Kitaplarım - Govend


Direniş

Bu hikaye Gerilla Mustafa Ataşlı (Zinar, Agirî'li) tarafından anlatılmış, tarafımdan yeniden düzenlenmiştir. Bu hikayede geçen bazı isimler benim tarafımdan verilmiştir. Fakat bunlar gerçek şahısların karşılığıdır.

Zagroslar, kışın hiç geçit vermezler. Grekler'in, bir tanrılarına izafeten, bu dağlara Zagrosı adını takmaları boşuna değildir. Bu tanrı kışın ölür, yazın dirilirmiş.. Zagroslar da öyle. Bu geçit vermeyen dağ silsilesinden adını alan ve bu silsileyi de içeren bir Kürt eyaleti var, ki burada gerillalar en önemli askeri birliklerini üslendirmişlerdir. Bu birlikler, 1994'de yeni ve belki de gerilla mücadelesi açısından belirleyici olacak bir süreci başlatacaklardı.

1993'ün sonlarında cereyan eden ve 1994'ün nasıl geçeceğinin işaretlerini taşıyan savaşların sonuçlarını ve Türk yönetiminin Kürdistan'da sivil hedeflere karşı başlattığı saldırıları tahlil etmek için, PKK, III. Ulusal Konferansı'nı toplamıştı. Arkasından burada alınan kararların ışığında bölge konferansları yapıldı. 1993'ün başında, Türk yönetimin uyguladığı diplomatik baskı sonucu Lübnan'daki Bakaa Vadisi'nde bulunan Mahsum Korkmaz Akademisi'nin kapatılması, sonuçta bölgelere siyasi eğitimin yanında askeri eğitim yaptırma yükümlülüğünü de getirmişti. Fakat bu askeri eğitim yaptırma yükümlülüğü sadece akademinin kapatılmasına bağlanamazdı. Çünkü 1992 yılından itibaren gerilla sayısında yaşanan patlama düzeyindeki artış, Bakaa'nın tek başına askeri eğitimi başarma şansını otomatikman ortadan kaldırıyordu. Bu arada Turancı yönetimin 1992'de hızlandırdığı faili meçhul tasfiyeler ve kitle katliamları, PKK'nin halkla sürdürdüğü iyi ilişkileri zora sokmaktaydı. 1994, ayrıca bu partinin IV. Kongresi'nin yapılacağı yıldı. Işte bütün bunların konuşulduğu kapsamlı bölge toplantısında gerilla güçlerinin yeniden düzenlenmesi de kararlaştırılmıştı.

Buna göre Oramar'da hareketli bir gerilla bölüğü oluşturulacaktı. Bu bölüğün görevi, bölgede faaliyette bulunan yarı sabit, veya yeri belli ARGK birliklerinin gerçekleştireceği eylemleri, gerektiği zaman takviye etmekti. Bu hareketli bölük aynı zamanda Zagros eyaleti kapsamında sayılan tüm alanlarda sürekli hareket halinde bulunacaktı. Zagros bölgesi deyip geçmeyin. Bu eyalet öyle küçümsenecek büyüklükte bir coğrafyaya sahip değildi. Bir tarafıyla doğudaki Cilo dağından başlıyor, kuzeyde; Gever ve Hakkari'ye kadar uzanıyor. Batıda ise Sindil'le ve Gare ile devam ediyor, ki buralar, genelde Kuzey Kürdistan'ın, Güney Kürdistan'la güneydeki sınırı olarak da kabul edilen sarp dağ silsileleridir. Güzelim Avaşin'in suladığı bu topraklar, Kürdistan'da gerilla savaşına en müsait olan alanlardan biri, belki de başta gelenidir. Kısaca bölgedeki dağlara, düşman veya gerilla, kim hakim olursa stratejik üstünlük sağlamış olurdu.

Bölgede; Qalantos, Mapê, Bêrixan, Zêrame, Zêrê gibi köylerin de aralarında bulunduğu pekçok yerleşim birimi Türk güvenlik güçleri tarafından boşaltılmış ve yer yer yakılmıştı. Üstelik bu köyler, daha önce koruculaştırılmış olan köylerdi. Bunlar, bir süre Kürdistan gerilla güçlerine karşı savaştıkları halde, gerilla liderliği Oramar'daki köylülere sabırla yaklaşmış, onların bir kısmını silah bırakmaları konusunda ikna etmişti. Hatta bazı köyler, artık Kürt devrimine sahip çıkacak duruma bile gelmişlerdi. Işte bu noktada korucu köyleri ile Türk devletine hizmet etmeyi red eden köyler tamamen ayrıştı. Bu ayrışmaya taraf olarak müdahale eden Turancı yönetim, mıntıkayı önemli ölçüde insansızlaştırmıştı.

Bu hikaye, o mıntıkada görev yapan bu hareketli birliğin hikayesidir. *** Arazi güçlüklerle doluydu. Sarp ve kayalık olan arazi barınmaya epey elverişliydi, fakat Türk Devleti'nin en güçlü ve kalabalık üslerinin kurulu bulunduğu bir alandı aynı zamanda. Çatışmaların ıvak'a-i adiyyeıden sayıldığı bu mıntıkada görev yapmakla yükümlü yeni kurulmuş olan hareketli birliğin komutanı Hasan, tecrubeli bir gerilla idi. Yapmakta olduğu işin en ince noktalarına kadar vakıftı yani. Komuta edeceği birlik 70 kişiden oluşuyordu, ki bunların 12'si bayandı. Bu birliği oluşturan gerillaların çoğu ya partilerinin III. ulusal konferansına, ya da bölge konferansına katılmışlardı. Yani iyi bir teorik-politik ve askeri eğitim sürecinden sonraya rastlar görevi almaları.. Konferansa şu veya bu sebepten katılma olanağı bulamayan gerillalara da alınan kararlar okunmuş, onlar da bilgilendirilmişti. Bundan dolayı birliğin tüm elemanları ne yapacaklarının bilincindeydiler ve bu durumlarıyla yüksek bir moral sergiliyorlardı. Bölük, bu yüksek moral seviyesini devam ettirmek için gerillaların gıdası sayılan eylemlere girmeliydi. Evet, eylemlere girişilecekti ve kısa bir süre içerisinde gerçekleştirecekleri bu benzeri eylemler için Oramar'a girilmişti.

Gerilla eylemleri için lojistik destek dışında üç şey çok önemlidir; istihbarat, keşif ve bunların ışığında yapılacak iyi bir planlama. Fakat insansızlaştırılan bölgede istihbarat güçlüğü gün gibi ortadaydı. Bilgi toplama işini de gerillalar, gözleri ile görerek kendileri yapmak zorundaydılar. Bu çok güç bir durumdu tabii. Ama durmak yoktu, sürekli eylemlilik içinde bulunacaklardı. Onlar ıhareketli bölükı esprisine uygun olarak davranacaklardı. Yani sürekli hareket halinde bulunmaları gerekiyordu. Gelecekteki eylemleri, kendilerine iyi vakit ayırarak tüm detayları ile planlayarak gerçekleştireceklerdi. Tabii ki iyi birer keşiften sonra. Bu arada vurulacak ilk hedef belirlenmişti bile; Bêsosin Üssü veya eski deyimiyle karakolu.. Bêsosin üssü, aynı adı taşıyan bir köyde kurulmuştu. 80 haneli olan bu köy, üssün alt tarafında yer almaktaydı ve eli silah tutan tüm fertleri çeteydi. Sadece Bêsosin değil, çevrede biribirlerinden 20-30 dakika uzaklıkta bulunan tüm köyler de çete köyleri idiler. Üstelik güçlü Bêzelê Üssü de bir saat kadar uzaklıktadır Bêsosin'a. Bu üs, geniş ve muhkem olan bu üs ağaçsız bir ovada kurulmuş bulunmaktadır. Arkasını ağaçsız ve fakat alabildiğine kayalık olan Gostê Dağı'na dayamış olan üs adını kuruduğu köyden alıyor. Üssün hemen alt tarafındaki Bêsosin Köyü yeşillikler içindedir. Bêsosin'ın doğusunda ve batısında şirin ve yine yeşillikler içinde bulunan iki küçük köy var. Korucu köyleri olan bu iki köy, Bêsosin'ın çok yakınındadırlar. Gerdî aşireti bölgesidir bu bölge. Gerdî dedin mi orada dur! Ulusal bilincin zerresini dahi alamamış ilkel bir aşiret. Aldıkları maaşlarla kral kesilmişlerdi hani. Kendi halkıymış, ulusal şerefmiş, yarın doğacak olan çocuklarından utanmakmış.. Bunlar vız gelirdi onlara. Varsa yoksa çavuşun emri! Hepsi bu.. Bu köylerdeki korucuların varlığına dayanarak kendisini epey güvende hissediyor olmalıydı Bêsosin'daki Türk komutan. Sadece korucu köylerinden oluşan bir mıntıkanın tam ortasında yer alan bir üste güvenlik içerisinde olmayacaktı da Kürdistan'ın neresinde rahat hissedecekti kendisini?

Gerillalar karar vermişlerdi, vuracaklardı Bêsosin'ı. Çare yok, vuracaklardı bu mebzeleyi. Bunun içindi oraya doğru hareketlenmeleri. Çoktan beridir yol aldıkları için üsse epey de yaklaşmışlardı. Hedefe aşağı yukarı bir günlük mesafedeki bir yamaçta mola vermiş, eylem planı üzerinde son rotüşleri yapıyorlardı. Elbette baskından önce bazı hazırlıklar yapmaları gerekiyordu. Uzun tartışmalara gerek kalmadan birliklerinde düzenlemelere giriştiler. Buna göre bölük bir kaç guruba ayrıldı. Birinci gurup veya takım bir yandan ek keşif yaparken, öte yandan da üs binasına taciz atışı yapacaktı. Bir diğer gurup, üsse takviye olarak gelen askeri araçları hedef alacaktı. Bu araçların tümü, üssün hemen önünde park etmişti. Hareketli bölüğün üçüncü gurubu ise arazide pusular atacaktı. Burada güdülen amaç, baskın esnasında Türk Askerler'inin ellerindeki takviye güçlerini kırsala çıkaramadan vurmak veya eğer kırsala çıkabilirlerse onları, gerillalar tarafından çok iyi bilinen hareket yolları boyunca atılan pusularla vurmaktı. Keşif gurubu alışılmış törenlerden sonra akşam üstü yola çıktı ve kısa bir süre sonra üssün çevresindeki yerini aldı. Gurubu, takım komutanı Ş. yönlendiriyordu. Keşif işini ve daha sonraki taciz eylemini ardarda yürütecek olan bu önemli gurup bundan dolayı en gözüpek gerillalardan oluşturulmuştu. Gurup, akşama kadar çevrede keşif işini yerine getirecek, daha sonra üssün çevresindeki son görev yerine geçeceklerdi. Arkasından pusu gurubu hareket ederek uygun yerlere pusular atacaktı. Bu gurup bölük komutanı Hasan'ın denetiminde olacaktı. Planlama böylece berraklaştıktan sonra tekrar yola koyuldular. Üsse mümkün mertebe yakın olmak istiyorlardı.

Bölük bu amaçla sabaha kadar yürümüştü. Çok yorgundu savaşçılar. Ağaçlık ve sarp bir yere varıp konakladıklarında ortalık daha henüz aydınlanmamıştı. ARGK prensiplerine uygun olarak önce bayanlar ve erkekler olmak üzere ayrıştılar. Bayan gerilla mangası, erkeklerin yüz metre kadar ötesinde, aşağı taraflarına düşen bir yerlerde konaklamıştı. Bu arada Zinar, bölüğün erkek kesiminin nöbet listesini çıkarmaya koyulmuştu. Yardımcısına; Heval çevreyi kontrol et de nöbet için uygun yerleri sapta. Oraya nöbetçileri çıkaralım.

Peki Hevalı

Yorgun gerillaların büyük bir kısmı buldukları birer köşeye kıvrıldılar ve hemen derin bir uykuya daldılar. Diğer bir kısmı istirahate çekilmişken, bir kısmı da sabaha kadar etrafı kollayacak, yani bir şey olup olmadığına bakacaktı. Bunlar da sabaha doğru istirahate çekileceklerdi.

Bu arada nöbet listelerini tamamlayan Zinar'ın yardımcısı keşiften dönmüştü. Biraz tedirgin görünüyordu. Etrafta bazı sesler duydum, ne olabilir acaba? Bir gerilla: O sesler, su bulmak için gönderdiğimiz arkadaşlardır. Herhalde kendi aralarında konuşuyorları deyince durum ıanlaşıldı.ı Fakat yine de Zinar'ın içine sebebini anlayamadığı bir sıkıntı girmişti.. *** Gece olaysız geçti. Her yaer sakindi. Şafağın alaca karanlığı sona ermiş, ortalık aydınlanmaya yüz tutmuştu. Ama yine de lacivertti ortalık. Fakat o da ne? Seçilebildikleri kadarıyla, 200 metre kadar ötelerindeki bir tümseğin ardında, bir hareketlilik vardı. Bir gurup insan oturmuyor mu orada?. Evet, evet öyle. Peki kim bunlar Allahaşkına? Şafağın bu aldatıcı ıaydınlıkı saatlerinde bunların kim olduklarını seçmek mümkün değildi ki!. Sabahın o kararsız aldatıcılığı yetmiyormuş gibi, davetsiz misafirlerin oturduğu mesafe de epey uzaktı kendilerine. Elbiseleri veya şekilleri seçilebilecek gibi değildi doğrusu. Durumu Bölük komutanına bildirdiler. Bu arada bir başka gerilla, yine bunların suya gönderdikleri arkadaşlar olduklarını söylediyse de; Hayır Hevalı dedi Zinar, ıbunlar epey kalabalık.ı ıSuya gönderdiğiniz arkadaşlar olmaları mümkün değil.

Kalabalığı dikkatle süzen bir gerilla yavaşça seslendi; yemin ederim ki bunlar düşman askeri! Evet doğruydu tesbiti. Durum, kelimenin tam anlamıyla kritikleşmişti. Komutan Hasan yardımcısına; Arkadaşları sessizce uyandır, burayı hemen terk ediyoruz. Ama düzenli bir geri çekilmeye vakit yoktu. Gerilla gücü daha henüz toparlanamadan, bu gürültülü hay huy arasında kendilerini fark eden düşman birliği onlara doğru hareketlendi. Bir çatışma kaçınılmaz hale gelmişti. Biraz aşağılarında istirahat etmekte olan bayan gerillaları uyarmak da mümkün değildi artık. Çünkü Türk Askeri Birliği, uyanık davranmış, iki gerilla gurubunun arasına girmişti bile. Herhangi bir uyarma teşebbüsü düşmanın dikkatini oraya celbedecek, bayan gerillalar katliama uğrayabileceklerdi. Bunun üzerine Kavus'u yanına çağırarak ona; Heval, sen yanına on arkadaş alarak, yandan dolaş ve bir yolunu bularak düşmanla bayan arkadaşların arasına yerleşı talimatını verdi Hasan. Diğer gerillalar da çeşitli mevzilere yerleşince, artık bayanlardan oluşan manga hariç, herkes tetiklere dokunmaya hazır bir şekilde komutanlarından talimat bekliyordu. Düşmanları yaklaştı ve komut yüksek bir sesle her yere ulaştı: Vurun hevalno!ı nidasıyla ortalık bir anda ana-baba gününe döndü. Bu sırada bayan gerillalar da gürültüye uyanmış, ne olduğunu anlayamadan uyku mahmurluğu ve şaşkınlıkla etrafa dağılmışlardı. Bu ise düşmanın oraya ölüm yağdırmasına yetmişti.. Ilk anlardaki şaşkınlıkta adları Dersim ve Sosin olan iki bayan gerilla ard arda şehit düştü. Baskına giderken baskın yiyen gerillalar kısa bir süre içerisinde, toparlandılar ve şaşkınlıklarını üstlerinden attılar. Fakat düşman çok büyük bir kuvvetle çullanmıştı üstlerine. Üstelik ilk darbelerini gerillalar daha toparlanamadan süratle indirmişlerdi. Türk Askerleri, ilk darbenin verdiği oldukça büyük bir avantaj ve moral gücüyle sürdürüyorlardı baskılarını. Ama gerillalar yine de çabuk toparlandılar ve kısa bir süre içerisinde tüm cephelerde belli bir denge sağlamaya muvaffak oldular. Üst üste indirdikleri karşi darbelerle onları mevzilerine mıhlanmaya mecbur etmişlerdi. Öyle ki, zaman ilerledikçe bazı düşman mevzilerinde, kafasını bile kaldırmaya cesaret eden çıkmamaya başladı.. Çatışma bu minval üzre öğlen saatlerine kadar çok sıcak bir şekilde devam etti. Zinar'ın içinde bulunduğu, yani konaklanılan yerin üst taraflarını tutan gerilla timinin elinde iki BXC suikast tüfeği vardı, ki bunlar inanılmaz bir şekilde iş görüyorlardı. Tim, sayısal bakımdan çok büyük bir üstünlüğü bulunan Türk Askerleri'ni epey sıkıştırıyordu bunlarla. Bundan dolayı Türk Askerleri, savaşın sürdüğü alanların önemli bir bölümünde hiçbir şekilde serbest hareket edememekteydi. Hatta mevzilerine sıkışmış kalmış gibiydiler. Ama ya diğer guruplar? Oralardaki durumu bilmiyorlardı, ama yükselen naralardan müthiş bir boğuşma yaşadıklarını kestirebiliyordu Zinar. Herkes canını dişine takmış mücadele ediyor, hayatta kalmaya çalışıyordu. Boru değil bu, baskın yemişlerdi eni-konu.. Öte yandan Hasan, aralıksız bir şekilde askerlerin telsizlerini takip ederek onların da durumlarını saptamaya çalışıyordu. Baskıncı askerler, anladığı kadarıyla kısa bir süre içerisinde 45 kişi kaybetmişlerdi. Bu kayıplar yine anlaşıldığı kadarıyla Türk komutanların, gerillalar karşısında çabuk sonuç almak için insan hayatına önem vermeden askerleri ateş hattına sürmelerinden ileri gelmişti. 70 cıvarında da yaralıları vardı. Durum kendileri açısından o kadar ciddiydi ki yaralılarını bile nakledemiyorlardı. Bunun en iyi göstergesi savaş sahasına geçici hastane kurmalarıydı, ki 1984'ten beri ilk defa oluyordu bu. Yani baskını yapanlar, sadece sayısal üstünlüklerine dayanarak bir nevi insiyatifi elde tutmak istemişlerdi. Ama rakamlar, baskını yapanların baskın yediklerini gösteriyordu.. Bu arada keşif için üssün çevresinde yerleşen takım da silah seslerini duymuş ve gerisin geri gelerek çatışmalara katılmıştı. Ş.'nin komuta ettiği bu gurup konuçlanmadaki kötü durumu itibariyle daha kolay bir hedef oluşturduğu için Türk Askerleri ağırlıklı olarak o tarafa yüklendiler. Bu durum karşısında gurup, bulunduğu yerde daha fazla direnmeyi anlamsız buldu ve öğlen saatlerinde belirsiz bir yöne doğru geri çekildi. Türk Askerleri, konaklanılan yerin aşağı tarafına düşen yerde çatışan bayan gerillaların bulunduğu tarafa çok büyük bir baskı uygulamaktaydılar. O taraflardan gelen silah seslerinin yoğunluğundan durum açıkça anlaşılıyordu. Bayan mangasına uygulanan baskı ana birliği oluşturan gerillaları tedirgin etmişti. Üstelik orada savaşan gerillaların ne durumda oldukları hususunda hiçbir bilgi alınamıyordu. Silah seslerinden çıkarabildikleri kadarıyla iyi bir direniş sergiliyordu bu manga. Fakat yine de belli olmaz ki! Komutan Hasan da endişeydi. Ne yapılabilirdi? Yanıbaşında savaşmakta olan bir takım komutanıyla nasıl hereket edilmesi gerektiği konusunda fikir alışverişinde bulundu. Olanaklar elverdiğince müdahale edilmesi gerektiği ortadaydı. Komutan Hasan kısa bir durum muhakemesi yaptıktan sonra Rohat'a; Bayan arkadaşların mevzilerine hakim olan tepeyi tutacaksını emrini verdi.

Fakat Rohat müdahale edeceği tepeyi yanlış anladı. Gidip istenen nokta ile ilgisi olmayan başka bir tepeyi tuttu. Bunun üzerine bu kez Türk komutan yanılgıya düştü, Rohat'ın bu tepeyi tutmasının ardında bir sebep bulunduğunu sandı. Emrindeki birliklerden önemli bir bölümünü oraya yönelterek Rohat ve arkadaşlarını bu tepeden sökmeye çalıştı. Mücadele tam bir kargaşa içerisinde sürüyordu. Herşey kontroldan çıkmıştı. Bu kargaşa gerillalar açısından savaşın yönetim mekanizmasının artık iyi işlemediğinin ve belirgin bir koordinasyonsuzluğun hüküm sürdüğünün işaretiydi. Her noktadaki gerillalar kendi insiyatifleri ile hareket ediyorlardı. Bir dağınıklık hüküm sürüyordu tüm alanlarda. Bu bir yerde tabiiydi. Çünkü yaptıkları şey planlı bir saldırı değil, uğradıkları şiddetli bir baskına karşı hayatta kalma mücadelesiydi. Dağılmışlardı, ki bu, pratikte iyi sonuç verebilirdi. Çünkü ufak birimlere ayrılmış olan gerillaların tümden kontrol altına alınması, düşmanları açısından imkansızdı. Savaşın cereyan ettiği alanda her komutan kendi başına bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Insiyatif, disiplinin önüne geçmişti. Doğrusu da buydu. Bir başka koordinasyonsuzluk belirtisi geri çekilen keşif gurubunun, düşmanı diğer taraftan kuşatma altına almak için mevzi tutması ile kendisini gösteriyordu, ki ana gurubun bu durumdan haberi yoktu. Çatışmalar bu hay huy arasında saat 11.00'e kadar böylece sürdü. *** Kadir: Yukarıdaki tepe düşmanın eline geçiyorı diye uyardı Zinar'ın komuta ettiği gurubu. Durumun kritikleştiğini gören Zınar; ıSırta saldırını emrini verdi. Eğer o sırt düşmanın eline geçerse gerçekten çok kötü duruma düşebilirlerdi. Bunun için can havliyle tepeye doğru saldırıya geçtiler. Sırta düşmandan önce varmışlardı. Derhal mevzilendiler orada ve aşağıdan saldırmakta olan düşmanlarına kurşun yağdırmaya başladılar. Orayı kısa bir süre içerisinde Türk Askerler'inden temizlediler ve yerleştiler. Ama kendilerini bir sürpriz bekliyordu. Bayan militanlara uygulanan baskıyı hafifletmekle görevlendirilen Rohat ve komuta ettiği güç, Türk birliği tarafından geri püskürtüldükten sonra aynı tepeye yönelmişti. Bu gurubun elinde bir telsiz cihazının bulunması şanstı. Hemen cihazın başına geçip komutan Hasan'a savaşın gidişatı konusunda sorular sormak istediler. Cihaza Hasan çıkamamıştı. Onun yerine durumu özetleyen bir başka gerilla, hiç de iç açıcı olmayan haberler veriyordu; Heval Hasan yaralandı! Yedi kurşun girdi vücuduna. Durumu ağırdır. Acele yardıma ihtiyacımız var. Bunun üzerine tepedeki takım komutanı, Zinar'ın yanına sekiz kişi verdi. Zınar bu arkadaşlarıyla birlikte gidip aşağıdaki ana guruba yardım edecekti. Oluşturulan gerilla timi aşağıya doğru hareketlendikten az sonra havada altı helikopter birden beliriverdi. Gelmeleriyle birlikte ortalığı yoğun bir şekilde bombalamaya başlamışlardı. Hem Zınar'ın bulunduğu yeri ve etrafını, hem de aşağıda yardım bekleyen gurubun bulunduğu yerin çevresini bombalıyorlardı. Zinar ve arkadaşları bu yoğun bombardımanın etkisiyle yerlerinden bile kıpırdayamaz haldeydiler. Anlaşıldığı kadarıyla Türk komuta heyeti, gerillaların kullandıkları cihazı dinlemiş ve aşağıdaki gurubun durumunu anlamıştı.. Bundan olmalıydı bu isabetli ve bunaltıcı hava baskısı. Türk Komutanlığı, hava saldırısını akşama kadar yoğun bir şekilde sürdürdü. Bu süre içerisinde Zinar ve arkadaşları, yardımına koşacakları gerilla birliğinin yanına dahi yaklaşamamışlardı. Hava saldırısı karanlığın hükmünün başladığı akşam saatlerinde hafifledi ve sonra tamamen kesildi. Gökyüzü yavaş yavaş lacivertleşmeye başlamıştı. Düşman tarafından görülme ihtimalleri zayıftı, hatta yoktu artık. Şimdi biraz daha güvenle aşağıya sarkabilirlerdi. Sürünerek Hasan'ın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladılar. Tam da bu sırada büyük bir patlama sesi duyuldu. Bu patlamayı yoğun bir makinalı tarrakası takip etti. Ne oluyor demeye kalmadan ortalık bir anda ana baba gününe dönmüştü. Hemen dağıldılar ve buldukları tümseklerin ardına saklandılar. Az sonra duruma adapte oldular ve daha sakin düşünmeye başladılar. Türk Askerleri, iki gurubun ilişki sağlamak için gecenin karanlığını bekleyerek o zaman harekete geçeceklerini hesapladıklarından, Zinar'ın komuta ettiği gurupla Komutan Hasan'ın içinde yer aldığı gurubun arasında pusuya yatmışlardı. Zinar durumu geç de olsa anlamıştı. Hasan'a ulaşmaya çalışmak, imha olmakla eş anlama geliyordu. Bu durum karşısında mecburen geri çekildiler. *** Gece epey uzayacağa benzerdi. Artık her çalının ardında bir düşman pususu bekleniyordu gerillalarca. Biribirleri ile ilişkiyi kaybetmişlerdi. Karanlıkta biribirlerini vurma ihtimali de vardı. Herkes herkese düşman gibiydi bu can pazarında. Düşman askerlerinin durumunun onlardan geri kalır yönü yoktu ki! Onlar da büyük bir kuşku içindeydiler. Kıpırdayan her çalı ardını kurşun yağmuruna tutuyor, sabaha kadar silah takırtılarına ara vermiyorlardı. Zinar ve yanındakiler tepeye geri döndüklerinde, bu kez de koptukları arkadaşlarını orada bulamadılar. Onlar da patlamalar karşısında daha güvenli yerlere doğru geri çekilmiş olacaklardı. Fakat nereye? Soruya yer yoktu. Aramalıydılar. Bunun üzerine rastgele bir geri çekilme hattı belirleyip ilerlemeye başladılar. Sabaha kadar yürümelerine rağmen hiç bir ize rastlamamışlardı.Ortalık aydınlanmaya başlamıştı bile. Bu saatlerde hareket ederlerse düşman tarafından fark edilebilirlerdi. Erzak ve mühimmatları da yok denecek kadar azalmıştı. Bunları çatışmalardan uzak durarak idareli bir şekilde kullanmaları gerekiyordu. Ne olur, ne olmaz!

Bu durum karşısında güvenli bir noktada saklanmaktan başka çareleri yoktu. Hemen elverişli bir konuçlanma noktası saptamaları gerekiyordu. Bir vadide idiler. Izleyebildikleri kadarıyla karşı tepelerin tümü Türk Askerleri tarafından tutulmuştu. En iyisi bulundukları yerde kendilerini kamufle ederek hareketsiz bir şekilde beklemekti herhalde. Orada saklanacak, akşama kadar hiç ses çıkarmadan kalacaklardı. Çünkü kendileri 9 kişilik çok küçük bir guruptu. Kayıp vermekten başka bir işe yaramazdı hareket etmeleri. Etraflarında ne gibi tuzaklar var, onu bilmiyorlardı. Her yer güvensizdi. Bu düşman için de geçerliydi. Yerleri her an saptanabilirdi. Uzun ve tedirgin bir bekleyiş süreci vardı önlerinde. Günün ilk yarısı böylece hareketsiz bir şekilde geçirilmişti. Öğlen vakti geçmiş, saat 13.00'ü bulmuştu. Bu sırada silah sesleri yeniden ortalığı çınlatmaya başladı, çatışmalar bir kez daha başlamıştı demek ki. Silah seslerinin fazlalığından çıkarabildikleri kadarıyla çok sıcak temaslar sağlanıyordu. Bu arada uçaklar da devreye girmiş, Türk ordusunun pozisyonunu takviye etmek için üç sorti yapmışlardı. Sonradan temas sağladıkları arkadaşlarından öğrendikleri kadarıyla sonuçsuz kalan sortilerdi bunlar. Karadan ve havadan yapılan bu saldırıların Zinar ve arkadaşlarına bir faydası oldu; silah seslerinin geldiği yöne kulak kabartaraktan arkadaşlarının yerini saptayabiliyorlardı. Böylelikle rahatlıkla ana gurubun bulunduğu yöne doğru seğirtebildiler. Dikkatli ve kısa bir yürüyüşten sonra nihayet saldırıya uğramış olan arkadaşlarının bulunduğu yere varmışlardı. Bir perişanlık sezmemek mümkün değildi hallerinden. Yaralılar rastgele uzanmışlardı şuraya buraya. Savaşcılar büyük bir gayretle bu baskın durumunun üstesinden gelmeye çalışıyorlardı. Bu arada yeni gelenlerden kuvvet aldılar, daha da canlandılar.. Zinar; Durum nasıl?ı diye sorduğunda aldığı cevap hiç de iç açıcı değildi.. Memo iç çeker gibi konuşuyordu: Altı şehidimiz var. Diğerleriyle birlikte Hasan arkadaşın durumu da belli değil. Büyük bir ihtimalle düşmanın eline düştüler. Demek hala temas sağlayamadınız.. Evet.. dedi arkadaşı yarı bitkin bir vaziyette.. Arkasından bundan sonraki harekat hattı üzerine kısa bir tartışma oldu. Ne yapacak, nereye gideceklerdi? Arkadaşlarından biri: En uygunu güneye doğru çekilmektir! Çünkü büyük bir ihtimalle oralar tutulmamıştır.

Bu görüş genel bir kabul görüyordu ama bazı rezervler vardı. Öncelikle söylemek gerekirse herkes yorgundu. Uzun ve tehlikeli bir manevraya dayanamayabilirlerdi. Ikincisi yani en önemlisi açlık tahammül sınırlarını daraltıyordu. Üstelik şu yaralı arkadaşlarının feci durumu da cabası. Çok uzun olan böylesi bir yolu tepemezlerdi bunlar. Kısacası Güney'e doğru toplu bir çekilme gerçekleştirecek durumda değildi kafile. Fazla kalabalık değillerdi, ama riskli yollara vurmak şu anda elverişsiz gelmişti herkese. Şu yakınlarda bir saklanma yeri bulalım öyleyseı dedi bir başka arkadaşları. Bu daha uygun bir teklif gibi göründü herkese. Biraz tartıştılar ve kabul ettiler. Hemen bulundukları vadiye açılan bir dere ağzına salıverdiler kendilerini. Uygun ve daha güvenli bir saklanma yeri bulacaklardı. Kısa bir araştırmadan sonra, mağaramsı çok uygun bir yer buldular. Çatışmaların başlamasının üstünden geçen üçüncü günlerini, saklandıkları bu yerde karşıladılar. Saat; 13.00'te dayandıkları bu sırtın da düşman tarafından tutulduğunu fark ettiler. Bu durumda tepeci çıkarmaları imkansızdı. Tedbir olarak manga manga dağıldılar ve her manga kendi nöbetçisini çıkarmaya başladı. Nöbetçi gerillalardan biri saat 13.30'da; Bize doğru geliyorlar!ı diye uyardı arkadaşlarını.

Bunun üzerine diğer mangalar da uyarıldı. Türk Askerleri'nin hareketleri herkes tarafından dikkatle takip edilmeye başlandı. 50 kişilik bir birlikti ilerleyen. Ilerledikleri yöndeki manga bulunduğu yeri sessizce terkederek bölündü ve etraftaki başka yerlere dağıldı. Bu arada terkettikleri konaklama noktasına gelen askerleri uzaktan izlemeye başladılar. Türk Askerleri, biribirlerine yerdeki izleri göstererek fısıldaşmaya başlamışlardı. Gerillalar bir şey duymamalarına rağmen, arkadaşlarının izlerinin saptandığını bu askerlerin hareketlerinden anlamışlardı. Bu durum karşısında Türk Askerleri her an saldırıya geçebilirlerdi. ıIlk davranan avantajlı olurı diye düşündü birlik komutanı. Evet gerilla önce davranmalıydı. Türk Askerleri silahlarına davranamadan Ş.'nin; Vurunı emriyle gerillalar serbest bir yaylım ateşi başlattılar. Ortalık tam anlamıyla karıştı. Daha henüz ilk atışlar yapılmıştı ki 6 askerin safdışı kaldığı gözlendi. Çatışmalar göğüs göğüse sürmeye başlamıştı. Her türlü yakın mücadele silahı kullanılıyordu. Fakat gerillalarla Türk askerleri içiçe savaştıklarından olacak, Türk Komutanlığı hava kuvvetlerini devreye sokamıyordu. Bu iyiydi işte. Öte yandan çatışmaların ilk anından itibaren yukarıdaki tepe Ş.'nin dikkatini çekmekteydi. Türk Askerleri orayı tutarlarsa bu, gerillalar için ölümle aynı anlama gelebilirdi. Bunun için Zinar'ı çağırarak; Havalê Zinar, şu yukarıdaki tepeyi tutmamız gerekir. Eğer tutamazsak çok sıkışacağız. Yanına birini alarak orayı tutı dedi. Zinar bir arkadaşı ile ileri atılarak tepeyi tuttu. Iyi ki de gelmişlerdi. Çünkü Türk Askerleri, Zinar'la Hüseyin'in tuttuğu tepeye hakim olan bir başka tepeyi tutmuşlardı bile. Eğer biraz daha geç kalınsaydı, şimdi ellerinde tuttukları tepe de elden gidebilir, hiç de hoş olmayan bir duruma düşebilirlerdi. Bu tepenin tutulması mücadeleye yeni bir denge getirdi. Çatışma, tüm alanlarda hızından hiç bir şey kaybetmeden kıyasıya devam ediyordu. Akşama kadar bu böylece sürdü.. Ufkun kızıllığının griye çalmaya başladığı saatlerde ortalık biraz sakinleşmiş, silah sesleri azalmıştı. Tepedeki iki arkadaş epey yorulmuştu. Biraz rahat edebilirlerdi herhalde. Uyanıklığı elden bırakmadan uzandılar biraz. Şöyle bir ayaklarını uzatsalar yeterdi hani.. Fakat içinde bulundukları şartlarda bu düşünce bir hayal olsa gerek. Işte Zinar yine bir sesler duymaya başlamıştı bile. Emin olmak için kulak kesildi. Evet evet, biraz ötelerinde birilerinin pıtır pıtır konuştuklarını açıkça duyuyordu. Bir de yanındaki arkadaşı Hüseyin'e sordu emin olmak için: Havalê Hüseyin, sen de duyuyor musun benim duyduklarımı? Evet, ben de bir sesler duyuyorum. Bu tehlikeli olabilir, gidip bir bakmak gerekiyorı dedi Hüseyin. Oraya doğru şöyle bir uzanmaları gereği ortadaydı. Zinar; Sen burada bekle, ben bir bakacağım şuraya. Hüseyin'i yukarıda bıraktı ve yalnız başına aşağı tarafa doğru bir yılanın sessizliği içerisinde süzüldü. Evet yanılmıyordu. Tehlike kapılarını çalmak üzereyken farketmişlerdi. Bunca gürültüyle yerlerini belli ederek tepedeki gerillaları ıuyaranları altı Türk Askeri'ydi. Ellerindeki telsize durmadan bir şeyler fısıldayıp durduklarına göre, komutanlarına durumları ile ilgili olarak rapor veriyorlardı anlaşılan. Zinar hiç vakit kaybetmeden silahına sarıldı ve taramaya başladı. ıYandım Allahı sesleri arasında birkaçı hemen tasfiye olmuştu. Diğerleri kaptıkları silahları ile siper almışken, bu kez bir el bombası fırlattı Zınar ve yarattığı panik havasından yararlanarak hızla geri çekildi. Çünkü eğer bu bombayla da askerleri tam olarak tasfiye etmemişse, aralarında çatışma çıkacak, yalnız olduğu için kendisi de zarar görebilecekti. Fakat oradan yana hiçbir ses çıkmadı bir daha... Tepeye vardığında Hüseyin'i bıraktığı yerde bulamadı. Anlaşılan silah seslerinin çıkması ile birlikte ortalıktan kaybolmuştu.. Hay Allah! Tam da sırasıydıı diye düşündü. Yalnız kalan Zinar ne yapacağına karar verememişti bir anda. Etrafı gözlemeye başladı umutsuzca.. Fakat o da ne? bulunduğu tepenin aşağı taraflarında bazı gerillalar belirivermişti. Ama epey uzaktaydılar. Zinar: Nereye gidiyorsunuz heval!ı diye usulca seslenerek ardlarına düştü. Düşman duyabilir korkusuyla fazla bağıramıyordu. Berikiler ise onu duymamışlardı. Bir daha denediyse de kafiledekilerden yine tıs çıkmadı. Üstelik hızla aşağılarda bir yerlere doğru kaymaya başlamışlardı. Zınar onlara yetişemeyeceğini anladı, sustu. Zira keşfedilme tehlikesi hala devam ediyordu. Zaten onun asıl olarak kendi mangasındaki arkadaşlarını bulması gerekiyordu. Ama bir müddet daha beklemesi daha iyi olacaktı. Çünkü şuradan buradan gelen silah sesleri, Zinar'a tehlikenin hala devam ettiğini usulca anlatıyordu. *** Bir saate yakın bir süre geçti. Savaş alanının üstüne gecenin kara örtüsü çökmüştü bir kez daha. Sıcak temaslarla geçen bir gün daha tamamlanıyordu yavaş yavaş. Bu saatlerde genellikle cephenin tüm noktalarında silah sesleri duyulmaz olur. Sadece böcek sesleri hakim olurdu tabiata. Bir de korkudan patlatılan havanlar ve makinalı tüfeklerin o hedefsiz cayırtıları. Yalnız kalmış olan Zinar, gecenin bu karanlığında kaybettiği arkadaşlarını o saatlerde aramanın bir tehlikesi olmadığını düşündü ve hemen harekete geçti. Önce çatışmaların cereyan ettiği sahaya seğirtti dikkatlice.. Fakat kimseleri bulamadı. Anlaşıldığı kadarıyla geri çekilmişlerdi. Sonra seslendiği o gerillaların izlerini sürmeye kalktı. Fakat karanlıktan dolayı bu izleri de süremedi. Çaresiz eski yerine geri döndü. Son bir umutla mangasının konakladığı alanı yokladı.. Orası da boştu. O alandan geri çekilmeye niyet edecek olan birliklerin geçebileceği tek patika vardı. Bu patikayı tutarak dikkatlice yürümeye başladı. Güvensiz bir ortamda, belli belirsiz insiyatifin düşmanın elinde bulunduğu bir sahada yürümek, Zinar'ın sinirlerini oldukça bozmuştu. Her çalının ardında kendisine doğrulmuş bir silah bulunduğunu düşünmek deli ediyordu onu. Fakat kendisini toparlamak zorundaydı.. Başka çaresi var mıydı ki? Bu patika üzerinde biraz yol aldığında, oranın da güvenli olmadığını gördü. Az ilerideki bir tümseğin ardında bir manga Türk askeri pusuya yatmıştı. Bunu, göz kulak kesilmiş vaziyette ilerlerken, hemen yakınındaki bu tümseğin arkasında mevzilenmiş olan düşman askerlerinin kendi aralarında yaptıkları konuşmaları duyunca anladı. Zorunlu olarak aynı yoldan geri çekildi. Sonra yön değiştirerek 4-5 dakika başka tarafa doğru yürüdü. Çatışma ve özellikle pusu alanının dışına çıktığından emin olduğunda durdu. Uygun, ağaçlık bir yer buldu ve orada saklandı. Artık geçici de olsa güvencede hissediyordu kendisini. Uyuyabilirdi rahatlıkla. Yeri şöyle bir temizledi. Uzandı sadece.. Yorgunluk, stres ve açlığı bastıran bir uykuya daldı gitti.. Ertesi gün uyandığında etrafı şöyle bir kolaçan etti. Türk Askerleri'nin hızlı bir arazi arama tarama işlemi başlattıklarını gördü. Ortaya çıkması mümkün değildi. Düşman, akşama kadar bu arama-tarama işlemini sürdürmüştü. Akşam olduğunda ise bulunduğu vadinin tam karşısına düşen tepenin sırtlarına çekildiler. Biraz ilerisine pusu kuran askerler de aynı yere çekilmişlerdi. Bu arada gölgeler tamamen çekilmiş, hava kararmaya başlamıştı. Açlığını yenilebilir bazı bitkilerle bastırmayı denedi ama olmadı. Tek şansı vardı, yürümek.. Yürüyerek arkadaşlarını bulacak, birlikte kurtulacaklardı. Artık arkadaşlarını belli bir saha içerisinde daha güvenli bir şekilde arayabilirdi. Önünde diğer gerillalara ulaşabileceği tek yol vardı; az öncesine kadar pusu kurulan o patika.. Biraz yürüdü.. Tek umuduydu bu yol. Devam etti yoluna. Evet işte, iki yüz metre kadar ötesinde, iki kişi ormanlık bir sahadan çıkarak kendisinin tuttuğu yola kayıvermişti bile. Bunlar gerillaydı garanti.. Seslenmeyi denedi.. Olmadı. ıSize zararım dokunmazı demek istedi, ama olmuyordu bir türlü.. Sesini, günledir süren savaş boyunca attığı naralarla ve yaşadığı heyecan sonucu kaybetmişti anlaşılan.. Sadece yürüyebiliyordu.. Onlardan daha hızlıydı. Berikiler değneklere yaslanarak yürüdüklerine göre, yaralıydılar garanti. Yavaş hareket etmeleri bundan dolayıydı. Bu ıiyiıydi işte! *** Çatışma hızından hiç bir şey kaybetmeden devam etmekteydi. Bu arada cepheye çok sayıda asker sevkeden Türk Komutanlığı, savaştaki insiyatifi ele geçirmek istiyordu. Fakat şurada burada öbek öbek direnmekte olan gerillalar buna fırsat verecek gibi görünmüyorlardı. Her tarafta müthiş bir boğuşma cereyan ediyordu. Alabildiğine bir boğuşmaydı bu. Insanüstü bir direnişle karşılaşmıştı Türk savaş kurmayları. Onlar sayısal üstünlüklerine güveniyorlardı, ama karşılarındaki gerillalar bu üstünlüğü kendi savaş yetenekleri, inançları ve hareketli savaş taktikleriyle aşıyorlardı. Hafifçe yüksek bir tepenin yamacına kurdukları bir mevziye yerleşmiş olan dört gerilla savaşçısı, ıkahramancaı kelimesinin hafif kaldığı bir direniş sergilemekteydi. Türk Askerleri her taraftan kurşun yağdırıyorlardı siperdeki bu mini gerilla timinin üstüne. Fakat berikilerin bu baskılara pek papuç bırakacağı yok gibiydi.. Türk Komutanlığı'nın, sayısal üstünlüklerine dayanarak uyguladığı baskı bir ara bunaltıcı bir hal aldı. Sinir bozucu küfürler savuruyor, yaylım atışlarıyla tamamlıyorlardı bunu. Böylece psikolojik hakimiyeti de elde tutuyorlardı akıllarınca. Bu taktik tuttu bir ara. Siperdeki dörtlerden biri olan Metin'de panik belirtileri başladı. Metin, gerillaya daha henüz yeni katılmış bir gönüllüydü. Gönüllü olmasına gönüllüydü, ama hala uyumsuzluk çekiyordu. Silah seslerinin yarattığı dehşetle çılgına dönmüştü adeta. Hele doçka atışları panik yaratıcıydı Metin için. Bilinç diye bir şey kalmamıştı bu genç gerillada. Tir tir titriyor, arkadaşlarının da moralını bozuyordu. ıNereden bulaştım bu belaya! Ne rahattım evimde! Şimdi sevdiklerimle bir arada bulunmak varken! Acaba arkadaşlarımı teslim olmaya ikna edemez miyim? Hem ilk eylemimdir bu.. Küçük bir cezayla sıyırırım herhalde..ı Bir yandan böyle şeyler düşünüyor, öte yandan da titrek bir sesle bağırıyordu: Teslim olalım arkadaşlar, kurtulmak için başka çaremiz yok. Bunlar hepimizi gebertecekler. Bu zayıflık, arkadaşlarını sinirlendirmişti. Abdo, mümkün olduğu kadarıyla asabına hakim olmaya çalıştı ve yumuşak bir sesle onu ikna etmeyi denedi: Bak Havalê Metin, Kürt devrimcileri böyle yapmaz. Bu, Kürt devrimcilerinin kullanabileceği bir uslup değildir. Gerilla düşmana teslim olmayı asla düşünmez, düşünemez!. Böyle şeyleri hiç söylemezler. Bizim düşmanla konuşacağımız tek dil, silahların dilidir.ı Fakat beriki, bunları dinleyecek durumda değildi. ıSilahların diliymiş!ı, ıulan gebertecekler bizi be!ı falan gibi düşünceleri atamıyordu kafasından. Kurşunların tepesinden vızır vızır geçtiği şu anda Metin, gerilla şerefi, devrimcilik gibi şeyleri düşünecek durumda değildi. Irade diye bir şey kalmamıştı onda. Panik halinde boyuna; teslim olalım, ne olur teslim olalım!ı diye yalvarıyordu. Bir ara arkadaşlarının kendisini unutarak savaşa daldıklarını farketti. Bu fırsatı kaçırmamalıydı. Hemen silahını bıraktı. Hızla ayağa fırladı, ellerini kaldırdı ve; teslim, teslim! diye bağırarak Türk mevzilerine doğru koşmaya başladı. Durum kritikleşmişti. Mevzide kalan gerillalar hem kızgınlıkla, hem de onun itirafçılaşarak harekete vereceği zarardan korunmak için Metin'i oracıkta, düşman mevzilerine varamadan silahla taradılar. Genç adam, ne olduğunu anlayamadan olduğu yerde durdu, sarsıldı. Şöyle bir dönüp son kez baktı arkadaşlarına. Sonra; neden? der gibi bir ifade yerleşen şaşkın bakışlarını işledi arkadaşlarının belleklerine ve cansız vücuduyla toprağa uzandı kaldı. Yazık oldu zavallıyaı diye düşündü Abdo.. Mevzidekileri duygusal bir hava teslim almıştı o an. Hem de savaşın büyük bir hararetle sürdüğü saatlerde. Bir an boş bulundu gerillalar. Bu kargaşadan ve gerillaların içine düştükleri vicdan kasırgasının yarattığı etkiden yararlanan Türk Askerleri hemen harekete geçtiler. Neredeyse açıkta bulunan bu küçük timin tuttuğu mevziyi tarayıp oradaki üç gerillayı birden yaraladılar. Çok pahallıya mal olmuştu Metin'in paniği. Fakat timdeki üç insan yıkılmadı. Bu mini timdeki gerillaların direnişi, yaralı hallerine rağmen, hava kararıncaya kadar büyük bir kararlılıkla devam etti. Köpekler tarafından köşeye sıkıştırılmış kedi yavruları gibi tırmalıyorlardı düşmanlarını. Diğer mevzilerde de durum aynıydı. Türk Askerleri bu müthiş direniş karşısında sinmişlerdi. Canlarını sokakta bulmamış olan ımehmetçiklerı, bu durum karşısında mevzilerinde kalmayı, kafalarını dahi kaldırmamayı yeğliyorlardı. Kafalarını kaldırsalar, başlarına geleceği biliyor olsalar gerek. Bu savaş onların değildi ki? Ne de olsa istemedikleri halde getirilmişlerdi oraya. ıBize neı dercesine havaya havaya sıkıyorlardı kurşunlarını. Maksat komutan alışverişte görsün! Gerillalar akşamı ıkazasız belasızı yakalamış, tasfiye edilme korkusu açısından epey rahatlamışlardı. Silah seslerinin hafiflediği o saatlerde etraflarını şöyle bir kolaçan ettiler. Her yerde büyük bir sessizlik hakimdi. Yakın mevzilerde çarpışan diğer arkadaşlarından koptuklarını anlamakta gecikmediler. Yalnızdılar orada. Şöyle göz açıp kapayıncaya kadarki bir süre içerisinde, bazı gerillaların doğuya doğru gitmekte olduğunu gördüler. Saniyelik bir fotograftı bu. Fakat bir müddet sonra bunlar da görüş sahalarından çıktı, kayboldu. Hem yaralı, hem de yalnızdılar artık.. Çoktan sızlamaya başlamış olan yaralarına karşı yapacak hiçbir şeyleri yoktu. Geceyi, karanlığın onları bir örtü gibi saracağı saatleri beklemeye koyuldular. Yaraları soğumuştu. Ağrı tüm zalimliği ile onları yoklamaya devam ediyordu. Fakat bağırmaya, inlemeye falan hakları yoktu.. Her yerin düşman kaynadığı bu alanda neredeyse nefes almak dahi yasaktı. Sessizce beklediler ve karanlık iyice bastırdığında önce büyük bir dikkatle yakın çemberin dışına çıktılar. Ama hala büyük çemberin içindeydiler. Bunun için tedirgin bir dikkatlilik vardı hareketlerinde. Sonra arkadaşlarının izlerini sürmeye başladılar. Cıvardaki ağaçlardan kestikleri dalları koltuk değneği olarak kullanıyorlardı. Bir yarın kenarından geçerken birden 300 metre kadar önlerinde bir pusu belirdi. Abdo: Pusuyu aşmak için şu yandaki yalıyardan suya atlayalım. Suyu, şöyle veya böyle, geçebilirsek kurtuluruzı dedi. Ama kimse cesaret edip baharın bu taşkın suyuna atlamayı göze alamadı. Hem bu yaralı halleriyle böylesine bir maceraya girişmek delilik değil miydi? Abdo, vaaz dinleyecek durumda değildi. Göz açıp kapayıncaya kadarlık bir süre içerisinde kendisini suya bırakıverdi. Bıraktı bırakmasına, ama iş karşıya geçip kurtulmaya gelince bu bir türlü olmuyordu.. Su Abdo'yu sürükledi, sürükledi. Sonunda çemberi tümüyle aştı. Azgın bahar taşkını Abdo'yu kendiliğinden sahildeki bir yerlere bıraktı.. Büyuk bir gayretle güvenli bir niktaya çekti kendini Abdo. Yaralı gerilla orada güvenlikteydi artık. Şans işte.. Geride kalan diğer iki arkadaşı ise uygun bir yer bulup saklanmak zorundaydılar. Şöyle bir göz gezdirdiler etrafa.. Şu çalının arkası hiç de fena bir yere benzemiyordu. Şöyle biraz düzelttiler ortalığı. Tamam, iyiydi bu. Uzandılar oracığa. Yaralarının sebep olduğu sızıyı ve duydukları o müthiş açlığı uyku ile yenmeyi denediler. Iyi bir ilaç gibi gelecekti problemlerine uyku. Uzandı iki arkadaş birer köşeye.. Az sonra uyku mu baygınlık mı belirsiz, bir kendilerinden geçiş yaşayacaklardı. Ölümle uyku arası bir şey.. Ertesi günün ilk ışıklarına kadar böylece, Zaza Kürtleri'nin ıxayisı dedikleri bir vaziyette kaldılar. Uyandıklarında yaraları daha az sızlıyordu. Ama yine de yerlerinden kıpırdayamazlardı. Çünkü her taraf düşman kaynıyordu. O günün de sona ermesini beklemek zorundaydılar anlaşılan. Yaraların sızısı, susuzlukları ve açlıkları ile yaşayacakları koca bir günü daha bitireceklerdi bu ıuygun yerıde.. Akşam vakti ormanlık alanda, saklandıkları o yerden çıkarak yeniden iz sürmeye başladılar. Çok yavaş ilerliyorlardı, ama ilerliyorlardı işte.. Etraf daha da güvenli bir haldeydi şimdi. Önceki gece yanıbaşlarında pusuya yatmış olan askerler çekilmiş, karşıdaki tepelere yerleşmişlerdi. Etrafı kontrol altında tutmak için daha uygun bir konumu vardı oranın. Ama karanlık olduğu için gerillaları fark edemiyorlardı.. Gece görüşlü dürbün korkusuyla olacak yine de sine sine yürüyorlardı. Fakat iki yol arkadaşının yaraları, hareketlerini yavaşlattığı gibi müthiş bir de sızı veriyordu onlara. Yine de oldukça uyanık davranıyorlardı. En ufak bir kıpırtıyı bile hissetmeleri bundandı. Bir ara, biri dürtmüş gibi durdular. Cuma dönüp arkasına baktığında;

takip ediliyormuşuz gibi bir his var içimde Havalê Cemilı dedi. Hislerinde yanılmamıştı. Biri, kendisini saklama lüzumunu bile hissetmeden onları takip ediyordu. Önce büyük bir tedirginlik duyup silahlarına sarıldılar. Fakat ilk anda duydukları tedirginliğe rağmen, arkadakinin el kol hareketlerine bakarak biraz rahatladılar. Bu adam bir gerillaydı muhakkak.. Daha bir dikkatle baktılar. Evet, evet bu bir gerillaydı. Yaklaştıkça siması da belirginleşmeye başlamıştı. Evet, tanımışlardı geleni, kendi arkadaşları Zinar'dan başkası değildi bu! Ikisinin birden ağzından öylesine bir ıvay canına!ı nidası çıktı ki işitmeye değer.. Sanki yeniden doğmuş gibiydiler. Zinar da öyle.. Sarıldılar biribirlerine. Cemil ağlıyordu.. Cuma ağlıyordu.. Bu ağlama nöbeti Zinar'a da bulaştı.. Bir süre öylece biribirlerine sarılı olarak kaldılar. Sonra sakinleştiler ve oturup hal hatır sormaya başladılar. Arkadaşlarının durumunu merak ediyorlardı. Herkes biribirinden kopmuştu anlaşılan. Onun için diğer gerillalar hakkında doyurucu bilgi alamıyorlardı. Daha fazla yürümenin bir anlamı yoktu. Hem çok da yorulmuşlardı. Oracıkta konaklayacaklardı..

*** Bu geceden itibaren güneye doğru yürüyüşe geçeceğiz. Yiyecek olarak şurada biraz mercimeğimiz kalmış. Onunla idare ederizı diye konuşan Zinar komutayı ele almıştı almasına ama, işinin çok güç olduğunu unutmuyordu. Bir yandan yaralı arkadaşlarının durumu, öte yandan da beslenme sorunları onları epey yavaşlatmaktaydı. Gündüzleri zaten güvenlik gerekçesiyle yürümüyor, istirahat ediyorlardı. Gün batımından sonra ise ancak bahar gecelerinin o müthiş karanlığının ve tükenme noktasına eren güçlerinin elverdiği bir hızla ilerliyebiliyorlardı. Yürüyüşlerinin üçüncü gecesi.. Çok sarp bir kayalık belirivermişti önlerinde. Zinar; Güney'e ulaşmak için bu kayalığı aşmamız gerekir. Ben daha önce burayı bir kez geçmiştim. Çok zor geçit veren bir kayalıktır burasıı demesine dedi de, orta yerde tartışılacak bir durum olmadığından, arkadaşları sadece kös kös dinlediler. Çünkü burayı aşmaktan başka çareleri olmadığını hepsi de biliyordu. Yorgunluk ile şevk biribirine karışmıştı. Şurayı bir aştılar mı, selamet.. Kayalık çok zorluydu. Yaraları, eski çevikliklerini alıp götürmüştü bir anda. Hızları daha bir düştü. Neredeyse kaplumbağa gibi ilerliyorlardı. Ama değdi, aştılar işte.. Kayalığı yüz metre geçmişlerdi ki Cuma; Sesler geliyorı diye uyardı arkadaşlarını. Evetı dedi Zinar; ıKalabalık bir gurup olmalı. Durumu ve sesli sesli konuşan bu komşularının kimliklerini anlamak için orada beklemeye koyuldular. Birden guruptan birinin bir diğerine; Heval!ı diye hitap ettiği duyuldu. Canlanmışlardı. Evet, bunlar ıHevalılardı, hem de geri çekilen kendi hevalları.. Muhakkak ki ana guruptan hevallarıydı komşuları. Hemen hareketlenip oraya doğru uçtular adeta.. Aralarına vardıkları gurupta da morallar düzelmiş, yeni gelenleri sanki ahiretten dönmüş gibi karşılanmışlardı. Çünkü guruptan kopan herkes aşağı yukarı ölü biliniyordu. Oturur oturmaz koyu bir sohbete daldılar. Yeni gelenler, ana guruptan kopanlara, ana guruptakiler de yeni gelenlere durumlarını soruyorlardı.. Başka yaşayan varmıydı acaba? En son kimlerden kopmuşlardı. Yeni gelenlere ana gurubun macerasını Hamza şöyle bir özetleyiverdi: Arkadaşlar düşmanla birinci gün çok büyük bir savaşa tutuştular. O gün yedi şehit verdik. Ikinci gün sakin geçmesine rağmen, üçüncü gün savaş yeniden kızıştı, bizden bir bayan arkadaş şehit düşmüş, ikisi bayan dört arkadaş da yaralanmıştı. Sonra geri çekildik. Tabii ki yaralılarımızı da birlikte getirdik. Bu arada bizim gurup şu az ötedeki sarp kayalığı geçerken, Heval Reybin de oradan suya düştü ve şehit oldu.ı Reybin de mi? Reybin'i iyi tanıyordu Zinar. Sarsıldı ölümünü duyduğunda. Aileden çok değerli bir yıldız daha kaymıştı demek ki. Ama acısını her zamanki gibi içine gömecekti. Sadece bir durgunluk hakim oldu benliğine hepsi o kadar. O gün bir daha hiç bahsedilmedi arkadaşından.. O da hatıralarını kendine sakladı ister istemez..Sohbet başka konulara kayarak koyulaştı. Orada kalacaklardı anlaşılan. Herkes kendine göre yatacak bir yer ayarladı. Imkan nisbetinde yaralıların yaraları tedavi edildi ve nöbet cetveli hazırlandıktan sonra yatıldı.

Bu arada Türk Askerleri de boş durmamış, gerillaların o anda konakladıkları yere kadar ilerlemiş, üst taraflarındaki sırtları bir güzel tutmuşlardı. Tepeleri tutan düşman birlikleri, ertesi gün, sabahtan itibaren oradan aşağılara kayarak sırayla tüm mağaraların içlerinde ve arazinin her girintisinde sıkı bir arama-tarama işlemi yürütmeye başladılar. Akşama kadar sürdü bu. Bu yüzden kıpırdıyamıyorlardı gerillalar yerlerinden. Bırakın yerlerinden kıpırdamayı, sıcak birşeyler hazırlama şansları dahi yoktu. Gerçi duman çıkarmadan ateş yakmasını biliyorlardı, ama aralarında bulunan yaralı arkadaşlarının durumu, güvenliği çok önemli kılıyordu. Bundan dolayı yakmadılar ateşi. O çok sevdikleri kara çaydanlıkları günboyu onlara boynu bükük bir şekilde bakıp duracaktı. Sıkıtı dolu bir günü daha geride bırakmışlardı en nihayetinde. Ortalık kararmaya başlamıştı yine. Karanlıkta bir şey bulamayacaklarını anlayan Türk Askerleri tekrar konakladıkları sırtlara çekilmişlerdi. Doğrusu çok iyi çalışıyorlardı. Mağaralarda ve vadilerde yaptıkları aramalarda çok titizdiler yani. Bir yere iki kez uğramaları işten bile değildi. Ne olur ne olmaz diye.. Bazan gerillaların çok yakınlarına kadar da sokuldukları oluyordu. Ama şansın da yardımıyla hiç bir olumsuzluk yaşanmadı. Böylece iç içe yaşadıkları 4. gün de tamamlanmıştı. Türk Askerleri'nin bir şey bulma hususundaki umutları sönmesine rağmen, sırtlarda uzun süre kalacakları izlenimini verecek bir şekilde yerleşmişlerdi. Helikopterlerin sürekli malzeme taşıması, mükemmel mevziler kazmaları falan bunun en açık göstergesiydi. Iki düşman ister istemez belli bir süre iki kapı komşu olarak yaşayacaktı.

Öte yandan bu mağarada sıkışmış olan gerillalar hareketli, hem de oldukça hareketli geçen bu son günlerin beşincisinde, toplanarak durumu müzakere etmeye başladılar. Bu böyle gidemezdi. Birşeyler yapmaları gerekiyordu. Düşman tüm alanı tutmuş, onların serbest hareket etme imkanlarını hemen hemen yok etmişti. Bir nevi çemberdeydiler yani. Yanisi fazla, düpedüz çemberdeydiler. Cephane ve yiyecekleri ya çok azdı, ya da kelimenin tam anlamıyla tükenmişti. Açlık dayanılmaz bir haldeydi. Bu durumu aşmaları gerekiyordu. Ama nasıl? Bu hapishaneden çıkış yolunu bulma umuduyla bir keşif kolu çıkardılar. Bu arkadaşları çemberden çıkmalarını sağlayacak yol olup olmadığını araştıracaklardı. Tembihler yapıldı ve harekete geçildi.. Keşif kolu bir kaç saat sonra iyi haberlerle geri dönmüştü. Tim sorumlusu Riza, merakla etraflarında toplanan arkadaşlarına sonucu açıklıyordu. Şu aşağı taraflarda (.....) noktasında düşmanın kontrol altına almadığı bir yol var. Eğer dikkatli davranırsak bu yolu tutarak çemberi aşabiliriz.ı

Sonra uzun uzun bu yolu tarif etmeye başladı. Zinar biliyordu oraları. Sevincini saklamadı, Bu çok iyi heval! Hem de oldukça yakını

Peki ya yaralı arkadaşlar, onları ne yapacağız? Birlikte götürürsek kurtulabilecek veya arkadaşları kurtarabilecek miyiz?ı diye sordu Zinar tereddütler içerisinde.. Keşif kolu sorumlusu Riza düşüncelere daldı bir an ve; Bu yaralı halleriyle onlarla birlikte rahat hareket edebileceğimizi, çemberi aşabileceğimizi sanmıyorum. Çünkü yol çok engebeli. Her an bir sürpriz saldırı ihtimali de varı dedi. Yaralıların durumu gerçekten ağırdı. Kurşunların girdiği yerlerin sertleşmesi, hastaların hareket imkanlarını daha da kısıtlıyordu. Hemen oturup durumu müzakere etmeye başladılar. Uzun uzun tartıştılar durumu. Nehayet oybirliği ile bazı kararlar alındı. Alınan kararlarda yaralı gerillaların bu mağarada kalmaları öngörülüyordu. Durum yaralı arkadaşlarına açıklanarak izah edildi. Yaralılar bu kararı saygıyla kabul ediyorlardı. Çaresizdiler. Bunun üzerine sağlam gerillalar yol hazırlıklarına giriştiler. Bir an önce hareket etmeleri gerekiyordu. Yaraları ağır olan üç arkadaşlarını, iki muhafızla birlikte orada bıraktılar. Grubun asıl gücünü oluşturan partizanlar, gerilla usulu kısa bir ıAllahaısmarladıkı töreninden sonra yola koyuldular. Istikametleri, Güney Kürdistan'dı...

*** Açlık ve yaralıların kötü durumları, mağarada kalan gerilla gurubunu olumsuz etkiliyordu. Bir yandan 5 günden beridir aralıksız olarak çekilen açlık, öte yandan yaraların verdiği ızdırab, hastaların durumunu dayanılmaz hale getirmişti. Birşeyler yapılması gerekiyordu. Ama ne? Bu durumu göz önüne alan Z., ıköye gidip biraz malzeme ve ilaç getireyimı gibi bir teklifle ortaya çıktı. Eh, bundan iyisi can sağlığı.. Bu, o şartlarda yapılabilecek en iyi teklifti ve hemen yerine getirilmeliydi. Kısa bir süre içerisinde hazırlanan Z., Oramar'a, dost insanların yaşadığı köylerden birine doğru yola koyuldu. Bu arada Z.'nin yiyecek ve ilaç bulmak için yola çıkmasının üzerinden iki saat ya geçti, ya geçmedi, Türk Askerleri yeni bir operasyon başlattı. Z. yiyecek ve bir kısım ilaçla geri dönmüştü, ama bir sürpriz bekliyordu onu. Arkadaşlarına ulaşabileceği yollar tümüyle kapanmıştı. Onlara ulaşma gayreti nafileydi. Bir fırsatını bulup aşamıyordu çemberi. Geri döndü çaresiz. Köyde saklanmaya başladı. Aradan 3 gün geçmişti. Askerler tüm bölgede yoğun bir faaliyet içerisine girmişlerdi. Her taraf bombalanıyor, gerilla aranıyordu. Bu durumu hesaba katan ana gruptaki komutanları, yaralı arkadaşlarının muhafızlarına haber salarak yerlerini değiştirmelerini istemişti. Haberi getiren arkadaşla birlikte oturup durumu tartıştılar.

Fakat Z. daha henüz geri dönmedi.ı dedi Remzi, ıOnu beklemeyelim mi? Evetı dedi haberi getiren gerilla, işi biraz yavaştan alırsak, o zaman Z.'de yetişebilir bize. Bu fikir akıllarına yattı. Böylece yer değiştirme işini ağırdan almaya başladılar. Fakat bu bir hataydı ve gerillada hatalar daima pahallıya oturur insanlara.. Hatayı yapmaya gör, bela hemen kapını çalar. Bu kez de öyle oldu. Operasyona çıkan Türk askerleri araziye yayılmış, her tarafı didik didik arıyorlardı. Gele gele yaralılarıyla birlikte saklanan gerillaların sığındığı mağaraya hakim olan tepelere kadar varşlardı. Hatta hemen mağaranın tepesine kadar gelmişlerdi. Nereden bakarsan 500 metre ötedeydi düşmanları. Tepedeki Türk askerleri, biraz altlarındaki noktanın saklanmaya elverişli olduğunu farketmişlerdi herhalde. Bu, orayı yoğun bir şekilde ateş altına almalarından belli oluyordu. Durumun ciddileşmesi üzerine Remzi; Buradan çıkmamız lazımı dedi. Tabii ki orayı terketmekten başka çareleri yoktu. Fakat sorun yaralıların durumuydu. ıEvet ama yaralı arkadaşları alabilecek miyiz? sorusu hepsinin kafasını meşgul ediyordu. Baran'ın dışındaki diğer iki gerilla kendileriyle gidebileceklerini söyleyince durum berraklaştı. Ama diğerleri, açıkça ölüm anlamına gelecek olan böylesi bir terki içlerine sindiremiyorlardı. Baran'ı bırakmaya gönülleri el vermiyordu. Ağır yaralı gerilla bunu anlayınca müdahale lüzumu hisetti: Yani siz kalırsanız ve birlikte ölürsek daha mı iyi olacak be arkadaşlar?ı diye bağırdı ve kesin bir tavırla devam etti konuşmasına: Birinizi burada görmek istemiyorum. Hepiniz gidiyorsunuz, hem de hemen.. Bu kesin tavır etkisini gösterdi. Gerçekten başka çareleri yoktu. Kısaca Baran kalıyor, diğerleri gidiyorlardı. Mağarada yalnız başına kalacak olan Baran'ı, bir şehit gözüyle baktıkları bu arkadaşlarını teker teker alnından öpen gerillalar, belki de son bir kez görecekleri bu arkadaşlarını orada bırakıp aceleyle terkettiler mağarayı. Hem vücudundan, hem de ayaklarından ağır yaralar almış olan Baran artık tamamen kaderine terkedilmişti.. *** Gurup uzun süredir Parti ile irtibat kuramıyordu. Ellerindeki üç telsiz cihazının tümü pil yokluğundan dolayı çalışmıyordu. Fakat buna rağmen Türk Askerleri, gerillaların irtibat kurma gayretleri sırasında, cihazların cızırtı halinde de olsa çıkarıdıkları sesleri dinliyor ve bu kopuk birliğin hala güvenli bir alana kayamadığını anlıyorlardı. Bunun için yeniden, tüm bölgeyi kapsayan bir arama tarama operasyonuna giriştiler. Işte gerillanın elindeki cihazların böylesine düşmanlıkları da oluyordu kendilerine.. Düşmanları bu sayede grubun yapmak istediği şeyi önceden hesaplamış ve geri çekilme hattını tutmuştu. Böylece onları, Güney sınırından geri dönmek zorunda bırakmışlardı.

Geri dönüş elzemdi, ama nereye? Plansız bir şekilde ıgezinmekı zaten bozuk olan morallerini daha da bozmaktaydı. Tam bu sırada öncü guruptaki gerillalardan biri: Bazı insanlar görüyorum. Hem de galiba bizimkiler. Evetı dedi Zinar. ıBunlar gerçekten bizimkiler. Evet, gelenler arkadaşlarıydı ve onları arıyorlardı. Hem bu arkadaşlarının elinde pil de vardı. Haydaaa! Sürecin başından beri karargah ile temas kuramamış olan Zinar ve arkadaşları için bulunmaz bir nimetti bu. Pilleri hemencecik cihazlarına yerleştirip; ıÇatak, Çatak.. Çatak, Tendürek!ı diye anonslara başladılar. Biraz uğraştıktan sonra amaçlarına ermişlerdi. Karargahlarından bekledikleri anonsu almış, onlarla temasa geçmiştiler. Telsizin öbür ucundaki arkadaşları;

Malum yerden gelen üç kişiyi karşıladıkı deyince Zinar endişelendi;

beş kişi olmalıydı. Diğerlerine ne oldu? Artık şifre ile haberleşmenin asgari kurallarını dahi bir tarafa bırakan karşı taraftaki ses direkt olarak; Baran arkadaş malum yere baskın düzenleyen düşmanın eline geçti ve öldürüldü. Z. arkadaş ise sağlam bir yerde.. Zinar, durumu kesinleştirmek için mağaranın bulunduğu yere giderek keşif yapmak ve durumu etraflıca anlamak istedi. Fakat karşı taraftaki kesin konuşuyordu; Gelen arkadaşlar kesinlikle benim söylediklerimi doğruluyorlar. Baran Arkadaş düşmanın eline geçmiştir. Vaktinizi boşuna harcamayın. Derhal bize doğru yönelin!ı

Zinar ve yanındakilerin bu talimatı dinlemekten başka çareleri kalmamıştı. Çünkü Baran'ın içinde bulunduğu durumu düşündüklerinde, kurtuluşunun mümkün olmadığı ortadaydı. Fakat bu bir yorum muydu ne?.. Yine de vakit geçirmeden üsse doğru yola koyuldular. Oramar taraflarına doğru yürüyorlardı. Ilk uğrak yerleri yollarının üstünde bulunan yeşillikler içindeki bir köydü. Dostlarının yaşadığı bir yerleşim birimi olan bu şirin beldenin adı; Zêrane'ydi.. Köylüler onları öyle bir karşıladılar ki olağanüstü bir şeylerin döndüğünü sezmemek olanaksızdı. Bu karşılama, sadece gerillaya duydukları hasretlerinden dolayı değildi besbelli. Köyün onlara bir sürprizi vardı.. Sonra yavaş yavaş açıldılar. Köylü usulu, pişire pişire sunuyorlardı havadislerini. Baran! Baran'dı bu sürpriz. Evet, evet yaşıyordu Baran! Dolu dolu oldu gözleri. Tıkanmışlardı heyecandan ve sevinçten.. Nasıl olurdu bu? Hani ölmüştü? *** Mağarada yalnız başına kalmıştı Baran. Neredeyse kalbura çevrilmiş olan vücudu ile beyni pek barışık değildi kuşkusuz. Vücut çoktan teslim olmuştu, ama beyni direniyordu. Herşeye inat dört elle sarılmıştı hayata. Ama vücut.. Vücudu katılmıyordu bu kavgaya. Irade sürüklemese, yeter diyordu maddi yapı. Herşey çekilirdi de şu ayaklarından aldığı yaralar yok mu, işte bu yaralar bitiriyordu onu.. Açlık, şu kahrolası açlıkta sanki ıteslim ol! Direnmek fayda vermez sana. Ölüm en iyisiı deyip duruyordu beynine. Ama beyni direnişten yanaydı. Bilinçle ve aşkla sarılıyordu hayata. Sızlayan yaralarına, çekmeyen ayaklarına inat, yaşamalıydı. Yaşamak için herşeyi yapmadan sonsuzluğa göç etmeyi kabullenemiyordu. Ölümü kabullenmek, teslimiyettir. Evet ıbu da bir nevi teslimiyettirı diyordu kendi kendine.. Hayır, direnecekti Baran. Ne idi sloganları: ıBerxwedan Jiyane!ı Evet; direnmek Hayattır, yaşamaktır..Bundan dolayı direnmeliydi o.. Hem daha yapacak çok işi vardı. Kaçamazdı görevden. Istirahate çekilmeye daha vardı kısacası.. Düşman her an gelebilirı diye düşündü hızla. Bulunduğu nokta pek o kadar da emin bir yer değildi. Mağara; ıbu heriflerin ilk göz atacakları yerı olurdu. Bunun için sürünerek çıktı oradan. Iz bırakmamaya özen göstererek ilerliyordu. Istem dışı bıraktığı izleri büyük özenle sildikten sonra biraz daha sürünüyordu. Böyle ilerleye ilerleye mağarasının üst tarafına kadar çıktı. Etrafa şöyle bir bakındı, hemen yakınında deliğimsi bir oyuk vardı. ıIşte ideal bir saklanma yeri!ı diye düşündü. Orasını aramak hiç kimsenin aklına gelmezdi herhalde. Hoş, koskoca mağara dururken hangi enayi oraya sığınmayı düşünürdü ki? Bu düşüncesine kendisi de güldü.. Oraya varmalıydı, hem de bir an önce. Büyük bir gayretle yukarıya yöneldi. Iz bırakmadan sürünmek pratikte mümkün değil sanılır, ama Baran için değildi bu! Delik tam da saklanmaya uygun bir tarzda oluşmuştu. Sıkı bir kamuflaja bile gerek kalmadan yerleşti yeni evine.. Elinde son çare olarak sıkı bir şekilde tuttuğu el bombasıyla olacakları beklemeye başladı. Eğer farkedilirse bombayı tereddütsüz bir şekilde üstünde patlatacaktı.. Belki bir kaçını birlikte götürürdü böylece.. Haa.. Evet, Evet. Gelsinler bakalım. Baran'ın kim olduğunu o zaman görsünler!. Yaralı gerillanın ağrı ve açlık sorununa bu kez susuzluk ve tedirginlik de eklenmişti. Biraz da bu heyecanlı bekleyişin katkısıyla, kuruyan dudakları çatladı. Açlıktan kararıp duran gözlerinin durumuna sürekli baş dönmeleri katılmıştı bu arada. Velhasıl fiziği, ruhunun dayanma gücünü baltalayıp duruyordu. Aradan bir saat mı ne, kısa bir süre geçmeden yukarıdaki tepeden kopup gelen ve mağaranın çevresine yerleşen gürültücü Türk Askerleri, içeriye bomba yağdırmaya başladılar. Askerin biri tam da tepesindeki taşın üstündeydi. Şöyle bir eğilip baksa!.. Ama hayır, hepsi mağaraya fikse olmuşlardı. Içerisine yerleştiği delik, Türk askerlerinin dikkatini çekmediği için rahatlamıştı. Bu arada mağarada kimsenin olmadığını anlayan Türk Askerleri biraz daha küfür savurduktan sonra çekip gittiler. Baran artık yeniden yalnızdı.. Bu kez ki yalnızlık, onun da arzuladığı bir yalnızlıktı..

Harekete geçmeliydi. ıZêrane şu taraftaı diye söylendi kendi kendine. Yürüyemiyordu. Ama sürünebilirdi. ıŞu yokuşlar olmasa ne iyi olurdu. Ama ne yapalım, sürünerek de olsa gideceğiz. Teslim olmak yok. Bu kez de yırtacağız.ı Baran hem konuşuyor, hem de sürünüyordu. Kendi kendisine cesaret vermesi, ruhsal direncini en üst seviyeye çıkarması gerekiyordu, ki Baran bunu fazlasıyla yapıyordu. Bir ara marş söylemeyi denedi, fakat sesi kısılmıştı susuzluktan, ister istemez vazgeçti. Dünyadaki çeşitli direnişlerde haklarının sembolu olmuş kahramanları ve onların öykülerini geçirmeye başladı aklından. Bu daha kolay olmuş ve iyi gelmişti ona. Bir kaç saat böylece ilerledi. Sonra bir derenin şırıltısını duydu uzaktan. Çölde bir serap gibiydi bu. Su sesi onu gayrete getirmişti. Biraz daha gayret. Biraz daha.. Hah işte şuracıkta! Varır varmaz hemen yumulamadı mübareğe. Tıkanmıştı sanki. Önce dudaklarını ıslattı. Bir daha, bir daha ıslattı. Sonra ilk damlaları yuttu. Arkası kendiliğinden geliyordu. Ama bir anda çok içmemesi gerektiğini hatırladı. Kendisini frenledi usulca. Hem su kaçmıyordu ya!. Bir saat kadar dinlendikten sonra yeniden yol almaya çalıştı. Sürünüyordu. Bir gün boyunca böyle duraklaya duraklaya ilerledi. Akşamın gölgelerinin küçük ovacıkları kapladığı saatlerde köy uzaktan görünmüştü. Son bir gayret, işte varıyordu oraya.. ıEvet, şu karşıdan görünen karaltılar köyün insanlarına ait olsa gerekı diye düşündü. Sürünerek ilerleyen bu yaratığı ilk gören köylüler korkudan donup kalmışlardı oldukları yerde. Neydi bu? Daha dikkatle baktılar sürünen şeye. Bir insandı herhalde. Sonra dilleri açıldı, fısıldaşmaya başladılar.. Bu sürünerek gelen de ne? Yaralı birine benziyor. Hevallardandır herhalde! Herhalde olur mu, eğer insansa hevaldır o, yaralı bir heval! Böyle konuşa konuşa yaklaştılar bu ışeyeı. Yanılmamışlardı, bir gerillaydı bu. Fiziki bakımdan tam çökmüş, yaralı bir gerilla. Sonra tanıyanlar çıktı, Baran'dı bu. Uzun süre tamir olacağı yoktu vücudu Baran'ın. Aldılar yanlarına. Tam köye götürmüşlerdi ki uzaktan gelen bir gerilla kafilesi dikkatlerini çekti. Zinar ve arkadaşlarıydı bunlar... *** Yaralı arkadaşlarını da yanlarına alarak yola koyulan gerillalar, şanslarının da yardımıyla bir süre sonra Güney'deki karargaha varmışlardı. Günlerden beridir Parti'yle kopuk olan ilişkilerinin sağlandığı ilk temastı bu. Çok sıcak karşılanmışlardı.. Bir yandan kara çaydan fokurdatılırken, öte yandan da en iyi yemeklerden hazırlandı. Uzun uzun konuşuldu. Arkadaşlarının yarattığı direniş destanını ilgiyle ve hayranlıkla dinliyorlardı karargahtakiler. Açlık, susuzluk ve mühimmat yokluğuna rağmen Kürt gerillalarının sergilediği göğüs kabartıcı direniş, dinleyenlerin moralına moral katmıştı. Dile kolay, 28 gün çemberde kalmışlardı ve bu süre içerisinde bir kısmı 13 gün boyunca yiyecek hiçbir şey bulamamıştı. Cephaneleri ise ancak zorunlu savunma halleri için yeterliydi. Ellerine saldırı için pekçok kez bulunmaz fırsatlar geçmesine rağmen, imkansızlıktan dolayı saklanmaktan başka hiçbir şey yapamamışlardı. Bunun için de süreç boyunca böyle savunmada kalmaları gerekmişti. Malzemesiz ve mühimmatsız geçen süreler göz önüne alındığında aç ve susuz geçen bu süre, 1984'ten beri yürütülen gerilla hareketi içinde bir rekordu. Hele ihtiyaçlarını Türk askerlerinden sağladıkları anlarla ilgili anlatılanlar çok ilginçti. Bu arada kara çaydan fokurdamaya başlamıştı bile. O da sohbete katılmak ister gibiydi. Eh, Kamber'siz düğün olmaz ki! Ister inanın ister inanmayın, kara çaydanın fokurdayan suyu, daha henüz çaylaşmadan bile iyi gelmişti onlara.. Hele çayı, ekmeği ve bir miktar helva ile yağı bir arada görünce tüm çektiklerini unuttular. Yumuldular sofradaki nimetlere.. *** Hasan ve arkadaşları, etraftaki silah seslerinin azlığından da anladıkları kadarıyla yalnızdılar. Kendilerine hiç bir yardım gelmeyecek demekti bu. Aralarından iki gerilla, ağır yaralar almış olan komutan Hasan ile birlikte kaldı. Diğerleri ise Türkler'in eline geçmemek için alandan ayrılmışlardı. Durumu fark eden Türk askeri birliği, kalanları sağ olarak ele geçirmek için hemen harekete geçmişti. Gerillaların bu fırsatçı saldırı karşısında direnişleri çok şiddetli oldu. Türk askeri birliği akşama kadar bir adım dahi ilerleyemeyecekti. Yaralı gerillalar akşam olduğunda karanlıktan da yararlanarak yerlerini terk ettiler. Aç idiler. Üstelik Hasan'ın sızlayan yaraları ve düşmandan gelen baskı da cabası. Hele şu yorgunluk var ya! Ama herşeye rağmen üç gecelik zorlu bir yürüyüşten sonra Türk Askerleri'nin çevrede oluşturduğu çemberin dışına çıktılar. Artık Güney'deki bilinen noktaya doğru yürüyüşe geçebilirlerdi. *** Baran'ı bir katıra yükleyen gerillalar, güneye çevirmişlerdi yönlerini. Moralleri ve direniş azimleri en son raddesine ermişti, ki bunda Baran'ın rolu belirleyiciydi. Bu küçük tim yönünü güneye vermişken, karargahtan yola çıkarılan bir gerilla birliği de onları aramaya veya karşılamaya çıkmıştı. Çok heyecanlıydılar. Hele Baran'ı görmek, aralarından bazılarının kısa süreli baygınlıklar geçirmesine de yol açmıştı. Ölmemiş miydi o? Ama işte yaşıyordu.. Gelen herkes önce ona yöneliyor, sarılıp doya doya öpüyordu. Timdekiler ise uzun süredir haber alamadıkları arkadaşlarının durumunu merak ediyorlardı. Kim öldü, kim kaldı sorusundan ziyade, ıkaç kişi kaybettikı sorusu meşgul ediyordu kafalarını. Karargahtan gelenler güneyden, Zinar'ın gurubu kuzeyden aynı yolu takibederek yaklaşıyorlardı biribirlerine. Iki gurup, karşılıklı olarak geçilebilecek en elverişli yol üzerinde ilerlediklerinden, sanki randevulaşmış gibi biribirlerini kolayca bulmuşlardı. Savaş alanından gelen gerillaların yorgun hallerine yara bere içerisinde bulunmalarına rağmen yüksek bir moral göstermeleri karargahtan gelip kendilerini karşılayan gerillaları çok duygulandırdı, onlara da moral verdi. *** Türk Askerleri bir şey bulamayacaklarını anlayınca alandan ayrılmış, alışılmış mevzilerine çekilmişlerdi.. Karargahlarıyla temas kuramamış olan son guruptu Cemil'in komuta ettiği gerilla mangası. Etrafın sessizleşmesinden, Türkler'in alanı terkettiklerini onlar da anlamışlardı. Bundan dolayı daha rahat hareket edebiliyorlardı. Istikametleri, bölüğün diğer gerillaları ile buluşabileceklerinden emin oldukları yer olan güneydeki ıbilinen noktaıydı. Stress, açlık falan gibi bilinen sebeplerle epey yavaş hareket ediyordı. Fakat sağdılar.. Bu da az bir şey değildi. Iki adımda bir dinlenmek zorunda kalmaları önemli değildi yani. Böylesi dinlenme anlarından birinde Cemil arkadaşlarına;

Giderken yol üstünde şu savaş alanına da bir göz atalım, belki birilerine rastlarızı dedi demesine ama bu öylesine bir sözdü. Ne bulacaklardı ki aradan geçen bunca zamandan sonra? Yine de oraya uğramakla yolu pek uzatacakları yoktu. Yani bu, hiç de fena bir fikir gibi gelmedi arkadaşlarına. Bir duygu yönlendiriyomuş gibiydi onları. Evet, evet uğramalıydılar.. Zaten uzun süredir şuraya buraya savrulup duruyorlardı. Bir-iki saatlik bir gecikme ne yapacaktı ki?

Böylece batıya doğru hafif bir viraj alarak devam ettiler yollarına. Çok uzak değildi çatışma alanı, iki saat kadar bir şey.. Yorgunluk ve açlık olmazsa bu mesafeyi daha kısa bir süre içerisinde almaları işten bile değildi.

Öncü durumundaki Rojvan, yorucu yürüyüşün sona ereceği tepeyi gördüğünde sevindi. Şu tepeyi aşarlarsa çatışma yerine varacaklardı. Ama içine sebebini bilemediği bir sıkıntı da girmişti. Bir tuzak mı vardı acaba önlerinde? Ama hayır buna ihtimal vermiyordu. Öyleyse neydi onu için için kemiren bu sıkıntı? Tepeyi aştı. Biraz ileriden müthiş bir koku yayılıyordu etrafa. Burnunu tıkadı ama olmuyordu. Nefessiz dayanamazdı ki insan.. Kefisi ile burnunu perdeledi ve öylece ilerledi. Neyse, başa gelen çekilirdi. Arkasına baktı, ıvardıkı anlamında başını salladı. On metre aralıklarla kendisini takip eden arkadaşları da biliyorlardı vardıklarını. Onlarda burunlarını perdelemişlerdi. Öncü Rojvan birden olduğu yerde donup kaldı. Gözlerine inanamıyordu! Sadece; ıolamaz!ı diyebiliyordu. Gördüğü manzara karşısında şok olmuştu. Rojvan'ın bu donmuş hali, durumu endişe ile takip eden diğer arkadaşlarını tedirgin etmeye yetti. Bir hamlede vardılar oraya. Aman Allahım!

Manzara korkunçtu.. Gördükleri karşısında ruhları donmuştu adeta. Daha bir yaklaştıklarında herşeyi olduğu gibi görebiliyorlardı. Ortalık, şuraya buraya atılmış ceset parçaları ile doluydu. Bunlar şehit düşen arkadaşlarına ait cesetlerdi. Daha aşağıda, bayan gerillaların çarpıştıkları yerdeki manzara ise gerillaların ruhlarında önlenemez bir isyan duygusu yaratmıştı. Askerler, buldukları bayan gerillaların cesetlerini vahşice taciz etmişlerdi. Bu cesetlerin cinsel organlarına kazıklar çakmış, göğüslerini parçalayarak sağa sola atmışlardı! Bu vahşet karşısında dayanamadı Rojvan. Öyle bir; Aaaaayyyy.... çekti ki, sesi tüm dağlarda yankılandı. Sapsarı kesilmişti hiddetten. Arkadaşları da öyle.. Silahına davranıp rastgele ateş etmeye başladı. Bir anda silahının şarjörünü boşaltmıştı. Bir yandan da var gücüyle bağırıyordu;

Bunun hesabını vereceksiniz itin enikleri! Yemin ederim ki vereceksiniz! Ananızın ...na da girseniz vereceksiniz bu hesabı!