Kitaplarım - Govend


Govend

Bu hikaye; gazi gerillalardan Murat Güven (Muş- Bulanık, 1974 doğumlu), gerilla Edip Uçar (Karker-Şırnak), Nezir Cabada (Ezeq), PKK kaynakları, Genç gerilla Naif Çelik ve çetelerin olaydan sonra gerillalara anlattıkları esas alınarak tarafımdan düzenlenmiştir.

Genç gerilla, yaralı çenesinin müsaade ettiği ölçüde anlaşılır kelimelerle konuştu, ama bildiklerini ve inancını iyi bir şekilde dile getirecek şekilde net konuştu. Seminer verir gibiydi Bêzelê savaşını anlatırken. Şöyle diyordu Bulanıklı Murat Güven: Savaş her zaman insanın hatasını kollar gibidir. Hiç kimsenin istediği gibi gelişmez. Onun kendi mantığı vardır. Bu mantığa uymadın mı, çok şey kaybedebilirsin. Zaferi yaşıyorum derken bir de bakarsın ki kötü bir şekilde vurulmuşsun.. Işte Türk Ordusu'nun üslendiği Bêzelê'ye yaptığımız baskının bize verdiği en iyi ders buydu. Yani bir yanıyla olağanüstü bir kahramanlık gösterisi, öte yanıyla bariz bir yenilgi.. Sebep; bölge komutanlığımızın eylem yaptırmış olmak için eylem yaptırmasıydı..

Aşağıda nakledeceğimiz hikaye, bu savaşın her iki yönünü aynı anda gözlerinizin önüne serer nitelikteki bir hikayedir..

*** Kürdistan'da 1992 baharı her bahar gibi başlamadı. Ülkede hızlanan faili meçhul cinayetlerin ve köy boşaltma işlemlerinin yarattığı sıkıntı ile serihıldanların sebep olduğu coşku biribirine karışmıştı. Bir yandan şehirlerdeki halk kitleselleşen serihıldanlarla tozu dumana katarken, öte yandan da Türk devlet yönetimi 1992'de hazırladığı ve; ıserihıldanları her ne pahasına olursa olsun bastır ve böylece gerillanın şehirlerdeki kitle tabanını yok etı şeklinde özetlenebilecek olan yeni savaş taktiklerini yılın ilk aylarından itibaren pratik plana geçiriyordu. Türk Devleti'nin yönetimini eline geçirdiği artık su götürmez bir şekilde açığa çıkmış olan kontr-gerilla kliği adına hazırladığı planı uygulama alanına koyan Orgeneral Doğan Güreş; Londra'ya da onaylattığı bu planda yer alan hedeflerine varmak için hemen hemen tüm gücü ile orduyu, ısivilı çeteleri, Kürtler'den oluşturdukları köy korucularını, JITEM'i, özel timleri, infaz timlerini, polisi ve Hizbullah denilen ne olduğu belirsiz bir örgütü kullanacaktı. Bu Turancı general, sorumluluk yüklendiği yeni saldırı döneminde diğer meslekdaşlarının kendisinden önce Kürdistan'da uyguladığı baskı rejimini akıl almaz bir derecede tırmandırıyor, saptadıkları hedefe varmak için ülkede sınır tanımaz bir şiddet uygulanmasını emrediyordu. Üstelik daha önceden faaliyet gösteren kontrol dışı devlet çetelerini daha da serbest bırakarak.. Artık köy boşaltmalar, göçettirmeler, faili meçhul cinayetler ve tutuklamalar hesapsız bir hale gelmişti. Nevroz'da Cizre ve Nusaybin'de onlarca insanı sonsuzluğa göçettiren ve MGK'nin en önemli figürü olarak yıldızı parlayan bu yarı Çerkez, yarı Arap Türkı General, mimarı olduğu katliam planını yaz aylarında Şırnak'ta, daha sonra da Lice'de ve küçük olsun, büyük olsun diğer bütün hassas yerleşim birimlerinde pervasızca uygulama alanına soktu. Türk Devleti'nin bu katliamcı generali marifetlerini sergilerken, Kürtler'in gelişen ulusal mücadelelerine paralel olarak kazandıkları dirençlerini ve moral güçlerini yıkmayı, Kürt Halkı'nın eskiden olduğu gibi pısırıklaşmasını ve böylece rejime kayıtsız şartsız itaat etmesini sağlamaya çalışırken kendisini bağlayan hiçbir ahlaki kayıt tanımıyordu. Kısacası her alana sıçratılacak olan topyekun bir savaş başlatılmıştı. Böylece şişeden fırlayan cini yeniden şişeye sokulacaktı. Mümkün mü, bilinmez.. Ama çabası buydu.

Öte yandan; gerillaların kendi ifadeleri ile, bazı komutanları bu serihıldanlarda elde edilen geçici başarı durumunu doğru değerlendiremiyor, söz konusu yerel başarıları kalıcı birer zafer imiş gibi lanse ederek yayınladıkları bildirilerle alkışlıyorlardı. Bu bildirilerde sözü edilen ıkovun onlarıı, düşmanı yurttan attıkı gibi ibareler, parti yönetimi tarafından ciddi eleştirilere uğratılıyor, düşmanı kovma işinin kendiliğinden ayaklanan başsız kitlelerin işi olmadığı bu komutanlara hatırlatılıyordu. Bildiri yayınlayan komutanların bu hayalleri, onların asıl görevlerini, yani savaşın kendilerinin işi olduğu gerçeğini unutmaları ile eş anlama geliyor gibiydi.. Parti Liderliği'nin deyimiyle, bir erken iktidar hastalığıydı bu.. *** Parti yönetiminin, yaz aylarının ortalarına doğru sıklaştırdığı 1991 ile ilgili uyarıları en fazla Xan Kûrkê bölgesinde yankı bulmuştu. Çünkü bu bölgedeki gerilla birlikleri -yaşanan zorlu tabiat koşullarının da etkisi ile- yıl eylem yapılabilecek mevsimlerin sonu görünmesine rağmen, tam bir rehavet uykusuna dalmış gibi görünüyorlardı. Bu durum, yani bir yandan çok sert geçen kış mevsiminin yarattığı yılgınlık, öte yandan da baharın hemen ilk günlerinden itibaren başlayan kesintisiz hava akınları Xan Kûrkê bölgesinde üslenmiş olan gerillaları, onları yöneten Alan Sorumlusu Ferhat'ı ve oradaki komuta heyetini neredeyse ne yapacağını bilemez hale getirmiş gibiydi. Harekete katılış tarihleri itibariyle yeni olan gerillalar ise panik halindeydiler.

1992'de bir şok dalgası halinde kabaran gerillanın sayısal gücü daha henüz hazmedilememişti. Doğru dürüst bir eğitimden geçmemiş olan bu ıguerilerosıların büyük bir kısmı yılgınlığa kapılmışlardı bile. Yaşanan sıkıntılardı bu yılgınlığın sebebi. Daha henüz düşmanla hiç temas sağlamamış olan bu gerillalar, çok geçmeden yaşadıkları ruh halini diğer arkadaşlarına da aşılamaya başladılar. Böylece bir yandan etkisi hala süren kış aylarındaki yokluk günleri, öte yandan da hala aralıklısız olarak sürdürülen hava bombardımanlarının etkisiyle morali bozulan gerillalar arasında saflarından kaçışlar başlamıştı, ki bu eğilimin önü alınamazsa çok kötü olabilir, ağır bir çözülme yaşanabilirdi. Tam da bu sırada Parti tarafından başlatılan eleştiri yağmuru, Xan Kûrke bölgesindeki alan karargah yönetiminin üstünde bir bomba etkisi yaratmıştı. Açıkçası, bir bunalım yaşanıyordu eyalette.

Yaz sonuydu. Çok güzel bir hava vardı. Bahardan kalma. Mutad hava akınları da kısa sürmüştü o gün. Sadece bir kaç uçak ziyaret etmişti kamplarını ve doçkanın başındaki gerillanın dediği gibi yine karavana atarak gitmişlerdi (Tirko, gene qerewana!). Ferhat, sabahın saat onbirinde, her zaman olduğu gibi büyük cihazın başına geçmiş, verilen tekmilleri dinliyor, kendi alanı ile ilgili tekmili geçiyordu. Birden cihazdaki arkadaş, (É) kodlu alanın akşam saat 8'de Ferhat ile ıuzun hatı görüşmesi yapacağını söyledi. Bu, Başkan'ın koduydu. Önemliydi öyleyse. Başkanla konuşmak her zaman heyecan verirdi Ferhat'a. Bu kadar eleştiri bombardımanından sonra sıkı bir fırça bekliyordu mıntıka sorumlusu. Ferhat heyecanla akşamı bekledi ve uzun hattan verilen talimatı kaydederek aldı. Evet, beklediği olmuştu. Zehir-zemberek eleştirilerin eşlik ettiği bir talimattı bu. Aldığı talimatı ertesi sabahın ilk saatlerinde alan yönetimine sunacaktı. Ferhat, Başkan'ın talimatını tebliğ etmek ve alınacak tedbirleri görüşmek üzere bölge yönetimini toplantıya çağırmıştı o sabah. Yönetim çadırında toplanacaklardı. Yapay bir mağaraya bitişik olan yönetim çadırı epey genişti, ama sıkıntılı alan yöneticisine dar geliyor gibiydi burası. Sigara üstüne sigara yakması bu sıkıntısının işaretleriyle doluydu. Bu havada başlatılan alan karargah yönetimi toplantısında Ferhat'ın sıkıntısını yüzünden okumamak mümkün değildi. Alan Sorumlusu Ferhat, toplantıda ağır ağır söze girdiğinde içinde bulunduğu kötü ruh hali Mahir, Ali, Ari, Iskender ve Harun gibi tecrubeli komutanların gözlerinden kaçmamıştı. Bu sıkıntı onlara da bulaşmakta gecikmedi. Onlar da kendilerini sigara içme furyasına kaptırınca ortalık kapkara bir dumanla kaplandı. Çadırın içi, neredeyse göz gözü görmez gibiydi dense yeri. Arkadaşları diyordu Ferhat, ıbu yılın kış ayları boyunca yaşadığımız talihsizlikleri hepiniz biliyorsunuz. Yaşanan vahşi kış şartlarının göğüslenmesi için harcadığımız çabalar hepinizin malumudur. Öte yandan mart ayının başından beri ara verilmeden sürdürülen yoğun hava saldırıları, zayıf bir eğitimden geçmiş olan yeni katılımcı arkadaşlarımızın saflarımızı terketmesine bile yol açıyor. Hele bombardımanın üç ay içerisinde 48 gün gibi rekor bir süre boyunca yoğun olarak sürmesi, bu tecrubesiz arkadaşların psikolojik durumlarının üzerinde müthiş bir etki yarattı, morallerini, kelimenin tam anlamı ile bozdu. Bildiğiniz gibi savunmamızı böylesine yoğun hava akınlarına karşı sağlam temellere oturtamamış, yeraltı yerleşimimizi sistemleştirememiş bulunuyoruz. Böylesine bir sistemleşmeyi Serokatî'nin sürekli uyarılarına rağmen savsakladık. Bu bahar, bir yönüyle böylesine bir savsaklamanın kurbanı olduk. Bir çadırda 50 arkadaşın barınmak zorunda bırakılmasının suçunu hiç kimseye yükleyemeyiz. Fakat buna rağmen, gerillaları daha fazla atıl tutamayız. Parti bizden acil eylem beklediğini bildiriyor. Biz şimdi bu talimatı görüşeceğiz.

Evet ama..ı diye söze girdi bir komutan; ıgerillanın ruhsal gıdası eylem değil midir? Ama herşeye rağmen eylem değildirı diyordu bir başka komutan. Toplantıda hararetli tartışmalar olmaktaydı. Bu arada Mahir'in, geçmişteki davranışlarını da hesaba katarak, alan karargah komutanını ıbireyciı olarak suçlaması işin tuzu biberi olmuş, Xan Kûrkê bölgesinde yaşanan dağılma sürecinin ve kötü şartların ağır sorumluluğu altında ezilen Ferhat'ı istifanın eşiğine kadar getirmişti. Fakat o, uzun tartışmalardan sonra, böylesine bir krizin yaşandığı bir sırada istifa etmesinin affedilemez bir kaçış olacağına inandırıldı ve bu fikrinden vazgeçirildi. Nihayet sıra bu yılın nasıl geçeceğini belirleyecek olan konuların tartışılmasına gelmişti. Herkesin Türk Ordusu'nun küçük ve orta boy üslerinin tasfiyesine yönelinmesi fikrini kabul ettiğinde tartışma, alan komutanlığına bağlı güçlerin nasıl düzenleneceği konusuna kaydırıldı. Bu, pratikle ilgili bir sorun olduğu için kolay çözüldü. Alan karargahına bağlı mevcut gerillalar Xan Kûrkê, Lolan ve Geliya Reş'te üslenmişlerdi. Ellerindeki 800 kişilik bu gerilla gücünü çeşitli taburlara ayırdılar. Bunlardan 300 kişilik bir tabur Iskender'in komutasına verilmişti. Navşar (Şemdinli) -Gever (Yüksekova) hattına müdahale edecek olan gücün komutanı ise Harun'du. Iskender'in komuta ettiği güç de Şemdinli'de üslenmişti, ama bu güç Harun'un komuta ettiği taburun aksine Gerdi aşiretinin bulunduğu alanda faaliyetteydi. Parti yönetimi, yılın ortalarından itibaren Xan Kûrkê alan komutanını sıkı bir eleştiri bombardımanına tabi tutmuştu. Bu eleştirilerden en onur kırıcı olanı; ıSiz sadece yiyip, içip yatıyorsunuz. Eylem denince ise bucak bucak kaçıyorsunuz..ı şeklinde başlayanıydı. Tabur komutanı Iskender başta olmak üzere, komuta ettiği taburdaki tüm gerillalar da kahroluyordu bu tür eleştirilere. Ne de olsa işin ucu, şöyle veya böyle, kendilerine dokunuyordu. Tıpkı bölgedeki diğer gerilla gruplarının taşıdığı duygular gibi. Mesele, onlar için bir namus meselesiydi artık. Bu yönlü eleştirilerden dolayı, alan karargah komutanlığınca kendilerine verilen Bêzelê üssünü vurma görevini her ne pahasına olursa olsun başarıyla yerine getirmek, Iskender ve arkadaşları için bir şeref meselesi haline gelmişti. Bedeli ne olursa olsun ses getirecek olan bu büyük eylemi gerçekleştirmek, onlarda bir fikr-î sabitti. Ama keşfi doğru dürüst yapılmamış, silahlar, erzak ve cephaneleri doğru dürüst temin edilememiş, yanlış istihbarata dayanan bir eylem olacaktı bu.. Ne gam! Yapacaklardı eylemi.. Hazırlığı doğru dürüst ikmal edilmeden girişilen bu tür eylemlere gerilla literatüründe ıeylem için eylemı deniyordu denmesine ama dinleyen kim? Olay şeref meselesi haline gelmişti bir kere. Baskın harek‰tının bu derecede gayri ciddi bir hazırlık döneminden sonra yapılmasının intihar anlamına geldiğini biliyorlardı bilmelerine, yine de onları bu eylemden vazgeçirebilecek hiç bir güç yoktu yeryüzünde. Ama, ama, ama... Ne gam! *** Iskender, arkadaşlarını içtimaya kaldırdı ve komuta ettiği taburdaki gerillalar arasından bu görev için bir bölüklük, yani 80 gerilladan oluşan bir gücü tek tek isim okuyarak ayırdı. Bunlar, Bêzelê üssünü vuracak olan gerilla gücüydü. Geride kalan diğer gerillaların sızlanacağını biliyordu Komutan. Ama askerlik disiplin isterdi. Görevi yerine getirme şerefi bugün bu arkadaşlarına verilmişse, yarın nöbet sırası diğerlerine, bu göreve seçilmedikleri için sızlanan arkadaşlarına gelecekti. Bu duygularla yüklü bir ruh halinin etkisindeki geride kalanlar, gidecek olan arkadaşlarının neşelerine katılmakta gecikmediler. Bu arada çantalar, erzak ve mühimmat çabucak hazırlanmıştı. Kafile yola çıkmak için sabırsızlanıyordu. Moral büyüktü, coşku ise sonsuz.. Gören zaferden dönmüş sanırdı gerillaları. Çok geçmeden hep birlikte dilana duruldu. Herkes neşe içinde govende başlamıştı: Şêrêzdin, Şêrêzdine berxê mın, PKK partîya meye... Şu ayrılık saatleri de ne çabuk gelir.. Işte başlattıkları dilan sona ermiş, Alan Sorumlusu Ferhat girişilecek eylemin önem ve anlamı ile ilgili konuşmasını yapıp bitirmişti bile. Kalacak olanlar bir tarafta dizilmişlerdi. Eylemci arkadaşları tek sıra halinde onların teker teker ellerini sıkıyor, veda ediyorlardı. Gözler, belki de son kez biribirlerine bakacak olan o sımsıcak ve buğulu arkadaş gözleri, birer saniye kenetleniyor ve ağızlardan çıkan; Serkeftın!ı

sözcüğü ile bu kısa ve içten gelen sevgi sahnesi tamamlanıyordu. Artık sıra birbiri ile kesişecek başka dost gözlerdeydi. Geride kalanların çoğu gözyaşlarını saklama lüzumunu hissetmiyorlardı bile. Bu arada bayan gerillalardan biri, eylemcilerin şerefine bir şarjör boşalttı. Gidenler ve kalanlar hep birlikte slogan atmaya başladılar:

Bijî Serok Apo! Onların sahip oldukları tek gerçek aileleri buydu. Bir insanın üyesi olmayı hayal edebileceği en sıcak aile.. Arkadaşlığın, paylaşmanın ve fedakarlığın doruğunun yaşandığı bir aileydi bu. Kokuşmuş eski düzenin yerine, yeni bir toplumsal ve ulusal düzen kurma mücadelesi vermek için bir araya gelen can yoldaşlarının oluşturduğu bu aileyi diğer ailelerle mukayese etmek, hiç kimsenin aklından geçmezdi gerilla ocağında. Işte bu aileden birileri, geri dönmeme ihtimali bulunan bir göreve gitmekteydi. Gidenlerin arasında bulunamamanın verdiği bir nevi aşağılık duygusu hakimdi kalanlarda. Bu inanılmaz bir şeydi, ama gerçekti. Geride kalanlar sadece kızabiliyorlardı. Hepsi o kadar. Yapacak bir şeyleri yoktu. Ister istemez tek sıra halinde ve aralıklarla ilerleyen arkadaşlarına hasretle, son bir kez bakar gibi baktılar ve sonra da kutsal bildikleri günlük görevlerinin başına döndüler. *** Gerillaların eylem yapma kararlılığından güç alan tabur komutanı Iskender, yönelecekleri hedefi yerde, kuru sonbahar toprağına çizilen bir plan üzerinde işaretledi:

Bildiğiniz gibi burayı, yani düşmanın bir yol kesen üssü olarak kullandığı Bêzelê'yi vuracağız arkadaşlar.

Etrafını süzen gözlerle şöyle bir baktı ve bunun zaten herkes tarafından bilindiğini anlayınca da, biraz mahçup, ama renk vermeden ve kendinden emin bir tavırla uzun bir konuşma yaptı ve şöyle devam etti: ÉBu üs, Navşar'ı (Şemdinli'yi) karargaha bağlayan yolu tutan çok stratejik bir noktada yer almaktadır. Eğer bu üssü yok edebilirsek, Navşar ile karargah arasında on günde aldığımız yolu iki güne indirebiliriz. Düşmanı buradan sökersek, onların Oramar'a, Navşar'a ve Gever'e (Yüksekova'ya) kadar olan coğrafyadaki tüm alanı tutabilecek önemli hiç bir üsleri kalmaz. Biz bu stratejik konumundan dolayı burayı yok etmeye çalışacağız. Eğer bu üssü tamamıyla yok edebilirsek, bu anlamda düşmana önemli bir darbe vurmuş, Türk Ordusu'nu yurdumuzun önemli bir bölümünden sökmüş olacağız. Bu konudaki görüşlerinizi öğrenmek istiyorum.ı Hiç kimsenin eylemin yapılıp yapılmaması ile ilgili bir sorusu yoktu. Çoğunluk birşeyler yapmak için zaten başından beri sabırsızlanıyordu. Diğer bölgelerde Türk yönetiminin üstlerine sürdüğü güçleri iyi vuran arkadaşlarının kazandığı başarıların verdiği moral etki ve kendilerine yöneltilen onur kırıcı eleştirileri cevaplama duygusu gerillaları yerinde duramaz bir hale getirmişti. Arkadaşlarından birinin; ıgücümüz tek başına mı bu eylemi gerçekleştirecek?ı sorusuna: Hayır, Çal'daki (Çukurca'daki) bir gurup arkadaşla bu eylemi ortak gerçekleştirmeyi isteyeceğiz. *** Komutan Behzad, daveti aldığında hiç tereddüt etmedi. O da bir bölüklük bir kuvvet ayırdı ve alışılmış törenlerden sonra yola koyuldu. Bêzelê'yi vuracak olan ve Iskender'in komuta ettiği Şemzînan bölüğü ile birleşeceklerdi. Alacakları yol çok uzun olduğu için fazla vakit kaybetmeden yola koyulacaklardı. Bundan dolayı töreni fazla uzatmadı. Mümkün olan en kısa yoldan, en az vakit kaybıyla arkadaşlarına katılacaklardı. Çal'dan (Çukurca'dan) hareket eden bu 80 kişilik kuvvet, Sarp dağları aşmanın yorgunluğunu duya duya hedefe yürüyordu. Bölüğe komuta eden Behzat, hedeflerinin Tiryê köyü olduğunu söylemişti. Buluşma noktasıydı bu. Uzun bir yürüyüşten sonra Güney Kürdistan'ın terkedilmiş köylerinden biri olan Miros'u geçtiklerinde artık yolun sonuna yaklaştıklarını biliyorlardı. Yine de Ava Parsiyan'ın sonbaharda bile yemyeşil olan kıyılarında mola verme fikri oldukça iyi geldi. Yaylalardan kopup gelen bu berrak ve serin çayın onlara bir hayat iksiri gibi gelen sularından avuçlaya avuçlaya içmek gerillalara serinlik vermiş, ferahlatmıştı. Yorgunluk almıştı hani. Birer de cıgara yaktılar mı keyiflerine diyecek yoktu. Bu arada bazı arkadaşları, iyi bir çay hazırlaya başlamışlardı bile. Çaylar içildi, sohbetler edildi, cıgaralar çekildi. Yeniden yol alma zamanı gelmişti işte. Rahattılar ama..

Suyu geçtiklerinde fazla yürümek zorunda olmayacaklarını biliyorlardı. Hani şu meşhur gerilla deyimiyle; ıköy şuracıktaıydı. Güney'in eski ve terkedilmiş köylerinden biri olan bu Tiryê köyü, gerçekten bir sigara içimi yürüyüşten sonra uzaktan görünmüştü bile. Tiryê, Iskender'in komuta ettiği Şemdinli bölüğü ile Çukurca'dan gelen ve Behzad'ın komuta ettiği bu kuvvetin buluşma noktasıydı. Oraya vardıklarında, Şemdinli taburunu kendilerini bekler buldular. Kara çaydanlıkta fokurdatılan çayı bu kez diğer arkadaşlarıyla paylaşmak, uzun bir yürüyüşün yorgunluğunu üstlerinden atmaya çabalayan gerilla savaşçılarına çok iyi geldi. Çay, böylesi yürüyüşlerde yorgunluğu yok eden en iyi ilaçtır gerillada. Yemeklerini yediler, uzun sohbetlerle hasret giderdiler ve daha sonra, gecenin bilmem saat kaçında beşer onar kişilik guruplar halinde istirahate çekildiler.

Ertesi sabah uyandıklarında havanın o canlandırıcı güzelliği onlara coşkunluk vermişti. Xan Kurkê'de, güz aylarının uyarıcı serinliğinin hissedildiği eylülün bu dokuzuncu gününde, 30 Ağustos'ta Helena taburunun vurulduğu ve düşmanın bu eylemde 200'ü aşkın asker kaybettiği haberi gelince birleşik Eylem gücü daha da tahrik olmuştu. ıSıra bizdeı diyorlardı gerillalar. Eylemi gerçekleştirmeleri gereken vakit gelmişti, hatta geçiyordu bile. Iskender, harek‰tın saati ve tarihi ile ilgili olarak komuta heyetindeki arkadaşlarını topladı ve görüşlerini sordu. Hiç kimse Iskender'in saptadığı güne veya saate itiraz etmiyordu. Hatta biraz acele edilmesi gerektiği düşüncesini onların yüzlerinden okumamak mümkün değildi. O halde yürüyüş düzenine girilecekti ve.. *** Eski ve küçük bir karakolun büyütülmesi ile oluşturulan Bêzelê üssü, aynı adı taşıyan köyün hemen bitişiğinde kurulu muhkem bir üstür. Fakat yine de ikide bir gerillaların saldırılarına hedef olur. Denilebilir ki, bu üssün vurulmadığı yıl yoktur. Sırtını Çarçile dağına dayamış olan Bêzelê'nin kucağında oturduğu asıl silsile, bütün heybetiyle köye bakan bu dağın devamı olan küçük tepeciklerdir. Yan yana dizilmiş olan bu tepelerin meşe ve akçaağaçlarla kaplı oluşu aslında bir şans sayılmalıydı gerillalar için. Ama Çarçile'nin ormanlarla kaplı olan eteklerine karşın tepeleri, saçları dökülmüş bir bilim adamının tepesini andırırcasına çıplaktır. Bir tarafıyla Oramar'a bakan bu dağ silsilesi, diğer tarafıyla Ava Basîyan'a ve Yüsekova'ya doğru uzanır gider. Türk ıkarakolı komutanlığı, üssün kuzeyini tuttukları gibi, doğusuna düşen ve aslında güneyden kuzeye doğru bir ıLı harfi gibi uzanan çok önemli iki başka tepeyi de ellerinde bulunduruyorlardı. Bu yerler savunma stratejisi açısından çok önemliydi.. Türk ordu birliklerinin tuttukları tüm bu tepelerin sık ağaçlarla kaplı olması dikkat çekici bir avantaj sağlıyordu gerillaya, ama orman örtüsünün sakladığı şeyler itibariyle ise... Aaah, ah!

Gerilla birliği, uzun bir yürüyüşten sonra üssün güney taraflarına düşen Erzevil köyünde mola verdi. Hedefe varmadan önceki son nokta olan Erzevil köyü, Bêzelê'ye 5-6 saat uzaklıktaki bir mesafedeydi ve düşmanlarının baskıları sonucu terkedilmişti. Burada toplanan gerillalar hazırlıklarını son bir kez gözden geçirecek gibiydiler.. Bu beklenti içerisindeki gerillaların karşısına geçen Iskender söze başladığında eylem heyecanı, acemi sayılabilecek yeni gerillaları sarmıştı bile. Yaşadıkları bu mevsimin başından beri düşmanla karşılaşmamış olan tecrubeli gerillaların da onlardan geri kalır yanları yoktu ya, neyse.. Bilhassa duydukları korku ile karışık heyecan dolu duygularla yüklü olan yeni gelenlerin yerinde duramayan bir çocuk misali hareketli oluşları görülmeye değerdi. Kıpır kıpır idi bunlar. Ama toplantı disiplini her şeyin üstündeydi. Iskender söze başladığında kıpırtılar ve konuşmalar bıçakla kesilmiş gibi bir anda sona erdi. Komutan, can kulağı ile dinlemeleri gereken son bilgileri veriyordu arkadaşlarına: Arkadaşlar, yapılan keşifler sonucu düşmanın bu üsde 200 cıvarında asker bulundurduğunu saptadık. Bu askerler, üssün çevresinde bulunan üç tepeyi ellerinde tutmaktadırlar ki üçü de mayinsizdir. Ayrıca aldığımız istihbarata göre, çetelerin bize karşı savaşmayacaklarını da öğrenmiş bulunuyoruz. Hatta üssün çevresinin de mayinsiz olduğunu söyleyebilirim. Savaş ile ilgili düzenleme oracıkta yapıldı. Buna göre 160 kişiyi bulan birleşik gücün girişeceği eylemi Iskender, Zirevan, Behzad ve daha sonra hiyanete sapan Bedran'dan oluşan bir komuta kurulu koordine edecekti. Üsse saldıracak olan kolun başına Küçük Güneyli Akif getirildi. Tepe saldırı guruplarından birinin sorumlusu Arif, yardımcısı Murat olacaktı. Diğer kola Bedri komuta ederken, yardımcılığını Zınar yüklendi. Üsse hakim olan tepeye yönelecek olan iki guruptan birinin komutanı Suat, diğerinin ki Dara idi. Köye hakim olan tepeye saldıracak olan kolun başına ise Kahraman getirilmişti.. Bu bilgiler; mevzilerin durumu, yerleri ve sayıları ile ilgili bilgilerle de takviye edilmiş, en ince detaylarına kadar yere çizilen bir harita üzerinde gerillalara sunuluyordu.. Her türlü bilgi verme işlemi bittiğinde insanlar dağılmadı. Gerilla hazırdı. Moral oldukça yüksekti. Coşku vardı herkesin yüreğinde.. Bu duygularla yeni bir govend başladı.. Sloganlar atılıyordu oyun boyunca. Sonra sırt çantalarının bırakılmasına gelmişti sıra. Herkes son sözlerini yazarak çantasına yerleştirdi. Ne sözlerdi onlar! Bazıları sanki ölüm şerbetini içeceğini biliyor gibiydi duygularını satırlarına dökerken. Emin olun bu böyle! Kimisi biyolojik ailesine sesleniyordu, kimisi ise gerilladaki ailesine. Döktürdükleri satırların hepsi duygu yüklüydü. Gitmek vardı, ama ya dönmek... Işte bu ellerinde değildi. Adres sormayan bir kör kurşun ve zamanın durduğu o an.. Hepsi bir saniyelik işti. Çantalarını topluca bir yere sakladıktan ve başında bazı arkadaşlarını nöbetçi olarak bıraktıktan sonra sıra, tek kol halinde yürüyüşe, kaderlerini belirleyecek olan yürüyüşe gelmişti yeniden.. Bir kaç saat önce Erzevil'de sona erdirdikleri bir günlük yürüyüşten sonra bu son iki saatlik olanı çok uzamıştı. Naif, yürüyüşe geçtikten belli bir süre sonra hareketlerinin mekanikleştiğini hissetmişti. Dikkati önce öndeki arkadaşının yürüyüş şekline takıldı, ama olmadı. Ağaçları saymaya başladı bu kez. Fakat bu da kısa sürdü. Sonra kendisini hayallerine terketti.. Çocukluğundaki gamsız Naif'i düşündü.. Karakollardan gelen askerlerin cakası, öğretmenlerin Atatürk'ü sevdirme çabaları geldi gözlerinin önüne. O sıralarda yapılanlara bir anlam veremediğini düşündü. Aslında asırlar süren bir assimilasyon ve yoketme, yani onursuzlaştırma savaşımıydı bu.. Bunu şimdi net bir şekilde görebiliyordu. Böylesine onursuz bir yaşamda gerçek aşkın imkansız olduğunu düşündü. Mahallede göz göze geldiğinde kalp atışlarını hızlandıran o güzel kıza ne olmuştu acaba? Evlenmiş miydi? Belki..

Derken bir patlama ile irkildi, rüyalarından sıyrıldı.. Arkasından bir patlama daha! Neler oluyordu? Kafile olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Bir haber bekleniyordu öncü guruptan. Bu arada yürüyüş kolundakiler hemen teori geliştirmeye başlamışlardı bile: Havan patladı!

Hayır, havana benzemiyor.. Ama ne? Mayin miı

Derken, öncü guruptan merakla beklenen cevap geldi. Evet iki arkadaşları arka arkaya mayine basmışlardı. Bu patlamalar sırasında Kerim şehid düşmüş, kol komutanlarından biri olan Dara yaralanmıştı. Bulundukları yer, hedefe 3-4 saat uzaklıktaki sarp bir tepenin etekleriydi, ki gerillalar buraya ıBayrak tepesiı adını takmışlardı. Ne talihsizlikti bu patlama! Kafilede birden bir güvensizlik ve moral bozukluğu dalgası yayıldı. Patlama mutlaka düşman tarafından da duyulmuş olmalıydı.. Ilerleyemezlerdi bu durumda. Ne de olsa gömülecek bir şehitleri vardı. Iskender bunun üzerine mola emri verdi. Bulundukları tepenin eteklerini geçici bir kamp yeri haline getirdiler. Kerim oracıkta törenle gömüldü. Dara ise sağlık görevlisi tarafından tedavi ediliyordu. Bu arada tepelere nöbetçiler yerleştirilmiş, etrafta sıkı güvenlik tedbirleri alınmıştı. Çünkü patlama ile birlikte hem yakınlarında üslenme ihtimali olan düşmandan bir saldırı beklenebilirdi, hem de köylülerin meraklı gözleri onları daha da deşifre edebilirdi. Bu arada tüm gerillalar bir araya geldi. Ortaya çıkan yeni durumu görüşeceklerdi. Hesapta bu mayin yoktu. Ne biçim keşif yapmışsınız? Eylem sabote olduı diye çıkıştı tecrubeli bir gerilla. Bir diğeri; ıbu durum karşısında eylem iptal edilmeliı diyordu. Bunun üzerine durumun kötüye gitmekte olduğunu, eğilimin eyleme girmemek yönünde gelişmekte olduğunu anlayan Iskender derhal müdahale etti. Baskını iptal etme istemlerinin önüne büyük bir gayret sonucu set çekti. Ama o gün bekleyecek, eylemin iptal edildiği süsünü vererek düşmanı kısmen de olsa yanıltacaklardı. Görünüşe göre öyle de oldu. Bu arada yaralanarak saf dışı kalan Dara'nın yerine kol komutanlığı Medeni'ye verilecekti. *** 13 Eylül 1992.. Planlanandan bir gün sonra.. Saat; 05.00.. Faşist askeri darbenin yapıldığı günün üstünden 12 yıl, bir gün ve bir saat geçe Bêzelê üssü gerillanın yoğun ateşi altına girmişti. Tüm gerillaların ilk mermilerini sıkıncaya kadarki heyecanları görülmeye değerdi.. Hele ilk kez eyleme katılacak olanlarınki.. Dakikalar geçmek bilmiyordu bunlar için. Meçhule karşı duyulan korku, düşmanla ilk kez karşılaşacak olan bu delikanlıları yenebilecek miydi acaba? Yoksa onlar mı korkuyu yeneceklerdi? Sonra o an geldi.. 105'lik B-7'lerden ilk roketlerin fırlatılması ile tüm sihir bozuldu. Cehennemi bir gürültü ile inlemeye başlamıştı ortalık. Genç veya tecrubeli tüm gerillaların duyduğu korku ve heyecan bir anda yok olmuştu. Kurşunların yağmur gibi yağdığı öylesi anları anlamak için yaşamak gerek. Sanırsın ki bir mermi, siper aldığın taşı da delip gelecek ve seni bulacaktır. Bunun için tam siper korunma yerine, sana kurşun sıkabilecek kaynağı kurutma duygusu hakim olur insana.. Işte bundan dolayı, ilk ıtarrakaıdan sonra harekete geçen gerillaların tüm benliğini yenme duygusu sarmıştı. Mutlaka galip gelme duygusu! Hedeflerini yok etmeye kilitlenmişlerdi. Çünkü yenilmek, bir yerde yok olmakla eşti. Ülkelerini haksız yere işgal altında tutan bu sömürgeci gücü söküp atma görevini yerine getirme duygusu ile ileri atıldılar. Tahriklerin ve aşağılamaların bilediği gerillalar gerçekten çok etkili bir şekilde vuruyorlardı. Tepeci gerillalar ilk üç dakika içerisinde 5-6 mevziyi birden düşürmüşlerdi. Düşman askerleri bir yandan kaçışıyor, bir yandan da biribirlerine bağırarak küfür ediyorlardı:

Ulan Osman! Orospu çocuğu! Hani Apocular gelemez diyordun? Işte gelip evimizi yıktılar! Ibne!ı Ilk vuruşmadan hemen sonra gerillaların eline çok sayıda düşman cenazesi ve silah geçmişti.. Bazı tepeleri tutan askerlerin hepsi ya vurulup tasfiye oldu, ya da kaçtı. Öte yandan birkaç çete de vurulmuştu, ki bu hesapta yoktu. Çünkü güya alınan istihbarata göre çeteler bu savaşa katılmayacaklardı. Mevziler de bildirilen 12 sayısı yerine 20 cıvarında çıkmıştı.

Bu arada bir tesadüf, tepeci gurubu büyük bir katliamdan korudu. Battaniyeye sarınmış ve kendisine bir kaç kurşun sıkıldığı için ölü sanılarak terkedilmiş olan bir çete, yaralı haliyle ağır ağır silahını gerillalara doğrultuyorken, sanki biri dürtmüş gibi geri dönüp bakan Murat, adamı gördü ve anında tasfiye etti. Eğer bu tesadüf olmasaydı tepedeki 5 gerilla birden düşmanlarına büyük bir sadakatla bağlı olan bu korucunun kurşunlarına hedef olacaktı.. Murat'ın içinde yer aldığı gurubun saldırdığı tepe kısa bir süre içerisinde tamamen temizlendi. Böylece karakol gurubunun bu yönden gelecek olan tehdite karşı güvende olması sağlanmıştı. Köy bu tepenin 50 metre kadar altındaydı ve gerillanın kontrolu altına girmişti. Oraya doğru bir iki mermi sıktıklarında köylüler evlerine çekildiler. O tarafta ortalık tamamen sakinleşmişti. Ama hemen her yakalandıklarında gerillalara zarar veren zafer sarhoşluğu burada da yakalarına yapışacaktı. Bu sarhoşluk sırasında önce Kaplan adlı arkadaşlarını kaybettiler. Sonra Murat bir suikast kurşunu ile çenesinden yaralanarak savaş dışı kalınca akılları yeni yeni başlarına geldi. Biraz geç de olsa yeniden ciddiyeti seçtiler. *** Akif'in komuta ettiği gurup, direkt olarak üsse yönelmişti. Saldırı, ıyıldırım baskını şeklinde gelişiyordu. Hedefe büyük bir coşku ile saldıran gerillalar ilk anda pekçok mevziyi ıyerle yeksan eylemişılerdi. Aradan fazla bir süre geçmeden üssün ana cephaneliği büyük bir gürültüyle havaya uçuruldu. Yer sarsılmıştı bir anda. Önce büyük bir kara bulut yükseldi havaya. Ardından hiç durmamacasına ard arda patlamalar başladı. Hiç kimse saklandığı mevziden kafasını kaldıramıyordu. Sıkıysa kaldır! Bir anda bir şarapnel parçası ve öbür tarafa yolculuk! Ana bina tamamen düşmüş, ortalık ana-baba gününe dönmüştü. Her şey sona erdi gözüyle bakılırken... Fakat üsse hakim olan tepelerden biri, bir türlü zapt edilemiyordu. Orayı zapt etmekle görevlendirilmiş olan kol komutanı yaralanmış, yardımcısı Ihsano ve Rüstem gibi arkadaşları şehid düşmüşlerdi. Tepe'de beklenenin üzerinde mevzi yer almaktaydı, ki bu keşif kolunun önemli yanılgılarından biriydi. Sonu çok kötü biten bir yanılgı.. Tepedeki potasiyel tehdite rağmen, Akif'in komuta ettiği gerilla gücü, üssü yine de süratle ele geçirmekteydi. Tepedeki tehdit sadece potansiyel bir tehditti, çünkü orada kalabilen düşman güçleri tamamen savunma durumunda bırakılmışlardı. Zaten ellerinde kalan bir kaç mevzi de peyder pey temizleniyordu. Ama çok yavaş. Ama... Tam da bu sırada Türk Komutanlığı en büyük ve belirleyici sürprizini yaptı. Çarçelê tarafındaki ormanlık alanda saklanan hareketli birlik, savaşın gerillalar açısından iyi gittiği bir sırada aniden ortaya çıkarak savaşa katıldı! Düşmanın bu hareketli birliği, keşif sırasında belirlenememişti ve bu savaşta gerillaların 20 kayıp vermelerinin en büyük sebebi buydu. Işte çatışmalar boyunca ortaya çıkan çeşitli sürprizler dizisinin bu en son halkası, keşif kolunun sonucu belirleyen en önemli hatası olacaktı. Çünkü bu hareketli birliğe karşı hiçbir tedbir almayan gerillalar, bunların ortaya çıkmasıyla tamamen çaresiz kalmışlardı. Bu arada Bêzelê'nin 1,5 kilometre uzağında bulunan bir başka üsten ve çevredeki çete köylerinden düşman güçlerini takviye eden birlikler de savaş alanına helikopterler kullanılarak hızla intikal ettiriliyorlardı..

Öte yandan Karker'in aralarında bulunduğu ve üsse saldırı gurubunu savunan tim işini bitirmiş, hedef olarak seçtikleri çevredeki tüm mezileri temizlemişti. Bu guruptan Silopi'li Robar, çatışmaların başladığı ilk anlarda bir suikast atışında şehit düşmüştü. hani Türk askeri kaynakları; ıilk atıştaı derler ya işte öyle bir atışta tek kurşunla toprağa düşmüştü Robar.. Saatler artık 9'u gösteriyordu. Tepeleri tutan gerilla güçlerinin komutanı Arif artan yoğun helikopter, uçak, çete ve takviye asker baskısı karşısında kısa bir tereddüt geçirdi. Üsteki arkadaşlar oradayken çekilirsek, onların hayatı kesinlikle tehlikeye girecektir. Kurtuluşları mucize olur. Fakat eğer şimdi çekilmezsek, onlara yine de bir faydamız dokunmaz. Ama o zaman da biz burada çok kayıp veririz. Yani kayıplar bir yerine iki olacaktır. Eğer daha fazla arkadaş kaybedersek Parti'ye nasıl hesap veriririm?ı gibi kafasında hızla akan düşünceler bu komutanı büyük bir ruhsal baskı altında tutuyordu. Nihayet tüm ihtimalleri tarttı ve kararını verdi; her şeye rağmen geri çekileceklerdi. Hemen emir verdi arkadaşlarına. Süratle terkettiler mevzilerini.. Düşmanları, onlar geri çekilir çekilmez derhal boşluğu doldurmaya başlamıştı. Bunu gören üsse saldıranları savunan timdekiler, çembere girmekte olduklarını farkettiler. Şehit arkadaşlarının naaşını bile alamadan savaş alanını hızla terk etmek durumundaydılar ve öyle de yaptılar. Çünkü hiç vakitleri yoktu. Çemberde kalmakta olan arkadaşları ile de irtibat kuramıyorlardı. Çekilme esnasında iki arkadaşları daha yaralandı. Düşmanın büyük bir baskısı vardı artık. Bu arada diğer bir savunma gurubundan üç gerilla daha üs sahasından çekilmeye muvaffak olmuştu.

Geri çekilen ana guruptakiler, yanlarına yaralı on arkadaşlarını da alarak bölgeden hızla uzaklaştılar. Savaş boyunca 25 korucu ve 200 asker tasfiye edilmiş, 28 silaha el konmuştu.. *** Olanları umutsuzluk içerisinde gözleyen Akif, herbiri bir mevziyi tutan arkadaşlarına seslenerek; ıçemberdeyiz arkadaşları dedi. Durumu kendileri de takip eden gerillalar; ıdoğrudurı deyince hep birlikte düşmanın bir boşluğunu kollamaya başladılar. Akif, ıLı harfine benzeyen tepelerin az önce boşaltılan bu en sonuncusunu, Murat'ın içinde bulunduğu kolun terkettiği tepeyi göstererek;

Şuradan bir yarma harekatına girişelim, düşman buraya daha henüz tam yerleşemediı dedi. Şanslarını deneyip tepenin altına kadar ilerledilerse de düşman saflarını yarmak mümkün olmadı. Çünkü Türk Kurmayları helikopterle, tepenin bu kısmı dahil, savaşın cereyan ettiği her noktaya sürekli asker indiriyorlardı. Dağ taş asker dolmuştu. Ormanlara musallat olan ter-tur (tırtıllar) gibiydiler adeta. Bu arada çemberdekilerin arkadaşları tümden çekilmişti savaş alanından. Saat 10'u gösterirken üssün çevresinde artık en küçük bir gerilla timi bile kalmamıştı. Çıkış yollarının tümü tıkanmıştı. Yalnızdılar. Hiçbir kurtuluş umudu yoktu. Akif, arkadaşlarını teker teker süzdükten sonra şöyle haykırdı: Gün bu gündür arkadaşlar. Gösterelim şunlara ARGK gerillalarının kim olduklarını! Gösterelim şunlara kimlerle dans ettiklerini!ı Sonra müthiş, müthiş olduğu kadar da bunaltıcı bir direniş başladı. Türk askerleri şaşkındı.. Çeteler hayretler içerisinde donmuşlardı. Türk Komutanlığı oraya yığdığı, komandosuyla, piyadesiyle, jandarmasıyla tüm askerler oldukları yerde çakılıp kalmıştı. Bir metre dahi ilerliyemiyorlardı. Bu müthiş direniş, uzadıkça uzuyordu. Şahlanışları akşamın saat 15.00'ine kadar sürdü. Bu süre içerisinde bir tek düşman unsur karakol sahasına inemedi.. Inemezdi de! Zaten denemeyi düşünen de yoktu. Serdengeçtilerin yarattığı bir direniş destanı yazılıyordu orada. Akif (Akif Xebat-Tirbêspî), Rüstem (Bilal Aydın-Yüksekova), Bünyat (Ziur Muhammed Huseyin-Hewlêr), Çekdar (Cengiz şahin-Doğubayazıt), Suat (Kadir Artış-Iğdır), Dılsoz (Reşit Xelil-Afrin), Şerzan (Ergün Özel-Diyarbakır), Cêhat (Süleyman Çetinkaya-Çukurca), Brusk (Cengiz Erol-Batman), Xwinrêj (Ismet Akın-Çukurca), Ramazan (Ramazan Değer-Cizre), Latif (Aslan Çakır-Nusaybin) ve Tekin (Eşref Yalçın-Şırnak) çemberi unutmuşlardı bile! Bir govenddi artık günün kalan kısmında tutturdukları.. Ölümle tutuştukları bir govend. Çemberi unutmuşlardı. Bir şeref mücadelesiydi verdikleri. Düşman onları yutamayacaktı. Onların analarından emdikleri sütü burunlarından getireceklerdi. Teslim olmayı hiç kimse aklının ucundan dahi geçirmiyordu. Yurt savunmasında, hem de ülke toprakları üzerinde, işgalcilere teslim olmak veya böyle bir düşünceye kapılmak, bir ARGK gerillasının, hücrelerine kadar inanç haline gelmiş olan bir hak savaşçısının kolayca yapacağı iş değildi. Bunun için de ellerinden geldiğince değil, insanüstü denebilecek bir şekilde direniyorlardı.Misli görülmemiş bir sinir savaşıydı bu. Bu arada Akif ile bir iki arkadaşlarını karakol sahasında bırakan 10 gerilla, köye daldı. Çünkü düşman oradan da saldırı başlatmıştı. Sayıları azalmasına rağmen, üs sahasındakilerin direnişteki kararlılıkları asla değişmedi. Sayıları çoğalmışcasına direniyorlardı. Düşman hayretler içindeydi. Komutanları hayran kalmıştı bu direnişçilere.. ıKeşke burada olmasaydımı diye düşündü bir an. Görevdi işte. Seçmişti bir kere askerliği. Onun gereklerini yerine getirecekti. Fakat askerler, mevzilerine mıhlanmışlardı adeta. Kafasını kaldırmaya cesater edebilen bin pişman gömüyordu kendini mevziye. Gerillalar malzemelerinin elverdiği ölçüde direndiler orada. Kurşunları, inanılmaz sayıdaki düşman askerini safdışı bıraktıktan sonra bitti. Akif; köydeki arkadaşlara katılalım. Bakalım onlar ne yapıyorları dedi. Diğer iki arkadaşı itiraz etmedi, yola koyuldular.

Türk Askerleri ancak o zaman üssün bulunduğu sahaya inebildiler. *** Köye dalan gerillalar inanılmaz bir direniş sergiliyorlardı. Orada nefes kesen savaşın gidişatından bu açıkça anlaşılıyordu. Korku duvarı aşılmıştı bir kere! Dedik ya! Böylesine şok edici bir direniş karşısında Türk Askerleri ve Gerdîler, bir adım ilerlemek şöyle dursun bunu düşünmüyorlardı bile. Çünkü ilerlemek, ölüm şerbetini içmekle aynı anlama geliyordu. Hoş aralarından bazıları ilerlemeden de bu mukadder akibetten kurtulamıyordu ya! Üs sahasından gelen arkadaşları ancak ıfilmin sonunaı yetişebilmişlerdi. Biribirlerini gördüler, el salladılar gülümseyerek. Sanki kuvvet almışlardı biribirlerinin varlığından. Öylesine bir sevgi bağı işte.. Yardım kolu yetişmiş, artık sıra çemberi yaracak son hareketi yapmaya kalmış gibi sevinmişti arkadaşları. Ellerindeki savaş malzemesi sonsuz miktarda değildi.. Son kurşunlarını sıktılar. Fazlalık teşkil eden son bombalarını da kullandılar. Artık şeref dakikalarına ayırdıkları birer bomba ve sopa haline gelen klaşinkoflarından başka, silah namına bir şeyleri kalmamıştı. Kırdılar bu sopaları da. ARGK birliği son eyleme hazırdı! Çemberi yaracakları son bir planları vardı. Teslim olmayacakları başından beri belliydi zaten. Bir an gözgöze geldiler. Sonra komutan Akif'e baktılar hep birlikte, o da aynı mesajı veriyordu. Sessiz, sözsüz mesajlardı bunlar. Karar verilmişti. Gözleriyle onayladıkları antlaşmayı uygulama alanına sokacaklardı artık. O son eylemi, çemberi yaracakları eylemi başlatacakları zaman gelmiş çatmıştı. Önce ellerindeki haberleşme cihazlarını, işe yarar her neleri varsa tahrip etmeleri gerekiyordu. ARGK gerillalarının işe yarar hiçbir malzemesi sağlam bir şekilde Türk askerlerinin ellerine geçmemeli idi!. Ganimet sayılabilecek bir şey bırakmak yok! Çarptılar çevredeki taşlara bunları. Kır babam kır.. Son kavgadaydı sıra.. Yer olarak caminin damını seçmişlerdi. Çok tabiiydi hareketleri. Heyecan ve korku yoktu gözlerinde. O duvarı aşmışlardı. Günlük işlerini yapıyor gibiydiler hareketleriyle. Attıkları her adımla kendilerini büyük bir merakla izleyen köy korucularının ailelerine hitap ediyorladı. Kürt vatanını Irkçı Türk rejimi adına, direnişçi Kürtler'e karşı koruyan çetelerin ailelerine.. Bir dersti verdikleri. ıBiz işte buyuzı diyolardı. Hayatta benzeri zor bulunur bir seminerdi bu. Kapılar aralanmış, meraklı ve ürkek bakışlar caminin damına çevrilmişti. Ne yapıyordu bu hevallar orada? Bilhassa çocuklar merak ediyordu olanları. Bunun için annelerinin ihtarlarına aldırmadan fırlamışlardı evlerinden. Ürkekçe, sine sine camiye doğru ilerlediler birer ikişer. Caminin tepesindekiler çok sakindi. Sesleri yakındaki tüm evlerden duyuluyordu. Işte Akif konuşuyordu şimdi: Haydi hevalno, şöyle bir dilana duralım.. Eh artık, bir govend iyi gider! Sükûnetle ve fakat yapmakta oldukları işin verdiği huşu ile elele tutuştular. Müthiş bir govenddi bu.. Ölümle govende tutuşmuşlardı neresinden bakarsanız. Naraları yeri göğü inletiyordu. Zagroslar'dı inleyen. Tarihti! Kürtler'in makus talihiydi titretilen.. Bir başkaydı Zagroslar'da govend! Bütün köy, tüyleri diken diken olmuş onları dinliyor, onları izliyordu. Insanları müthiş bir heyecan sarmıştı. Köyden yana kadın zılgıtları işitiliyordu yer yer. O, hiyanetin kucağına istemeyerekten düşmüş çetelerin her şeye rağmen ciğerleri yanan eşlerinin.. Bu huşu veren rest çekişte gerillaları en içten duygularıyla teşyi ediyorlardı.. Kadın zılgıtlarına cevap veren gerilla naraları ise herşeyi bastırıyordu. Yeri göğü inleten bu naralar, bu rest çekiş, az önceki savaşta sıkılan kurşunlardan daha heybetliymiş gibi geliyordu seyreden korucu ailelerine..

PKK partiya meye.. Bu basit bir govend değildi.. Ölümle tutuştukları bir savaştı bu! Ölüme rest çektikleri bir savaş oyunu! Süngü takmış, düşman siperlerine saldırıyorlardı hani. Her vuruşta bir bir mevzi çöküyordu..

ERNK eniya meye.. Ölümün onları yoklara karıştıramayacağı gün gibi ortadaydı artık. Bir efsaneydi yazdıkları. Bu bir avuç insan, ölürken dirilen bir halkın öncüleri olmanın gururunu taşıyorlardı, ölüme kafa tutan öncüleri! Şêrêzdîn.. Şêrêzdîne.. berxê min! Sonra o an geldi.. Zamanı durduracakları andı bu.. Bir halka oluşturdular ilkin.. ıBir dahaki sefereı der gibi yüzyüze bakıştılar sevgiyle. Sonra tereddütsüzce çektiler ellerindeki bombaların pimlerini.. Bijî Serxwebûn! Bijî Kurdistan! Saldılar yere kendilerini sonsuzluğa yükseltecek olan bu aletleri.. Zaman durmuştu... Artık ne yenilgi vardı onlar için, ne de teslimiyet... Çember yarılmıştı! Bak işte şu göğe yükselenlere.. Onları tanıdın mı? Olayı anlatan korucular derler ki, hevalların govende durduğu damdan tozu andıran onüç büyük bulut kümesi göğe doğru yükselmişti saatlerce. Sonra orada birleşmiş, tekleşmişti bunlar. Govende durmuş insanları andırıyordu tekleşmiş olan o bulut. Bizden nakletmesi.. *** Türk Askerleri, ancak durumun normale döndüğüne emin olduktan sonra girebildiler köye. Doğruca direnişin cereyan ettiği camiye yöneldi komutanları. Yürürken bir yandan da govend, sloganlar ve pim çekişiyle sonuçlanan o büyük direnişin son anları ile ilgili olarak köylülerden bilgi alıyordu. Doğruca caminin damına çıktı. Gerillaların parçalanmış cesetleri her tarafa yayılmıştı. Türk komutan müthiş etkilenmişti bu manzara karşısında. Hıçkırıkları boğazında düğümlendi bir an.. Yutkundu, toparladı kendisini. Sonra hazırola geçti ve büyük bir saygıyla selama durdu bu kahramanların hatırası önünde.. Sadece bir insandı o anda.. Pervasızdı artık. Duyulur duyulmaz bir sesle, Affedin kardeşlerim!ı diyordu...