilen bir gurup gerilla da bizimle birlikte bir süre yürüyecekti. Bu arada Komutan Ari, yol arkadaşlarıma son tembihlerini yapıyordu: Oraya yaklaştığınızda iki el silah sıkın sizi karşılamaya geleceklerdir. Tamam mı? Tamamı dedi gurup lideri ve yola koyulduk.

Üç saat kadar yürüdükten sonra beraber gittiğimiz gerilla gurubu bizden ayrıldı. Artık yalnızdık. Ari yanımıza bir de katır vermişti. O saate kadar binmek lüzumunu hissetmemiştim hayvana. Diğer arkadaşlar sıra ile biniyorlardı hayvana. Fakat yolun sertleşmesi üzerine zaman zaman ben de binmeye başladım. Çok dik bir rampayı çıkıyorduk. Dağın taa tepesine kadar bu böyle devam etti. Sonra uzun bir iniş yolu tutturmamız icabediyordu. iniş bittikten sonra dik bir tepe daha çıktı önümüze. Onu da aşacaktık. Böylece Osman'ın tarif ettiği yol uzadıkça uzadı. Normalde 6 saatte falan bitirebileceğimiz bir yolun, 6. saatinde kaybolmuştuk!

Gerçi Xazır suyunu gören bir tepedeydik. Karşı tarafta Türkler'in başlattığı bir orman yangını, bir nevi yol gösteriyordu bize, ama yine de nereden oraya ineceğimiz sorusu cevap bekleyen yakıcı bir soruydu. Arkadaşlara bir öneride bulundum:

Katırı önümüze katalım ve serbest bırakalım. O bize yol gösterir. Fikir olumlu karşılandı. Zaten kaybedecek bir şeyimiz de yoktu. Katır gerçekten iyi bir rehberdi. Bir ara arkadaşlar durdular. Silah sıkıp yerlerini belirteceklerdi. Iki el silah sıkıldı. Izli mermilerdi sıktıkları. Beklendi.. Fakat cevap veren hiç kimse çıkmıyordu. Biraz daha yürüdük. Vadinin karşı taraflarından, yangın yerinden bize doğru bir el feneri ışığı geliyordu. Yeniden şevklendi arkadaşlar. Iki el silah daha sıktılar. Iki de izli mermi. Karşıdan da iki mermi sıkılınca tamam dedik. Işte nihayet irtibat kurulduı diye sevindik.

Biraz sonra Xazır suyuna varmıştık. Suyu geçtik. Tatlı bir meyli bulunan bir yolda ilerliyorduk. Az sonra fenerli ekibe varacağımız için sevinç içindeydik. Arada neredeyse 500 metrelik bir mesafe kalmıştı. Birden karşıdan ürküntü veren bir bağırtı yükseldi:

Kimsiniz, durun!

Arkadaşız. Karargahtan geliyoruz, siz kimin adamısınız? diye cevapladı ve karşı sorusunu sordu. Karşı taraftaki inanmamıştı Hevalı olduğumuza. Daha da sertleşti:

Ben peygamberin adamıyım. Bir adım daha atarsanız tararım! Çok katiydi bu ültimatom. Bizim arkadaş hala bir şeyler kurtarabilir miyimı çabası içinde, karşı tarafa laf yetiştiriyordu. Ama boşuna! Karşı taraftan hiç bir cevap gelmediği gibi, lambayı da söndürmüştü. Bunun üzerine biz de mevziye yattık. Tam komedi! PKK-PKK'ye karşı! Alında seyredin işte.. Osman yol tarif etti, böyle oldu! Bu arada benim payıma düşen katırın sesli sesli otlaması yerimi öyle güzel deşifre ediyordu ki.. ıSussana be hayvan!ı dedimse de dinleyen yoktu. Hatta şöyle bir durdu ve öyle bir ıfııırrrttı çekti ki otlaması daha evladır demekten kendimi alamadım.

Sonra geri çekildik. Xazir suyunu gerisin geri geçtik. Karşı tarafta Türkler'in baskısı ile terkedilmiş ve bombardımanlar sonucu yer yer harabeye çevrilmiş bir köy vardı. Oraya yöneldik. Bu kez o taraftan iki el silah atıldı. Yeniden durduk. Ama şansımız yardım etmeye başlamıştı.

Yakınımızdan bir sesler geliyordu. Arkadaşlar oraya doğru seğirttiler umutla. Evet, o köyün fertleriydi aralarında konuşanlar. Bu köylüler, gündüzleri köylerini terk edip sarp kayalıklardaki sığınaklarda saklanıyor, geceleri evlerine geri dönüyorlardı.

Arkadaşları hemen tanıdılar. Karargahın yerini sorduk. Tarif ettiler. Bu macera da böylece tatlıya bağlanmış oluyordu. gerillalar nerede?

Sadece sekiz kişi kalmıştı karargahta. Esir alınan Türk yol işçilerinin, ücretli işçilerin ve Kürt Ordusu'nun milislerinin çalıştırıldığı yeraltı tesislerinin inşasında gözlemci olarak kalan bu gücün dışındaki tüm gerillalar araziye çıkmışlardı. Araziye çıkışlarının sebebi, ıPartinin Çocuklarıı olarak nitelenen genç gerilla adaylarının ruhsal durumlarını düzeltmekti.

Ben gelmeden önce, düşman tarafından neredeyse bir hafta süren çok yoğun bir bombardımana tabi tutulmuştu bölge. Israil destekli Türkler'in düzenlediği bu çok yoğun bombardımanın yoğunluğu, anası babası gerilla olan veya şehit düşen bu parti çocukları gurubunun sinirlerini bozmuştu. Bu arada tabii konumu itibariyle yanlış yerde inşa edilen parti okulu isabet almış, kısmi bir tahribata uğramıştı. Parti çocukları, eğer komutanları uyanık davranmasaydı, o gün orada ders görüyor olacaklardı. Işte tam da bu sırada bulunduğu mutfaktan çıkan bir milis, okulun kapısına çökmüş sıgara içerken isabet alarak şehit düşmüştü. Bütün bunlar onların genç sinirlerini bozmaya yeterdi. Komutanları bundan dolayı onları açık araziye çıkarmıştı.

Gerillada en acı gün, şehit haberinin geldiği gündür. Şehit milis için de öyle oldu. Gözleri buğulandı arkadaşlarının ister istemez. Bu arada intikam için bilenen gerillaların süratli çalışmasıyla kendisinin ebedi istirahatgahı olan bir kabir açıldı. Şehidin kısa hayat hikayesini anlatan bir konuşmadan sonra silahlar sıkılmış ve cenaze sloganların eşliğinde toprağa verildikten sonra tören bitmişti. Bundan sonrasında artık herkes, her şehidi toprağa verdiklerinde olduğu gibi, şehitle ilgili anılarıyla başbaşa kalmıştı. Ama gözyaşına vakitleri yoktur onların..

Sabahleyin yola çıktık. Başka bir yoldan geriye dönecektik. Önce bombalanmış olan parti okulunun bulunduğu alana geldik. Uçaklar hala etrafta uçuyorlardı. Bölge daha henüz yerleşime yeni yeni açıldığından dolayı, hava akınlarına karşı doğru dürüst bir sistem yerleştirilememişti. Uçaklar bunu biliyor alsalar gerek, biraz da pervasız uçuyorlardı bölgede. Bombalanmış olan okul, Xazir suyunun hemen kenarındaydı. Türkler okulu vurmakla yetinmemiş, Xazir suyunun yarattığı bir tabiat harikası olan teraslı gölcükleri de vurmuşlardı. Bu tabiat harikalarını yazıyla anlatmaya muvaffak olmak mümkün değil. Şöyle bir düşünün ki bin kişi yüzmeye gitmiş oraya.. Inanın, bin kişinin her biri bu suda yüzecek özel bir havuz bulabilir. Su, birini doldurup diğerine, oradan bir diğerine...ve diğerine... şellaleler yaparak akar gider.. Berrak, baktığınızda en dipteki bir çakıltaşını göreceğiniz kadar berraktır Xazir'ın suyu..

Burada maalesef fazla eğleşemeyecektik. Yolumuz uzundu. Gideceğimiz yerde yapacak çok şeyimiz vardı. Bundan dolayı yeniden yola koyulduk. Havuzları bir kilometre kadar takip ettikten sonra Xazir'dan ayrıldık ve gerillaların üslendikleri açık hava kampına yöneldik. Biraz sonra ateşler göründü. Sesler çoğaldı. Gerilla gurupları göründü. Kamptaydık artık.

geçici kampta

Bizi, her zaman olduğu gibi idare binasına götürdüler. Orada maceramızı dinledi yöneticiler. Bir yandan üzülüyor, bir yandan da kendilerini tutamayıp gülüyorlardı durumumuza. Hele katırın beni deşifre etmesi, kahkahalara yol açıyordu. Orada bir tanıdığımın oğluna da rastladım. KDP'li olduğu iddiasıyla 12 Eylul rejimi tarafından gözaltına alınan cefakar Malla Arif'in oğlu. Gaziydi bu kararlı insan. Az sonra Şêrzan'da geldi. Onu ilk kez görüyordum. YAJK'ın sorumlusuydu ve yönetimdeydi. Çok büyük bir istekle savaşçı birliklere katılmak istiyordu. Birlikte fotograflar çektirdik, sohbet ettik. Onun selamını anne ve babasına iletecektim.

Mıntıka Sorumlusu, bana çalışmaları ile ilgili bilgi verdi. Burası bir cephe çalışması üssü ve eğitim kampıydı. Kendilerine sürekli olarak yeni katılımlar olur. Onlar, bu insanları eğiterek diğer birimlere aktarırlar. Yarın, bir gurup ıparti çocuğuı ve buradaki eğitimini tamamlamış olan bazı arkadaşlar, orta Garê dediğim yere intikal etmek üzere kamptan ayrılacaklar. Bu parti çocukları, bazan gerçekten çok küçük oluyorlardı. O zaman onlara özel bir ihtimam gösterilmesi gerekiyordu. Öğrenimlerini, okuma yazmayı hep burada öğrenecek, burada şekil alacak ve daha sonra (16 yaşından sonra) gerillaya katılacaklar. Bildikleri tek aileleri burasıydı..

Odun boldu. O gece açıkta yatmamıza, hava yağışlı olmasına rağmen, sabaha kadar hiç üşümedim desem, yalan olmaz. Siz yaşayın emi!

Ertesi gün, bir töreni yaşayacaktık. Buradaki eğitimlerini bitiren parti çocukları ve ıacemiı gerillalar Garê'nin merkez karargahına intikal etmek üzere ayrılacaklardı. Bu tören benim için oldukça ilginç olacaktı. Hemen fotograf makinasına davrandım ve töreni kollamaya başladım. Bir tarlayı tören alanı olarak kullanıyorlardı gerillalar. Hem misafir gerillalar, hem de kalacak olanlar bir anda tören alanına doluştu. Iki tarafta dizildiler. Biribirlerini karşıdan görüyorlardı. Gidecek olanlar takriben 15 kişiydi ve çoğunluğu parti çocuğuydu. Önce parti sorumlusu söz alarak;

Bu gördüğünüz arkadaşlar, buradaki eğitimlerini ve görevlerini bitirmiş bulunuyorlar. Şimdi başka alanlarda başka görevleri yerine getirmek üzere ayrılacaklar aramızdan. Sonra daha başka şeyler de ekledi ve konuşmasını bitirdi.

O şeker gibi çocuklar hem çok bağlandıkları buradaki arkadaşlarından ayrılacakları için üzülüyorlardı, hem de yeni yüzler görecekleri için sevinçliydiler. Sıra el sıkışarak ayrılmalarına gelmişti. Hepsinin yüzünde hüznün izlerini görmemek mümkün değildi. Gidiyorlardı işte. Kimi Garê'deki merkeze, kimisi de daha uzaklara. Mesela; Ahmed Repo.. Oradakilerin son görüşü olacaktı bu değerli komutanı.. Repo, Botan'a gidiyordu. Orayı belli bir düzene sokacaktı. Şehit düşünceye kadar da bu işi yaptı. Diğer gidenler için de aynı şey geçerliydi. Bir daha görüşüp görüşemeyecekleri şüpheliydi.. Savaş bu kim bilir! El sıkma işlemi kısa sürede bitti. Gidecek olanlar, yola çıkmışlardı bile. Bu sırada kalanlar gidenleri; Bıji Serok Apo!ı sloganları arasında alkışlamaya başladılar.

Yanıbaşımdaki bir bayan gerilla, elindeki klaşinkof tüfeği ile bir şarjör mermi boşalttı. Tören bitmiş, ama coşku bitmemişti. Birden dilana durdular. Beni de sürüklediler başladıkları govende! Bu böylece uzun süre devam etti. Sıra bizim de hareket etmemize geldi. Aynı töreni bizim için de yaptılar. Bir günde yaşanan iki coşku, besbelli ki uçakların yarattığı moral bozukluğunu alıp götürmüştü. Bu arada orada bulunduğum sırada çok takıldığım bir gerilla, Korucubaşı ve Hakkari Milletvekili Mustafa Zeydan'ın ıoğluı gerilla Yücel Zeydan bir tepeye tırmanmış ıPKK saflarında birleşelimı diye bütün sevimliliği ile bağırıyordu.. Çok seviyordu partisini Yücel.. Onu kırmadım ve cevapladım:

Evet Heval! PKK'de buluşalım! Bu onu son görüşüm olacaktı. Çünkü bu kahraman gerilla, Türk Ordusu'nun Güney'i işgali sırasında şehit düştü. Yola çıktıktan bir müddet sonra müthiş bir yağmur yağmaya başlamıştı. Adeta bardaktan boşalırcasına derler ya öyle işte. Birbuçuk saat sonra bir köye vardık. Bir de ne görelim, partinin cıvıl cıvıl çocukları orada değiller mi! Yakalamıştık onları. Ne yapıyorsunuz burada? Bir şey mi oldu?ı diye sordu arkadaşım. Cevapları iç rahatlatıcıydı.

Bir şey yok. Çay içeceğiz.

Biz de bir köy evine geçtik. Burası Zebariler'in mıntıkasıydı. Hem de Zebariler'in ta Mustafa Barzani döneminden beri her zaman yurtsever olan kesiminden insanlar yaşıyordu bu köyde. Diğer Zebariler'le, Hayatları boyunca merkezi hUkümetle içiçe yaşamış olan Mesut'un dayıları olan Zebariler'le araları bozuktu. Hatta aralarında kan davası bile vardı. Biraz sonra içeriye bir başka gerilla komutanı da girdi; Ahmed Repo. Repo çok eski bir gerilladır. Parti O'na Botan yöresinde görev vermişti. Iki günlük yoldan geliyordu ve daha günlerce yürüyecekti görev yerine varmak için.. Sohbet ettik. Çayımızı içtik ve oradan ayrıldık. Repo ile Zap'ta bir kez daha karşılaşacaktık.

Iki saatlik zorlu bir yürüyüşten sonra nihayet Garê'ye varmıştık. O gün orada yatacak, ertesi gün ise Zap'a doğru yola çıkacağız.

zap cumhuriyeti

Yağmur dinmek bilmiyordu. Gece de olmuştu. çok yorgunduk, ama telsizci hemen karargaha hareket etmemiz gerektiğini bildirmişti. Yeniden tırmanışa geçecektik. Bu kez sorun ben değildim. Sorun birlikte gideceğimiz bayan gerilla arkadaşın yorgunluğuydu. Iki gündür yolda olduğu için bitkinmiş. Yerinden bile kıpırdayacak halde değildi. Ama mecburen gidecektik.. Böylece Gerilla Andok'un mekabıyla sıkça uğradığı Zap'ın nizamiye kapısı sayılan yerden dağların yolunu tutarak ayrıldık.

Zübeyir buraya Andok'un yeriı diyordu. Yolumuz aslında pek uzun değildi. Yağmur, karanlık ve yorgunluk olmazsa aslında kısa bile sayılırdı. Işte bu üç faktör birleşince olan oluyor, yolu bile bulmakta güçlük çekiyorduk. Yol boyunca espriler yaparak arkadaşlara moral vermem işe yaramış, takriben ben hariç hiç kimse yorgunluktan şikayet etmemişti.

Hastanenin bulunduğu yere vardığımızda, Gerillaları Türk televizyonlarındaki haberleri dinlerken bulduk. Televizyonlar, bir iki gün önce bırakılan esirler ile ilgili haberleri geçiyorlardı. Riza ve taşıdığı M-16 tüfeği ile gerilla Azad her kanalın haber saatinde başrol oyuncusu gibi idiler bugün. Bu arada Van milletvekili Erbaş, kendisine saldırı üstüne saldırı düzenleyen ırkçılara laf yetiştirmekle meşguldu ve doğrusu bunu çok da iyi beceriyordu. Arkadaşlarla merhabalaşmadan önce bu komediyi seyretmek iyi geldi bana. Yorgunluğum geçer gibi oldu. Sonra Riza ile birlikte çaylarımızı bile içmeden aşağıdaki idare merkezine geçtik. Biraz sohbet ettik, çaylarımızı içtik ve yattık.

Gece ertesi sabah ile ilgili planlar yapmaya başlamıştım. Bir dökümanter film hazırlamak iyi gidebilirdi. Sabahleyin konuyu Riza'ya açtım. Çok olumlu buldu. Hemen Halil'i çağırarak yanıma verdi. Ben bir yandan teyp bantları ile gerilla hikayeleri toplamak için çırpınırken öte yandan da nasıl bir film hazırlayacağımın senaryosunu tasarlıyordum. Sonunda en iyisi bu dar zamanda spontan bir film hazırlamaktır dedim ve yola koyulduk. Zap Cumhuriyeti dediğim bu kurtarılmış bölgelerin başkenti sayılan bölgede yükselmekte olan kurumları tanıtacaktım.

kıyıda

Zap Cumhuriyeti'nin başkenti olarak nitelediğim topraklar, bir taraftan öte tarafa kadar gerilla yürüyüşüyle beş saat ve enlemesine 7-8 saat süren genişlikteki bir alanı kapsar. Bu topraklarda, bütün kurtarılmış alanları yönetecek olan kurumlar oluşturuluyor. Bunları filme almak için önce bulunduğum yerden tatlı bir meyille bir buçuk saatlik bir yürüyüşle gidilen Zap ırmağının kıyısına indik. Yağmur durmadan çiselediği için Riza'nın yağmurluğunu ödünç almıştım. Bacağımdaki disk ağrısı olmasaydı, doğrusu yürüme ile ilgili hiç bir problemim kalmayacaktı. Ama yine de artık günde dört saatlik yürüyüşü rahatlıkla yapıyordum, ki bu süre günü kurtarmama yetiyordu.

Burada, takımların barınacağı yeraltı evlerinin yanında parlamento, misafirhaneler ve kültür sarayı gibi çok önemli müesseseler birbirlerinin hemen yanında değil, muhtelif aralıklarla inşa ediliyorlardı. Bu inşaatların en önemli yardımcı araçları olan ve büyük gürültülerle patlayan dinamitler, adeta Zap'taki dirilişi müjdeleyen havai fişek gösterileri gibi geliyordu bana. Zap'ı kesen ve uzunluğu 15 kilometreyi bulan bir başka vadide ise her gerilla takımı için ayrıca birer yeraltı barınma ünitesi yapılmaktaydı. Milisler ve ücretli işçiler, her tarafta bir yandan yol inşa çalışmalarını yürütüyor, öte yandan da katırların yardımıyla şuraya buraya harıl harıl malzeme taşıyorlardı. Zap'ta artık mangaların ayrı ayrı yerleşmesi pratik sayılmadığı için, yeraltı tesisleri bir takım gerillayı barındıracak büyüklükte yapılmaktaydı.

Zap'ı inşa eden mimar, pratikten yetişme bir gerilladır ve o da Osmanlı mimarı ile aynı adı; Sinan adını almıştı. Sinan, çok çalışkan ve külturlü bir mimar olmakla kalmıyor, işin teorisine de vakıf olduğunu her halinden belli ediyordu. Tam da düşman çatlatan bir tip! Şimdilerde Zap'ın kültür sarayı'nın inşa edildiği yakasının su sorununu hal etmekle meşgul. Çünkü o tarafta temiz su bulunmuyor. Karşı yaka ise gümbür gümbür akan pınarlarla kaynıyor..

Ne zaman bitebilir bu proje? diye soruyorum. Cevabını biraz temkinli veren Sinan;

Biz malzeme taşıma işini başlattık. Her şeyin tamam olması, savaşın gidişatına bağlıdır. Fakat geçici bir çözüm sağladık gördüğün gibiı diyor ve lastik bir boru vasıtasıyla karşı taraftan getirilen suyu gösteriyor. Borudan akan bu buz gibi sudan içtik ve ellerimizi yüzümüzü yıkadık.. Hem de ahmak ıslatan türü yağan yağmura rağmen.

Sonra parlamentonun yeri olarak tasarlanan alana yöneldik. Buranın inşasını; ımalzemenin temin durumuna göre 1997 yılı içerisinde bitirmeyi tasarlıyoruzı demekle kalmıyor, bu konuda epey iddialı gibi de görünüyor. Aslında parlamentonun kaba inşaatı sayılan yer açma işlemi hemen hemen bitti sayılır. Iş, duvarların belli bir plan çerçevesinde örülmesine kalmıştır.

Teleferiği gösteriyor bana. Sonra bunun yetersiz kaldığı anda bir asma köprü ile yer değiştireceğini ekliyor bir sorum üzerine. Cevabını en fazla merak ettiğim sorulardan birini yöneltiyorum Sinan'a; Zap'ın balıkları ile aranız nasıl Sinan arkadaş? Sinan bu konuda oldukça iddialı konuşuyordu:

Oldukça nefis olan bu balıklardan hem çok yiyiyoruz hem de gelen misafirlere çok yedirdik. Duyduğuma göre Zübeyir buraya haklı olarak; 'Sinan'ın balık lokantası' diyormuş. Bir lokanta gibi işlemese bile, burada yaptığımız oldukça kaliteli ızgaralardan pek çok yabancı misafir de memnun kalmıştır. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Buradan Sinan'ın tamamlanmak üzere olan en önemli eserini, Kültür Sarayı'nı görmek için yürüyoruz bir müddet. Sinan ve kendisine yardım eden milisler, gerçekten çok muazzam bir eser vücuda getirmişler.

Zap'ı yalayan bir yapıdır bu, bir yalı.. Bahar aylarında kuduran suların baskınından korunmak için binanın tabanı yerden itibaren, neredeyse 6-7 metre yükselecek şekilde taşla veya toprakla doldurularak inşa edilmiştir. Çok kısıtlı imkanlarla yaratılan bu eser gerçekten görülmeye değer. 400 kişi rahatlıkla oturup; ders konferans ya da düzenlenen herhangi bir eğlenceyi izleyebiliyor. Işıklandırması da yeterli olan bu yapıyı aydınlatan enerji şimdilik motorlu bir jeneratörle sağlanıyor. Ama yakında Zap'ın sularından enerji elde edilmeye başlanacak. Işte o zaman siz görün gümbürtüyü.. Bu yapının çok daha ilerisinde, filme almayı red ettiğim tutukevleri ve diğer bazı güvenlik birimleri yer almaktaydı.

Bu tutukevlerinden birinde, o sırada partiyi dolandırmaktan sanık Baxistanî de yattığı için yapıların yanına yaklaşmayı dahi insanlık dışı buldum. Çünkü Baxistanî, beni kendisinden nefret eden biri olarak tanıyordu. Ben oraya gidersem, kendisini teşhir amacıyla oraya uğrayıp filme almaya çalıştığımı sanacaktı. Hem bunu diğer tutuklular da böyle yorumlayabilirlerdi, ki bu tamamen yanlış bir kanıdır. Kendisini veya kendilerini tanımam ki..

yajk'ta

Kürt kadınının yükselen mücadelesinin sembolu olan YAJK, Zap'ın başkentinin ıen mutena semtlerinden biriınde merkez tesisini kurmuştu. Harika bir vadinin balkonu gibi duran bir yerde kurulmuş olan bu tesisin kapısından dışarıyı seyredenler, gerçekten bakmaya doyum olmaz bir manzara seyretme olanağına kavuşurlar. Içerisinde pek çok evin yer aldığı bu yeraltı tesisi, tamamen Kürt kadınının eseridir.

Bir köşesinde idare binası bulunuyordu. Orada YAJK sorumlusu Helin ile karşılaştık. Helin Avrupa'dan gelmişti Zap'a. Avrupa'da iken çok faal olan bu bayan, yönetimin dikkatini çekince ve bir de kendisi ısrarla müracat edince sıcak bölgelere kaydırılmış bir gerilladır. Gururla tanıtıyor içerideki tesislerin kalan kısmını. Arka tarafta 100 kişinin rahatlıkla ders dinleyebileceği bir okul inşa etmişler. Okulları çok zevkle dekore edilmiş, tabii ki imkanları oranında. Jeneratörleri ben oraya gitmeden bir kaç gün önce bozulduğu için, aydınlanma sadece denizci fenerlerinin yardımıyla sağlanıyordu o sıralar. Bunun için kaliteli bir film alamıyoruz. Ama yine de neyin ne olduğunu aşağı yukarı belirtebiliyoruz Halil'in ustalığı sayesinde. Yapının orta yerinde içtima yaptıkları bir alan düzenlenmiş, ki bunların hepsi kapalı bir alanda yer alıyor. Dikkat çekici yön budur.. Ön tarafta, bayan gerillaların kaldığı bir de yatakhane vardı. Yatakhane de kapalı alanın içerisindeydi tabii ki..

Helin, bana ARGK içindeki bayan gerillaların oransal olarak az olduklarını, ama sayı itibariyle 4000 gibi küçümsenemez bir rakkama ulaştıklarını söylüyordu.

Helin'e;

Ne o Helin arkadaş, yoksa ordulaşıyor mu Kürt kadını? diye soruyorum. Bir an yüzünde bir gurur ifadesi şöyle bir belirdi ve kayboldu. Sonra büyük bir ciddiyetle:

Evet ordulaşıyoruzı dedi. Bunun tüm birimlerde hemen bağımsız birlikler halinde örgütlenecekleri anlamına alınmaması gerektiğini söyledi. Birliklerin konuçlandıkları yerlere ve sayısal durumlarına göre bu tür bağımsız veya erkeklerle geçici olarak karma birlikler şeklinde örgütlenilebileceğini belirtti. Ama hedef, bir kadınlar ordusu oluşturmaktır. Zorlama olmadan ve özentiye kapılmadan..

Konuşacak daha çok şey vardı. Ama bazı şeyleri gözlerimizle görmemiz daha iyi oldu. Gördüğümüz bayan gerillalar odun topluyor ve kırıyorlardı. Duvar örmek için kocaman taşları taşımış, kaldırarak hayret edilecek bir beceriklilikle kendi yapılarının duvarlarını kendileri örmüşlerdi. Bu arada, büyük yapının kapısından çıkarken, benimle Zap'a gelen bayan gerillaya da rastladım. Bana; ıyine düşüyormusun?ı diye soruyordu gülerekten..

lojistik'te

Lojistik, bir gerillanın silah, mühimmat, giyim ve yiyeceğinin tümünü temin eden kurumdur ve bir yerde hareketin namusu sayılır. Bundan dolayı bir lojistikçinin hiyaneti, koskoca bir mıntıkayı aç bırakabilir. Lojistikçilerin, ARGK'nin en sağlam elemanlarından seçilmesi bundandır.

Zap Cumhuriyeti'nin başkenti olarak belirlediğim yerdeki lojistik kurumu iki göreve sahiptir; biri sadece Zap'a yönelik olanı, diğeri ise tüm ARGK'ye yönelik olanı. Zap'a yönelik olanında sadece Zap şehrinin ihtiyaçlarının temini söz konusudur.

Öte yandan tüm hareketin bazı ağır ihtiyaçlarını temin etmekle de yükümlüdür Zap'taki lojistik kurumu. Ama bu, her eyaletin ve hatta her birimin kendi öz lojistik birimini kurmasına ihtiyaç yoktur anlamına gelmez. Aksine sıkı bir koordinasyon geliştiren tüm birimler, hem merkezi bir çalışma geliştirmişler, hem de eyalet düzeyinden tutun daha aşağı birimlere kadar bağımsız birer ışubeı oluşturmuşlar.

Yani pratikte desentralizasyon ön plandadır. Son zamanlarda Parti Liderliği bu desantralizasyonun daha da ileri götürülmesi için yoğun bir baskı uygulamaktadır. Bu seneki hedeflerinin iki senelik ihtiyaçlarını depo etmek olduğunu söylüyor gerillalar. Muhtemel herhangi bir uluslararası ablukaya karşı tabii. Bundan dolayı, 1996 güzünde çok hummalı bir alım süreci yaşadı birimler. Katırlar, malzeme taşımaktan bitkin düşmüş vaziyetteler. Her bölgede geniş depolar oluşturulmuş. Buralar, boyuna takviye malzeme ile dolduruluyor. Sekiz katlı bir yeraltı mağarası da keşfeden Zap'taki gerillalar, burayı da hazırladıkları yüz basamaklı ip merdivenlerin yardımıyla, ağzına kadar malzeme ile doldurmuşlar. Bu yeraltı mağarasının giriş kapısının neresi olduğunu, eğer oranın sorumlularından biri size göstermezse yanına bile gitseniz bulamazsınız.

Gerillaların artık kendi emeklerinin ürünü olan gıdalar ürettiklerini biliyormuydunuz? Onlar hem hayvancılık yapıyorlar, hem de tarımcılık. Bu sene turşu, reçel ve un imal etmişler. Unu kendi değirmenlerinde öğütmüş, kendi fırınlarında ekmek haline getirmişler.

Yakında kurulacak savaş köyleri sayesinde bu işi daha da ileriye götürmeyi planlıyorlar. Bu proje için milyonlarca dolar tutarında bir bütçe ayrılmış bulunuyor. Bu para ile hem hayvan ve malzeme alımı yapılıyor, hem de savaş köyleri inşa ediliyor. Her evi; ya bir sığınağa dayalı, ya da yeraltında inşa edilen bu köylerin, yarı veya tam kurtarılmış bölgelerde kurulması planlanmıştır. Böylece savaş dolayısıyla yerinden yurdundan edilmiş olan yurtsever Kürt Halkı'nın hem iskan sorunu halledilmiş, hem de onlar; Birleşmiş Milletler Mülteciler Komiserliği gibi ABD'nin propaganda düdüğü haline gelmiş olan uluslararası kurumlar eliyle itilmekten ve kakılmaktan kurtarılmış olacaklar.. Tıpkı Etruş kampında olduğu gibi. Neresinden bakarsanız bakın, dünyaya karşı bir direniştir bu! Lojistikte; depolamanın dışında, bir de imalat ve tamir faaliyeti sürdürülüyor.

Portatif bir fabrika kurmuşlar Zap'ta. Bu fabrika istenildiği zaman bir gün içerisinde sökülüp götürülüyor. Orada çok iyi bir usta olan bir Türk gerilla ile karşılaştım. Göğüs kabartıcı bir namus abidesiydi Heqqiyê Tırk.. Bir yeraltı fabrikası gibi işleyen bu ünitede telsizlerin fonksiyonlarının değiştirilmesi dahil her türlü tamir işi çok olağandır. Eski silahınızı oraya teslim edin, geri istediğinizde size verilecek olan silahı tanımanız mümkün değil. Çünkü yepyeni bir ımakinayıı geri alacağınız kesindir. Radyo alıcılarının bile imal edilebildiği bu kurumda çalışanların ancak çok cüz'i bir kısmı düzenli elektronik eğitiminden geçmiş. Geriye kalanlar, bir iki el telsizi veya radyoyu ıbozarakı bu seviyeye ermişler. Yani mektepli değil, alaylı..

Bölgenin savunması ile ilgili tedbirler de çok dikkatle alınmış. Komutan Mahir'in bildirdiğine göre ARGK, pasif savunma sistemlerinin yanında caydırcı sistemler de geliştirmiş bulunuyor. Bu çerçevede çevredeki her yüksek tepenin başına bir doçka kurmuş gerillalar. Bunların içinde 12,7'likler, 14,5'likler ve bilhassa 23'lük toplar en gözde olanları. Şimdilerde stingerler ve katyuşalar da devreye girdi pekçok birimde. Sam-7'ler ise oldukça yeterli bir seviyede kullanılıyor.

Daha başka silah sistemlerinin devreye sokulması da an meselesi. Bunun dışında kilometrelerce mesafelere kadar uzanan kazılmış mevzilerle kara saldırılarının göğüslenmesi hedeflenmiş. Mevziler tunellerle takviye ediliyor. Velhasıl, ıteknolojiyi boşa çıkarmakı için her şeyi yapmış gerillalar. ıZavallı Türklerıin o dili de olmazsa, ışu kadar eşkiya öldürdük, bu kadar kişiyi ölü ele geçirdikı gibi yalanları da olmazsa acaba ne derlerdi verdikleri bu kadar kayıp karşısında..

basın-yayın

Zap'ın bir başka köşesinde, iki ayrı yeraltı tesisinde çalışan basın yayın kurumları görüyoruz. Biri bayanların diğeri de erkeklerin çalıştığı bu kurumlar, gerillanın bilgilenme ihtiyacının karşılanmasında çok önemli roller oynuyorlar. Bunlar hem partiden gelen, hem de YAJK'dan gelen teype alınmış talimatları çözümler, yayınlarlar. Hêlin'in bildirdiğine göre ayrıca gerillalardan gelen roman ve hikayeleri de yayınlanmaya hazır hale getirirler. Hareketin ihtiyaç duyduğu her türlü yazıyı hazırlamak da bu kurumun işidir. Bundan başka tarihi yazılı hale getirme çalışmaları da sürdürülüyor. Yayın kurumunun erkek bölümünde Avrupa'da yaşayan pekçok Kürt'ün tanıdığı; MED-TV'den giden Ahmet, Avukat Ferda ve Halil gibi gerillalar da var. Dünya ile haberleşme konusunda çok iyi durumda olan bu kurumun elemanlarının bir eksiği var; radyo alıcısı..

Bu kurum, 1993'teki parti kongresinden sonra kademeli olarak vücut bulmuştu. 1995'te yapılan PKK'nin 5. kongresinden sonra kurum, saptanan ıiktidarlaşmaı hedefi yönündeki adımlara ayak uyduracak hale getirilmeye başlandı. Tüm birimlerden gerillaların sicillerinin toplanması ve arşivlenmesi de bu kurumun görevleri arasına alınmış durumda. Bir gerillanın akibeti hakkındaki sorularına cevap arayan herkes bu cevabı Basın-yayın kurumunun arşivlerinden rahatlıkla edinebilir. Kurum, ayrıca partinin yazılı belgelerinin genel bir arşivini de tutuyor. Bu belgeler toplanıyor, düzenleniyor ve tüm insanlığın hizmetine sunulacak hale getiriliyor. Tam bir devlet kurumu gibi çalışıyor, değil mi? Hem de Türk Devleti'ni kıskandıracak bir kurum gibi.. Bu yazının hazırlandığı sıralarda, Türk Devleti'nin KDP ile işbirliği halinde yürüttüğü saldırılardan dolayı bu kurum da diğer pek çok kurum gibi kelimenin tam anlamıyla portatifleşmiş bulunuyor.

muhabere

Basın yayın kurumu, muhabereye komşu sayılabilecek bir mesafede kurulmuş. Yarım saatlik bir yürüyüş mesafesinde.. Uzun günün sonunda muhabere merkezine vardığımızda artık epey yorgunduk. Orada hem gerillalarla konuşacak, hem de dinlenecektik. Bir de daha önce nefret ettiğim, ama şimdi bu nefretimin sevdaya dönüştüğü bir çay yapsalar keyfime diyecek olmazdı doğrusu..

Muhabere biriminin sorumlusu Cafer'in verdiği bilgileri dinlerken bu kurumun önemini daha iyi anlıyor insan. Bu birim, Zap Cumhuriyeti'nin gözü, kulağı.. Düşmanı dinlerler, düşmanın TV'lerini seyrederler ve önemli haberlerini tahlil etmek üzere kaydederler. Bunun dışında tüm eyaletlerde süren savaş ile ilgili haberler ve bölgelerde cereyan eden olaylar, sabah saat 11.00'de başlayan tekmillerle eyalet sorumluları veya eyaletlerin muhabere sorumluları tarafından merkez karargaha bildirilir. Bu bilgiler yazılı hale getirildikten sonra Genel Karargah Komutanı'na sunulduğu gibi, başkanlık alanına da yine telsizle rapor edilir. Başkanlık alanına gelen bu bilgiler, sakıncalı olanları hariç, dünya kamuoyuna sunulmak üzere DEM ajansına fakslanır. Bu arada eyaletler, önemli ve gizlilik derecesi olan bilgileri şifre ile geçirirler merkeze. Daha etraflı muhabereler, uydu telefonları ile yapılır ki bunların düşman tarafından zaptı veya dinlenilmesi çok zordur.

Muhabere alanında uydu telefonu ve büyük telsiz cihazından başka; bilgisayarlar, writerler, faks, daktilo birimleri ve ufak bir de tamir atölyesi bulunuyor. Büyük telsiz cihazlarından her eyalette, eyaletin alt bölgelerinin tümünde, bazan mıntıkalarda bile bulunur.

Kürdistan'ın aşağı yukarı yüksek dağlarının tümünde, böylesi büyük telsiz cihazları kullanan muhabere timleri görev yaparlar. Bu, ARGK'nin haberleşmeye verdiği önemi gösterir. Bilgisayarlar, ise türlü işlerde kullanılıyor. Bu arada sicillerin de bilgisayara yüklenmeye başlandığını gördüm. Türk Devleti'nin daha henüz ulaşmaktan uzak olduğu bir sistem!

Muhabere bölümü ayrıca tüm parti yazışmalarının da yapıldığı bir yerdir.

hastane

Sağlık kurumunun bir ünitesi olan Zap Hastanesi, çok güzel inşa edilmiş bir yeraltı tesisidir. Üç odalı olan bu tesisin ayrıca, sıkışıldığında 200 kişinin girebileceği iki de sığınağı vardır.

Kapalı bir tuvalete sahip olan hastanede bir de eczane bulunuyor. Bir doktor, iki hemşire ve bazı hasta bakıcıların görev yaptığı hastane, yakında yerini bu bölgede yapılacak olan daha geniş bir hastaneye terk edecek. Yeri saptanmış olan bu yeni tedavi kurumunun süratle tamamlanarak faaliyete geçmesi için yurtseverler ellerinden geleni yapıyorlar.

Bu yapıda oldukça kullanışlı bir ameliyathane, koğuşlar ve muayenehane bulunacak. Doktorların tümü pratikten yetişme olan gerilla hareketi, devresel de olsa oraya gidip görev yapacak olan doktorlara muhtaçtır. Bilhassa göz, ortopedi, diş ve genel cerrahi konularında uzman elemanlar aranmaktadır. Avrupa'da yaşayan Kürt doktorlar artık silkinmeli, ülkelerinin savunmasına bu yönden de olsa katkıda bulunmalıdırlar. Bu çok zor değildir. Oraya gidecek olan doktorlar, hiçbir güvenlik endişesi taşımamalıdırlar. Sadece gidecek iradeyi beyan etsinler yeter. Kendilerine gidecekleri yere kadar yardımcı olunacağı kesindir.

Doktor Ržbar'ın bildirdiğine göre, Gerilla'da hastaneler bölge esasına göre oluşturulmuştur. Güney'de; Garê, Metina, Avaşin ve çiyayê Sipî'de birer ünite bulunuyor. Buralarda görev yapan ve pratikten yetişen doktorlar, hastaları başka yerlere sevk etmeden tedavi etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu arada Avrupa'da yüksek hemşire okulunu bitirdikten sonra gerillaya katılan Dersimli bir hemşireye de rastladım hastanede. Çok iyi bir öğrenim görmüş bu hemşire, daha fazla faydalı olmak için bilhassa Avrupa'daki yurtseverlerin ilgisini bekliyor.

okul

Zap'ta, halen kullanılmakta olan bir ıKadro Eğitim Okuluı bulunmaktadır. Bu kadro eğtim okulu son saldırıda Türkler'in ızapt ettikı dedikleri yer değildir. Orası, damladığı için gerillalar tarafından terkedilmiş bir yerdi. Şu yazının hazırlandığı sırada o mıntıka da gerilla kontrolu altındaydı. Asıl okul daha içlerde ve gizli bir yerde kurulmuştur. Sorumlu Harun'un bildirdiğine göre okulun şu anda 200 cıvarında öğrencisi bulunuyor. Bu okula ülkenin her tarafından, gerilla komutanları ve çeşitli seviyelerdeki parti kadroları devresel olarak gelerek siyasi eğitimlerini bitirir ya da siyasi konulardaki bilgilerini tazelerler. Eğitim şimdilik sadece Kürtçe verilmektedir. Fakat yakında Türkçe eğitim veren bir okul daha buna eklenecektir.

Zap'ın eğitim amaçlı faaliyetlerinden biri de, pratik askeri eğitim veren birimidir. Bu birimin sorumlusu olan Mahir, askeri okul bitirmiş bir komutandır. Pratik askeri eğitimin yanında yakında faaliyete geçmesi beklenen bir teorik askeri eğitim okulu veya akademi de planlanmaktadır. Bu akademi, Türk Harp Akadamisi'nin özdeşi olacak.

Buralarda tetkiklerde bulunan bazı dost gerilla uzmanları, ARGK gerillasını gerek imkanları ve gerekse bu imkanları kullanma becerisi açısından ıbeş yıldızlı gerillaı olarak nitelemişler. Kendileri şerefine yapılan bir askeri tatbikatı da izleyen bu Avrupalı uzmanlar, Kürt gerillalarını performans açısından misli görülmemiş bir gerilla olarak niteliyorlardı.

Okuldaki çekimleri bitirdikten sonra Ozan ile buluştuk, çay içip sohbet ettik. Ozan çok hoş sohbet bir gerillaydı. Kendisi daha önce Türk solunun bir partisinde, birçok önemli görevler yüklenmişti.

Ozan'ın ARGK gerillasında da hizmetleri oldukça fazladır. Fakat Ozan'ı diğer arkadaşlarından ayıran bir özelliği vardı, da şu; gerilla savaşı aşamasında Kürt Ulusal müzesinin kurucusu olması.. Çeşitli yerlerdeki sığınak kazılarında gerillalar tarafından bulunmuş olan tarihi eserleri bir araya toplayan Ozan, onları gözü gibi korumaktaydı.

Büyük ve takdir edilmesi gereken bir hizmetti bu bence.. Savaş sırasında tarihe ışık tutacak eserlere sahip çıkabilmek, onları kem ıelılerden sakınabilmek az şey mi? Arkadaşları Ozan'a çok takılırlardı. Şaka kaldıran bu Koca Çınar'ın bir de disiplinlilikle ilgili hikayesi anlatılır. Ozan, daha henüz ARGK'ye ilk katıldığı ilk günlerde, daha sıkı bir disiplin nasıl sağlanır sorusuna cevap ararmış. Bir gün bölge yönetimini ikna ederek, tıpkı Türk Ordusu'nda olduğu gibi, subayların her görünmesi ile oradakilerin ayağa kalkarak saygı dürüşuna geçmesi mecburiyeti getirmiş.

Fakat aksilik bu ya, o gün hem içeri girip çıkan komutanlar çokmuş, hem de oturulan manganın kendi sorumlusu ishal olmuş. Yani giden gelenin çokluğu dolayısıyla oradaki gerillalar neredeyse hep ayakta durmak zorunda kalmışlar. Son komutanın dışarı çıkması ile ayağa kalkmış olan gerillalar tam oturacakken, ishal olan sorumlunun geri gelmekte olduğunu gören kapıya yakın duran arkadaşları: Heval zahmet etmeyin, biri daha geliyor! dedi.. Ve bir kahkaha koptu.. Sihir ve Ozan'ın getirmek istediği o ordusal şekli disiplin bir anda bozulmuştu. Işlemiyordu bu sistem. Komutanla gerillanın iç içe yaşadığı, aynı çadırı istirahat yeri olarak kullandığı bir alanda bu sistem nasıl işleyebilirdi ki! Kaldırıldı tabii. Bu, anlatıldığında Ozan'ı hem güldüren hem de zaman zaman kızdıran anılardan biriydi..

Ozan, Mayıs-1997'de, KDP-Türk ortak harekatı sırasında işbirlikçilerin eline düşeceği sırada üstünde bomba patlatarak kendisini imha etmişti. Böylece Kürdistan devriminin unutulmaz şehitleri safına katılan bu kahramanı saygıyla selamlıyorum.

cuma ve abbas geliyor

Dökümanter film çalışmalarımı, verdiğim aralarla birlikte bir haftalık bir süre içerisinde bitirebildim. Dönüş yolculuğuna çıkmaya hazırdım artık. Elde ettiğim bunca dökümanı bir an önce düzenleyerek yayınlamak istiyordum. Böylece gerillaların sesini dünyaya duyurmak için elime geçen fırsatı en iyi bir şekilde değerlendirmiş olacaktım. Elimdeki materyalden; beş-altı hikaye kitabı, 1984 devriminin tarihi, bir dökümanter film, gazeteye seri yazılar, internete fotograflar verme gibi şeyler yapmayı planlıyordum. Bu arada talep olursa seminerler de verebilecektim.

Zap'taki işlerimi bitirdiğim zaman Riza, Cuma'nın Buraya gelmekte olduğunu bildirdi. Demek dönmeden önce kendisini son olarak bir daha burada görebileceğim. Bu arada sanki ısözleşmişıler gibi, Abbas'ın da Oramar'daki görevini bitirip aynı zamanda buraya geleceği haberi ulaştı. Onu da görmek iyi olacaktı. Çünkü ikisi de benim kahrımı epey çekmişlerdi.

Bu arada teyp bantları ile gerillaların hatıralarını kaydediyor, fotograf kolleksiyonumu tamamlıyordum. Bazan çekinenler veya utangaçlık gösterenler çıksa da, gerillaların çoğunluğu hiç çekinmeden mikrofona konuşuyorlardı. Bu da işimi kolaylaştırıyordu tabii. Topladığım materyal ayrıca 1984 devriminin tarihini yazarken de bana yardımcı olacaktı. Bundan dolayı çok büyük bir ciddiyetle işin üstünde duruyordum. Mikrofona konuşanların hikayelerini dinlediğimde, bilhassa son yılların gerilla hareketleri konusunda çok zengin bir bilgi birikimine kavuştuğumu gördüm. Bu beni ziyadesiyle sevindirmişti.

Bir gece vakti, Cuma ile Abbas'ın ayrı ayrı yerlerden ve fakat aynı anda Zap'a geldikleri haberi ulaştı. Cuma Parti Merkez Okulu'ndaki eğitimlerini bitiren gerillalarla birlikte ulaşmıştı oraya. Yağmurda ve çok çetin geçen bir yolculuktan sonra varmışlardı merkez karargahına. Çok yorgundular. Yeni gerillaların bazıları adeta bitkin bir vaziyette ulaşmışlardı karargaha. Bu gelenler arasında, Merkez Okulunu ziyaret ettiğimde tanıdığım iki gerilla da vardı. Bunlar, 15-16'şar yıllık mahpusluk hayatlarını yeni noktalamış ve hemen gerillaya koşmuş olan yorulmaz ıgençlerıdi; Siverekli Süleyman ve Sivaslı (Türk-alevi) Cemal.. Bu kararlı insanların kısa sürede gerilla hayatına uyum sağlayacakları muhakkaktır.. Onlar için şimdi sıra, bilimsel anlamda, intikam sırasıdır. Başarılar Cemal, Başarılar Süleyman..

Cuma çok yorgun görünüyordu, ama Abbas bana mısın demiyordu. Ikisi arasındaki bu fark, Cuma'nın sıcak mücadele alanını bir süre için (zorunlu sebeplerle) terk etmesinden ileri geliyor.. Fakat bu saygın komutanların ikisinin birlikte Zap'a gelmesi herkesi canlandırmış, moralleri düzeltmişti.. Ama!

Ama Cuma'nın sigara tiryakilerine kötü bir haberi vardı. Sigara içmek yasaklanacaktı! Tıpkı Merkez Okulu'nda olduğu gibi.. Bu ıkötüı haber çabuk yayıldı. Herkes bir açıklama bekliyordu. Doğru muydu acaba sigaranın yasaklanacağı? Tiryakiler, bunun kötü bir şaka olması için ıduaı ediyorlardı. Nihayet günü geldi ve bir ders sırasında Cuma, teklifi oya sundu. Kimisi gerilla şovenizmi (siz bunu erkek şövenizmi anlayın) duygusundan, kimisi inandığı için, oybirliği ile alınan kararla Zap'ta sigara içmek yasaklanmıştı. Bundan böyle lojistik sigara alımı yapmayacaktı. Bu karara en çok üzülenlerin başında Ozan geliyordu. Ozan; parti, 17 yıllık karımdan ayırdı beni, bana ağır gelmedi, çünkü sigara dumanında hep görürdüm onu. Ama şu sigara yasağı.. Üfff! diye dövünüp duruyordu..

allahaısmarladık

Benimle birlikte Parti Merkez Okulu'na gidecek olan gerillaların seçimi bitmiş, kafile hazırlanmıştı. Öğlen üzeriydi. Riza geldi ve sanki alalade bir şey söylüyormuş gibi konuştu; az sonra yola çıkacaksınız. Hazır olmamı istedi. Ben zaten hazırdım. Sırt çantamı aldım. Etraftaki arkadaşlarla vedalaştıktan sonra yukarılara doğru yola koyuldum. Veda etmek için bir kaç adım aşağıdaki Sindı (Pakistanlı) mangasına uğramadım. Çok yazık oldu doğrusu. Bu cefakar insanlara buradan veda ediyorum, eğer duyabilirlerse.. Fakat yol üstündeki birimlerin tümünü son kez selamlayarak ilerliyordum. Bu arada Arap mangasındaki arkadaşlar da mangalarından çıkmış; merhaba heval refiq! diyorlar, el sallıyorlardı en sevimli halleriyle. Bilindiği gibi; refiq, hevalın Arapça'sıdır. O kadar süredir buradalar hala iki kelimenin aynılığını öğrenememişlerdi..

Yol arkadaşlarımla birlikte, Cuma ve Abbas yukarıdaki bir noktada beni bekliyorlardı. Arkadaşların yoklamaları yapıldı. Herkes tamamdı. Sıra son tembihlere gelmişti. Cuma; arkadaşları diye söze başladı ve bilhassa yürüyüş kolu komutanı Harun'a hitap ederek şöyle devam etti: Sirac arkadaş, yeryüzünde görebileceğiniz en samimi gerilla dostudur. Bu kesin bir şekilde anlaşılmıştır. Onun gerilla sevgisi içten gelen bir sevgidir. Bundan dolayı yolda... Sözlerinin devamında benim tehlikelerden korunmamla ilgili tembihler vardı ki bunları kaydetmeyeceğim.. Sonra kalktık. Her güzel şey gibi bu yolculuk da noktalanıyordu. Bir kaç kişi toplanmıştı orada. Sıraya girdiler. Teker teker hasretle öpüştük..

Bir daha ne zaman ve kimlerle, kim bilir? Kısa sürdü vedalaşma. Çünkü kuyruk oldukça kısaydı. Geride kalan bir kaç dost, ellerinin çıkarabildiği kadar sesle bir alkış tutturmuşlardı. Tıpkı eyleme giden gerillaları uğurlar gibi...

Allahaısmarladık özgür topraklar! Allahaısmarladık Zap Cumhuriyeti! Allahaısmarladık, Allahaısmarladık GERILLA! Bizim için Allahaısmarladık, 'yeniden buluşmak üzere' anlamına gelirı. SERKEFTIN!