Kitaplarım - Govend


Kısa ve Temiz

Bu hikaye ARGK'nin en eski komutanlarından biri olan Ebubekir (Halil Ataç-Urfa) tarafından anlatılmış, tarafımdan düzenlenmiştir.

1991 yılı sonbaharının Çukurca'daki Türk Taburları'ndan birine neler getireceğini kim tahmin edebilirdi ki? Hani şu her sene gerillalardan dayak yiyen Türk askeri üslerinden birine.. Bu hikaye, o üslerden birine yapılan bir baskını anlatıyor.

***

Çukurca yöresindeki gerillalar sonbaharın o ılık günlerinde, mevcut güçlerini belli bir alanda yoğunlaştırarak yeteri kadar yığınak yapmak için büyük bir uğraş içerisine girmişlerdi. Bu uğraşları boşuna değildi. Sağdan soldan çağrilan birlikler bir noktada toplaştı mı, bilin ki eylem var oralarda. ARGK güçleri, o aralar Türkiye'de yapılması planlanan seçimleri selamlamak gerekçesiyle olsa gerek, Kürdistan'ın her tarafında askeri hedeflere düzenledikleri saldırılarına bir ivme kazandırma çabasındaydılar. Zaten sürekli bir eylemlilik içerisinde bulunan Çukurca'daki gerilla güçleri de, Türkiye'de siyasetin doruk yaptığı o sıcak günlerde varlıklarını hissettirmek için daha bir yoğunlaşmışlardı. Eylem yapılacaktı, hatta eylemin yapılacağı alan bile belliydi, ama bu alanda yönelecekleri nokta pek öyle olmasa da, bir muamma olarak kalmış gibiydi. Vurulacak üssün saptanmasında titizlik esas olduğundan, daha henüz olgunlaşmamış olan eylem fikrini derinlemesine işlemeleri gerekiyordu anlaşılan. Gerillada titiz bir seçim için tek sağlam yol vardı; etraflı ve dikkatli bir keşif yapmak.. Evet öyle yapmalıydılar. Bu amaçla bir araya gelip durumu konuştular ve bir tim oluşturdular. Timdeki arkadaşları gidecek, uzun ve kıvrımlı bir vadide yer alan Türk askeri üslerine yakından bakacak ve bir karara varacaklardı. Beş kişilik bir komuta heyeti ile birlikte bir kısım gerilla hazırlıklarını bitirdi ve iyi bir keşif yapmak için yola koyuldu.

Bulundukları vadide güz aylarındaki bazı günler baharı o kadar hatırlatırdı ki.. Yağmur şöyle bir başlamaya dursun, arkasından bir bakarsınız gök gürültüleri çınlatıyor ortalığı. 14.5'luk doçkanın sesi bu gürültünün yanında ninni gibi kalırdı hani. Dünya yıkılacak sanırsınız. Sonra ne olduğunu anlayamadan, sonbahar güneşinin o yakmayan sıcaklığı kanınızı harekete geçirir, yerinizde duramazsınız. Mest olursunuz etrafa yayılan kuru ot rayihasının karıştığı o harika toprak kokusuyla. Tabiatın bütün sihriyle sizi selamladığını hissedersiniz bir an. Böylesi muhteşem tabiat olayları bilhassa yağmur mevsimlerinde oldukça sıklaşır. Hele hafif meyilli bir vadide tepelere doğru tırmanan sis de şöyle bir bastırdı mı, değme keyfine insanların.. Her yağmurun ardından beliren ve sarılı, kırmızılı, yeşilli, mavili renkleriyle bir tepeyi diğerine bağlayan ebem kuşağı da cabası.. Bir çocuğun coşkusu dolar insanların yüreklerine.

Işte yağmurun sisle kucaklaştığı böylesi bir günde yola koyulmuştu gerilla timi. Ilık ve iç gıdıklayan bir hava hakimdi güne. Normal zamanlarda, içlerine sindire sindire çektikleri bu havanın yaratacağı romantik duygulara, timi oluşturan savaşçıların şu anda zamanları yoktu kuşkusuz. Ama yine de böylesi anlarda yaşama sevincini hissetmemek mümkün değildi. Bu sis ve ortalığı karartan bulutlarla coşan yağmur, timdekilerin hareketlerini ağırlaştırmasına ve onları iliklerine kadar ıslatmasına rağmen, ekibe avantaj da sağlıyordu. Yağmur bir coşuyor, bir duruyordu. Arasıra güneşin de sırıttığı oluyordu hani. Tabiat, ortalığa çöktürdüğü ve onları kamufle ettiği o kalın sis tabakası ile adeta; ıbu kez sizden yanayımı der gibiydi.. Iyiydi hava, iyi! Ebubekir ve arkadaşları bu sisli hava sayesinde Eriş taburunun en yakın noktasına kadar sokulabildiler.

Muhtemel hedefleri olan tabur, 25 hanelik Eriş köyünde üslenmişti. Tüm sakinleri korucu olan bu köy yüzünü kayalık, sık ormanlı, fakat o kadar da susuz bir dağ silsilesine çevirmişti; Marûk. Marûk Dağı'nın tepesinden köye bakanlar, kendilerini bir balkona çıkmış gibi his ederler. Kıvrımlı ve yemyeşil bir vadiyi sınırlayan bu Marûk Dağ silsilesi oldukça sarptı. Bu dağ, Eriş köyünün sırtını dayadığı pısırık Xeragol tepeciklerinin ihtiyar görünümüne bir tezat teşkil eden heybetiyle doğudan gelerek, batıya doğru kocaman tepeler halinde uzanıp gidiyordu. Marûk Dağı'nın oluşturduğu silsilenin ağaçlık görünümüne rağmen üssü çevreleyen arazi, oradaki Türk Askerleri'nin savunma tedbirlerini almalarında kolaylık sağlayacak şekilde çıplaktı. Bir zamanlar dev gibi boylarıyla bir orman örtüsüne sahip olduğuna muhakkak nazarıyla bakılan Xeragol'u örten ağaçların zaman içinde Türk askerleri tarafından mı yoksa uzun bir cehalet süreci boyunca köylüler tarafından mı yok edildiği bilinmiyor. Ama neticede çıplaktı bu tepeler..

Eriş'ten doğuya doğru kaydıkça arazi gittikçe sarplaşır. Orman, buradaki kayalık araziyi yer yer çarşaf gibi örter. Bu vadideki aynı adı taşıyan köyde bulunan Eriş Üssü, bir savunma sisteminin merkez üssü gibi bir şeye benziyordu..

Türk Savaş Kurmayları, Eriş'in doğusundaki Serêsêyvê köyüne, bu taburla koordineli çalışacak bir şekilde görevlendirdikleri bir diğer tabur büyüklüğündeki askeri birliklerini konuçlandırmışlardı. Serêsêyvê, aynı adı taşıyan bir tepenin hemen ardındaki şirin bir köydür. Kıvrıntılı vadideki Eriş Köyü'nü merkez alırsak, bu kez Serêsêyvê'ye tam aksi istikamete, yani Eriş'ten batıya doğru bir buçuk saat kadar yürürseniz oradaki Şîvareza köyünde de bir tabur asker barındırıldığını görürsünüz. Gerillalar her üç üssü de keşif programlarına almışlardı. Fakat daha ziyade Eriş üssüne fikse olmuş gibiydiler. Bu üçlüden Şîvareza üssü, daha sonraki yıllarda, savunulmasında başgösteren güçlükler dolayısıyla Türk Askerleri tarafından kendiliğinden terkedilecekti. Şimdiki durumda ise üç üsse üç tabur asker yığmıştı Türk savaş yönetimi. Taburlardaki askerler, yerel düzeyde silahlandırılan her üç köyün korucuları ile takviye edilmişti. Vadiyi baştan başa kat eden stabilize karayolu, gerektiğinde her üç üssün yardımlaşması için belirleyici bir rol oynuyordu. Doğrusu uyguladıkları bu tedbirlerle Türk Askerleri, güvenlikleri açısından endişe edecek bir şeyleri olmadığı kanısındaydılar. Ama kim bilir?

Türk Savaş Kurmayları biribirlerine bağladıkları bu üs sistemi ile gerillaların daha içlere doğru geçişlerini engellemeye çalışırlar. Daha iyi bir tabirle bir sınır hattıdır bu.. Daha önce bu hattın güneyinde yer alan Kînyanîş gibi pekçok tabur, gerilla baskısına dayanamayarak kaldırılınca Türk savaş yönetimi, bu Eriş-Serêsêyvê-Şîvareza üs sistemine, Çukurca'nın elde tutulması ile ilgili yaşamsal bir rol yüklemişti. Çukurca Türk yönetimi için çok önemlidir. Çünkü buranın düşmesi halinde tüm ıIran-Irak-Türkiye sınır üçgeniı bölgesi gerillaların eline geçecek ve Van'a kadar olan alanlarda Kürt güçlerini engelleyecek hiç bir kuvvetleri kalmayacaktır.

***

Tim keşif işini bir hafta kadar sürdürmüş, bilhassa Erîş konusunda doyurucu bilgilerle dönmüştü. Nokta'ya vardıklarında geçici bir kamp oluşturdular ve kısa bir istirahat süresi tanıdılar kendilerine.. Kampı kurdukları nokta, Çal (Çukurca) mıntıkasındaki Bijêra taraflarına düşüyordu. Buradaki Banî Dağı'nın eteklerinde uzanan bir vadideydi geçici kampları. Taburun kalan savaşçılarını da oraya çağırmışlardı. Akşama doğru yönetim çadırı olarak düzenledikleri yerde oturup elde ettikleri bilgilerin ışığında ne yapacaklarını konuştular. Taburun tüm komutanları oradaydı. Türk Askerler'inin ha deyince uzanamayacağı kadar sarp, girintili çıkıntılı bir yapıya sahip olan Banî Dağı ve bulundukları vadi, o sıralarda tamamen gerillaların kontrolu altındaydı. Burada bulundukları süre içerisinde, keşif esnasında edindikleri bilgileri çeşitli kademelerde tartışarak sonunda en uygun karara varacak ve bu kararın gerektirdiği hazırlıklarını ikmal edeceklerdi. Konuşmalar geliştikçe gelişti, çeşitli alternatifler ortaya çıktı. Sonunda saldıracak yeri saptamakta güçlükleri olduğunu gördüler. Keşif yaptıkları bir haftalık süre içerisinde işlerini bitirmesine bitirmişlerdi, ama yine de pratik fayda açısından bazı tereddütleri vardı.

Tereddütlerinin temelinde; ıAcaba Eriş'i mi vurduğumuzda daha başarılı oluruz, yoksa Şîvareza'yı mıı sorusuna kolay cevap verememek yatıyordu. Şîvareza'ya saldırı, tabura ulaşmak ve başarı garantisi açısından daha elverişliydi gerilla için. Fakat bu üssün çevresi çok sık ormanlarla kaplıydı. Normalde bir avantaj olması gereken orman örtüsü, bu olayda üssü çevreleyen mevzileri de saklıyor olabilirdi. Kısacası keşif gurubu, bu üssü çevreleyen ormanlık alanda bulunması muhtemel olan mevzilerin tümünü deşifre edemediği kanısındaydı. Orman, kendilerine düşman olabilecek bazı unsurları saklayabilirdi. Bir mevzinin saptanamayarak hesap dışı bırakılması, o mevziye karşı tedbir alınmaması gerilla savaşında çok büyük sorunlara, hatta katliama uğramalarına bile yol açabilirdi. Bu, gerilla savaşı konusunda bilgisi olan herkesin malumudur. Oysa Eriş ile ilgili bilgiler tamdı. Saklı hiç bir mevzileri kalmamıştı Türk Komutanlığı'nın. Bazı zorlukları olsa da vurulacak yer burası olmalıydı. Evet, kolay alınmamıştı karar ama vurulacak yer artık oybirliğiyle belli olmuştu; Eriş..

***

Eriş'in çevresi ayrıntılarına kadar incelenebilmiş, buralarda Türk Savaş Kurmayları tarafından alınan savunma tedbirleri tümüyle ortaya çıkarılmıştı. Aynı şekilde tabur alanının içindeki savunma mevzilerinin durumunu, sayısını ve yerlerini de çözmüştü gerillalar. Buna göre; üssün çevresinde Türk komutanlığı tarafından hazırlanmış veya onlara hizmet eden 28 mevzi bulunuyordu. Köyün alt taraflarında yer alan mevzilerin 4-5 tanesi koruculara aitti. Ama yine de asıl önemli olan askerlerin yerleştiği mevzilerdi. Bunların en en önemlisi, üstünde bir doçkanın ve havan topunun yer aldığı ve taburun doğusuna düşen hafif bir yükseltide hazırlanmış olan bir mevziydi. Tabur, çevredeki iki tepeyi; Serêsêyvê ve Marûk'u hafif timler halinde yerleştirdiği birer takımlık güçle tutuyordu. Türk komutanlığı ayrıca nizamiye kapısının önünde önemli bazı yeraltı mevzileri de hazırlamışlardı. Doçkanın yer aldığı tepe, hafif timlerin yerleştiği iki tepe ve nizamiye kapısının önündeki yeraltı mevzileri, üssün savunulmasında çok önemliydiler. Bu noktalar, gerilla birliğinin en fazla dikkat etmesi gereken noktalardı. Eğer bu üç mevzi ıgurubuı ele geçirilebilirse üs tamamen düşürülmüş olacaktı.

Komutan Ebubekir, diğer önemli komutanlarla, yani Nasır, Seyfi, Orhan ve Dirêj Ali oturup keşifte elde edilen bilgiler doğrultusunda ne yapacaklarını tartışmaya başladılar. Tartıştıkları şey, gerçekleştirecekleri saldırı sonucu neyi hedefliyecekleriydi. Acaba karakola iyi bir darbe vurmakla mı yetinmeliydiler? Yoksa vurmuşken bu belayı tümden ortadan kaldırmaları mı gerekiyordu? Belki de bazı mevzilerini ele geçirmek yeterli olabilirdi.. Bu konularda doğru bir sonuca varmak için kılı kırk yarıyorlardı. Sayısal olarak yeterliydiler. 240 kişiyi aşkın bir güç bu eylem için seferber edilmişti. Silah ve diğer askeri malzeme konusunda da bir sıkıntıları yoktu. Karar mekanizması da kendilerine güvenen elemanlardan oluşuyordu. Çekingenlik gösteren hiç bir arkadaşları yoktu. Hava koşulları ise beklenenden de iyiydi.. Tek olumsuz faktör, yapacakları bir hata ile kendilerinden kaynaklanabilirdi. Planlamadaki bir hata ya da güçleri mevzilendirmedeki bir hata gibi..

Uzun tartışmalardan sonra, ıüs tümden düşürülmeliı kararı çıktı komutanların yaptığı toplantıdan. Fakat yine de ARGK kurallarına göre bu kararı, daha alt kademedeki diğer komutanlarla da konuşmaları gerekiyordu. Konuşuldu da. Onların da itirazları yoktu. Şimdi sıra bölgeye doğru harekete geçmeye gelmişti.

***

Önce lojistik gurupları çıkarıldı yola. Bu guruplar asıl birlikler sahaya girmeden erzak gibi günlük ihtiyaç malzemelerini taşıyacak ve gerekli diğer hazırlıkları yapacaklardı. Ardından cephane çıkarıldı yola. Söylemesi kolay, ama onca malzemenin taşınması için günler gerekiyordu. Neler mi vardı bunlar arasında? Isterseniz şöyle bir üstünkörü sayalım: Günlerce yetecek kadar yiyecek, 60.000 klaşinkof mermisi, 220 roket mermisi, 21 BXC, 19 antitank silahı (RPG), 3 adet havan topu, bir doçka ve 500'ü aşkın el bombası.. Yalnız taşımak yetmez, bir de bu malzemeleri gördüklerinde Türk Askerler'ine bildirmeye hazır olan meraklı gözlerden saklama sorunu vardı. Gizlilik ve taşıma işlemi sırasında sarfedilen onca efor, lojistikçileri ve katırlarını kuşkusuz çok yoracaktı.

Hele gizlilik! Buna riayet etmeyen bir askeri birlik, bir yerde mutlaka bir açık verecek ve düşmanının dikkatini çekecektir. O zaman da karşı tarafın alacağı sürpriz tedbirleri göğüslemek zorunda kalacak olan bu birlik, belki de hedefine varamadan düşman tarafından vurulacaktır. Gerillalar, hareketliliklerinin herşeye rağmen Türk Askerleri tarafından deşifre edilebileceğini, belki de fark edilebileceklerini varsaydıklarından dolayı yollarını oldukça uzun tutuyor, hedeflerinin başka bir yer olduğu izlenimini vermeye çalışıyorlardı. Böylece düşmanlarının beklemediği bir anda ortaya çıkıp eylemlerini başarıyla yürütmek istemekteydiler.

Böylece küçük guruplar halinde hedefe doğru yol almaya başladılar. Daha ziyade Xeragol taraflarından sarkıyorlardı. Hava koşulları elverdiğinde gündüzleri bile yol alan gerillalar, bölgeye adeta izini bulan bir su sızıntısı gibi yavaş ve fakat emin bir şekilde giriyorlardı. En sonunda da ana güçler girecekti alana. Tüm guruplar, Eriş köyünden takriben iki saat uzaklıktaki bir mesafede bir araya gelmişlerdi. Komuta heyetindekiler bu noktaya vardıklarında, Eriş köyünden yedi çetenin arkadaşları tarafından rehin alındığını gördüler. Yakalanan çeteler, noktadaki tüm gücü görmüşlerdi. Bu, planları açısından tam bir tehlikeydi.

Görülmüşlerdi. O halde eylemden vazgeçmeleri gerekebilirdi. Çünkü eğer Türk Komutanlığı gerillaların niyetlerini bir anlayabilirlerse, ki şu yakalanan çeteler salıverildiklerinde onlardan birşeyler öğrenmemeleri mümkün değildi, o zaman bölgede eyleme karşı büyük bir Türk yığınağı gerçekleşecek, gerillaların başarı şansıları hiç kalmayacaktı. Yeniden keşif yapmak, müsait bir an yakalamaya çalışmak çok zordu. Üstelik başarı şansları da düşecekti. Böylesine iptal edilmiş olan eylemlerin gerillanın morali üzerinde yaptığı olumsuz etkiyi de unutmamak gerekirdi.

Komuta heyeti hemen oracıkta toplandı ve karşılaştıkları bu karmaşık durumu görüştü. Bu çeteleri bırakmasalar köy onları aramaya çıkacak, askerler cıvardaki bu hareketlilikten şüpheye düşeceklerdi. Üstelik akrabalarını aramaya çıkacak olan köylülerin yığınağı görmeme ihtimalleri de yoktu. Çünkü onlar akrabalarını bulmak için, avuçlarının içi kadar iyi bildikleri bu yörenin her köşesini tarayacaklardı. Yığınağı farkedecek, o zaman teorik olarak hiç vakit geçirmeden Erîş'teki Türk komutanını vaziyetten haberdar edebileceklerdi. O halde uygun bir taktikle yakalanan köylüleri aldatmaları gerekiyordu. Ebubekir bu köyü ve dolayısıyla yakalanan çeteleri tanıyordu. Onları bulunduğu yere çağırdı.

Vay, merhaba Mıho! Siz miydiniz?

Merhaba Ebubekir; dedi Mıho biraz da çekinerek, ama diklenen bir sesle, ıne oluyor? diye sordu..

Arkadaşlar sizi tanımamış. Kusura bakmayın. Yoksa böyle bir şey olur muydu? Siz de bilirsiniz bu işleri. Herkes etrafı, dostu, düşmanı tanımıyor işte.

Birlikte kampın dışına doğru yürüdüler. Gerilla komutanı onlarla yalnız kalmayı tercih etmişti. Hem yürüyor hem de uzun uzun bu ıyanlışlığıı telafi edici sözler söylüyordu. Ebubekir'in çabaları sonuç vermiş, çeteler kendilerini yakalayanları tanımadıkları için, bu işte bir ıterslikı olduğu kanısına varmışlardı. Bunlar, her ne kadar çete iseler de, o zamanlar ARGK'nin bir nevi milisi idiler. Velhasıl, Türk Savaş Kurmayları ile giriştikleri çetecilik ilişkisini içlerine sindiremeyen bu adamların en aşağısından gerillaya dost oldukları görülüyordu. Alanda yaşamak istiyorsa gerillalarla iyi geçinmeleri gerektiğinin bilincindeydi yöre halkı. Gerillalar da başarılı olmak için aynı şeyi yapmak zorundaydılar. Zaten her şey Kürt Halkı'nın kurtuluşu için değil miydi? Bu ilişkiyi Türk komutanlığı da biliyordu. Fakat yine de bu köylüleri ARGK'ye karşı kullanmaya çalışıyorlardı. ARGK'de bunların ikili ilişki içerisinde olduklarını, hangi taraf baskın çıkarsa ondan yana tavır alacaklarını biliyordu. Bu bakımdan bir sorun yoktu. Ortada hem Türk komutanlığının, hem de ARGK'nin onayladığı sessiz bir antlaşma vardı.

Bu çeteler, gerillaların çok güçlendiği dönemlerde gerillalarla birlikte hareket ediyor, adeta milisleşiyorlardı. Ayrıca gerillalara maddi bakımdan da bağımlıydılar. Onlarla ticaret yapıyor ve doğrusu çok da iyi para kazanıyorlardı. Bu çeteler, aldıkları ımaaşıın bile PKK'nin varlığına bağlı olduğunu biliyorlardı. Türk makamlarının belli bir süre sonra kendilerini yüzüstü bırakması da söz konusu olabilirdi. Bu duygularla düşüncelere dalan Mıho biraz da istekle;

Köyden bazı insanlarla birlikte gelip yarın sizinle burada görüşmek istiyoruz. Burada bulunacaksınız değil mi?ı sorusunu yöneltti Ebubekir'e.

Ebubekir bu pası iyi değerlendirdi. Şimdi şaşırtmacayı vermenin tam sırasıydı:

Biz de sizinle görüşmek istiyorduk. Ama şimdi değil. Çünkü çok önemli bir görevden dolayı yöreden hemen ayrılmak zorundayız. Yolumuz oldukça uzun. Beş gün falan sürer. Sen diğerlerine haber ver, on gün sonra...ı diyen Ebubekir, uzun uzun buluşacakları yeri tarif etti ve o gün mutlaka orada bulunmalarını istedi. Inandırıcı olmuştu bu konuşkan ve ikna edici komutan. Böylece taburdakilerin oradaki varlıkları bir anda önemini yitirdi. Fakat tecrubeli komutan bununla yetinmemiş, durmadan ağız yokluyordu:

Yahu Mıho, siz askerlerle sık sık aynı mevzilere giriyorsunuz. Bu çok tehlikelidir. Sizi tanımayan bir gerilla timimiz her an oralara baskın yaparak sizi de vurabilir. Bu bizim hiç de istemediğimiz bir durum olur. Bundan dolayı dikkatli olun. Aynı mevzilere girme gibi bir durumunuz olursa bize bildirin de istemediğimiz durumlara girmeyelim.ı

Mıho bu konuda fazla rahatsız değildi:

Arasıra bizi de kendi mevzilerine sokmaya çalışıyorlar. Fakat biz pek girmeyiz onlarla aynı mevzilere. Bizim mevzilerimiz, siz de biliyorsunuz, köyün altındaki mevzilerdir. Bazan bizi çağırıyorlar, ama fazla önemli değil bu.ı

Bu konuda emin olduktan sonra, Ebubekir bu kez;

ıköyün durumu nasıl?. Ne var ne yok?ı diye sordu usulca. Amacı son kez atladıkları bir şey olup olmadığını öğrenmekti. Mıho;

ıKöyde bu gece düğün varı dedi. Komutan Ebubekir bunu da biliyordu. Tabur komutanı Ali de düğünde olacaktı. Içeceklerdi karakolda o gün. Bu da gerillanın işine geliyordu. Artık çetelerle işleri bitmiş, serbest bırakma zamanı gelmişti. Zaten akşam olmak üzereydi. Eğer o saatlerde bırakmasalar köyde panik başlayabilecek, herkes bu adamları aramaya çıkabilecekti. Çeteleri uygun bir yerde bıraktılar ve son bir keşifte bulunmak üzere hızla köyün çevresindeki tepelere yöneldiler..

***

Ebubekir bu keşifte komutanlığa bağlı 42 kişilik gücü de yanına almıştı. Onlarla birlikte üsse hakim olan Marûk Tepesi'ni tuttu. Dört dürbün vardı ellerinde. Bunlarla, üsse hakim olan kayalıklardan üssü son bir kez gözden geçirdiler. Kayalıkların arasında kalelerin burçlarını andıran çok uygun aralıklardan etrafı son bir kez taradılar. Gidişatın normal olduğundan emin olduktan sonra son bir kez toplandılar ve harekatı yerinde yönlendirecek olan kol komutanlarını belirlediler. Buna göre; Serêsêyvê tepesini vurma görevi Seyfi'ye verildi. Marûk tarafını vuracak olan kola Orhan komuta edecekti. Bu iki kanat çok önemliydi. Çünkü bunlar üsse hakim olan tepelerdi. Bu tepelerin gerillalar tarafından tutulması, üssü tamamen savunmasız hale getirirdi. Herkesin görev yeri belli olduktan sonra uygun bir şekilde geri çekildiler ve akşam saat sekizden önce son bir defa daha toplandılar. Yerde çizdikleri ve üssü temsil eden detaylı bir krokinin üstünde çalışıyorlardı. Mevzileri, binaları, tepeleri, velhasıl karşılaşılabilecek olan ne güçlük varsa hepsini çeşitli eşyalarla, anlaşılacak bir şekilde resmettiler toprağa. Kimin ne yapması gerektiğini tartıştılar iyice.

240 kişiyi aşkın erkek ve bayan gerilla gücünün; silahları temizlenmiş, gözden geçirilmiş ve cephaneleri kendilerine dağıtılmıştı. Ebubekir, eylemin siyasi önemi hakkında bir konuşma yaptı. Dönemi değerlendirdi. Türk rejiminin seçime hazırlandığı bir dönemdi yaşanan. Eylemin askeri yönü üzerinde de durdu. Sonra sıra gerillaların sorularına geldi.

Gerillalar daha ziyade pratikte karşılaşılabilecak problemlerle ilgili sorular soruyorlardı. ıMayin var mıydı? Varsa nerelerde vardı?ı, ıMevzilerin tümü saptanmış mıydı?ı, ıKaç Türk askeri vardı üste?ı, ıArazi yapısı nasıldı?ı, ıKim, nerede görev yapacaktı?ı gibi şeylerdi ağırlıklı olarak sorulan. Kendilerinin tüm bu sorularına cevaplar verildiği gibi, nasıl hareket edilmesi gerektiği de anlatıldı. Mesela; Marûk tarafındaki tepe mayinliydi. Oraya varmak için kenardan kıvrılıp ilerlemeleri gerekiyordu. En ufak bir ses çıkarmaları halinde tepeci askerleri uyandırmış olacaklardı. Bir de ilk kez sabaha karşı bir eylem düzenleniyordu. Eylem gündüz saatlerine de sarkacaktı kuşkusuz. Bu ise daha fazla dikkat gerektiriyordu.

Konuşmalar bittikten sonra, herkese ihtiyaç duyduğu mühimmatın dışında, bir gün yetecek kadar yiyecek de dağıtıldı. Bu eylemde -ki her eylemde bu böyledir- saldırı gurupları özellikle çok önemliydi. Onlarla özel olarak bir kez daha konuşuldu. Bu guruptaki her gerillaya 10'ar adet el bombası da verildi. Sonra herkes kendi görev yerine çekildi. Doçka, üsse hakim olan tepeye, bir çukur açılarak yerleştirildi. Üç havanın biri Eriş taburu üzerine yerleştirilmişti. Diğer ikisi ise Şîvareza ve Serêsêyvê üzerine bir tehdit unsuru olarak konuldu. Bu arada komşu iki taburu sürekli taciz altında tutmak için, bunlara hakim tepelere ayrıca 30'ar kişilik ikişer takımlık güç yerleştirildi. Böylece diğer iki taburun Eriş ile bağlantıları kesilecek, savaş esnasında bu taburların Eriş'e takviye kuvvet gönderme olanakları engellenecekti. Üsleri birbirine bağlayan tüm yollara pusular atıldı. Arazinin başka çıkışlarına, hatta yolun geniş kesimlerine de aynı şekilde pusular atıldı. Böylece yayan dörtbuçuk saatte gidilebilecek uzunluktaki bir mesafe, tamamen kontrol altına alınmış oluyordu.

Savaş esnasında gurupların biribirleri ile irtibatlarını temin edecek telsiz cihazları daha henüz bugünkü kadar çok değildi. Ellerindeki tek cihazı ise Türk kuvvetlerinin muhaberesini dinleyecek şekilde ayarlamışlardı. Fakat herkes aldığı kesin talimatlarla görevinin ne olduğunu, neyi ne zaman yapacağını bildiğinden, bu bakımdan fazla bir problemleri olmayacaktı. Gerillalar, akşamdan itibaren görev yapacakları noktalara çekilmişlerdi.

***

Harek‰t saati daha önceden belirlenmişti; 4.45.. Gerillalar beklemedeydi. Komutanlar beklemedeydi. Kıpır kıpır.. O bekleme anları var ya, işte o anlar hem gerilla için, hem de koordinedeki komutanları için geçmesi en zor olan anlardır. ıAcaba bir hata yaptık mı?ı, ıBir terslik çıkacak mı?ı, ıBir terslik çıkarsa duruma yeniden hakim olmamız mümkün mü?ı, ıEksikliklerimiz var mı?ı, ıOlduğunda nasıl telafi edebiliriz?ı, ıDüşman bizi baskından önce farkedebilir mi?ı, ıFarkederse ne yapabiliriz?ı, ıKaç kaybımız olacak?ı, ıAz önce ellerini sıktıklarım arasında acaba kaçının elini bir daha hiç sıkamayacağım?ı gibi sorular Ebubekir'in kafasında cirit atıyordu. Hisleri galip gelse bir hata yapacağı kesin... Çünkü bu ıbekleme anları ölümle yaşam arasında atılan bir volta gibidirı diye düşünüyordu tecrubeli komutan.

Üstüne çökmüş olan o büyük ağırlıkla arkadaşlarının geride bıraktıkları çantalarını toplamaya başladı. Gerilla eyleme, sırt çantalarını belli bir noktaya yığarak gider. Koordinedekilerin yanında bazan. Herkes en önemli bir hazine gibi çantasında sakladığı günlüğüne son sözlerini yazarak intikal ederdi görev yerine. Ebubekir çantaları açarak merakla okumaya başladı bu notları. Biri, eylemin siyasi önemine işaret etmişti. Büyük fedakarlıklara da, pahalıya da mal olsa, bu eylemin başarılması gerekir diyordu bu gerilla. Bir diğeri ailesine, başka biri Parti Önderliği'ne hitap eden cümleler döktürmüştü defterine. Duygu dolu cümleler hakimdi çoğunun satırlarına. Ebubekir bunları okudukça tıkanıyor, daha bir bağlanıyordu sahip olduğu bu biricik ailesine. Teker teker okudu arkadaşlarının vasiyetlerini. Sonra kutsal birer emanet gibi yerleştirdi onları çantalarına. Gayri ihtiyari mırıldanmıştı komutan;

ıSerkeftin kardeşlerim! Eksiksiz geri dönün emi?ı

Bu arada koordinasyonu sağlayacak olan komutanlar, başta Ebubekir olmak üzere daha önce saptanmış olan noktaya yerleştiler. Burası tüm alana hakim olan bir tepeydi. Doçka da aynı tepeye yerleştirilmişti. Komuta heyetindekiler, artık hiçbir birimden haber alamadıkları için, çok heyecanlı bir bekleyiş sürecine girmişlerdi. Yerlerinde duramıyor, hapishanede imişler gibi, bir ileri bir geri boyuna volta atıyorlardı. Şu aşağıdaki arkadaşlarının girdikleri mevzilerde, elleri tetikte beklediklerini biliyorlardı. Can pazarındaydılar. Bir hata herşeyi altüst edebilirdi.

O gece aksi gibi ayışığı da vardı. Ürkütücüydü bu gök lambası.. Ne terslik! Ama gökyüzündeki küçük bir bulut ay ile tatlı bir yarışa girişmiş gibiydi. Bir o kapatıyordu ayın yüzünü bir ay kaçıyor, ortaya çıkıyordu. Ellerinden gelse, itecekler bulutu ayı kapatmak için. Bulut galip geldiğinde ortalık biraz karardığı için rahat bir nefes alabiliyorlardı. Ama ay tas gibi ortaya çıktığında görülme korkusu sarıyordu benliklerini.

Harek‰tı koordine eden gurubun elinde, aşağıdaki arkadaşlarıyla koordinasyon sağlamak amacıyla sürekli hareket halinde bulunan ve haberleşme amacıyla oluşturdukları çok küçük birlik vardı. Gurup, tepe ile ıcepheı arasında sürekli mekik dokuyacaktı. Onlar ancak, herhangi bir mayin patlamasını veya haber alabildikleri bir tersliği iletebileceklerdi komuta heyetine. Koordinasyondaki komutanların emrinde bundan başka, bir takımlık bir güç daha vardı ama, herhangi bir terslik anında bu gücü kullanarak duruma müdahale edebilme ihtimalleri çok zayıftı. Çünkü olası bir tersliği haber aldıklarında, işin işten geçmiş olacağı hemen hemen kesindi.

Gün nihayet ışıyordu. Önce horozlar öttü. Sonra onların bu uyarısı ile uyanan köy imamının okuduğu ezan geldi. Artık tüm köyde bir hareketlenme başlamıştı. Garip bir orkestra oluşmuştu Eriş'te. Köpekler havlıyor, horozlar ötüyor ve büyük baş hayvanlar şurada burada böğürerek köyde yeni bir günün başladığını müjdeliyorlardı. Bu bağırtılar, komuta heyetini de rahatlatmıştı. Çünkü artık kendilerini farkederek havlayacak olan köpeklerin ihbarları geçersiz sayılacaktı.

***

Saat 4.45.. Baskın harekatı; ıhayde hevalno, roj îroye!ı emriyle birlikte bir anda başladı. Ilk olarak roketatarler konuşturuldu. Muhtelif noktalardan ateşlenen dokuz adet roketatardan çıkan mermilerin hedeflerine tam isabetle varması, karakolun tepesinde büyük bir ateş kümesi ve duman yaratmıştı. Bunu makinalı tarrakası ve klaşinkof sesleri takip etti. Ilk heyecan bitmişti. Şimdi sıra büyük bir dikkatle hedeflerini vurmaya gelmişti. Eriş üssü, gökyüzünü tırmalayan naraların eşliğinde yoğun bir dayak yemekteydi gerilladan. Aynı anda dehşet yaratan doçka sesiyle birlikte saldırı gurupları harekete geçti. Ortalık bir anda ana baba gününe dönmüştü..

20. Dakika.. Tüm belirlenen temel stratejik mevziler düşürüldü. Hepsinden kapkara dumanlar yükseliyordu. Bundan sonrasında gerillalar ikincil derecede önem arzeden mevzilere yöneldiler ve hiç zorlanmadan tümünü düşürdüler. Bütün bunlar göz açıp kapayıncaya kadar oldu, bitti. Kısa ve temiz.. Koordinasyondakilerin izlediği kadarıyla sadece 13 asker, köyün altına doğru yönelerek canını kurtarabilmişti.

45. Dakika..Üssün merkezi gerillaların elindeydi artık. Orada el koydukları Türk telsizi yardımıyla derhal komuta heyeti ile bağlantı kurdular. Iyi! 45 Türk Askeri yaralıydı. 30 askerleri safdışı bırakılmıştı. Tam da bu sırada köyden yana büyük bir hay huy koptu. Eriş Köyü halkı kolay kazanılan bu zaferle büyük bir heyecana kapılmıştı. Kadınlar zılgıt çekerek;

biji Kurdistan!ı diye bağırıyor, gerillaları galeyana getiriyolardı. Gerillalar da heyecana kapılınca spontan bir silahlı gösteri başladı. Coşku sonsuz derecede artmıştı.

Biji Serok Apo!ı sloganları arasında tüm tedbiri elden bırakarak ortaya çıkmıştı ARGK militanları. Galeyana gelmişti gerillalar. Futboldaki ıtakım disiplini bozulduı tümcesinin tam yeriydi işte! Herkes, ama orada bulunan herkes saldırı planına boşveriyordu. Zafer sarhoşluğu sarmıştı benliklerini. Zafer sarhoşluğu deyip geçmeyin, insanı bulutların üstüne taşır bu duygu. Aynı hızla geri çekilmesi gereken saldırı gurupları, başta en yüksek sorumluları olmak üzere ortalıkta dolaşıyor, en ufak bir tedbire bile boş veriyorlardı. Tedbir, sadece tepedeki komuta heyetine kalmıştı. Bir ara köylüler cenazelerin üstüne gitmek istediler, ama komuta heyeti yaptığı doçka atışıyla engelledi onları.. Çünkü her an bir bombardıman başlayabilirdi.

Bu arada gerilla kayıpları da belirmeye başladı. Saldırı sırasında sadece dört şehitleri vardı, ki onların da çoğu yapılan yanlışlıklar yüzünden.. Karakol komutanı boş bir mevziye mayin yerleştirtmişti. Bunu hesaplayamayan gerillalardan ikisi hazırlanan tuzağa düştü, hayatını kaybetti. Diğer kayıp ise elinde bomba patlayan bir gerillaydı. Son ve tek nizami şehitleri ise bir tepeciydi.

Asıl kayıplar üs düştükten sonra yaşanan o hengamede verilecekti. Saldırı gurupları disiplini kaybetmeselerdi kayıplar sadece dörtte kalacaktı. Ama olmadı.. Ek olarak verilen 5 ölü ve 11 yaralı, zafer sarhoşluğunun yarattığı o ıkim kime dum dumaı durumunun eseriydi. Gerillanın bazan ortaya çıkan bu yönü de olmasa!

Komuta heyeti, durumun kritikleşmesi üzerine elindeki o bir takımlık güçle müdahale etti. Bu güç, hem şehit ve yaralıların taşınmasında, hem de ele geçirilen silahların emin bir alana nakledilmesinde veya dağa çıkarılmasında yardımcı olacaktı. Oysa normalde bu işi saldırı gurubu yapmak durumundaydı..

Gerillalar, öğlen saatlerine kadar üs alanında kalmışlardı. Bir ara helikopterler belirdi ve alana indirme yapma teşebbüsünde bulundular. Ama doçkaların yoğun ateşi karşısında hiçbir şey yapamadan gerisin geri kaçtılar.

Öte yandan Serêsêyvê üssüne de taciz atışları devam ediyordu. Fakat sözde sonuç alamıyorlardı.. Taciz atışı bu, saldırı değildi ki! Gel de oradaki Türk Komutana anlat bunu.. Üs komutanı bu ıbaşarısızı saldırıdan hiç etkilenmediklerini gördü ve müthiş bir moral kazandı. Bunun için Ebubekir ile dalga geçme isteğine kapıldı. Büyük bir kin beslediği bu ARGK komutanı tarafından dinlendiğine emin olduğu cihazını kullanarak;

Gelin ulan! Gel anasını....min Ebubekir kavatı, bak senin itlerini ne hale getirdik! Erkeksen kendin gel anasını ....ı diye sevinç ve hiddet dolu bir sesle bağırıyordu Türk komutan. Bunun üzerine Ebubekir dayanamadı ve haykırdı;

Ama biz Eriş'te senin belini kırdık, haberin var mı?ı deyiverdi...

Bu cevap Karakol Komutanını şoka sokmaya yetmişti. Yine de Ebubekir'in söylediklerine inanamıyordu. Hemen cihazına sarılarak Eriş'i anons etti ama boşuna.. Bu cihazdan gerillaların birbirleri ile konuştuklarını anlayınca birdenbire çöküvermişti olduğu yerde.. Sonra aklı başına gelir gibi oldu ve hemen harekete geçti. Birşeyler yapması gerektiği ortadaydı, ama ne? Aklına yapabileceği bir şey gelmeyince üstlerini haberdar etti durumdan. Ama yine boşuna! Çünkü onlar zaten haberdardı durumdan. Onların da ellerinden birşey gelmiyordu ki.. Hem artık iş işten geçmiş, ganimeti alan gerillalar dağları aşmışlardı bile.

***

Şîvareza Köyü'nde üslenmiş olan Türk askeri birliği daha uyanık çıkmıştı. Işin şakaya gelir tarafı olmadığını anladıklarında duruma müdahale etmeye, Eriş'teki arkadaşlarının yardımına koşmaya karar vermişlerdi. Bundan dolayı derhal araziye çıkarak yönlerini Eriş'e verdiler. Fakat gerillaların şîvreza çevrelerine daha önce yerleştirdikleri pusu gurupları bunlara şiddetle karşı koymuş, hareketlenen bu Türk askeri birliğini savaş alanından 4 saat öteye kadar sürmüştü. Bu sürüş de çok ilginçti. Türk komutan, gerillalardan sıyrılıp olay yerine varmak için yol aradıkça gerillalarda bunların hareketlendikleri doğrultuda yol kesiyorlardı.Türk Askerleri bu kez daha ilerideki bir başka noktada onlardan sıyrılmak için davranıyor, yine sert karşılık görüyorlardı. Böylece biribirleri ile paralel hareket ederek savaş alanından hızla uzaklaşıyorlardı. Karşılıklı sürtüşme içerisinde gide gide Türkler'in Karadağ dedikleri Çîyayê Reş'e kadar boğuşa boğuşa gittiler. Şîvareza'dan kalkan Türk birliğini böyle oyalayan pusu gurubundaki gerillalar, saat 12'de onları ısürdükleriı son noktada terk ederek kendi çekilme alanlarına doğru yola koyulmuşlardı.

Tam da bu sırada çekilmekte olan ana gurubu bombalamak üzere Türk uçakları devreye girdi. Ama Maruk'u aşıp yıkık bir köye varan gerillaları, bu yoğun bombardımana rağmen yerinden bir milim oynatmak mümkün olmadı. On uçak katılmıştı bombardımana. Yorgun gerillalar, yağan roketlere aldırmıyor, tabir caizse bana mısın bile demiyorlardı. Herbiri serildiği bir ağacın altında evindeymiş gibi istirahata çekilmişti. Doktor ise sanki lüks bir hastanede görev yapıyordu. Yavaş davranıyor, bir yaralıya yarım saat kadar vakit ayırabiliyordu. Guruba yetişen Ebubekir, hayretle gördü manzarayı. Bağırdı, çağırdı. Nihayet en son çare olarak zor kullanarak kaldırdı herkesi. Doktora da kızdı ve çabuk davranmasını istedi. Beşer dakikada ilk müdahaleler bitirildi. Aynı ımetodıla yürüttü kafileyi. Söylene söylene gidiyorlardı gerillalar. Aşağıda, 20 dakika mesafedeki güvenli bir mağaraya vardılar. Ebubekir bu güvenli sığınağın kapısında dikildi ve;

Şimdi uzanın uzanabildiğiniz kadarı dedi.

Orada mola verdiler. Bu arada yaralı herkes içeriye taşınmıştı. Mağarada daha etraflı tedaviler yapıldı, yaralar sarıldı.

Öte yandan biri gözünden yaralı, esir alınmış olan iki genç Türk Askeri müthiş bir panik yaşıyorlardı. ıBu canavarlar nasıl olsa sağ komazlar biziı diye düşünüyor, bir an önce ve işkencesiz öldürülmek için yalvarıyorlardı gerillalara. Geride bıraktıklarına kavuşmak hayaldi artık onlar için.. Kendi kendilerini birer yaşayan ölü olarak görüyorlardı. Hiç olmazsa işkencesiz varsalar ya o mukadder durağa.. Ama her şey bu teröristlerin elindeydi. Hem de şu adını daha önce duydukları zalim Ebubekir'in! O Ebubekir ki, vay anam vay! Kurtuluş yoktu anlayacağınız.

Eğer bizi öldürecekseniz, hemen burada öldürün, ne olurı diye yalvarıp durmaları iç parçalayıcıydı bu delikanlıların.

Fakat berikiler hiç de öyle onları öldürecek gibi görünmüyorlardı.

Ebubekir; ısakin olun, size bir yapacak değilizı falan dediyse de inandıramadı.

Tedavi sırası esir askerlere geldiğinde doktor, özenle yaralı askerin de gözünü pansuman etti. Ona hiç de düşmanca davranmıyordu. Neler oluyor Allahaşkına? ıÖldüren tedavi eder mi?ı diye sormaya başladı askerler kendi kendilerine..Biraz da rahatlamışlardı hani. Fakat hala güven duymuyorlardı gerillaya. ıTeröriste ve eşkiyaya güven olur mu?ı ıBir bakarsın doğrulttu tüfeği ve bastı tetiğe.ı Fakat zaman geçtikçe bunların Türk komutanlarından daha disiplinli ve aynı zamanda insaflı insanlar olduklarını anlamaya başladılar. Evet inanılmaz derecede insanca davranılıyordu kendilerine. Acaba yanlış mı anlamışlardı bu teröristleri? Ebubekir teminat verip bir de sırtlarına yük verince, o zaman inançları güçlendi. Öldürülmeyeceklerdi! Diğerlerinin yükü ne idiyse onlara da o düşmüştü. Neşeleri yerindeydi artık. Bu defa da yırtmışlardı.. Hey gidi yeniden doğmak!

***

Suu!

Ebubekir dönüp baktığında bağıranın bir gerilla olduğunu gördü. Bir bu eksikti! Iki bacağından ve kasığından hafif sayılabilecek yaralar alan bu gerilla yürüyebilecek durumdaydı ve yürüyordu, fakat yaşadığı büyük stressin ve kan kaybının yarattığı etkiyle büyük bir susuzluk hissine kapılmıştı. Anlaşıldığı kadarıyla şoktaydı hala. Tümünün de yükü ağır olan arkadaşlarının hiçbiri onunla ilgilenebilecek durumda değillerdi ki.. Ama o çocukça tavırlarıyla ilgi istiyor, yaralarının acısını bastırmak istercesine boyuna diretiyordu;

Suu!

Ebubekir, yaşadığı şokun etkisiyle çocuklaşan bu arkadaşını kurnazca bir formülle yürütmeyi denedi;

Eğer benimle yürürsen, varacağımız ilk kaynağın başında sana istediğin kadar su içireceğim. Kaynak hemen şu tepenin ardında..

Beriki hem sızlanıyor, hem de yapacak başka bir şey olmadığı için yürüyordu. Ama bu kez plak değiştirmişti;

Nerde kaldı şu pınar?

Nihayet böyle söylene söylene suyun başına vardılar. Yaralı, suyu gördü ve canlandı. Buz gibi dağ suyuna yumuldu usulca. Sonra Ebubekir'in de ikazıyla hafif bir mola verdi içmeye. Diğerleri de susuzluklarını giderdikten sonra yeniden yumuldu pınara. Tatmin olmuştu anlaşılan. Gitti ve sırtını bir taşa dayayarak yaralı bacağını usulca uzattı, hafifçe daldı gitti. Iyi bir dinlenme molasından sonra yeniden yürümeye başladılar. Bu kez pazarlıkta karargaha kadar yürümek vardı. Başka çaresi yoktu, yürüyecekti..

***

Gerillaların ırefakatçisiı uçaklar, hiçbir sonuç vermeyen akınlarını başka yöne kaydırarak devam ettiriyorlardı. Izleri kaybedilmişti anlaşılan. Rahattılar artık. Yürüyüş normal seyrine girmişti yani.

Öte yandan Türk radyo ve televizyonları boyuna;

Eşkiya'ya müthiş darbe; 80 kişi silahları ile birlikte ölü olarak ele geçirildi. Operasyonlar bütün hızı ile devam ediyorı gibi kalıp cümlelerle propaganda yayınları yaptıkça, Başkan Apo endişeleniyor, içi içine sığmıyordu. Her yola başvurarak arkadaşlarına ulaşmaya çalışmaktaydı, ama boşuna. Çabaları boşa çıktıkça endişesi daha da artıyordu. Ne oldu bunlara? Bilgilenmek istiyordu Başkan. Nerede bunlar? Ne yapıyor bu Ebubekir?! Ya doğruysa?. 80 kişi ha! Ya doğruysa? Fakat, bağlantı yoktu.. Hiç bir şey! Sadece çıldırtıcı bir sessizlik.. Hepsi bu.

Karargaha doğru yürüyüş halinde bulunan ve teknik imkanları daha henüz yeterli düzeyde olmayan gerillalar ise eylem sırasında ve geri çekilirken katetmek zorunda oldukları yol boyunca hiç bir merkezi birimle bağlantı sağlayamamışlardı. Gerilla dünyasına açılmak için Xan Kurkê'deki karargaha varıncaya kadar sabretmeleri gerekmişti. Fazla uzun sürmedi noktaya varmaları. Karargahta çok sıcak karşılandılar arkadaşları tarafından. Bir yandan yorgunluğun ilacı olan kara çaydanlar fokurduyor, öte yandan da zaferden dönenlerin şerefine kazanlar kaynıyordu. Ebubekir ve arkadaşları doğruca yönetim çadırına geçmişlerdi. Başkan'ın sürekli kendilerini sorduğu söylendi kendilerine. Daha fazla bekletemezlerdi onu. Başkan'la irtibat arıyorlardı, fakat o anda mümkün değildi bu. Taa ertesi günkü tekmil saati beklenecekti irtibat için. Çaylar içildi, hazırlanan zafer yemekleri yenildi. Etli, sütlü yemeklerdi bunlar. Bu arada meraklı bakışlarla kendilerini süzen arkadaşlarına yarı rapor, yarı sohbet olanları anlattılar ve istirahate çekildiler.

Ertesi gün daha da dinçleşmiş olarak uyanmışlardı. Nihayet saati geldi, karargahtaki ana telsizle gerekli kanallar kurcalandı. Öbür uçta endişeli bir sesle Öcalan konuşuyordu. Durumu öğrenmek için sabırsızlandığı belliydi.. Ebubekir gururla eline aldı telsizi ve konuşmaya başladı;

Sayın Başkanım; selamlar, saygılar..