Kitaplarım - Zarathuştra


II. BÖLÜM

ESKİ ARYAN MİTOLOJİSİ

Proto-Aryanlar (Doğu), dini kavramlarını esas olarak yaşadıkları çetin hayat şartlarına ve coğrafyalarının uzun, karanlık kış gecelerine ve bol inceleme fırsatı buldukları gökyüzüne borçludurlar. Bu şartların şekillenmesinde rol oynadığı mitolojik konseptlerini her adımda yeni kavramlar katarak zenginleştirmişlerdi. Aryan Mitolojisi'nde, tüm veriler doğru okunduğunda, en önemli kavramların astronomik ve iklimsel değişiklikler ile güç ekonomik şartların şekil verdiği sosyal bağlar gözetlenerek geliştirilmiş olduğu görülür. Yıldızların, Güneş'in, Ay'ın ve gezegenlerin hareketleri ve bu hareketlerin hayata; özellikle insan hayatına etkileri mitolojinin şekillenmesinde çok önemlidir. O büyük ateşin, yani Güneş'in boşuna dolaşmadığı, doğup-batmadığı ortadaydı. Yıldızlar da öyle. Mitolojileri, sonsuz sırlar içerir gibi uzanan gökyüzünün hareketliliği, gök cisimlerinin biribirleriyle ve insanlarla muhtemel olabilecek ilişkileri ”çözümlendikçe” peyderpey şekillenecekti. Mitolojileri ha deyince doğmadı. Taş taş üstüne konarak şekillendi, gelişti. Fakat bu mitolojinin dinamizmi, zaman içinde şekillenen kutsal metinlerin ve bu metinlerde yer alan konseptlerin farklılığı ile kendisini hemen ele verir durumdadır.

Doğu Aryanlar veya daha açık bir şekilde olmak üzere bunların Med kolu tarafından Evren ”Makro Kozmoz” olarak ele alınıyorken, insan ve onun iç dünyası ”Mikro Kozmoz” gibi görülmüştü. Makro Kozmoz, Mikro Kozmoz'u etkilediği gibi, tersi de olurdu. İşte bu teorik etkileşimin ayrıntıları çeşitli dinsel eğilimlerde ifadesini bulmaktaydı. Ayrıca yılın sıkıcı ve karanlık yarısı, tüm kötülüklerin kaynağı olan Kötü Güçler'in eseriydi. Karanlık ve kuzeye doğru gidildikçe dayanılmaz soğuklarla takviye edilen kış mevsimi, kuzey bölgelerinin bir yerlerinde bulunduğu ”muhakkak” olan bir ”cehennem” kavramını geliştirmeleri için iyi bir sebep teşkil ederken, bereketli ve aydınlık yaz günlerinde ise rahat eden insanlar, bunu iyi ruhlara bağlıyor ve ”cennet”in tarifine varıyorlardı. İşte bu iyi ve kötü, aydınlık ve karanlık, güzel ve çirkin gibi zıtların ebedi mücadelesi, bir yerde -en aşağısından bazı- Aryan kabilelerinin dini konseptlerinin özü olmuştu.

Aryan Panteonu çok iyi bir şekilde Avesta ve Hindular'ın dinsel yapıtı Rg Veda izlenebilir ve figürlere bu dini eserlerdeki ayetler sayesinde anlam verilebilir. Bu iki başyapıtın dışında kullanılabilir başvuru kaynağı olarak Pers Yazıtları ve tabletler vardır. Hindu ve İran (Med ve Pers) tanrılarının bazı ortak gruplar altında toplandığını bu iki dini eserde açıkça görebiliriz. Gruplardan biri Rg Veda'da deva olarak geçer, ki bu Latin deus ile akrabadır, ‘parlayan' anlamına gelir. Bunlar Veda ve Avesta'da sırasıyla ‘amerta' veya ‘ameşa' yani ölümsüzler denilir. Veda'da bunlar iyi tanrılardır. Avesta'da bu deva'nın karşılığı daeva adı verilir ve Kötü'nün tohumları olarak anılırlar. İkinci grup, Veda'da asura adı verilen ve genellikle kötülük yapabilen tanrılardır. Bunlar Avesta'da Ahura olarak anılırlar ve sadece iyi olanı yapanlardır. Ahura kelime anlamı itibariyle ‘efendi' olarak tarif edilir (Duchesne-Guilemin, 1962 ve T. Burrow, 1973). Efendi, derin bir bakışla, neredeyse tek tanrı anlamına gelirdi. Avesta'da, ki Genç Avesta, yani Zarathuştra sonrası Avesta'da sadece üç Ahura yer alır. Birincisi, tabii ki Avesta'nın da varlık sebebi olan ve Gatik Avesta'nın tek ahurası olan Mazda, diğerleri ise Apam Napat ve Mithra'dır. Bunlardan Apam Napat'ın bir Veda versiyonu var, Varuna. Şimdi bu son üçlünün ilişkisine bakarak eski Aryan tanrılarını ele alalım.

su ve sularla ilgili tanrılar

Aryanlar'ın mahkum olduğu sert hayat şartlarında maddi dünyadaki lüzumlu maddeler tanrılaşmada öne geçti. Çevrelerinde her şeyi şekillendiren ve hayatı etkileyen dört tabii güç veya madde; hava, su, ateş ile toprak (yer); insanları, hatta tüm maddi varlıkları şekillendiren temel elementler olarak algılanıyordu. Öte yandan söz konusu elementler veya güçler insanların en büyük yardımcılarıydı. Bu kadar yararlı dört maddi varlığa, birer "tanrı"nın yakıştırılmış olmaması düşünülemezdi. Hava'yı temsil eden tanrı; Vayu, Suları temsil eden tanrılara; bazan Apam Napat, bazan Anahita, bazan daha sonra ayrı bir başlık halinde incelenecek olan Tistrya, hatta bazan Homa, bazan da (ayrı roller yükleyerekten) tümünün birden adını vermişlerdi. Ateş için Athar, yer ana için ise Armaiti bir tanrıydı. Tüm bu Tanrılar, sunulacak kurbanlarla hep güçlü kılınmalı, sevilip sayılmalıydılar. Havayı temsil eden tanrı kızarsa ortalığı yıkardı. Memnun edilirse yağmur bulutlarını getirirdi. Suların tanrıları güçlerini kaybederlerse kuraklık olur, hayvanlar ve insanlar büyük sıkıntıya girer ve hatta kitlesel olarak yok olurlardı. Bunun için tanrıça (diyelim ki) Apam'ın=suya hükmeden ruhun -ki bugünkü Kürtler hala aziz saydıkları suya av, awk, ab derler- darılmasına yol açılmamalı, gönlü hoş tutulmalı doğaya verdiği güç, sunulan adaklarla kendisine iade edilmeliydi. Aryanlar ve bilhassa onların Med kolu, süt ve iki bitkinin usaresini katıştırarak elde ettikleri bir içkiyi, "yasna" adını verdikleri ilahilerin eşliğinde törenle suya dökerken, ona olan saygılarını gösteriyor, doğaya verdiği gücü ona iade etmiş olduklarını düşünüyorlardı. Bu arada ellerinden geldiğince kurban da kesiyorlardı.

Tanrıya sunulan bu içkinin içerdiği üçlü; hayvanlar ile bitkiler aleminin mensubu bulunduğu manevi hükümdarlıkları temsil ederdi. Üç sayısı eski Hint-İran topluluğunda kutsal olduğundan, bu içkideki madde sayısı da üç olarak saptanmıştır. Susuz yaşayamayacak olan hayvan ve bitki toplulukları, kendi özlerinden; Apam'a sundukları bu içki ile onu memnun edecek, onun kendilerine verdiği hayati gücü bu suretle geri vererek suların tanrısının arılığının ve bereketliliğinin devamına katkıda bulunacaklardı. Böylesine sunulara veya ayinlere zaothra adı veriliyordu.

Doğu Aryanları'nın Apam Napat'ı, Grekler'in Poseidon'u ve İtalyanlar'ın Neptunus'u gibi; suların, denizlerin ve göllerin hükümdarı olan bir tanrıdır. Apam Napat; yazınsal dilde ”Suların Oğlu” olarak kabul edilir. Ama aslında şimşeği oluşturan ateştir o. Şimşeğin içindeki ateşin suların bölüştürülmesi ile yakın ilişkisi olduğu varsayılıyor. Şimşekteki ateş bulutu iter, sürükler ve esas olarak onu döllendirerek yağmurlaştırır. Napat, bir anlamıyla da merkez veya göbek (İng; navel) anlamına geliyor. Bu yönüyle Anahita'ya benziyor ve ”suların kaynağı” sıfatıyla anılıyor. Neriosengh ad Yasna'da Apam Napat'ın ”Arvand” adlı mitolojik nehrin kaynağı olduğu söyleniyor, ki aynı yerde bu nehir; Tigris=Dicle ile özdeşleştiriliyor. Kısaca söylersek, Apam Napat; şimşeğin içindeki ateştir. Yağmurun yağmasını teşvik eder. Bu arada bir başka tanrı olan Tistrya (Gelavej) her şeysiyle hazır olan yağmuru yağdırır. Aryanlar'ın yerleşim birimlerinden biri olan İran'ın orta kesimleri gibi yağmurun çok az yağdığı bazı yörelerde tüm tarım ve çayırlar yağmurlardaki rahmete bağımlıydı. Mitolojiye göre; dünyayı sınırlayan deniz, setu=set denilen bir bentin yardımı ile geniş bir nehir gibi dünyayı çepeçevre sarıyor. Vurukrtam denilen bu denizin sahilinde oturan bir halk grubu, Vahvi ve Raha veya Ranğa adı verilen iki nehri bu denizden kanallar vasıtasıyla çekip tarımsal sulamada kullanıyorlardı. Doğu Aryanlar'ın inançlarına göre koruyucu birer ruh olan ve yaradılış sırasında ortaya çıkan fravartiler'den veya fravaşilerden 99.999 tanesi Vurukrtam'da oturuyor, suyun kanallardan toprağa doğru akmasını sağlamak suretiyle insanlara ve kara parçalarına yardımcı oluyorlardı. Apam Napat'ın iradesi, sularla ilgili olarak cereyan eden tüm bu olaylar için belirleyiciydi.

Grekler'in Okeanos'u veya okyanusu da ”dünyayı kuşatan bir su” kavramından doğmuştu. Bu da gösteriyor ki; Aryanlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, birlikte taşıdıkları mitolojik kavramlarını orijinal vatanlarından kendileriyle birlikte taşımışlardı. Ayrıştıklarında, isimler değişmiş ama kavramlar olduğu gibi kalmıştı. Mitolojiyi temel alan çalışmamıza dönersek; Homeros'un, yıldızların bu okyanustan doğup yine bu okyanusta battığını yazdığını görürüz. Vurukrtam'ı veya okyanusu bu kez dıştan kuşatan bir set daha var; "hetu".. Hetu'nun üstünde tanrıların ikametgahı ve cennetin kubbesi bulunur. Bazı araştırmacıların, bu deniz ile şimdiki dünya coğrafyasında hangi okyanusun anlaşılması gerektiği konusundaki yorucu tahlillerini burada tartışmak gereksizdir. Çünkü kimi Umman denizinden, kimi Hint Okyanusu'ndan, kimi bu denizlere açılan yedi körfezden ve bu körfezlerle yedi iklim bölgesinin karşılaştırılmasından uzun uzun bahseder. Bunların mitolojinin özü ile veya oluşması ile teknik açıdan ilgileri vardır. Ama bu apayrı bir kitabın konusu olduğundan geçiyoruz.

Med Rahipleri olan Magular'ın çalışmaları sonucu formüle edilen Avesta'dan öğrendiğimize göre Aryanlar'ın bir de yukarıda söz konusu edilen ve yağmur yağdıran tanrıları vardı; Tistrya. Bu tanrı, yağmur yağdırmak suretiyle suları Ülkeler arasında bölüştürürdü. O, yağmuru imal eden tanrıdır. Tistrya, insanlara yağmur mevsiminde görünen bir yıldız ile sembolize edilmiştir. Sorani Kürtleri buna harika bir isim vermişler; Gelavêj. Batı ve Bilim dünyası bu yıldızı Sirius olarak tanır. O Grekler'in ”Köpek Yıldızı”, Mısırlılar'ın ”İsis'in Ruhu” dedikleri yıldızdır. Zaza Kürtleri buna ”Astarê Payızi” der ve çok saygı gösterirler. Köylülerin (ki bunların arasında cefakâr anam da vardı) bu yıldızın görünmesiyle yayladan köye indiklerini kendim de yaşamışımdır. Pehlevice'de yayınlanmış olan Bundahişn adlı kitaptaki bir dini metne göre bu tanrı -ki Bundahişn'da bu tanrı bir yazatadır-, Kuraklık iblisi Apaoşa ile boğuşarak onu yener ve insanlara su sağlar. Eğer insanlar bu tanrıya sene içinde yeteri kadar adak adamamışlarsa o zaman Tistrya bu iblis ile mücedelesinde yenik düşer ve insanlığı o yıl büyük bir kuraklık bekler. Kürt insanı kuraklığa karşı ”etkin bir tedbir olarak” hala adaklar adamayı, yağmur dualarına çıkmayı düşünmektedir..

Yağmur'la ilgili bir diğer Aryan Tanrısı; Vayu'nun bir çeşidi olan Vatu'dur (bad). Vatu yağmur bulutlarını uygun bir hızla kuraklık tehlikesine maruz bölgelere sürer. Anahita adı verilen bir diğer önemli tanrı, son dönemin Zerdüşti yayınlarında Venüs gezegeni ile temsil edilir. Bu Tanrı(ça) göksel ilahi suların yere taşınmasının ve bereketin temsilcisidir. O, göksel suların kaynağıdır. Bu tanrı, ayrıca sularıyla bütün eril yaratıkların tohumlarını, dişil yaratıkların ise rahimlerini temizler. Anahita ile Ortadoğu halklarının tanrılarından Nanhunte,İştar ve Nanna gibilerinin benzer tarafları olduğu kesindir. Babilliler, -tıpkı Med rahipleri gibi- İştar'ı, Sümerliler de Nanna'yı Venüs gezegeni ile temsil ediyorlardı, ki bu halklar arası etkileşimin bir işaretidir. Anahita, Hititler'in ”Ana Tanrıça”sı ile de özdeş sayılmıştır. Bu benzerlik, Doğu Aryanlar'ın Anahita'yı Sümerlerden ödünç aldıkları sanısını boşa çıkarır gibidir. Herodot bu tanrı(ça)yı, Uranie Afrodit'i ile eş bir tanrı olarak tanıtır. İskitler bu tanrıça'yı ”ardvi-Argimpasa” olarak adlandırırlardı, ki Anahita'nın bir adı da ”Ardvi”dir. Anahita'yı betimleyen bir heykel de Erzincan'da bulunmuştur; ”Anaitis Xera”. Som altından yapılma olan bu heykel Parthia üzerine sefere çıkmış olan Romalı Askerler tarafından bulunmuş ve Roma'ya götürülmüştür.

homa

Homa; Tanrı'dır.. Homa; Yazata'dır.. Homa; bir peygamberdir.. Homa; efor veya şifa verici etkisi olan bir bitkidir.. Bu sıfatların hepsi Homa araştırmacılarının dinsel kaynakları yorumlarken karşılaştıkları nitelemelerdir. Çağdaş Hindu ve Parsi toplumlarının geleneklerini ve inançlarını esas alarak araştırmalarını sürdüren birçok bilim adamı, hala ”Homa nedir?” sorusunun cevabını arıyor. Örneğin; Homa'nın efor verici veya keyf verici niteliği üzerine -lehte ve aleyhte- yazılmış 140'ın üzerinde kitap ve makale vardır dersek ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır (schwartz, 1989). Ama tanrıyı hala ”Homa” olarak adlandıran Zaza-Kürt toplumunu bu yönüyle incelemek ve neden hala Allah yerine ”Homa” sözcüğünü tanrıya ad olarak kullandıklarını yerinde araştırarak sağlıklı bir sonuca varmak hiç kimsenin aklına gelmemiştir veya bu muhteşem anahtarın farkına varmamışlardır. Oysa Zarathuştra'yı Kürtler'e bağlayan bilimsel anahtar önemli ölçüde Homa'dır. Ben Zazalar'ın bu nitelemelerinden hareket ederek Homa'nın Aryan toplumunun en eski tanrılarından biri olduğu sonucunun çıkarılabileceğine ve Avesta'nın bu anahtar kullanılarak Kürdistan'a bağlanabileceğine inanıyorum. Zaman içinde tanrılar arasında sık sık olagelen sıfat kaymalarından dolayı (bu sıfat kaymalarını bir çok araştırmacı gibi Mary Boyce'de kabul ediyor. bkz, Boyce-1970) Homa da baş tanrı olma sıfatını yeni sivrilen tanrılara kaptırmış, ikinci, üçüncü planlara ve hatta panteon dışına bile itilmiştir. Fakat dünya'nın bir ücra köşesinde O, eski egemenliğini, eski tapıcıları olan Zazalar arasında, başka bir elbise ele de olsa hala sürdürüyor.

a) hindu mitolojisi'nde homa=soma

Homa'yı daha iyi anlamak için, Aryanlar'ın Hint ve İran kollarına ayrışmalarından önceki yurtları olan Sogdiana'ya, yani Ortaasya'ya döneceğiz. Daha henüz ayrışmamış olan Aryanlar'ın belki de burada Homa'yı Soma olarak adlandırdıklarını görebileceğiz. Ortaasya'daki Aryanlar'ın güçlü tanrısı Homa veya Soma, Hint Aryanları tarafından Vedasal bir tanrı olarak güneye taşınmıştır. Bizim elimizde bulunan ve onun hakkında yazılı hale getirilmiş olan en eski belgeler, Kutsal Kitap Veda'nın ve Hindular'ın diğer kutsal kitaplarının İngilizce tercümeleridir. Sonradan Avesta'ya monte edilen ”Homa Yasnaları” ise çok büyük değişikliklere uğratıldıklarından, Homa hakkında Veda kadar güvenilir bilgiler vermezler. Fakat Hindu yayınlarında da bir eksik taraf vardır, o da şu; bu yayınlarda Soma'yı anlatan bağımsız bir bölüm yoktur. Soma ile ilgili bilgiler adeta kitaba serpiştirilmiş durumdadırlar. Hindular'ın kutsal dinsel yayınları arasında en eski olanı Rig (veya Rg) Veda'dır. Rg Veda'nın ilk olarak MÖ 1800'lü yıllarda sözel olarak şekillendiği, takriben MÖ 1200'lerde ise yazılı hale getirildiği sanılıyor. Veda'nın bu bakımdan mitolojik değeri çok yüksektir ve Homa'nın geçmişteki pozisyonu ile ilgili olarak paha biçilemez değerli bilgilerle yüklüdür. Veda ve Hindular'ın diğer dini kitapları, Homa'ya Aryanlar'ın orijinal yurtlarında atfedilen sıfatlar hakkında ayrıntılı ve bir dereceye kadar da tutarlı ipuçları vermektedirler. Şimdi Homa'yı veya onların deyimiyle Soma'yı, kuzenlerimiz olan Hindular'ın Kutsal Kitapları'nda yer aldığı şekliyle incelemeye çalışalım.

Homa veya Veda'daki adıyla Soma, ”Hayat Tanrısı”dır. Bu Tanrı, Ay'dan kaynak alan yağmurları temsil eder. Soma (Ay); ”Gecelerin Gözetleyici Efendisi”'dir. Çünkü O, sadece geceleri ve safhalar halinde yüzünü gösterir. İnsanların gecelerini güven içinde geçirebilmeleri için Soma'nın bu koruyucu gözcülüğü çok önemlidir. O'nun geceleri yükselmesi için bir yadımcıya ihtiyaç vardır. Bu yardım edici tanrısal varlık hazırdır; Bhaga. ”Mitra'nın iki yardımcısından biri olan Bhaga (Baxt dağıtıcısı), kendi ışıklarının yardımıyla Onu (Ay'ı=Soma'yı) yükseltir”. Bilindiği gibi Mitra Güneş tanrısıdır ve en güçlü göksel ışığa hükmetmektedir. Tabii ki onun yardımcıları da ışıklı olacaklardı. Burada anlatılmak istenen, Soma ile Mitra ve onun iki işbirlikçisi olan Bhaga ve Aryana arasındaki yardımlaşma temeline dayanan işbirliğidir, ki bu işbirliği sayesinde dindar insanlar geceleri de rahat edeceklerdir. Gündüzleri nöbeti Mitra'nın devraldığını biliyoruz.

Kutsal Kitaba göre; ”Athava-veda (Rg Veda'nın dört kitabından sonuncusu) Soma'dan doğmuştur” ve ”Soma'nın kardeşidir”. ”Soma büyücülere ve Kötüler'e karşıdır”. ”Kendisine adakta bulunan halkı bunlara (büyücülerle Kötü Güçler'e) karşı korur”. ”Bizi koruyan ve bize merhamet duyan 'Yaratılmışların Efendisi Soma', bize acıyacaktır”. ”O'nun, (sahip olduğu) mükemmel duyma ve görme kaabiliyeti (kendisini) gerçekten muhteşemleştirdi, üstün yaptı” (Zazaca; Homaw pil). ”Soma düşmanları ezecektir”. ”Yılanın zehiri (mi?); Soma onu dışarı attı”. ”Soma, Tanrı; ki onlar (ona) Kandramas (Ay) diyorlar”. ”Soma, Brahmana'nın mirascısıdır”. Bu adı geçen Brahmana Hindu inancına göre yaratıcı tanrıdır, ki Soma'ya bu sıfat verilmekle kendisi de yaratıcı bir tanrı seviyesine çıkarılmış oluyor.. Hindular'ın Kutsal kitabı şöyle sıralıyor Homa'nın diğer sıfatlarını: ”Soma hakimiyet sahibi bir tanrıdır”. ”Soma bir savunmadır”. ”Soma açıkça aydınlıkla mukayese edilebilir (ona eşit sayılabilir)”. ”Soma, bakirelere kur yapan ilk (tanrıdır)”. ”Ondan sonra (Soma'dan sonra) bakirelere kur yapan tanrılar; sürülerin ve kurban ateşinin tanrısı olan Agni ile Soma'nın koruyucusu, yarı tanrı Gandharva'dır”. Bakirelerle ilişkide bulunan ve onların ilk eşleri olan tanrılar; Soma, Aghni ve Gandharva'dır. ”En sonunda ise insanlar onlarla (bakirelerle) birlikte olurlar (onlarla ilişkide bulunurlar)”. ”Soma yüce dağların başlarında yeşerir”.. Hindu Mitolojisi'nde hayatla bu derecede iç içe olan Soma, sahip olduğu büyük ölümsüzlük sırrından dolayı tanrıların gazabına uğramış ve onlar tarafından ağır bir taşın altında ezilerek öldürülmüştür (daha fazla bilgi için bkz; 5. Bölüm, Mithra ara başlığı).

Tanrılar'ın O'na ”ihanet” ederek öldürmeleri üzerine Soma artık insanlar tarafından da, onun güç veren özelliğinden dolayı, onu temsil eden bir bitki törenlerle ezilerek iksir haline getirilecek ve içilmeye başlanacaktı. Kutsal Kitap Satapatha-Brâhmana'nın; kısım-III'ünde yer alan; V., VI., and VII. Kitaplar'ının, ilk üç ”Kânda”sında bu Soma sunularının şekli tarif edilir. Soma'nın sunulduğu iki önemli sunu türü, bu Kânda'ların ana temasını teşkil eder. Birinci tür törenler; kralların taç giyme törenleri olup, ”râgasûya” diye bilinirler. Çok önem verilen bu törenler, sadece Soma sunulan veya Soma sunmanın ağırlıkta olduğu törenler değildirler. Râgasûya kutlamaları sırasında diğer bazı başka karmaşık dini törenler de yapılır. İkinci tip sunu törenleri; Hint toplumunda olağan olan tören türleridir ve bu törenlerin çeşitlerine göre suyu çıkarılmış Soma sunulur. En basit sunu törenleri ”ekâha”lardır. Bunlar bir tek günde biten sunulardır. Hazırlanan Soma suyu, Rahip ve sunu sahibi tarafından sabah, öğlen ve akşam olmak üzere üç kez içilir. Sunuların tamamlayıcı unsuru, bir hayvanın kurban edilmesidir (Pasubanhu). Hindular'ın bazı mezheplerine mensup insanlar, ”bhanga” adı verilen Hint Keneviri'ni Soma olarak kabul ederler. Bu bitkinin suyunu törenle çıkarıp, dini vecıbelere uygun olarak önceliği rahipte olmak üzere içerler. Bunun insana güç ve eğer Soma isterse ölümsüzlük vereceğine inanılır. Hastalık varsa bu vesile ile tedavi olmuş olur.

b) zerdüştilik'te homa

Hindu inancında Homa'nın tanrı karekteri bu kadar açık bir şekilde ortada iken, Zerdüştilik'te bu yönüyle O, müthiş bir ”sansüre” uğramıştır. Ancak yine de O'na adanan üç Yasna'dan ”el yordamı ile” pek çok sonuç çıkarılabilir. Fakat bu arada bazı tamamlayıcı bilgileri diğer dinsel kaynaklardan ödünç almak zorunda olduğumuz açıktır. Bu çerçeve dahilinde olaya baktığımızda, Bundahışn'a göre tek değil, en aşağısından üç Homa türü ile karşı karşıya olduğumuz görülecektir [Hõm Yazad ı az se êwênag (xweş)]. Boyce, Bundahışn'nın bahsettiği bu üç Homa çeşidinin; Tabii Homa, Kutsanmış Homa, Mitolojik Beyaz Homa olarak sıralanabileceğini kaydediyor.

Mitoloji'ye göre; Beyaz Homa Ay bölgesinde bulunuyordu. Bu Homa eski Aryan Mitolojisi'ndeki ”tanrı”, yeni Zerdüşti inancındaki ”Yazata” olan Homa'dır. Hayatı başlatmak üzere yeryüzüne inmesi gerekiyordu, indi de.. Yeryüzüne inerken beraberinde Poutu-saredha Gauş'u (çeşitli veya çok tohumlu boğa'yı) da getirdi. Bu getirdiği de kendisi gibi bir Yazata'dır; Gauş Urvan. Yeryüzüne indiğinde artık Homa'yı temsil eden bir başka varlık devreye girecektir; ”Kutsanmış Homa”.. Kutsanmış Homa, mitolojik Gaokerena veya Gõkarn ağacıdır (İng: Oxhorn tree). Bunun dünyaya ilk indiği yer Vouru-kaşa denizi'dir ve O, burada ”yeşerir”. Denize indiği yerden Haraiti Dağı (Medya'da) yükselir. Bu dağ karaların ilk numunesidir. Hariti Bareza daha sonra yerini gittikçe genişleterek yedi iklimi oluşturur. Homa'nın ilk olarak çoğaldığı yer, buranın en yüksek tepesi olan Hukairya Tepesi'dir. Aynı tepe, ayrıca yeryüzündeki hayatın tekamül etmesi için en büyük amillerden biri olan Ardvi Sura Anahita'nın sularının ana kaynağının yeryüzünde fışkırdığı tepedir.

Burada biz ”suya Homa adağında bulunma” ibadetinin veya geleneğinin kaynağına varıyoruz. Çünkü bu mitolojik buluşma esnasında Anahita, Homa'nın ”ãbzõhr”undan müthiş zevk almıştır, bundan dolayı da sularını coşkuyla salmaktadır.. Böylece Aryan insanı, suya müthiş bir şekilde ihtiyaç duyacağı kurak geçmeye aday mevsimlerde, hatta her baharın başında, Anahita'nın efendisi olduğu sulara Homa adağında bulunurlar. Su sağlama konusunda O, Tıştrya ile de işbirliği halindedir. Apam Napat'da yağmurlarını ilk olarak Hara tepelerine yağdırmak suretiyle bu kervana katılır ( İran Mitolojisi'nde Hara Dağı ne ise, Grek Mitolojisi'nde Olimpos da aşağı yukarı aynı konuma sahiptir). Homa'nın bu tepeye taşıdığı asıl önemli şey ise, ”urvar”dır ve bu Gauş Urvan'a anlam kazandıran şeydir. Daha açık bir deyişle urvarın kendisi olan gaokerena ağacının sahip olduğu ruh, canlıların ilkel ruhudur, urvan'dır. Homa burada içinde taşıdığı bu urvarla birlikte çoğalacaktı.

Urvarı daha önce bahsettiğimiz hayatın otomatizması ile birleştirdiğinde, Beyaz Homa olarak evrensel görevlerinin ilk aşamasını tamamlamış olacaktı. O; Yaradılış, yani Evrensel Görev'in ilk aşamasında xvarr ile paralel veya işbirliği içinde hareket etmek durumundaydı, şöyle: Homa hayat suyudur, canlılık verir ve yukarıda söylediğimiz gibi bir bitki veya bazı dini kitapların belirttiği kadarıyla, Göksel Öküz'ün iç yağı şeklinde dünyaya taşınmıştır. Xvarr ise ”hayat nefesi” olarak, Verethraghna'nın cisimleşmiş şekillerinden biri olan bir rüzgârın (Vatu'nun) içinde dünyaya iner. Homa'nın taşıdığı hayat suyu maddidir, hayatın tohumu olan urvar bunun içinde taşınır. Fakat xvarr ruhsal bir yapıdadır; cinsel arzuyu doğuran bir ruhsal kavramdır o. Bu ikisi birlikte hayatı devam ettirici otomatizma, yani cinsel ilişkiye girişme ve tohumu nakletme gibi şeyleri bir gereksinim, bir içgüdü haline getiren otomatizma için önemlidirler. Bunlardan biri olmadan hayatın devamlılığı sağlanamaz.

Beyaz Homa Evrensel Son görevini, Evren'in nihai rehabilitasyonu aşaması geçilirken yerine getirilecektir. Kötü yenilgiye uğradığında Ahura Mazda'nın kendisi yeryüzüne inecek ve son canlıyı temsil eden göksel boğa; Hadyahans'ı dinsel törenle kurban edecektir. Bu törende Ahura Mazda Başrahip olan Zaoter, Sraoşa ise Raspi denilen yardımcı rahip görevini yüklenirler. Kurban edilen Hadyahans'ın yağından nihai ölümsüzlük iksiri olan Beyaz Homa alınarak tüm insanlara dağıtılır. Fakat Aryan Mitolojisi'nin mantığına daha fazla uygun olan betimlemelerde bu Boğa'nın yağının Beyaz Homa ile ilgisi yoktur. Homa bu kurban etme işleminde Ahura Mazda tarafından baş rahip olarak görevlendirilmiştir. Boğa'yı Homa kesecektir (acı çektirmeden). Homa'nın bu son İlahi Dini Tören'de Hadyahans'ın kurban edilmesi ile görevlendirilmesinin mitolojik anlamı şudur: İlk canlı, gökyüzünden yeryüzüne en başlarda Beyaz Homa tarafından taşınmıştı, son maddi hayat'da onun vasıtası ile söndürülmelidir. Yani evvel O idi hayat veren, ahır O olacaktır hayatı alan.. Artık patvadış ı õ fraşkard süreci (evrimsel değişim süreci veya nihai rehabilitasyon) tamamlanmış, Tan ı Pasên'e ulaşılmıştır. Tüm canlar tek bir vücudun içinde birleşmişlerdir; Tanrı'nın..

***

Doğal Homa tıbbi bitkilerin şefidir (Hõm î hûd bızışkãn rad). Bundan dolayı O, hem ”ölümü uzak tutan” (Dûraoşa) sıfatı, hem de ”sağlık verici” meziyeti sayesinde dua ile imdada çağrıldığında imanlı insanları ölümden korur, tedavi eder. Zerdüşt Peygamber'in mucizelerini anlatan Dinkard'ın 7. kitabı'nda Ahura Mazda'nın bu ulu elçisinin, Kutsanmış Homa kullanarak dürüst bir insanın hayvanını tedavi ettiği kaydedilmiştir. Homa ayrıca tüm bitkilerin de şefi veya kralıdır. Çünkü onların ilk hayat buldukları yazata Homa'dır. O, ayrıca Ebedi Hayat vericidir. Bu iki sıfatıyla Kutsal Altılar'dan ikisinin sahasına giriyor. Bitkiler'in şefi olmakla ve hayvanların ilk örneklerinin kendisinden fışkırmasından dolayı tüm hayvanların da hakimidir. Ayrıca onları besleyici olmakla yeryüzündeki tüm canlı çeşitlerinin de hakimidir. Fakat süreç içerisinde bilhassa Zarathuştra döneminde sıfatlarının pek çoğunu Ameretat, Vohu Manah ve Harvatat gibi Yazatalar'a kaptırınca önem bakımından alt sıralara düştü. O. yine de Zerdüşti mezheplerinden birinin içerisinde eski etkisini aynen sürdürecekti. Üstelik Zazalar O'nu, sadece ismiyle de olsa, günümüze kadar ”Tanrı” olarak taşımayı başardılar.

c) eski iran'da dinler ve mezhepler

Eski İran'da, bilhassa Medya'da bu dinler ve mezhepler karmaşasının yarattığı bunalımı aşabilmek için orada taraftar bulan dinler ve mezhepler sorununu biraz açalım. İncelemeler gösteriyor ki, İran'da eski Aryan mezhep ve dinleri Zarathuştra'ya rağmen hep yaşayabilmişlerdir. Bu inançlar İslamlar'ın İran'ı istila etmesinden çok sonralarına kadar bile sürdürülebilmişlerdir. Dinkard, Sassani İmparatorluğu döneminde ülkede üç ayrı dinin varlığını sürdürdüğünü kaydediyor. Bu dinlerin birincisi; ”yãtuki” veya ”sihirbazlık” dinidir. Bu dinin mensupları tanrıyı tamamen ”Kötü” veya ”Kötülük Edici” olarak tasavvur ederler. Bunlar, bugünkü deyimle ”Kötü Güçler'in Tapıcıları” olarak nitelenebilirler. İkinci din; ”duşãmuç dini”, yani ”sahte akideye sahip olanların dini”dir. Duşãmuçlar tanrıyı hem iyilikçi hem de kötülükçü bir kavram olarak algılarlar. Üçüncü din ise haq dini olan Bahdin veya Zerdüştilik.. Fakat biz, olayın bu kadar basit olmadığını, en aşağısından M.S. I. Asır'da Ermeniler'in hala Mithra dinine mensup olduklarını biliyoruz (Bkz; 5. Bölüm, Mithra). Bu bir dördüncü din olarak tabloya eklenirse en aşağısından Med İmparatorluğu (ki Ermenistan büyük Medya'nın bir parçasıydı) dönemindeki dinlerin bir kısmını aydınlatmış oluruz.

Zarathuştracılığın veya Zerdüştiliğin kendisinin içinde de zamanla pek çok ihtilaf doğmuş, bu ihtilafların tabii bir sonucu olarak ayrı mezhepler oluşmuştur. Önceleri tek yaratıcı tanrıya tapılır, Kötü'ye karşı alınan tavırla insanlar; kendilerinin ve giderek Evren'in kaderini tayin ettiklerine inanırlardı. Ben dinin bu saf halini ilk çalışmamda etraflıca anlattığımdan burada bir daha anlatarak okuyucunun vaktini almak istemem (bkz; Zarathustra-1995). Bahdin'in bu saf hali, anlaşıldığı kadarıyla tüm devirler boyunca varlığını küçük bir azınlık arasında da olsa sürdürebilmiştir. Biz bu ”mezhebe” Asli Zarathuştracılık diyebiliriz. Persler'in İran'a hakim olmasından sonra din yavaş yavaş ”sulandırıldı”, eski tanrılar teker teker geri alındı ve dine şöyle veya böyle monte edildiler. Geri dönen bu eski tanrılar arasında 5. Bölümde incelemeye çalıştığım ”Yazatalar” ve Homa yer alır. Buna şahsen bir isim bulamadığım için Zeahner'den ödünç aldığım ”Katolik Zerdüştilik” ismini vereceğim, fakat yine de bu ismin yetersiz kaldığını bilerek.. Üçüncü önemli değişim Sasaniler döneminde Ahura Mazda tekrar eski ihtişamı ile yükselince gerçekleşti. Bu sırada ülkeye hükmeden krallar, Mani Dini'nin İran'a sızmasını engellemek için Avesta'yı tercüme edip standardlaştırdılar. Bu kutsal kitaba uygun olmayan tüm törensel uygulamaları yasakladılar. Emirlere uymayanlara karşı ölüm cezası dahil çeşitli ağır yaptırımlar uyguladılar. Fakat bu dönemde Angra Mainyu somutlaştırıldı, maddi bir varlık haline getirildi. Bariz ve açık bir düalizme bu dönemde geçildi. Buna da verilen ismi Zaehner'den alalım; ”Reforme Edilmiş Zerdüştilik”.

Bu tabloda Homa'nın veya Homa mezhebinin (belki de dininin) yeri pek açık değildir. Bazı yazarlar, O'nun bir tanrı olarak eski dinde Mithra ile sıkı bir ilişkisi bulunduğunu kaydederler. Bu görüş, Ermenistan'da Mithra'ya tapılmasından da anlaşıldığı kadarıyla doğru gibi görünüyor, şöyle: Eğer Homa bir zamanlar bağımsız bir baş tanrı değil idiyse, ona Kürdistan'a yakın bir yerde ikinci dereceden bir tanrı olarak tapılıyor olması gerekir. O, böylece Kürtler'in en aşağısından bir bölümü arasında kendisine bu kadar sağlam bir yer bulabilmiştir. Ben ayrıca Mithra'nın Kürtler arasındaki yerini hiç kaybetmediğine de inanırım. Bazı araştırmacılar buna dair belirtileri sürekli olarak dile getirirler. Hatta Zarathuştra'nın getirdiği dinin reformize edilmiş Mithraizm olduğunu kaydeden araştırmacılar az değil. Zaten Mithra'nın dine, bir yazata olarak da olsa, geri dönmesi başka türlü izah edilemez, ama çok güçlü bir yazata. Aryanlar'ın İran'a ikinci kez akışlarından beri, Kürtler'in yaşadıkları bölgelerde (özellikle Aras vadisi ve Azerbaycan'da) din adamlığı yapan magular'ın sadece ”hayır işlemek amacıyla” bazı tanrıları Avesta'ya monte etmeyecekleri de ortadadır. Mithra ve Homa, oralarda, Kürtler'in atalarının yaşadığı bir yerlerde etkili bir yer tutmalı idiler ki kendilerine o bölgenin etkili din adamları tarafından saygı duyulabilsin, bu vasıta ile Bahdin'in en kutsal dini kitabına girebilsinler.

Homa'nın Beyaz Homa olarak; Ay bölgesinden yeryüzüne hayatı taşıması, ”Kıyamet Günü'”nde son maddi hayatı geri alması, çocuksuz kadınlara hayırlı evlatlar verebilmesi, düşmanları yok edebilmesi, evde kalmış kadınlara hayırlı eşler nasip edebilmesi vs gibi sıfatlarıyla Aryanlar tarafından zaten tanrı muamelesi gördüğünü rahatlıkla saptayabiliriz. Med rahiplerinin Zarathuştra'nın ölümünden sonra Onu ”Yazatalık” sıfatının arkasına saklamaya çalışmaları, Aryanlar'ın İran'daki birliğini sağlama güdüsünden ileri geliyordu. Buna bir de Zerdüşt Dini'nin ruhunu kaybetmeme güdüsünü de eklemeliyiz. Yani bir yandan Bahdin korunacak, öte yandan da geleneksel Aryan Mitolojisi'nin en önemli figürlerinden bazıları olan Homa, Mithra, Verethraghna vs. dışlanmadığından birlik muhafaza edilecekti. İşte bu güdü ile hareket eden Medyalı Rahipler, Kürtler'in atalarının tümü tarafından peygamber olarak kabul edilen Zarathuştra'nın orijinal öğretisinden, yine Kürtler'in atalarının da içinde bulunduğu İranlı Aryanlar'ın birliğini kaybetmemek için taviz veriyorlardı. Onlar bir yerde ”pazarlıkla” kendi inançlarını Bahdin'e ve Avesta'ya monte etmekteydiler. Böylece Homa yine İran'ın tümünde kalıyordu, fakat bu kez; ”Ahura Mazda'nın oğlu” ve Mazda'nın tayin ettiği Göksel Bir Rahip ve yazata olarak. Hem de; Kutsal Altılar dışında sadece Sroaşa'ya yer verilen Avesta'nın ”Yasnalar” adlı en önemli bölümünde, üç yasna ile yer alabilen bir yazata..

d) rahip homa

Mihir Yaşt'ın, 88-90 arası ”ayetler”inde Homa'nın bu göksel rahipliğini açıkça okuyabiliriz. Burada Homa; ”lekesiz biri olarak , lekesiz birine, lekesiz baresma ile, lekesiz içkiler ile ve lekesiz sözlerle” tanrısal varlıklardan birilerine dinsel törenle adakta bulunuyor.. Bu; ”neşelendirici, şifa verici, dürüst, soylu ve altın gözlü Homa, Haraiti Bareza'nın tepelerinin en yüksek olanında” bir tanrısal varlık için kurban sunuyordu. Ahura Mazda O'nu; kurbanı keserken hızlı ve kutsal sözleri terennüm ederken en yüksek sesli olduğu için Göksel Rahip olarak tayin etmişti. kurban kesiminde hızlılık ve dinsel törenlerde kutsal metinleri en yüksek sesle okumak Zerdüştilik'te çok önemliydi. Kurbanlık hayvan; ”eli çok hızlı olan bir tarafından kesildiğinde” çabuk can verdiği için fazla acı çekmeyecek, Avesta ise yüksek sesle okunduğu için mümkün olan en uzak yerlerden duyulabilecekti. Homa'nın sesi ”Dünya'nın her tarafına, yedi bölgeye ulaşabiliyor olduğundan” (Ahura Mazda tarafından) çok makbul bulunmuştu. Göksel Homa'nın, preslenecek Beyaz Homa'yı ezeceği havan, bu metinden de anlaşılacağı gibi ”yıldız kakmalı bir havan” olarak düşünülen tüm gökyüzüdür.

Homa Yasnalar'ının ilk ”ayetleri”nde ise, Homa'yı presleyen ilk ”insanlar” sıralanırken aslında O'nun sıfatlarının en önemlileri sayılıyor. Onu maddi Dünya'da presleyen ilk insan Vivanghvant'tır. Homa ona Ölümsüz ve Parlak Yima'yı oğul olarak veriyor. Tabii ki hatırladınız; mitolojide ne Vivanghvant, ne de Yima tam anlamıyla insan değildirler. Onlar bir yönleriyle insan ve kava, diğer yönleriyle ise tanrısal kavramlardırlar. Metin bu vesile ile Yima'dan söz etmekle aslında Homa'nın ölümsüzlük iksiri olma sıfatını vurgulamaya çalışıyor. Âthwya'ya oğul olarak Thraêtaona'yı verdiği kaydedilmekle Homa'nın sağaltıcılık (tedavi edicilik) sıfatı ön plana çıkarılıyor. Trita'ya; Urûaksa ve Keresaspa'yı oğul olarak vermek; aslında insanlara adalet ve cesaret gibi hassaların ancak Homa tarafından verilebileceğini belirtmek içindir. Pouruaspa'ya oğul olarak verilen Zarathuştra, aslında Homa'nın din ile ne kadar içli dışlı olduğunu gösterir. Zerdüştiler, Homa iksirini törensel bir sunuda içmeden, dinin tüm vecibeleri yerine getirmiş saymazlar kendilerini.

***

Aryan Mitolojisi'nde hiçbir söz, boş yere sarfedilmez, ruhsal olan hiç bir kavram gerçek maddi hayattan kopuk değildir. Bir metinde yer alan her söz veya ibare mutlaka tartılarak oraya konmuştur. Bu ibareler belki yılların içinden süzülerek gelmekte ve dinsel metinlerde yer almaktadırlar. Göksel rahiplik olgusu da bunlardan biridir. Bu rahiplik, aslında insanların yeryüzündeki davranışlarını düzeltmeleri için vazedilmiş teorik bir rahipliktir. Aryan Mitolojisi'ni anlatırken baştan beri şunun altını çizmeye çalışıyorum; her mitolojik kavram, yeryüzündeki gerçek hayatta birşeylerin karşılığıdır. Bu kavramlar, bir yönleriyle tapınma ile ilgili olsalar bile, diğer yönleriyle mutlaka yaşayan insanlara verilmek istenen mesajları daha da güçlendirmek için bulunmuş yollardan ibarettirler.

Zarathuştra'dan önceki Aryan toplumunun yoksul yerleşik kesimi, bunlar arasında özellikle Medya'dakiler eski dinlerin hakim tabakaları ve bu arada rahipleri, yani; ”karaplar ve usıglar”ın kurban kesilmesini zorunlu hale getiren uygulamalarından çok zarar görüyorlardı. Kurban kesimi artık keyfi hayvan öldürmelere kadar vardırılmıştı. Bazan tıpkı Müslümanlar'ın Hac esnasında yaptıkları gibi, dereler hayvan leşleri ile dolduruluyordu. Öyle dinler veya mezhepler doğmuştu ki, bunların rahipleri tarafından; ”öküze ve gün ışığına bakmak” bile günah sayılıyordu. Bunun için habire öldürüyorlardı. Avesta'da bu durum, ”ağlayarak konuşturulan” bir boğanın diliyle şöyle anlatılır: ”Şiddet, öfke, zulüm, dehşet ve kuvvet (gösterisi) beni (her yerden) sarmış durumda”. Hayvanların kesilmesi olayı, bazan keyif verici bir iksirin de içildiği ve insanların sarhoş olduğu törenler eşliğinde, ”zevk çığlıkları arasında” gerçekleştiriliyordu. İnsanların ikinci hayatlarında ölümsüzlük iksiri olacak olan Homa, bu insanların elinde, diğer canlılara işkence etmenin sembolu haline getirilmişti. Homa Dini, Daevalar'ın dini ile kombine bir haldeydi artık. Zarathuştra yerleşik topluma çok zarar veren bu talanı andıran uygulamalara şiddetle karşı koydu. Homa kullanımını 48. Yasna'da yer alan 10. Ayetle mahkûm etti. Bu pratiği sürdürenler, ”daevalar'ın ve Yalan'ın takipçileri” olarak nitelenip ”afaroz” edildiler.. Zarathuştra'nın boğa'yı kesip yiyen Yima'yı ”hain” olarak nitelemesi, aslında kim olursa olsun, sebepsiz olarak kan dökeni suçlamak içindi..

e) homa ile ilgili törenler

Zarathuştra'dan sonra Aryanlar'ın tüm gelenekleri geri döndüğü gibi, kurban kesme geleneği de geri döndü, fakat bu kez bazı kurallara bağlanarak. Bu kuralların en çarpıcı olanı, Homa'ya eski itibarını kazandıracak olan bazı sınırlamaların kurban kesimi esnasında zorunlu hale getirilmesidir. Fakat şunu da bilmekte yarar var; Homa sadece kurban etme ile eş anlamlı değildir. Bunu daha iyi görmek için, Zerdüştiler'in bazı törensel uygulamalarına şöyle kısaca gözatmakta yarar vardır sanırım. Bahdin mensuplarının eskiden ”yaşt î keh”, şimdilerde ”drõn veya bac” dedikleri ve ”küçük ibadet” anlamına gelen bir dinsel törensel uygulamaları vardır. Bu kısa dinsel törenlerde (ki bunlara çok önem verilir) insanların yaşamak için bağımlı oldukları; özel hazırlanmış ekmekler, su, süt ile şarap, ve bitkiler ile yumurtalar kutsanır ve belli bir törensel düzen içinde yenir. Törenlerde kullanılan hayvansal gıdalara ”gõşodãg” denir ve bu gıdalar ”hayırlı hayvanlar”dan; gõspand'dan elde edilmelidirler. Bu tören düzeninde ilk porsiyonu rahip yer. Arkasından ikinci porsiyonlar hazırlanır ve bu porsiyonlar başta rahip ve sunu sahibi olmak üzere, törene iştirak etmiş olan halka takdim edilir. Drõn seremonilerinde kullanılan ana gãsudãg; İran'da yumurta, Hindular arasında ise tereyağıdır. Bu yumurta dağıtma geleneği, Kürtler arasında kırk yıl öncesine kadar Müslümanlar'ın dini bayramlarında yaşatılıyordu. Sonraları ağırlaşan ekonomik şartlardan dolayı pahallılaşan yumurtanın dağıtılmasından vaz geçildi, onun yerini şeker gibi şeyler almaya başladı.

Drõn seremonileri, bazı daha karmaşık dinsel törenler (Yasna seremonileri) söz konusu olduğunda, bu törenler için bir giriş seremonisi olarak uygulanır. Hazırlık seremonisi raspi adı verilen yardımcı rahip tarafından yönetilir. ”Büyük ibadet” veya ”yaşt î meh” törenini yöneten zaoter ise, üç aşamada şunları yapar; 8. Hã (yasna) okunup bitirildikten sonra başrahip (zaoter) drõn adı verilen çörekten bir parça yer. 11. Hã (yasna) okunurken (o sırada) Homa iksirinin ilk hazırlanan kısmını içer. Bu iksir başrahip tarafından hazırlanır. 22.-27. Hã okunurken bu kez bir başka Homa iksiri hazırlanır ki bu öncekinden farklı olarak gõşodãg'la birlikte sunulur (mesela sütle). Daha yüksek festivallerde ve ölülere adanan ”Qurban”larda bu kez gõşodãg olarak kesilmiş bir hayvan söz konusudur. Hayvan ancak başrahip tarafından kesilebilir. Eğer rahip ”kıtlığı” varsa ehil biri de bu işi yapabilir. Bu ehil kişinin daha önceleri benzer dinsel törenlere faal olarak katılmış olması şarttır. Kutsanmış et, törenin sonunda şöyle bölüştürülür: Birinci kısım (ki ne kadar olduğu belli değildir); töreni yöneten rahibe verilir. İkinci kısım; fakirlere bölüştürülür. Üçüncü kısım; kurban sahibine, istediği kişilere dağıtılmak veya istediği gibi kullanmak üzere verilir.

Gahambar festivallerinde fazla hayvan kesiminden kaçınmak için kesilecek hayvanlar için bazı kurallar konmuştur. ”Bir büyük boğa (kesmek)... en az hayat israf ederek, en çok et elde etmek için en iyi yoldur” [Weş-goşt ud kam-gyãnî rãy..(burada tümüyle Kurmanci- Zazaki karışımı olan dile dikkat ediniz)].. Şu hayvanlar kesinlikle Kurban edilemez: Hiç bir yavru hayvan, hiç bir gebe hayvan, süt veren hayvan, horoz, gurk tavuk, at, eşek.. Tercih edilen kurbanlıklar ise; tam gelişmiş koyun ve keçiler. Şimdiki Kürt köylerinin büyük bir kısmında -horozla ilgili kayıt hariç- bu kısıtlamalara hala harfiyen riayet ediliyor. Bu hayvanlar, herhangi bir yazataya adanmadan bir Zerdüşti'nin evinde kesilemezler. Çünkü böylesine bir kesim, canlı bir varlığı kuralsız yok etme suçudur ve bunu yapan kişi ölümden sonra hesabını Köprü başında verecektir.

Yukarıda, ölülere adanan kurbanlardan bahsetmiştim. Zerdüştiler, dinlerinin orijinal köklerinden koptuktan sonra, Eski Aryan geleneklerindeki kadar olmasa bile, tekrardan ölülere pek çok adaklar adamaya, pratikteki anlamı itibariyle, ölülerinin ruhlarının rahat etmesi için hayvan kesme başta olmak üzere, onların ruhları için dinsel törenlerle yiyecekler dağıtmaya başlamışlardı. Bu adak olayını daha iyi anlamak için, onların topluma sunulduğu dinsel törenlerin adlarına ve içeriklerine şöyle bir bakmak gerekir. Ölüler için icra edilen adak sunma törenlerinin en tanınmışlarının başında gahambar (hamaspathmaêdem) gelir. Yılın sonunda icra edilen bu çok yönlü dinsel festivalden daha önce bahsetmiştik (bkz; Gahambarlar bölümüne). İkinci bir tören türü Nõg-nãvar'dır. Bu dinsel tören, rahipliğe yeni kabul edilmiş olan bir çömezin, ya yaşayan birine veya ölü birine adadığı kurbanla ilgili bir törendir. Üçüncü bir tören şekli olarak Setõş'u görüyoruz. Setõş, bir insanın ölümünden üç gün sonra ölü sahibi tarafından kestirilen kurban için yapılan dinsel bir törendir. Fakat eğer setõş bir ölü için adanan bir kurbanlar dizisinin ilk halkası olacaksa işler değişir. Setõş kurbanlar dizisinin birincisi; ölümün dördüncü günü icra edildiği için adı ”çahãrm” olacaktır. Bunu, ölünün birinci ayı dolarken kesilen bir ”siroze”, birinci yılın sonunda kesilen bir ”salroz” takibeder. Bir de daha önce bahsettiğimiz ve hayvan kesilmesini gerektirmeyen Homa-dron da ölüler için icra edilebilir.

f) homa iksiri

Baştan beri Homa iksiri deyip duruyoruz, peki bunun pratikteki karşılığı nedir? Homa iksirinin etkileri nelerdir? Uyuşturucu mudur? Efor verici mi? Yoksa ne olduğu bilinmeyen mistik bir sıvı mı? Bu soruların cevabı araştırmacıları çok uğraştırmıştır, uğraştırmaya devam ediyor da. Onlar, sorunu çözümlemeye çalışırken, cevabı belirsiz olan her sorun karşısında yaptıkları gibi yine pek çok guruba ayrılmışlardı.

g) homa; şarap

Büyük Alman araştırmacı Herzfeld'in dahil olduğu bazı düşünürler, bu iksir; bildiğimiz üzümden elde edilen şaraptır diyorlar. Herzfeld bu sonuca Homa kelimesini oluşturan ”hû” kökünün tercümesinden varıyor. Herzfeld'e göre Hû ”(şarap) presleme” anlamına geliyor. Homa Yasna'ların karekterinin incelenmesinden pek fazla bir sonuç çıkarılamayacağı kanısında olan bu araştırmacı, yine de yasna; 10.3'ün tahlilinden, Homa adı verilen mistik bitkinin yabani olmadığını, yetiştirilmesi gerektiğini iddia ediyor. Şarap bağlarının etrafı ”paridêza” ile çevrilidir. Bu parideza kelimesi, Zazaki'de ”pêrcin” şekline dönüşmüş gibi görünüyor ki ikisi de ”çeper” anlamına geliyor. Şarapçılığın, Aryanlar'ın İran'da yerleştikleri ilk bölgeler olan Kirmanşah'ın kuzeyindeki Sunqur ve Kingawar bölgelerine, tam da Madalar'ın bölgeye yerleşmeye başladıkları sıralarda, bu işin ustaları olan Anadolu'lu madenciler tarafından bakır çağında getirildiği tahmin ediliyor. Salmanassar MÖ 838 yılına ait kayıtlarında bu madencilerden bahsetmektedir. Şarap (Wine), kelime olarak ve sanat olarak Anadolu kaynaklıdır. Fakat diyor Herzfeld, Aryanlar, bu iksire kendileri ad takmayı yeğlemiş ve Hu kökünden hareket ederek Homa kelimesine varmışlardır.

Zaehner, Molé'den yaptığı bir alıntı ile tartışmaya ucundan katılıyor. Buna göre Strabo, Medya'nın kuzeyinde oturan dağlı kabilelerin, ”bazı köklerden şarap preslediklerini” kaydetmektedir. Tavernier (1678), İranlılar'ın ”gavurlar” dediği Zerdüştiler'in şarap içtiklerini söylemekle birlikte, onların bunu bir tören düzeni içinde içip içmediklerine dair bir ipucu vermemektedir. Modi (1922), Zerdüştiler'in Afringan ve diğer dinsel festivallerinde şarap içtiklerini belirtiyor. Bazı Zerdüştiler'in, Avesta'da aksine bir kayıt bulunmamasına rağmen, alkolden uzak durduklarını da bildiren Zaehner; Avesta'da şarabın, ”tatlı, besleyici, sağlık verici bir içecektir” şeklinde tarif edildiğini ve bu tarifin (günümüzdeki delilleri de hesaba katarsak) üzüm suyuna uyduğunu yazar.

Modi ”Madhu” kelimesinin tahlilinden ve Avesta'da kullanılış şeklinden hareket ederek, bu kelimenin şarabın karşılığı olarak kullanıldığı sonucunu çıkarıyor. Buna kanıt olarak Avesta'dan şu delilleri veriyor: Avesta'da yer alan delillerin birincisi; bu dinsel eserin, bir kutsal törensel içecek olan Madhu'yu tarif şeklidir. Buna göre madhu; ”Bal gibi tatlı bir içecektir (Av: Madho=Lat. mel=bal). İkincisi; madhu kelimesinin kökünün ifade ettiği anlamdır, ki bu, adı geçen iksirin tıbbi bir değere sahip olduğunu işaret eder. Kelime, Aryan dilinde; ”mad veya madh” kökünden geliyor. Bunun bu günkü Latince'deki karşılığı ”mad-êri” olup, ”bir çare olmak” gibi tarif edilebilir ve bu ”mad-êri” İngilizce'de ”medicine” haline dönüşmüştür, ki ilaç demektir. Persler şaraba ”dâru” derler. Modi bu kelimenin Gujaratice'de ”ilaç” anlamına kullanıldığını kaydediyor ki; Zazaki'de de ”darı” kelimesi hala ilaç anlamında kullanılıyor. Yani; madh, mad-êri'ye, mad-êri ise dönüp dolaşıp Kürdistan'ın bir köşesinde ”darı”ya dönüşmüştür. Üçüncüsü; Vendidad, kadınların lohusalık dönemlerinde onlara bu iksiri bir gıda olarak tavsiye ediyor. Dördüncüsü; bir beslenme sıvısı olarak bu iksir, rahiplere de serbest kılınmıştır. Beşincisi; Afrin-i Gahambar'da yer aldığına göre, şarap son gahambarda sunulacak olan yiyecekler arasında sayılmaktadır. Şarap bir zamanlar tüm gahambarlarda tadımlık çok değerli bir iksir olarak biliniyordu. Altıncı olarak; evlenme merasimlerinde (Aşırvad) de şarap en önemli törensel unsur olarak sunulurdu. Rahip, evlenecek olan çiftler için okuduğu dualarda ”şarap gibi canlı ve neşeli olasınız” derdi. Fakat yine de şarap=Homa diyebileceğimiz deliller değildirler bunlar. Çünkü bildiğimiz kadarıyla Homa sadece tören anında preslenir. Homa'yı önceden presleyip saklamak büyük bir günahtır (Bkz; Bölüm, 8'de Homa Yasna, 11.3). Oysa şarap uzun işlemlerden sonra elde edilen ve uzun bir süre dinlendirildikten sonra içilen bir iksirdir. Yani o, zorunlu olarak depo edilir.

h) homa; efor verici bir iksir

Homa'nın efor verici, hayal gördürücü veya gaipten sesler duyurucu (kısaca; hallusinojen) bir bitkiden elde edildiğini ileri sürenler de az değildirler. Bu çerçevede savaş veren 20. yüzyıl araştırmacılarının en eskisi İsveçli Nyberg'dir. Nyberg hayatı boyunca Zarathuştra'nın tebliğ ettiği dinin ”ilkelliği” düşüncesinden kendisini kendisini kurtaramamıştı. Ona göre Zarathuştra çok çok eskiden, Ortaasya'nın çok çok kuzeyine düşen bir yerlerde yaşamış tipik bir şamandır. Bu tür bir niteleme araştırmacılar arasında başka hiçbirinde rastlanmaz. Henning'in yazdığı ve konuyla ilgili nefis tahlillerin yer aldığı broşüründe Nyberg'nin bu keyfi hükmü ile şöyle alay edilir: ” Zarathuştra bir şamandı. Bazı şamanlar hint keneviri ile kendilerini keyiflendirirlerdi. Öyleyse Zarathuştra da kendisini (böyle) keyiflendirirdi” (yani esrarkeşti). Yani düz bir mantık, kendinden menkul bir iddiaya dayanan bir düz mantık. Nyberg'e göre bu ”Peygamber”in getirdiği din bir nevi tabiat dinidir. Zarathuştra'nın kendisinin terennüm ettiği Gathalar'da geçmese de; gerek yasnalar'da, gerekse Vendidad'da bu dinin mensuplarının hint keneviri kullandıklarına dair ”yeterli deliller” vardır. Nyberg'e göre İranlılar'ın bu keyif verici maddeyi kullandıklarının en iyi ”ispatı”, Herodot'un da bahsettiği gibi, yine İranlı olan bir kavmin; İskitler'in de benzer bir maddeyi kullanmalarıdır. Henning, onun bu düşüncesiyle de alay eder, şöyle: ”İskitler İranlı'dır. İskitler hint keneviri ile kendilerini keyiflendirirlerdi. Öyleyse İranlılar(ın tümü de) da hint keneviri müptelasıydılar.” Yine düz mantığın kuralları kullanılarak yapılan bir çıkarsama..

Homa'nın, Zerdüştiler tarafından uyuşturucu bir bitkiden, preslenmek suretiyle elde edilip dini törenlerde içildiğine en fazla inananlardan biri de Mary Boyce'dir. Boyce bu bitkinin adının; ”her yerde bir tür Efedra” olarak tanımlandığını da belirtiyor. Bir ansiklopediye dayanarak bu Efedra'nın, ”E. vulgaris”olduğunu da çok büyük bir inançla ekliyor. Çünkü ansiklopedi, bu efedranın Orta- ve Batıasya ile Avrupa florasında en yaygın bulunan efedra türü olduğunu kaydediyor. Boyce; 9., 10. ve 11. Yasnalarda yer alan; Homa'nın keyif, kuvvet ve cesaret verme vasıflarından hareket ederek, araştırmalarını yönlendirmişe benziyor. Fakat ihtiyat payı bırakaraktan, tek bir türe fikse olmaktansa, daha başka efedra türlerini soru işaretleri ile birlikte sıralamayı da ihmal etmiyor. Öte yandan Flattery, 1989 yılında kaleme aldığı kalın kitabında; botanistlerin Peganum harmala dedikleri yabani sedef otunun Homa olduğunu ıspatlamak için, Güney Amerika'nın Amazon Ormanları'nda yaşayan yerlilerden tutun da şamanistlerden çıkın, ayinlerinde hallusinojen madde kullanan tüm dinlere mensup insanların bu iş için kullandıkları bitkileri inceliyerek bir sonuca ulaşmaya çalışıyor.

i) homa; meçhul bir iksir

Fakat Henning'in gerçekten derin sezgileriyle ileri sürdüğü görüşlerine katılmamak mümkün değildir. O, her şeyden önce bu yazarların, en aşağısından bir kısmının bir ön yargılarının altını çiziyor, o da şu: Batılı bilim adamlarının büyük bir kısmı İslam'ın Peygamberi Muhammed'in de dahil olduğu din tebliğcilerinin gaipten ses duyma ve görüntü algılama eğilimlerini anlayamadıklarından veya net bir şekilde açıklayamadıklarından dolayı, kendilerince bu insanların ”hallusinasyon görmelerinin” sebeplerini izah etmek için yollar aramışlardır. Sonuçta bunların; ya birer ruh hastası, ya da hallusunasyon gördürücü maddeler kullanan şarlatanlar olduklarına karar vermek durumunda kalmışlardır. İşte içinde pek çok sırrı gizleyen Homa bu noktada onlar için bir can simidi oldu. ”Kuvvet veren”, ”cesaret veren”, ”zevk veren” ve sonuçta da hayal gördüren bu iksir, Zerdüştizm'in bir ilkel din olarak izah edilmesi için yeterliydi.. Fakat Henning, ileri sürdüğü delilleri ile bu görüşleri alt üst etmişti. Herhalde bundan dolayı olsa gerek, araştırmacılar iç tartışmalarında onun görüşlerini adeta yok farzeder gibi davranıyorlar.

Henning, delillerini beş başlık altında topluyor. Birincisi: Araştırmacılar'ın en çok üstünde durdukları Hint keneviri -adı bang olsun, haşhaş olsun- M.S. 11. Yüzyıl'dan önce İran'da bilinmiyordu. Hint keneviri ile İranlılar'ın tanışması ilk olarak Müslümanlar'ın Hindustan'ı fethetmelerinden sonradır (adı geçen asrın ilk yıllarında). Bu bitkinin adı tıp aleminin kayıtlarında ilk kez 13. Yüzyıl'da görülecekti. Halk arasında ise bu tarihten ancak çok kısa bir süre öncesinden biliniyor olabilirdi. Her ne olursa olsun, Avesta'nın bir kelimesinin yanlış tercümesine dayanarak, haşhaşı M.Ö.6. Yüzyıl'da İranlılar'a ”kullandırmak” akıl alacak bir hata değildir.

İkincisi: İran'da lifleri ve tohumunun yağı için ekilip biçilen kenevirin de çok zayıf da olsa uyuşturucu bir hassası vardır. Bu hassa Hint keneverininki ile asla mukayese kabul etmez. Çok düşük bir uyuşturucu etkidir bu. İran kenevirinin bu etkisi eski çağlarda halkın gözünden kaçmış olduğundan kendisinden bu bağlamda bahsettirmez. Bu kenevirden tıbbi eserler sadece; ”tohumu çok yendiğinde baş ağrısı yapar” şeklinde bahsederler. İran kenevirinin narkotik etkisi, ancak Hint keneviri ülkeye girdikten sonra keşfedildi.

Üçüncüsü: Eğer bang, Farsça'da kullanılan bir yabancı kelime olarak ele alınacaksa, anlam itibariyle sadece Hindular'dan ödünç alınmış olan ”bhangha” kelimesinin karşılığı olacaktır ve ”Hint Keneviri”ni ifade edecektir. Fakat ”Kitabu 'l abniya”dan da anlaşıldığı kadarıyla Farsça'da yerli bir ”bang” daha vardır ve o da adı ”henbane” olan bir bitkiyi işaret etmektedir. Siyah, kırmızı, beyaz ve kahverengi çeşitleri olan bu bitkinin sadece beyaz çeşidi tıbbi olarak kullanılmaktadır (Hyoscyamus albus). Tüm çeşitleri geniş ölçüde zehirli olan bu bitkiyi vücuduna alan insanda; uyuşukluk, delilik ve güçsüzlük yaratır. Bu henbane ”bang” kelimesi ile Hint Keneviri ”bang” kelimesi bugün bile (1947) İran'da yanyana kullanılıyor. Henbane olarak bang, pehlevice'deki mang ile anlam itibariyle aynı bitkiyi tarif ederler ve bu öldürücü bir zehirdir.

Dördüncüsü: Pehlevice'de esrara ”mang” veya ”bang” denmez, ”şãhdãnak/ şãhdãne” denir.

Beşincisi: Avesta'nın yazıldığı dilde kullanılan ”banha veya bahha” kelimesini Pehlevice'deki ”mang” veya Farsça'daki ”bang” kelimesi ile karıştırmak gerçeği ifade etmekten çok uzaktır. Bütün karışıklık, Vendidad'da geçen ve Tanrı'nın sıfatlarından ikisini ifade eden; ”axafna, abanha” ibaresinin yorumundan ileri geliyor. Bazıları bu ibareyi; ”uyku(suz), banha(sız)=uyuşturucusuz” diye çevirmişler. Halbuki Henning çok doğru olarak, ibarenin böyle çevrilmesinin Avesta'nın ruhuna aykırı olduğunu söylüyor. Avesta'yı iyi bilenler, Henning'in ne demek istediğini derhal anlayacaklardır. Biz ”axafna” kelimesini Kürtçeyi esas alaraktan da kolaylıkla tahlil edebiliriz, ki bu yoldan giderek yapılan bir tahlil, tahlile kendileri de katılacak olan Kürt okuyucularımız için de faydalı olacaktır. Bilindiği gibi ”xafn”, Kurmanci'de hala xewn=uyku olarak Avesta'nın yazıldığı dil ile aynı anlamda kullanılıyor. ”A” ön eki ise Kürtler'in birçok sözcüklerinde hala olumsuzluk ekidir ve -sız, -siz anlamına gelir. Sondaki ”a” eki ise -dır anlamında hala pek çok Kürtçe kelimenin ardına geliyor. Böylece ”axafna” kelimesi; ”uyku uyumaz”, ”'uyku uyuyan biri' sıfatına sahip değildir” anlamına geliyor. Bu Müslümanlık'ta da Allah'ın Sıfatları'ndadır. Abanha da buna uygun bir sıfat olmalıdır ve öyledir de. Henning, bu kelimenin ”ölüme maruz kalmaz” gibi bir sıfatı ifade ettiğini ve Sanskritçe'deki ”dhvamsa” kelimesi ile aynı anlama sahip olduğunu kaydeder. Böylesine bir anlamın; hem dinlerin genelinin, hem de Avesta'nın ruhuna daha uygun olduğu kesindir. Aksi halde biz dünyada bir eşi daha bulunmayan ”uyuşturucusuz” veya uyuşturucu maddelerle ilişkilendirilmiş bir tanrı anlayışını sineye çekmek durumunda kalacağız, ki bunu ”hiç bir ilkel din dahi” böyle kabul etmiş değildir..

***

Tüm yukarıda anlatılanlar bize değerli ipuçları vermekle birlikte bir gerçeği de ortaya koyuyor. Araştırmacıların araştırmalara giriştikleri sırada, yaptıkları bazı tesbitlerin onları nasıl yölendirdiği gün gibi ortaya çıkıyor. Mesela; Nyberg'i alalım: Bu araştırmacı, diğer bütün araştırmacıların yaptığı gibi, Zarathuştracılığı incelerken, bazı ön tesbitlerden hareket etti, varsayımlar saptadı. Buna göre, Zarathuştra çok çok eskiden yaşamıştı. Onun yaşadığı coğrafya çok çok kuzeyde idi. Dini basbayağı bir tür şamanizmdi. Bu tesbitlerden sonra elbette Nyberg, uyuşturucu madde kullanımı ile ilgili deliller arayacaktı (şamanlar uyuşturucu kullanmasalar bile). Bu uyuşturucu fikrinin okuyucu tarafından benimsenmesi için onu elbette Ortaasya florasında arayacaktı. Elbette Avesta'dan yapılmış olan kendi görüşünü destekleyen tercümeleri, yanlış da olsa abartacaktı. Bu tür tesbitlerin sadece Nyberg'ye has olmadığını, sakın ola ki unutmayalım.

Durumu böyle saptadıktan sonra gelelim bu yazılanların ışığında bizim söyleyeceklerimize.. Şu husus dikkatinizi muhakkak çekmiştir: Ben İran'da dinin, dönemler boyunca içerik bakımından sürekli rota değiştirdiğini, kelimeyi tam böyle kullanmamış olsam da, anlatmaya çalışmışımdır. Bu değişim çeşitli faktörlere bağlıydı, ki bunlar arasında iktidar sahiplerinin tercihlerini, dinler arası uzlaşma ihtiyacını, ulusal birliğin gereği olarak yapılan düzenlemeleri, diğer dinlerle karşılıklı etkileşimi vs sayabiliriz. İşte bu değişim süreçlerinden birinde belki de Homa adı altında dönemsel olarak; narkotik maddeler veya şarap yahut da basbayağı herhangi bir bitki kullanılmış olabilir. Bunun böyle olduğuna dair deliller de bulunabilir veya delil adı altında bazı şeyler sunulabilir. Fakat şu unutuluyor ki; Homa, Avesta'da üç yasna ile temsil ediliyor. Eğer O anlatılacaksa, bu yasnalara dayanılarak anlatılmalıdır, Homa'nın adının bile zikredilmediği Avesta'nın bir köşesinde başka bir amaç için sarfedilmiş bir ”banha” kelimesine türlü yorumlar getirerek uyşturucu aramak, narkotik şube polislerinin bile aklına gelmez. Biz Avesta'da anlatılan muazzam bir din konsepti ile karşı karşıyayız, basit bir tabiat dini ile değil. Kısaca; Zarathustra esrar çekmedi, dünyayı etkileyen bir din tebliğ etti. Bu dini geliştiren Zerdüştiler'de aynı yolda ilerlediler. Bence 20. Yüzyıl'ın bazı bilim adamları değerlendirmelerini yaparken, hala 19. Yüzyıl'ın kıt imkanları ile çalışan; du Perron'dan, Haug'dan, West'ten, Mills'ten, Darmesteter'den, Jackson'dan vs öğrenecekleri çok şeyler vardır.

mithra

Mithra, yeryüzünde insanlar tarafından en uzun süre tapılan tanrıdır. Yani insanların ”Yahweh”, ”Zeus”, ”Allah” , ”Manitu”, ”Tor” vs gibi özel isimler vererek taptıkları tanrılar arasında O, ”en kıdemlisi”'dir ve hala dünyanın bir köşesinde milyonlarca insan tarafından kendisine tapılmaya devam edilmektedir. Mithra'ya dair bilinebilen en eski kayıt, Hinduizm'in ”Mitra”sı ile ilgili olanıdır ve takrıben MÖ 1800 yıllarında şekillenen Rig (veya Rg) Veda'da yer alır. Kayıt dışı tapınmayı da gözönüne alırsak, O, en aşağısından MÖ 2000'li yıllardan beri Aryanlar tarafından bilinen ve tapılan bir tanrıdır. Şimdi aşağı yukarı MS 2000'lerdeyiz, ki bu toplam olarak 4000 yıl eder.. Mithra'nın eskiliği kadar tapıldığı coğrafya da ilginçtir. O, bir kavram olarak takriben Doğu Aryanları'nın göç yolu üzerinde Güneş'i temsil eden bir tanrı, onun efendisi olarak şekillendi. Yeryüzünde daha önce de Güneş tapıcılığı vardı kuşkusuz, fakat Güneş'e de bir ”efendi” gerektiğini düşünen Aryanlar'ın mitolojik kavramlar açısından bu en üretken kolu (yani Doğu Aryanları), geliştirdikleri Mithra mefhumu ile neredeyse tüm dünyayı etkileyeceklerini nereden bilebilirlerdi? Geliştirilen bu Güneş Tanrısı anlayışı Güneş'i içermekle birlikte onu aşıyordu da.

Avesta'da Mithra'ya adanmış çok uzun bir Yaşt (10. Yaşt) yer alıyor. Zerdüşti takviminin 16. günü onun adıyla, Mithra (Mihir) Günü olarak bilinir.

Aryanlar'ın büyük göç kervanının Hint Kolu, Mitra'yı Varuna adlı büyük Aryan Tanrısı'na zaman zaman bir yardımcı olarak düşünmüşlerdi. MÖ 1800'lü yıllarda şekillendiği tahmin edilen Hindular'ın kutsal kitabı Rg Veda'da önemli bir yer tutan Mitra, Brahmanlar'ın 33 tanrısından biri olmuştu. Ama Mithra'ya her nedense tüm Doğu Aryan Halkları sahip çıkıyorlardı. O'nu bu kez de Hititler'le Hurriler, Orta Asya'daki Ana Aryan Kervanı'ndan ayrıldıktan sonra, göç ettikleri Anadolu ve Mezopotamya'ya taşıdılar. Bu iki Aryani Kavim birer İmparatorluk kurduktan bir müddet sonra, aralarında bir de savaşa tutuştular. Bu savaş kısa bir süre içerisinde antlaşma ile sona erdi. Bu iki Aryani kavim aralarında ”imzaladıkları” barış mukavelesinde Mitra'yı, Göklerin Efendisi Tanrı Varuna ile birlikte, ”antlaşma'ları koruyucu tanrılar” olmaları hesabıyla şahit olarak gösterdiler. Hani Müslümanlar bazan; ”Allah şahidimiz olsun” diyerek antlaşmaya varırlar ya, bu iki Aryan kavmi de kendi tanrılarını antlaşmalarına şahit olarak gösteriyorlardı. MÖ 1400'lü yıllarda kayalara oyulan Boğazköy'deki bir yazıtta yer alan bu antlaşmada Mitra ismi, karekterine uygun bir sıfatla, yani ”antlaşma gözlemcisi” olarak yer aldı. Bu sıfat, yani ”antlaşma gözlemciliği” daha doğudaki Hindular'da da Mitra'nın en temel sıfatıdır.

Mitra, MÖ 900'lü yıllarda bu kez Mithra'laşarak Mada ve Parsalar'ı takibetmiş ve İran'a geçerek orada esaslı bir yer tutmuştur. Zarathuştra'nın bu tanrıyı, savaşçı karekterinden dolayı reddetmesi, Mithra'nın halk nazarındaki o muhteşem mevkiini fazla etkilemedi. Mithra, Magu rahiplerinin (ki Zarathuştra'nın ailesi de Magu idi) koruması altında inatla direnir. Sonradan Darius ve Xerxes'in büyük katliamından kurtulmak için Anadolu'ya geçen bu Medyalı Rahipler, oralara Mithra geleneğini de kendileri ile birlikte taşıdılar. Batı Anadolu'daki Dascylium'da bulunan bir reliefte Magu rahiplerinin faaliyetleri; sırtlarında ”pâdam” dedikleri elbiseleri, ellerinde kutsal ”baresman” denilen ve küçük çubukçuklardan oluşan bir deste ile oldukça net bir şekilde ifade ediliyor. Bu rahipler Kaldeli Din Adamları ile ilişkiye geçtikten sonra, kolaylıkla Grekler'e de ulaştılar. Sağlanan bu kontakla İran Mitolojisi, Grekler'i tümden etkilemiş, onların önünde yeni ufuklar açmıştı. Sofokles'in onları Magi olarak nitelemesinden anladığımız kadarıyla Medyalı bu rahipler, Grekleri en fazla astroloji alanında etkilemişlerdi. Çalışmamızın bundan önceki bölümlerini ve Zarathustra (1995) adlı kitabı dikkatle okuyanlar, bu etkiyi çok net bir şekilde görmüşlerdir. Kurulan bu ilişki sonucu, batıya doğru ilerleyişinde Mithra'nın önünde hiç bir engel kalmamıştı.

Batı'ya geçen Mithra'nın isminin ardına orada bir ”s” harfi konacak ve O, buralarda ”Mithras” olarak anılacaktı. Bu ilerleyişte Mithracılar'ın en önemli duraklarından biri de Suriye'dir. Bu ülkedeki Dura-Europos denilen yerde yapılan kazılarda inkar edilemez bulgularla, Magular'ın Batı'da Mithra mezhebini yaymakta çok büyük mesafe kat ettikleri görüldü. Bu kültte Mithra kudretli bir güneş tanrısı olarak görülüyor. Burada en büyük Mithra mabetlerinden biri (Mithraeum deniliyordu bu mabetlere) ortaya çıkarılmıştır. Bu tapınakta , iki Magu rahibi ibadet kıyafetleri ile resmedilmişlerdir. Santa Prisca'daki Roma Mithraeum'unda ise bu kez rahipler, kırmızı cübbe ve kırmızı başlık giymiş bir şekilde resmedileceklerdi. Bundan başka, Dura'da bulunan Mithraeum'un duvarlarında yer alan bir yazıtta; Maximus adındaki biri ismen ”magus” olarak takdim edilmektedir. Magular'ın Roma'ya ilk ayak basışları, Nero'nun taç giyme törenleri sırasındadır. Ülkesini Roma topraklarına katmaya gelen Ermenistan Kıralı I Tiridates, MS 66 yılında, yanındaki Magu Rahipleri ve 3000 Parthialı atlı ile birlikte bir törene katılmış, Nero'ya hitaben; ”…ben size, Mithras'a yaptığım gibi, tapmaya geldim” demişti. Tiridates'in bundan beklentisi, Roma gibi bir süper devletin başına geçmekte olan Nero'nun Mithra mezhebini yaymasını sağlamaktı veya güçlü Pers İmparatorluğuna karşı korunma sağlamaktı. Her ne olursa olsun, Tiridates'in bu tercihi ile Ermeniler, diğer Doğu Aryanları ile yollarını tamamen ayırmış oldular. Öte yandan Nero bu dinle gizliden de olsa ilgilendi, Magular'dan tapınma ile ilgili bilgiler aldı ve kendisini halka ”Güneş Tanrısı” olarak taptırdı.

Mithracılar, Hazreti İsa'nın doğumu sırasında Bethlehem'e de gitmiş, İncil'in naklettiğine bakılırsa, bu peygamberin (Mesih) doğacağına dair bir de kehanette bulunmuşlardı. Avesta'da, ”Soaşyant inecek” şeklinde bir cümle yer alıyordu. Bunu bilen Hristiyan yazarları, inecek peygamber olarak haber verilen Mesih'in veya Soaşyant'ın, ikisinin de İsa Peygamber'den başka biri olmadığını söylüyorlardı. Hatta Mesih, Güneş tanrısı Mithras ile de karıştırılmıştı. Roma'daki Latince yazılmış bir yazıtta yer alan ”Soaşyant'a selam” (Hail Soaşyant) ibaresi oldukça anlamlıdır. Bu, Hazreti İsa'nın dünyaya yeniden geleceğine dair geliştirilen Hristiyan inancının kaynaklarını aydınlatıcı en önemli belgedir..

Magular'ın Avrupa'ya, inançlı birer Mithracı olan Kilikyalı korsanlar vasıtasıyla düşüncelerini taşıdıkları hususunda kuvvetli bir inanç var. Bu korsanların Pomoei'ye yaptıkları alışveriş seferlerinde, oraya kendi inançlarını da taşıdıkları sanılıyor. Fakat bu Mithra, Kutsal Boğa'yı boğan bir Mithra'dır ve savaşçıdır. Kilikya da, Anazarbos'da (Anazarva'da) bulunan bir yazıtı inceleyen bilim adamları, bu yörede Mithra'ya tapıldığının esaslı işaretlerini buldular. Bu yazıtta Marcus Aurelinus adındaki biri, Anazarbos'u rahip ve ”Zeus-Helius ile Mithras'ın babası” diye onurlandırarak kutsuyor. Mithras'a, Kilikya'nın başkenti Tarsus'da da tapılıyordu. Bu arada Mithra ile ilgili olarak Anadolu'da bulunan en önemli bulgulardan bazılarının Kavak Dağı ve Faraşa'da gün yüzüne çıkarıldığını ekleyelim. Diğer bazı bulgular ise; Savcılar, İsparta, Amasya, Lycaonia, Bergama, Kilisehisar'da bulunmuştur. Mithras, kendisine Kommagene Devleti'nde de iyi bir yer edinmişti. Nemrut Dağı'ndaki büyük tanrı heykelleri arasında O da; Zeus-Ahura Mazda, Hermes, Apollo-Helios ve Herkül-Verethragna gibi tanrılarla birlikte kendisine itibarlı bir yer edinmişti. Bu tanrı heykellerini Kıral I. Antiochus ve babası Mithridates, ülkeyi korumaları için diktirmişti.

***

Mithras'a Avrupa'da savaşçı bir tanrı olarak tapılmış, oralara hakim olan Romalı Askerler arasında büyük ilgi görmüştü. Bunlar Mithras'ın, hayatlarını Roma Kartalı'nın yücelmesi uğruna feda etmeye hazır olan, askerleri koruyacağına inanırlardı. Romalı Askerler'in komutanlardan biri olan Valerius Maximianus, Romanya'nın (Dacia'nın) Julia Alba denilen yerleşim biriminde Mithras için adak adamıştır (Apulum mithraeum'unda). Mithra tapınakları; Numidia'da, Danubia bölgesinde, Moesia'da ve Afrika'daki Sitifs'te (Setif) MS 2. yüzyıldan itibaren faaldiler. Yugoslavya'nın Dalmaçya kıyılarında ise üç önemli Mithra tapınağı vardı. Mithra mabetleri Almanya'nın; Deiburg, Neuenheim, Königshofen, Weisbaden, friedberg, Ober-Florstadt, Sarrebourg, Heddernheim, Rückingen, Altenburg ve Stockstadt gibi yerleşim birimlerinde keşfedilmişlerdir. Roma'da şu Mithraeumlar önemlidir; San Clemente, Aventine, Barberini, Capitoline, Museo di Roma, Caracalla Hamamları, Esquiline, Via Firenze, Santa Prisca, Cancelleria Apostol(?)..Bunlardan başka; Bulgaristan'ın Siscia'sında, Kırım'da, İspanya'nın Merida'sında, Britanya'nın Eburacum'unda, Londra; Walbrook'ta, Mısır'ın Oxyryncus'unda ve dünyanın daha pek çok yerleşim biriminde Mithra ile ilgili relief, mabed veya heykeller hala ayaktadırlar. Bunlar ve bunlar gibi 76 Mithraeum saptanmıştır (en aşağı rakkamdır bu). Aurelian, şimdiki İtalya'nın Piazza San Silverto'sunda büyük bir Güneş tapınağı kurarak Mithras'a olan bağlılığını ifade etmiştir. Burada O, Güneş Tanrısı'na ”tek göksel tanrı” olarak tapardı. Bu arada en yankı uyandıran Mithraeum, İtalya'nın Batı kıyılarında yer alan küçük Ponza Adası'nda inşa edilmişti. Bu tapınağın duvarlarında yer alan Zodiac'ın anlamının çözümü ile ilgili olarak ciltlerle kitap dolduracak genişlikte makaleler yazılmıştır. Romalılar, Güneş Tanrısı'nın (Mithras'ın) ”doğum günü” olarak 25 Aralığı kabul ediyor ve büyük törenlerle kutluyorlardı. O gün, Zerdüştiler'in Peygamber Zarathuştra'nın doğum gününü kutladıkları gün (26 aralık) yapılan törenlerin benzeri dinsel törenler, tüm Mithras bölgelerinde yapılırdı. Bilindiği gibi bu gelenek, Hristiyanlığa aynen geçmiş, 25 Aralık Hazreti İsa'nın doğum günü olarak kabul edilmiştir.

Bilinen en inançlı ve o derecede de önemli Mithraist, Roma İmparatoru Julian'dır (MS; 356). Julian, Hristiyan olarak doğmuştu.. Ülkeyi yönetmeye de Hristiyan olarak başladı, fakat çabucak döndü ve kendisini ”inanmış bir Mithrascı” olarak ilan etti. O, yeryüzünde Mithra dinini uygulayan son imparator olacaktı. Julian, ”Güneş'e ilahiler” adlı dini kitabında; ”Mithra Güneştir ve Apollo, Phaäton, Hyperion ve Prometheus ile aynı yüce varlıktır. Diğer tanrılar (yani Apollo ve diğerleri) açıkça Güneş'in (MIthra'nın) değişik güçlerinden oluşan veçheleridirler (tıpkı Zarathuştra'nın Ahura Mazda ve veçheleri için söyledikleri gibi). Julian kendisini, moral değerlerini Mithras'tan alan iyi bir rahip olarak tanımlar. Bu moral değerlerin can damarı; ”Yönettiği halka karşı iyilik, tanrılara karşı dindarca bir sevgi ve itidalli olmak”tır. Julian bu prensipleri hayatı boyunca kendisine şiar edinmişti.. Konstantinopol'da (şimdiki İstanbul) Mithracılığa başladığı andan itibaren bu dinin zaferi için elinden geleni yaptı, fakat ömrü kifayet etmedi. Komşu dine sahip, Zerdüşti Sasaniler'e karşı çıktığı seferde kendisine isabet eden bir ok, onun hayatına son verince Hristiyanlığa yine gün doğmuş ve Batı'da Mithraizm'in uzun yürüyüşü -belki- ebediyen sona ermişti..

Burada Mitraizm'in yayıldığı coğrafyanın sınırlarına gelmiş oluyoruz. Bu Tanrı, Doğu'daki; Çin, Moğol ve Türkler'den oluşan halklar'ın dışında, bilinebilen dünyanın her köşesinde şöyle veya böyle kabul görmüştü. Zaten yukarıda hariç tuttuğumuz Uzak Doğu Halkları'nın büyük bir kısmı o sıralarda Zerdüştilik'ten etkilenmiş bir din olan Mani Dini'nin etkisine girmişlerdi. Mithra'yı bu Doğu Halkları'nın yeni dini; ”myşyy bhghyy” yani ”Mithra baga” olarak kopya etmiş bulunuyordu. Maniciler'in myşyy'si, Parthia'nın myhr kelimesi ile aynı köktendir. Myhr Parthia dilinde Güneş anlamına geliyordu. Maniciler, işte bu myşyy'yi ”Tanrı Güneş”=Mithra olarak tercüme edip almışlardı. Byghyy ise Rg Veda'nın Bagha'sı ile aynıdır ve ”takdir eden” anlamına gelir. Bu tanrı Maniciler arasında gerçekten ”Güneş Tanrısı” olarak kabul görüyordu.. Buddhist Sogdialılar da (yani Ortaasyalılar'da) Mithra'ya taparlardı. Onlar, Mihra'yı ”dãmext”, yani bu dünyanın yargılayıcısı olarak kabul ederlerdi. Bu durumda Mithra'ya tapılan coğrafya; Afrika dahil, o zamanlar bilinebilen tüm dünyayı kapsamaktaydı... Yeryüzünde hiç bir tanrı bu derecede üniversal bir kabul görmemişti.

***

Mithra kavram olarak; Eski Aryan inancında, Zarathuştra'nın reformasyonunda, Zerdüştilik'te ve Roma'da değişik sıfatları ön plana çıkarılarak değerlendirilmiştir. Bu değişik yorumlar, o dinlerin karekterinden ileri gelen değerlendirmelerdir. Eski Aryan dinleri ve Rg Veda resmen politeist birer dindir ve Mithra bu dinlerde ya baş tanrı ya da tepeye yakın tanrılardan biri olarak kabul görmüştür. Hinduizm'de Mitra, bu dinin iki önemli tanrısı olan Varuna ile İndra'dan sonra önem itibariyle üçüncü sıraya oturmuştur. Tabii ki bu önemli ve önemli olduğu kadar da kudretli Aryan Tanrısı'nın çok eski dönemlerde Aryan panteonunun en tepesinde oturduğunu da unutmuyoruz. Öte yandan Zarathuştra'nın tebliğ ettiği dinin tam anlamıyla monoteist olduğunu ve bu dinde Ahura Mazda'dan başka ”tanrılar”a, bu arada Mithra'ya yer olmadığını görüyoruz. Eklektik bir Zarathuştracılık olan Zerdüştilik'te ise ona tanrı ile melek arası bir yer biçilmiş, ”Mazıştõ yazatanam” (en büyük yazata) ve ”vahıştõ yazatanam” (en iyi yazata) sıfatlarına layık görülmüştür. O, ülkeler ve insanlar için hem en kötü (kötüler için en kötü), hem de (iyiler için) en iyidir (akõ vahıştasça). Politeist Roma'da ise askerlerin ruhuna hitabeden savaşçı karekteri sayesinde kendisine en önde bir yer bulmuştu. Bu arada Julian'ın monoteist ve Zarathuştracılığa çok yaklaşan özel Mithracı yaklaşımını da burada bir kez daha hatırlatalım.

Bütün bunlara rağmen O, tüm bu dini guruplaşmalarda sıfatlarından birini her yere taşımıştır; antlaşma. Avesta'nın yazdığına göre Mithra; antlaşmaları ”bin duygusu, bin kulağı, onbin gözü ve onbin ajanı ile takip eder”. O; ”Antlaşma bozucuları (Mithradruj'ları) cezalandırır, sözlerine sadık kalanları ise mükafatlandırır”. ”Takip ettiği antlaşmalar, toplum içindeki tüm antlaşmaları kapsar”. ”Bunların arasında gönüllü ilişkilerle şekillenmiş olanları olduğu gibi, aile kurumunun gerektirdiği mecburi olan toplumsal mukaveleler de yer alır”. Kardeşlerin, babanın, ananın ve çocukların biribirleri ile münasebetleri, toplumsal istikrar için çok önemli olduğundan, bu tür mecburi antlaşmalara uymak Aryan toplumu için hayati bir önem taşırdı. Mithracılık'ta antlaşma, her toplumsal birim için önemli olduğu gibi, genel toplumsal düzen için de önemlidir. Çünkü Mithracılar, toplumsal bir antlaşma olmadan ve herkes kurulu düzenin kurallarına uymadan toplumun yaşayamayacağına inanırlar. Bir ülkenin iç düzeni, O ülkenin uluslararası antlaşmalara uyma kaabiliyetinin de ölçüsüdür. Uluslararası antlaşmaları kollamak ise Mithra'nın en can alıcı sıfatıdır. Mithra'nın bu konu ile ilişkili olarak bir sıfatı da ”karşõ rãza”, yani sınır çizgilerinin direktörü olmaktır. Mithra ülkeleri; antlaşmalara uyup uymamalarına bakarak ya korur ya da ezer. O, düzenli uluslararası ilişkilerin garantörüdür.

Mithra görevlerini yerine getirirken bazı yardımcılarla birlikte hareket eder. Bu hem Hinduizm'de hem de Zerdüştilik'te böyledir. Hinduizm'in (Brahmanizm, veya Rg Veda dini) karmaşık tanrı ilişkileri içinde önemli bir terime; ”Mitrãvarun㔠terimine rastlarız, ki bu Mitra'nın, göklerin hakimi Varuna ile bir ikili teşkil ettiğini ifade eder. Şunu da ifade edelim ki, Hindu Tanrıları (ki bunlar 33 tanedir) insan şeklinde tasavvur edilmişlerdir. Bunların yüzleri, gözleri,kolları, elleri ve ayakları tarif edilmiştir. Bunlar yürürler, otururlar, yerler ve içerler. Bizim ikilimizdeki Mitra ve Varuna'nın gözleri güneştir. Onlar, ”her yere kolları ile erişir gibi, güneşin ışınları ile erişirler”. ”Gençtirler ve parlak elbiseler giyerler”. ”Kaldıkları mekan altındandır ve gökyüzündedir”. ”Bu mekan çok lükstür, bin sütunlu ve bin kapılıdır”. Onların ”aldatılması mümkün olmayan bin casusları vardır”. ”Onlar bu evrenin krallarıdırlar”. ”Mãgha (yani; gizli tanrısal kuvvet) vasıtasıyla egemenliklerini icra ederler”. Onlar bu kuvvetleri vasıyasıyla ”Güneş'e gökyüzünü kattettirirler ve yine bu kuvvet vasıtasıyla onu bulutlarla örter, yağmurların arkasına gizlerler”. Mitra-Varuna çifti ”tüm dünyanın koruyucusudur”. Bu çift, ”gökyüzünü, yeri ve havayı destekler”. Onlar ”nehirlerin efendisidirler, yağmurları yağdırıcı tanrılar” bunlardır. Onların ”yumuşak ve serinletici hareketleri” de vardır. ”Çayırları yağmurla, gökleri balla ıslatırlar”. ”Yağmurlu gökleri ve dalgalı suları kontrol ederler”. Onlar'ın en önemli sıfatları; düzenin destekçileri ve besleyicileri olmaktır (Bu özelliğin Hindistan'da geçerli olan kast sistemi için ne kadar önemli olduğunu düşününüz). Bu ikili, sahtekarlığın önündeki en büyük engeldir. Bu kötü karekterlilikten (sahtekârlıktan) nefret ederler ve böylesi bir sıfatı defeder, ezerler.

Rg Veda'ya göre Mitra'nın iki de astı vardır. Bunlar; Aryaman ve Bagha olarak adlandırılmışlardır. Aryaman, Aryanlar'ın kaderini koruyan bir tanrıdır. Onların kötülüklerden korunması gibi bir işlev yüklenmiştir. Bagha takdir edici demektir (tanrı takdiri). İnsanlara kısmet takdir eder ve dağıtır. Bir ast tanrı olarak Aryaman'ın kendisinin de bir yardımcısı vardır; Daksa. Daksa; ”üretici enerji”yi temsil eder. Bagha'nın (Bhaga) yardımcısı ise; ”paylaşma”'yı temsil eden Amşa'dır. Hindular'ın Mitrası'na yadımcı olan ikilinin İran'daki (Zerdüştilik'teki) karşılığı, dünyevi işlerle ilgili olarak; Sraoşa ve Aşi, hesap gününde ise Sraoşa ve Raşnu'dur. Sraoşa gün ağarırken, Aşi ise gün batımında onun yardımcısıdır. Burada Mithra'nın indirekt bir şekilde Güneş Tanrısı olarak kabul edildiği gerçeği ortaya çıkar. Çünkü Havani vakti (güneşin göründüğü saatler) bir yardımcıya ihtiyaç duymayan Mithra, özellikle gün batımında ve şafak vakitlerine kadar bazı yardımcılara muhtaçtır, ki bu, O'nun o zamanlar antlaşmaları ve düzeni kollama görevini yerine getirirken bazı güçlüklerle karşı karşıya kaldığı gibi bir sonucu da birlikte getirir. Gün batımından sonra Haraiti Bareza'ya inen Mithra, çayırları ve düzeni bazı vasıtalar kullanarak koruyor. Ama gündüz vakitleri buna lüzum hissetmiyor. Bunun anlamı açıktır. Güneş, gündüzleri yeryüzünü ve oradaki engin çayırları kendisinin ”onbin gözü” ile görür. Antlaşma bozucuları, hırsızları ve çapulcuları çok kolaylıkla tesbit eder ve cezalandırır. Ama gece olunca Haraiti Bareza'ya inmiştir, yardımcıya ihtiyacı vardır..

***

Aryan Tanrıları arasında fonksiyon ve önem bakımından süreç içinde hep 'git-gel'ler oluşmuştur. Bazan bir bakarsınız bir tanrıya atfedilen bir fonksiyon, bir başka tanrıya atfedilmektedir. Bazan da belli bir tarih kesitine kadar baş tanrı veya tek yaratıcı tanrı olarak kabul edilen bir diğer tanrının birden bire ikinci, hatta üçüncü plana itildiğini görebilirsiniz. Yukarıda bahsedilen önem kaymalarını en fazla Mithra'da görmek mümkündür, ki bunun, onun en uzun süre tapılan tanrı olma özelliğinden ileri geldiği açıktır. Olayı daha iyi kavramak için Mithra'nın temel sıfatlarına bakalım ve bunların süreç içinde hangi tanrıların sıfatları ile kesiştiğini görelim:

Avesta'da Mithra'ya atfedilen dört temel sıfat vardır. Bunlar; antlaşma, şafak ışıkları veya Gün ışığı, hayat vericilik ve savaşçılıktır. Antlaşma ve antlaşmaların garantörlüğü ile ilgili temel fonksiyonunu -ki bu onun yukarıdaki sıfatı gereğidir- etraflıca incelemiştik. Şafak ışıkları da onun Güneş Tanrısı olmasının verdiği bir özelliktir. Mithra için bu da tartışmasız bir sıfattır. Tartışmalı olan sıfatları ise; hayat vericilik ve savaştır. Hayat verici olma bakımından Homa ve Anahita ile ”yetki” sınırları karışırken, kendisine atfedilen savaşçı karekter bakımından Hindular'ın güçlü tanrısı İndra ile sıfat karışıklığı yaşar. Aryan mitoloji'sinde suların efendisi olarak kabul edilen iki tanrı vardır; -ki hayat susuz düşünülemez- bunlardan biri Hindular'ın Baş Tanrısı; Varuna, ikincisi ise yukarıda bahsettiğimiz ve Avesta'da adı geçen Ardvi Sura Anahita'dır. Varuna'nın diğer büyük vasıflarını bir tarafa bırakırsak, bizim konumuzla ilgili olarak O, ”suların düzenleyicisi”dir. Gizli gücünü kullanarak nehirlerin okyanusa dökülmesine yardım eder, hem de okyanusta dolgunluğa ve taşmalara yol açmadan.. Varuna ayrıca havadaki suların da efendisidir. O, bu suları bulut haline getirir ve yağmura dönüştürerek yağdırır, çayırları besler. Oysa Mithra'nın buna paralel olan kuvvetli bir sıfatı vardır; çayırların koruyucusu ve besleyicisi olmak. Bu sıfat, değişik bir şekilde de olsa Avesta'nın Anahita'sı ve Apam Napat için de geçerlidir. Burada iki kuzen halkın; Hindu ve İrani Halklar'ın tanrıları ve yazataları arasındaki bariz bir farka değinmekte büyük bir yarar vardır; Hindular'ın tanrıları tamamen insanlara benzer özellikler taşımalarına karşın, İraniler'in yazataları abstrakttırlar. Bundan dolayı iki kuzen halkın dinleri arasında direkt bir mukayesede bulunmak oldukça zordur.

Mithra Avesta'da açıkça; ”puthrõ dã”, yani oğullar veren, ”gayõ dã”, yani can veren ve ”uxşyat urvara”, yani bitkileri yeşerten, büyüten olarak gösteriliyor, ki bu sıfatlar direkt olarak Homa'nındır. Homa'nın bu en temel sıfatlarının Mithra'ya monte edilmesi, ya O'nun bir zamanlar Homa ile aynı tanrı sistemi içinde yer aldığını gösterir, ya da ikisi arasında bir sıfat kayması olduğuna delalet eder. Fakat her ne olursa olsun, bu kaymanın Rg Veda'nın naklettiği bir menkibe ile açıklığa kavuşacağına inanıyoruz. Şöyle: Anlaşıldığı kadarıyla eski Aryan tanrıları -en aşağısından Hint Kolu'nun tanrıları- bir zamanlar ölümlüydü. Bunların bir istisnası vardı, Soma.. ”Kıral” Soma (Homa) bir yönüyle ilahi bir yağmurdur, ki bu yağmur hem dünyayı mahsul verebilir duruma getirmiştir, hem de göksel Kutsal Boğa'yı besleyen başlıca gıda olmuştur. Tanrılar, Soma bitkisindeki (bu, Soma'nın kendisidir) ölmezlik özünü elde etmek ve içip ölümsüzleşmek için onu öldürmek (veya bitkisini presleyip suyuna sahip olmak) için bir karara varırlar. Bu karara Vayu iştirak etti ve Mitra'nın da bu suça iştirak etmesi için kendisi tanrılar tarafından çağrıldı. Tanrılar, Mitra'ya, yani bir adı da ”arkadaş” olan bu tanrıya; ”Kıral Soma'yı öldürmek istiyoruz, sen de bize iştirak et” dediler. Mitra önce itiraz etti ve ”ben herkesle arkadaş olduğum için buna iştirak etmem” dedi. Fakat sonunda ölümsüzlük iksiri çekici geldi ve O da diğer tanrılarla birlikte Soma'nın öldürülmesi suçuna iştirak etti. Menkibe böylece uzayıp gider. Buradan çıkarılacak olan önemli sonuçlardan birincisi; Soma'nın bir ara diğer tanrıları kıskandıracak derecedeki ciddi sıfatlara sahip iken, sonradan tanrılığı dahi tartışılır duruma gelmesidir. İkincisi; Aryan tanrıları da tıpkı Grek tanrıları gibi entrikalar çevirebilmişlerdir. Üçüncüsü; tanrılar arası sıfat kayması olayının açıkça görülmesidir.

Mithra'nın savaşçı karekteri ise O'nun her vesile ile Hindular'ın tanrısı İndra ile mukayese edilmesine yol açıyor. Mithra gerçekten; ”yanlışı cezalandırır” gibi, ”yanlış yapan ülkelerin insanlarını kitlesel olarak ezer” gibi pek çok sıfatıyla savaşçı tanrı olarak değerlendirilmeye hak kazanmıştır. O, bu sıfatlarıyla Zarathuştra tarafından ”daeva” olarak değerlendirilip Bahdin'e (Mazda dinine) sokulmamıştır. Fakat O, bu sıfatıyla Roma İmparatorluğu'nda askerlerin göz bebeği olmuş, bu askerler sayesinde tüm Batı'ya yayılabilmiştir. Bütün bunlar bile O'nun İndra ile özdeşleştirilmesi için yeterli değildir. Burada ancak, yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız gibi, bir sıfat kaymasından bahsedilebilir. Yani sürecin belli bir kesitinde Mithra, İndra'nın bazı sıfatları ile açıklanmıştır , hepsi o kadar..

sraoşa

Sraoşa ya da Sroş, bilinebilen en eski Aryan tanrılarıdan bir olarak kabul ediliyor. Bu Aryan Tanrısı, zaman zaman Homa ile, zaman zaman da Mithra ile eşleştirilmiştir (dvandna). Zarathuştra'nın ölümünden sonra Avesta'ya ”ilahi tapınma meleği” veya ”tanrısal rahip” olarak giren Sroş, aslında Peygamber'in kendi ayetlerinde de isim olarak yer alır (üç kez). Bundan dolayı da Zerdüştiler arasındaki yeri oldukça sağlamdır. Zerdüşti takviminin 17. günü Srôş Günü olarak kabul edilmiştir. Avesta'da kendisini anlatan iki Yasna (Y; LVI ve LVII) ile bir Yaşt; Sroş Yaşt Hâdhôxt yer almaktadır. Yukarıda adı geçen Sroş Yaşt, Zerdüştiler'ce orijinal Avesta'yı oluşturan 21 Nosk'tan biri olan Hâdhôxt Nosk olarak kabul görmektedir. Bu yaşt, daha ziyade günlük beş vakit toplu ibadetlerde (Gahlar'da) okunur (Rapitvîn vakti hariç). Yasnalar ise ele aldıkları konuyu veya Yazata'yı tasvir edici, anlatıcı parçalardırlar.

Sroş, Baresma denilen kutsal desteyi bağlayan ilk tanrısal varlık olarak kabul ediliyor. Bu kutsal deste, kutsanmış ağaç dalcıklarından oluşur ve her kurban töreninde baş rahibin (zaotar'ın) elinde bulunur. Yine Sroş, kutsal dini metinlerin anahtarı olan Ahuna-vairya'yı ilk terennüm eden tanrısal varlıktır. Çünkü Ahuna-vairya'da konsantre olmuş olan Söz, Sraoşa'nın kendisidir. O'nun ”düşman Kötü Güçler'e karşı silahları; bu Ahuna-vairya ile Yasnalar'dır”. O ”bunları okuyarak (bu silahlarla), günde üç kez -her gece ve her gün- bu Karşvar'da Angra Mainyu ve 'çetesi'ni vurmak için saldırır”. Görüldüğü gibi İran Aryanları'nda tanrısal varlıkların Kötü Güçler'e yönelttikleri saldırılar, bildiğimiz somut saldırılar olarak yorumlanamazlar. Burada halka -her hangi bir vasıta kullanarak- ayetleri tebliğ etmek suretiyle onları uyarmak ve onların Angra Mainyu ve veçhelerine karşı uyarılmalarını sağlamak ”saldırı” olarak sunulmaktadır. Tabii ki Sraoşa, bu şekliyle Zarathuştra düşüncesine de uygun düşer. Çünkü Zarathuştra'nın geliştirdiği düşünce sisteminde her kişi hem kendisinin hem de Evren'in kurtuluşunu hazırlamakla yükümlendirilmiştir. Kişiler, Tanrı'ya ve Kötü'ye karşı bağımsızdırlar, ama yaptıklarının hesabını öldükten sonra vereceklerinin bilincindedirler, veya bu bilinç Tanrı tarafından kendilerine türlü vasıtalarla verilmiştir. İnsanoğlu bu bilinç sayesinde kalbine yerleşmeye çalışan Kötü Güçler'i tecrit eder. Böylece hem fert olarak kendisini kurtarır, hem de Evren'in kurtuluşuna katkıda bulunmuş olur.

Buradan Sroş'un en temel sıfatına geliyoruz. O, cisimleşmiş ”Buyuruculuk'dur”, Mãthra Spenta'dır veya Tanrı Kelamı'dır. Bu anlamda daha önce incelediğimiz vâxş nêrôk mênôk ile aynıdır ve daha sonra inceleyeceğimiz Ahuna-vairya denilen Kutsal Formüla'nın (Kutsal Kitab'ın anahtarı) içine konsantre edilmiştir. Spenta Mãthra olarak kökeni itibariyle hikmet dolu bir ifade olup Ahuna-vairya ile ayrılmaz bir bütündür. Mãthra, Söz' den ibaret olduğu için göze görünmez ama ”yalan=drug” olanı en iyi def eden silahtır. Çünkü ”Gerçek”in sözleri, düşmanları (drug) vuran en iyi savaşçılardır. Mazda-tapıcıları'nın kanunları veya kuralları olan bu Kutsal Formül, tüm iyi şeyleri en emin bir şekilde veren vasıtalardır. Çünkü bunlar, Evren'in yaradılışından önce varolan tertemiz ilkel özün (dinsel malumat=çista'nın) parçalarıdırlar. Zarathuştra'nın kurallarıdırlar bunlar (Din). Sroş bu sıfatıyla ”düşman veya düşmanlar”la yoldaşlığı sona erdirir. İnsanları böylesi arkadaşlıklar kurmaktan vaz geçirir. Bu düşman erkek olabileceği gibi, dişi de olabilir. Sroş, böylesine kötü yoldaşlıklara sapmış olanların ”gözlerini, zihinlerini, kulaklarını, ellerini, ayaklarını, ağızlarını ve dillerini baş döndürücü bir süratle başka yöne” çevirir. Onları; ”Kötü'ye bakmaktan, onu düşünmekten, onu dinlemekten, ona dokunmaktan (cinsel açıdan ve çalma gibi arzulardan), ona doğru yürümekten ve onu konuşmaktan vaz geçirir”. ”Bunu yaparken insanlara aldatıcı sözler vermekten ve onlara zarar vermekten uzak durur”.

Sroş'un bir diğer sıfatı; İtaat'tır veya söz dinlemedir. Bu konu da O, xvadat'tır. Xvadat; (Kürtçe'deki Xweda=Xwedê gibi) kendi kendisini yaratan anlamına gelir. Tanrı Kelamı olarak bunun böyle olmasının, iyice düşünüldüğünde en doğru değerlendirme olduğu görülecektir. Çünkü, Zerdüştilerde Tanrı, oturup bildiğimiz anlamda konuşmaz. O'nun sözleri de Tanrı'nın varlığı gibi kendiliğinden vardırlar. Bu sözler yaradılıştan önce vardırlar, rehabilitasyondan sonra da var olacaklardır.. Bunun böyle olduğunun işaretlerini Avesta'nın pek çok bölümünde görebiliriz. Sroş; drug'u en iyi vuran tanrısal varlık olması hesabıyla, fakirlerin en mükemmel koruyucusudur. Çünkü drug, fakirliğin ”yaratıcısı” veya sebebidir. O, her gün batımından sonra materyal dünyayı Kötü'nün saldırılarından korur. Sroş, Evren kurulduğundan beri axafna'dır (hiç uyumamıştır ya da bu olanaktan yararlanamamıştır). Bu Yazata, tüm mü'minleri vicdansız Aêşma'dan (nefret), hem yaptığı uyarılarla bu dünya'da, hem de öbür dünyada köprü başında korur. O, Ahura'nın yaratıklarının uyku bilmez koruyucusudur.

Sroş, Kozmik Aşa'ya ve Tanrı Ahura Mazda'nın ruhu veya sözü olan Mãthra'ya tabidir. Fakat daha derinden bakıldığında bu ikisi bir bütündür (Aşa ve Mãthra). Bu adil, dürüstlükle eş anlamlı, tam gelişmiş ve muzaffer Yazata; yaşayan ateşin cisimleşmiş şeklidir. Bu yaşayan ateş, yaşayan vücutların içindeki ateştir. O, bu yönüyle görünen ilkel özün (dinsel malumat=çista'nın) bir şekli olan vücudun görünmeyen hayat ateşidir (Xvarr, hvareno). Bu yönüyle O, bir kalbe sahip olan tüm yaratıkların ve ayırımsız tüm sosyal gurupların ateşidir (Kalp ateşi, atrium). O'nun bu ateşin insanların vücuduna yerleştirilmesi hususunda bir yoldaşı vardır; Varathragna.. Bu Yoldaş Yazata, Sroş'un vücudunun oluştuğu ve insanların Kötü'ye karşı zaferlerini sağlayan ateşi kalbe ve yeryüzüne yerleştiren kozmik bir mefhumdur (Varathragna'ya daha sonra yeniden döneceğiz). Öte yandan ateş, gökle canlı vücut arasındaki git-gellerinde tam bir çember (devr-i daim) çizer. Ateş, önceleri görünmeyen ilkel ateş veya sonsuz ışıktır. Sonra çeşitli aşamalardan geçerek görünür hale gelir. En nihayet insanın kalbine yerleşir. Tükenişte tekrar görünmez ilkel ateş haline dönüşme yoluna girer ve Athar'a dahil olur. Bunun da döneceği ara durak Aşa Vahişta'dır (Behişt'e= cennete döner).. Sonra hep birden Ahura Mazda ile bütünleşilir, ”En el-haq”.. Bütün bunlar, ”Mãnthra” ile ateşin ne kadar sımsıkı bir şekilde biribirine bağlı olduğunu gösterir. İkisinin harika bir harmoni halinde bir Yazata ile, yani Sroş ile ilişkilendirilmesi Aryanlar'ın Evren teorisinin hiç de eklektik olmadığının en önemli delilidir. Bundan da anlaşıldığı kadarıyla bu mitolojide derin bir mantık bütünlüğü hüküm sürmektedir..

Sroş'un, insanların ölümünden sonra da onlara karşı yüklendiği önemli görevleri vardır. Aslında bu, O'nun Aeşma ile yaptığı kıyasıya mücadelenin bir devamıdır. O, Mithra ve Raşnu ile birlikte ”Sırat Köprüsu”nün üstündeki hesaplaşmada yer alır, ki bunu daha önce etraflıca incelemiştik. En sonunda ise, Kötü tecrit olmuş, İyi ile Kötü'nün nihai mücadelesini başlatacak olan an gelmiştir. Bir anlatışa göre; bu son aşamada Ahura Mazda'nın kendisi, canlıların kozmik prototipi olan Göksel Boğa'nın (Hadhayoş'un veya Hadhayans'ın) kurban edilmesi işleminde hazır bulunmak üzere ”yeryüzüne iner”. Bu kurban işlemi, gerçekte bildiğimiz kurban etme olaylarından çok farklıdır. Bilinen hayat türünün, Angra Manyu ve veçhelerinin tecritinden sonra, artık gereksiz olduğu için sona ereceğinin ilanıdır bu. Kurban işleminde Zaoter işlevini bizzat Ahura Mazda yerine getirirken, Rathwiskar (raspi) olarak Sroş hazır bulunacaktır. Bu işlemin nihayetinde; Beyaz Homa son olarak ortaya çıkar. Beyaz Homa'nın preslenmesinden elde edilen sıvı, ölümsüzlük iksiri olarak tüm insanlara dağıtılır ve onlar ölümsüzlüğe kavuşturulur. Böylece yeniden diriliş tamamlanmıştır. Artık tüm insanlar sonsuza kadar ölümsüzdürler. Bir diğer anlatılış şekli ise Zaoter'in Ahura Mazda tarafından tayin edilmiş olan Beyaz Homa olacağı kaydedilir ve bu anlatış şekli Aryan Mitolojisi'nin takip ettiği mantık açısından çok önemlidir (Bkz; Bölüm,4).

raşnu ve zerdüşti takvimi

O, razışta'dır (en dürüst). O'na genel olarak ”en saf gerçek” deniliyor.İsmi, Yani Raşnu; kelime anlamıyla bugünkü Kürtçe'de de ”aydınlık” anlamına geliyor. Raşn Yaşt'tan da anladığımıza göre O, ”çok şerefli Kutsal Formüla”dan (Ahuna- vairya'dan) özünü almıştır (Ahuna-vairya için bkz; 6. Bölüm, besmele alt bölümüne). Daha önceki yaradılış bölümünde de belirttiğimiz gibi Söz veya Ses yaradılış'ın en başında, ilk hareketlenmeyi başlatan bir güçtür. Bu Yaşt, ”Kutsal Formüla'dan özünü aldı” demek suretiyle Raşnu'nun yaradılış'ın en başından beri var olduğu anlatmaya çalışır. Görüldüğü gibi hem Sraoşa hem de Raşnu Ahuna-vairya ile ilişkilendirilmiştir. Fakat nüansa dikkat ediniz. Raşnu bu Kutsal Formül'ün ”en saf gerçek” olan özü ile ilişkilendirilmişken, Sraoşa bunun Söz kısmı ile eşdeğer kılınmıştır. Söz (vaxş); bir yandan yaradılışın ilk hareketini başlatan ”Ol!” emridir, öte yandan da tebliğ edilmiş olan dindir.

Raşnu ayrıca ”ras”, yani Kozmik Çember (Çarx-ı Felek) ile de ilişkilendirilmiştir. Bundan dolayı O, Evrensel Düzen'in yöneticisi ve yargıcıdır. Buradan Raşnu'nun asıl varlık sebebine geliyoruz: O, Ahuna-vairya'nın (Kutsal Formüla'nın) veya Kutsal Kitab'ın anahtarı'nın kutsal özünden oluştuğu için; ilerleme sağlayıcıdır, kuvvetli bir sezgi gücüne sahiptir, bilgedir, sağlıklıdır ve çok güçlüdür. En Saf Gerçek olması hesabıyla insanların tüm yaptıklarını takip eder ve hesaplar. İslamlar'ın günah ve sevapları kaydeden iki meleği'nin de onunkine benzer fonksiyonlar yerine getirdiği görülüyor.. Fakat sadece ”benzer” fonksiyonlar. İslamlar'ın, iki omuza çökerek insanların iyi ve kötü tüm eylemlerini bir yerlere not eden meleklerinin, Raşnu gibi Kozmik bir kavramla mukayese edilmesi mümkün değildir. Raşnu tektir ve tüm Kozmos'u doldurur desek bile bu, İslami düşünce tarafından ileri sürülen ve adam başına iki tane olan bu tür melek kavramı ile çok büyük farkları olduğunu görmek için yeterlidir (ki melek kavramı, Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta da İslamiyet'tekine yakındır). İslamlar'da her insan başına iki melek, onların iki omuzuna çökmüş, harıl harıl onların günah ve sevaplarını not etmektedirler. Oysa tüm Kozmos'u dolduran Raşnu ”Dünya'nın hangi köşesinde olursa olsun tüm insanların” ne düşündüklerini, ne söylediklerini ve ne yaptıklarını bilir, kaydeder. Böylesine bir sıfatı İslamlar ancak Allah'a yakıştırırlar..

Raşnu, Ahuna-vairya ile ilişkisinden dolayı, Aşa'nın Bilimi'dir. O, bundan dolayı her şeyi bilir. Bareza'dır Raşnu. Yücelerin yücesi olarak kabul edilir. Çünkü ”herşeyi bilen” bu Kozmik kavram, kendisinden yardım istenen her yerdedir. Kendisinden yardım istenir, çünkü O, Ahuna-vairya'nın (Kutsal formüla'nın) özünden yaratılmıştır. Bu yapısından dolayı, ”düşmanı en etkili ezen” olarak kabul ediliyor. İki yardımcı yoldaşı vardır; Âs(man)dat ve Zãmdãt.. Göksel (Asman) ve Yersel (Zam) yardımcılar. Buradaki Âsdad (Aştãt), Kozmik Daena'nın Xvarr'ı ile eşdeğerlidir veya aynısıdır. Zãmdãt ise, Varathragna ve İyi Vayu ile -birey düzeyinde- aynı fonksiyonlara sahiptir. Bunlar hep birlikte, insanların ruhsal bölgelerindeki ”kişisel” hvareno'larını oluştururlar. Daha açık bir deyişle Kozmik Daena, İyi Vayu ve Kalp Ateşi'nin her birinden, beher insana düşen payı, bağımsız insanın karar verme merkezini, vicdanını oluşturur. Bu yapılanmayı daha önce ayrıntıları ile görmüştük.

Bu fonksiyonlarının takipçisi olarak Raşnu, insanları ölümlerinden sonra da yalnız bırakmaz. Çünkü O, tüm insanların ne düşündüklerini, ne söylediklerini ve ne yaptıklarını biliyor (kaydetmişti). Köprü'nün başındaki değerlendirmede hiç kimsenin haksızlığa uğramasına olanak tanımaz. Vayu'nun içinde hesap yerine gelen imanlı insanların ruhlarını Angra Mainyu ve veçhelerinin saldırısından, Mithra ve Sroş ile birlikte korur.

Raşnu adına Avesta'da ”Raşn Yaşt” (12. Yaşt) adı altında bir yaşt düzenlenmiştir. Bu yaşt; Murdâd, Raşn, Âsdâd ve Zemyâd (zamdad?) günlerinde okunur. Zerdüşti takviminin 12. günü Raşn Günü olarak bilinir. Bu günleri anlamak için Zerdüştiler'in takvim anlayışlarını şöyle kısaca bir gözden geçirmek gerekir. Buna göre (ki takvim anlayışları süreç içinde bazı değişiklikler geçirmiştir) bir yıl 365 gündür. Bu üçyüzaltmışbeş gün, 30'ar günlük 12 aya (Zodiac prototip alınarak) ayrılır ve geriye kalan 5 güne de ”Gatha Günleri” denir. Fakat Yıl herşeyden önce iki ana bölüme ayrılır: Birincisi; gün-kavuşumu olan 21 Mart'tan, 21 Eylûl'e kadar olanıdır ve aydınlık ağırlıklıdır. İkincisine ise karanlıklar hakimdir. Bu takvimin bir diğer özelliği altı mevsimsel festivalin, Gahambarlar'ın, ”ay aşırı” peryodik olarak kutlanmalarıdır (bu tesbitte bir istisna; Mihr ayında kutlanması gereken bir festivalin Âpân ayına kaymasıdır). Takvimin bir diğer özelliği, hiç bir aya ”Ahura Mazda” adının verilmemesidir. Halbuki her ayın ilk gününe Ohrmazd ” (Ahura Mazda) günü deniliyor. Tanrı'nın birer veçhesi olan kutsal altıların adları ise, güz ayları hariç, diğer mevsimlere ikişer ikişer serpiştirilmiştir. Ayların adları 21 Mart'tan başlamak üzere şöyledir: Fravartin (Farvardin, fravaşi), Artvahişt (Aşa Vahişta), Hurdãt (Haurvatat, Harvatat), Tîr (Tıstrya, Tıştrya), Amurdãt (Ameretat), Şahrêvar (Xşathra), Mihr (Mithra), Âpãn (Apo), Âtur (Athar), Dadv, Vahuman (Vohu Manah), Spandarmat (Spenta Armaiti). Fakat mevsimler; yılda 6 artık saatten dolayı her 120 yılda bir ay ileriye doğru kaydıklarından, Zerdüştiler süreç içerisinde takvimlerini zaman zaman gözden geçirmişlerdir.

Zerdüşti takviminde haftanın günleri yerine ayın günleri yer alır. Yani ayın her gününe özel bir ad verilmiştir. Bunlar yazataların adları olup şöyle sıralanırlar: Ormazd, B(V)ahman (Vohu Manah), Ardbeheşt (Aşa Vahişta), Şahrêvar (Xşathra Vairya), Spendârmad (Spenta Armaiti), Xordãd (Haurvatat), (A)Murdãd (Ameretat), Dai pa Âdar (Dadvah Ahura Mazda), Âdar (Athar), Âbân (Apo), Xorşêd (güneş ve Xşathra'ya veya Hvar Xşaeta), Mâh, Tîr (Tiştriya= Sirius), Gôs (Gauş Urvan), Daî pa Mihir (Dadvah Ahura Mazda), Mihir (Mithra), Srôş (Sraoşa), Raşn (Raşnu), Farvardin (Fravaşhayo), Bahrâm (Verethraghna), Râm (Râma Hvâstra), Bâd (Vata), Dai pa Dîn (Dadvah Ahura Mazda), Dîn (Daena), Ard (Aşi Vanguhi), Âstâd (inançlılık veya Arştat), Âsmân, Zemyâd (yerin dehası veya Zam), Mahraspand (Manthra Spenta), Anêrân (Sonsuz Aydınlık veya Anagra Raoşa).. Bunlardan başka beş Gatha Günleri'nin de özel birer adı vardır, şöyle: Ahunavad, Uştavad, Spentomad, Vohuxşathra, Vahiştoişt..

ardvı sura anahita

Zerdüştiler'in Anahitası, İranlılar'ın eski ve güçlü Tanrısı Anaitis'tir. O, akarsuların büyük tanrıçasıdır. Diğer bazı ulusların, sularla benzer şekilde ilişkili olan tanrıçaları, ya Anahita ile izah edilmişlerdir, ya da Anahita ile bu tanrı(ça)lar arasında bir paralellik kurulmuştur. Eski Grekler'den Herodot onu Uraníê Afrodit'i ile eş (aynı) olan bir tanrıça olarak tanıtmıştır. Bu Afrodit ismi Herodot tarafından kendisine (Anahita'ya), Scolotia İskitleri'nin bir tanrıçası olduğu kabul edilerek verildi. İskitler bu tanrıçaya; ”Ardvi-Argimpasa” adını vererek Apollo Goitosyros ile ilişkilendirirler. Yukarıdaki Goitosyros kelimesindeki (sıfatındaki) -syros'un Anahita'nın ismindeki -sura ile aynı olduğuna dikkat ediniz. Grekler, İskitler'in Ardvi-Argimpasa'sı ile kendi tanrıları; ”Taurialı Artemis”i aynı fonksiyonlara sahip birer tanrı olarak gösterirler. Anahita, Pontus ve Kapadokya'da bulunan Hititliler'in ”Ana-Tanrıça”sı ile de eş olarak gösterilmiştir. Anahita'nın bir diğer eşi Erzincan'da bulunmuş olan Tanrıça ”Anaitis Xera”dır. Bu Tanrıça'nın som altından yapılmış olan bir heykeli, Parthiya seferine çıkmış olan Romalı Askerler'ce çalınarak götürülmüştü. Anahita'da ayrıca; Nanhunte, Iştar ve Nanna gibi Ortadoğu tanrıları ile de benzerlikler aranmıştır. Venüs gezegenini; Babilliler İştar, Sumerliler Nanna olarak adlandırmış, ona su ile ilgili sıfatlar vererek tapmışlardı. Bazı kaynaklara göre Anahita'yı temsil eden gezegen de Venüs'tür. Bu gezegen ayrıca Afrodit'in de bir diğer adıdır.

Anahita, Yaştlar'da hep üç isimle anılır. Bu üç isim onun sıfatlarından başka bir şey değildir. İsmindeki Ardvi; ”yüce, ulu”, Sura; ”mükemmel, üstün”, Anahita; ”saf, lekesiz” anlamına gelir. Bu isim şimdiki Farsça'da Nãhid, Anahid gibi şekillere dönüşmüş haldedir. Anahita, göksel ilahi suların yere taşınmasının ve bereketin temsilcisidir. Yaşt'ta; Ahura Mazda, Zarathuştra'yı köprülerin altından çağıldayan ve Anahita'yı temsil eden sulara saygı göstermeye çağırır. O Anahita ki sağlamlık verir, Kötü'yü bozguna uğratır. O Anahita ki Mazda dinini icra etmiştir ve maddi dünyada methedilmiştir. O, bereket vericidir, bütün eril yaratıkların tohumlarını, dişil yaratıkların ise rahimlerini temizler. Dişilerin memelerinin yeteri kadar bir süre süt ile dolmasını sağlayan yine O'dur. Yaşt'ta Anahita'nın göksel makamı; ”yıldız bölgesi” olarak gösteriliyor. Oradan Haraiti Bareza'nın (Medya'daki Albruz) en yüksek tepesi olan Hukairya Tepesi'ne iner. Anahita'nın verdiği suların büyüklüğü, diğer bütün suların toplam büyüklüğünü karşılar. Bu sular (Anahita) oradan aşağıdaki Vouru-Kaşa'ya doğru akar. Anahita, bin gözeden çıkarak, bin arkı takibederek akar ve hedefine, yani canlılara bereket sağlamaya doğru ilerler. Anahita'nın her bir gözesinin büyüklüğü iyi bir atlının, ancak 40 gün at sırtında kat edebileceği genişliktedir. Her bir kanalının uzunluğu da aynıdır. O, Vouru-Kaşa'ya vardığında oraya o kadar su taşır ki, bu mitolojik deniz taşar (suları kabarır). Denizin ortasına vardığında bu kez orası kabarır. Yaşt'ın bu anlatış tarzı, Hindular'ın ”Göksel Gangâ=Ganj”larının yere doğru akışını andırıyor ki bu, iki kuzen dinin bazı ortak menkibelerini -değiştirerekten de olsa- yaşattıklarını gösterir.

Anahita, hayvanların ”hanım” Efendisi olarak, yeryüzünü onların faydalanacağı gıdalarla bezendirmiştir. Bu hizmeti veya lûtufu ”Bereket Tanrıçası” veya ”Yazatası” olarak vermiştir insanlara. Sürü ister ”pasû=küçük”, ister ”stõrã=büyük”, hangi büyüklükte olursa olsun, Anahita her türden hayvana gıda sağlayan bir Yazata'dır. İki ayaklılar da bu olanaktan yararlanırlar. O, bütün ”iyi” yaratıkların -bu yolla- koruyucusudur. Onda bakire temizliği vardır. Bu haliyle Grekler onu Artemis'in bir eşi olarak kabul ederler. Bereketlilik sağlama, suların efendiliği ve sahip olduğu bakire temizliği gibi hasletlerinden dolayı hemen hemen tüm mitolojik figürler -yani İyi olsun, Kötü olsun bütün mitolojik figürler- takdirlerini kazanmak için Anahita'ya adakta bulunmuşlardır. Yaşt'ın bildirdiğine göre bunlar arasında; Ahura'nın kendisi (teşvikçi olarak olsa gerek), Haoşyangha, Yima, Aji Dahâka, Thraêtaona, Keresâspa, Franghrasyan, Kava Usa, Husravah, Tusa, Vaêsaka'nın oğlu, Vafra Navâza, Gâmâspa, Aşavazdah, Pourudhâxsti'nin oğlu, Thrita, Sâyuzdri'nin oğlu, Vistauru, Yôista, Hvôva ailesi, Naotara ailesi, Zarathuştra, Kava Viştaspa, Zairivairi, Aregat-aspa, Vandaremaini gibi isimler yer alır.. Bu arada yanlış anlamaya yer vermemek için hemen kaydedelim ki; Anahita aynı Yaşt'ta, suların ”hem anası, hem de babası” olarak da sunuluyor (çift cinsiyetli).

Baştan beri gördüğümüz kadarıyla, Avesta'nın Anahita ile ilgili betimlemelerinde aşırı bir şekilde somutlaştırmalara gidilmiştir. Yaşt bu tutumuyla Anahita'yı Aryan Mitolojisi'nde yer alan genel figürlerden uzaklaştırmıştır. Fakat yine de suların yeryüzüne taşınması ile ilgili rolü, genelde kutsal göksel su ile özdeş sayılması, kendisine bu mitolojide esaslı bir kozmik figür olarak yer sağlar. Bu haliyle Anahita, dört temel elementin ayrışması sürecinde ”suların taşıyıcısı” veya ”göksel su”yun kendisi olmasından dolayı anlamlı bir pozisyondadır. Kendisine atfedilen ”Bereket sağlayıcılık” da önemli bir mitolojik sıfattır. Bu kavram, geçimleri yağışların yerinde ve zamanında yağmasına bağlı olan ve yeryüzünün kurak bölgelerinde yaşam mücadelesi veren, yerleşik Aryan halkları için uğruna kurbanlar adanmaya değer çok hayati bir mitolojik kavramdır.

gauş urvan

Tıpkı Mithra ve Verethraghna gibi, Gauş Urvan'da ”yurt dışında” geniş bir kabul görmüştür. Tabii ki Gauş'a bu uzak coğrafyalarda tapılması, kendisinin Mithra mezhebi veya dini içinde önemli bir yer bulmasından dolayıdır. Onun tapıldığı ”dış” coğrafya; Ortadoğu, Güneydoğu Avrupa ve Orta Avrupa'yı kapsar. Güneydoğu Avrupa ve Dieburg'da kendisine direkt ”Deus Taurus= (tanrı) Gauş Urvan” olarak tapılıyordu. Buralarda bulunan pek çok reliefteki motiflerde bu Tanrı; bazan göksel bir mabetin, bazan göksel bir geminin ve bazan da ikisinin birden içinde bulunuyor imiş gibi resmediliyor. Templum caeleste denilen bir motif tipinde Gauş ya bir küçük evde, ya bir ahırda ya da bir tapınakta bazan oturur vaziyette, bazan da ayakta tasvir ediliyor. Bazı parçaları eksik olan Cologne'deki bir reliefte, Templum motivi yerini bu kez ”Kamara”ya terketmiştir. Templum caeleste motivleri; Sarrebourg'da ve Heddernheim'deki relieflerde de görülür. Scapha lunata tipi relieflerde ise Gauş, ”Kamara”nın veya küçük bir botun içinde imiş gibi resmedilmiştir. Orta Avrupa ve Rhineland'da Deus Taurus'un yerini bu kez Gauş'u da içeren çok tanrılı relieflerin aldıklarını görürüz. Göksel boğa ile ilgili bundan başka bazı reliefler Osterburken'de, Neuenheim'de ve Mauls'ta bulunmuştur. Gauş'un bu ülkelerde böylesine kabul görmesi, Doğu Aryan Mitolojisi'nin açık bir zaferidir ve Kürtler'in en aşağısından çoğunluğu bu mitolojinin mimarlarının torunları olduğu halde (haydi ”çoğu” diyelim) bu etkiden habersizdirler.

Gauş veya Gaus Urvan ismi anlam itibariyle; ”Boğa'nın Ruhu” olarak çevrilebilir. Tabii ki bu, Gauş urvan'ın sadece kelime anlamıdır. Bu isim bazan ”Gosurun” olarak da geçer. Sonraki dönemlerin Avesta'sında bu isim ”Drvâspa” olarak yer alıyor. Drvâspa, ”O ki atları sağlıklı tutar” anlamına gelmektedir. Demek ki süreç içinde Aryan insanına yardımcı olan hayvanlar önem itibariyle yer değiştirince, bu kez önem kazanan yeni yardımcı, Mitoloji'deki eski kavramların yerine geçip onların verdikleri mesajı karşılar hale gelebiliyor ve isim olarak onlarla yer değiştirebiliyor. Gauş Urvan eril bir ad olmasına rağmen, geç dönem Zerdüştiler'ince dişi bir Yazata olarak kabul görmüştür. Bu Yazata hakkında Avesta'da ”Gôs Yaşt” adını alan bir yaşt bulunmaktadır. Zerdüşti takviminin 14. Günü ise kendisinin adıyla; yani ”Gôs” günü olarak kabul edilmiştir. Gôs Yaşt, günlük beş vakit ibadetin (Gahlar'ın) sonuncusu (İslamlar'ın yatsı ibadetinin karşılığı) olan Usahin Gah'ında okunur. Fakat sadece ayın Gôs, Bahram (Verethraghna), Mâh (Ay) ve Râm (Râma Hvâstra) günlerinde icra edilir bu işlem. Gauş Urvan (ilkel boğa olarak) Ahura Mazda tarafından yaratılmış, Gahi'nin yardımıyla Angra Mainyu tarafından öldürülmüştür..

Kozmik Gauş Urvan'ı anlamak için, bu kavramın yaradılışın hangi aşamasında devreye girdiğini bilmek gerekiyor. Bu Yazata, Avesta'da ”Göksel Boğa'nın Ruhu” olarak anılır ve yeryüzündeki hayatla ilgilidir. Bu Yazata'nın devreye girmesi, yeryüzünde hayatın başlaması için tüm şartların hazır olmasına bağlıdır. Yaradılış zincirinde dünyanın maddi şekillenmesi devam ederken, bir yandan da onun düzenli devinimini (otomatizmasını) sağlayan bir ruh da onun içinde yer alıyordu (mutlak Daena'nın bir parçası olarak). Spandarmat veya Avesta'da geçen şekliyle ”Spenta Armaiti”, ”Dünya'nın düzenli devinimini sağlayan ruhu”dur ve daenanın bu parçasını temsil eder. Bu ruh, yani Spenta Armaiti işte bu aşamada, yani dünyanın yaradılış aşamasında devreye girince bildiğimiz maddi hayatın başlamasına engel hiç bir şey kalmaz. Yani maddi Dünya'nın yaradılışı tüm içsel canlılığı ile (dünyanın kendi ruhunu da kendisinin içinde taşıması ile) tamamlanmıştır ve artık sıra, bildiğimiz şekliyle, canlıların yaratılmasına gelmiştir. Ancak Spenta Armaiti'nin dünyanın içine yerleşmesinden sonra, tek tek bireyler düzeyinde ”urvan” ve diğer ruhsal bölgeleri taşıdıkları için canlı olan (veya bildiğimiz ruh kavramına sahip olan), hareket eden ve Daevalar'a karşı mücadelede İyi'nin en temel silahı olan bu yaratıklar gerçeklik kazanabileceklerdir.

İşte, Gauş Urvan bu aşamada devreye giren kozmik kavramdır. O, Beyaz Homa'nın içinde dünyaya taşınmıştır. İlk belirdiği yer Medya'daki Haraiti Bareza'nın Hukarya denilen en yüksek tepesidir. İlkel bir bitki halindedir. Bu haliyle urvar (bitkiler); insanlar dahil tüm canlıların prototipi olacaklardır. İlkel bitki ”çok tohumlu”dur. Bundan tomurcuklanan ilkel hayvan ve Gayo Maretan'ı daha önce etraflıca anlatmıştık. Gauş Urvan, can (urvan) denilen ruhsal kavramı sırasıyla; bitkilerin, hayvanların ve giderek prototipi Gayo Maretan olan insanların ruhsal bölgelerine taşıyan bir yazata veya kozmik kavramdır. O olmadan bilinen canlılıktan bahsedilemez.

Yaşt'ta Drvaspa'ya adakta bulunanlar zinciri bu husus dikkate alınarak hazırlanmış ve kavalar serisinin ilk insanı olan Haoşyangha kendisine adakta bulunanların ilki olarak gösterilmiştir. Paradhâta kırallığının kurucusu olan bu Kava (veya Kavi), Gauş Urvan'a Medya'daki Hara Dağı'nda kurbanlar keserek; kendisine ”Mazanalar'ın daevaları karşısında korku duymaması ve bundan dolayı onların önünde eğilmemesi için güç vermesi” dileğinde bulunmuştu. Haoşyangha, tam tersine bu Daevalar'ın kendisinden korkmalarının ve önünde eğilmelerinin sağlanmasını istiyordu. Yüreklerinde hissettikleri bu korkuyla Mazanalar'ın Daevaları cehennemlerine geri kaçmalıydılar. Yaşt'ta Drvaspa'ya aynı yerde kurban kesen ikinci Kava olarak Yima'dan bahsedilir. Bu kurbanı kesmekle Yima O'ndan, ” Dünya'dan açlığı, susuzluğu, yaşlanmayı, ölümü, soğuk rüzgârı ve sıcak rüzgârı yok etmesı için” yardım istedi. Kendisine adakta bulunan Kava Thraêtaona, ” Aji Dahaka'yı yok etmesi ve dünya güzeli, bu canavarın zorla evlendiği iki iffetli kadını; Savanghavâk ile Erenavâk'ı serbest bırakması için yardım” diledi. Gauş Urvan'a (Drvaspa'ya) kurban kesen tüm kavilerin yerine getirecekleri görevler için yardım istediklerini görüyoruz.

Fakat Avesta'ya göre bu Yazata'ya, ilginç bir başka mitolojik figür daha; Homa da adakta bulunup kurban kesmiştir. Homa'nın bu adaktan beklediği, Drvaspa'nın kendisine ”Turanlı kaatil Fraghrasyan'ı yakalayıp bağlaması ve sürükleyerek Kava Husrava'ya teslim edebilmesi için yardım” etmesini istemesidir. Fraghrasyan İranlılar'ın (Medler'in) ezeli düşmanları olan Turaniler'in kralıydı. Bu düşmanlığın başlıca sebebi, Syâvaxş'ın Afrâsyâb tarafından öldürülmesidir. Kava Usa'nın (Key Kavus'un) oğlu Syâvaxş, bir gün üvey anasının iftirasına uğrayarak babası tarafından sürgüne gönderilir. Syâvaxş, Turanlılar'ın Kralı olan Afrâsyab'a sığınır ve onun tarafından şerefli bir insan gibi karşılanır. Bu arada Afrâsyab, onu kızı ile de evlendirir. Fakat bir gün Afrâsyab bir başka iftiraya, bu kez Fraghrasyan'ın kardeşi Karsîvaz'ın (Keresavazda'nın) iftirasına uğrar ve Turan Ülkesi'nde idam edilir. İşte Homa'nın yardım etmek istediği Kava Husrava, babası Syâvaxş'ın intikamını almaya çalışan Medyalı hükümdar Kava Husrava'dır. Homa, Afrasyab'ı bağlayarak bu Kava'ya teslim edecek, o da düşmanını; tuzlu ve balıkların yaşamadığı Kaêkasta Gölü'nün kenarında öldürecekti. Bu Kaêkasta Gölü Zarathuştra'nın doğduğu yere yakınlığı itibariyle de anahtar bir isimdir. şahname'de adı Çeçast, olarak geçen bu gölün ismi kısaltılarak ”Çeç”e, ”Çez”e, sonradan da Araplar tarafından ”Şez” veya ”Şiz”e çevrilmiştir. Tüm İslami yazarlar, bu gölün; tuzlu ve içinde balık yaşamayan Ormiye ile aynı göl olduğunda birleşiyorlar ki Çez'de bu gölün eski adıydı.

Gauş Urvan için bu kavalardan sonra Kava Husrava, Ormiye Gölü'nün (Kaêkasta) yakınında kurban keser ve babası Syâvaxş ile imanlı Aghraêratha'yı öldüren kaatil Afrasyab'dan intikam alması için Gauş Urvan'ın yardımını ister. Burada adı geçen Aghraêratha; beline kadar boğa, yukarısı insan şeklinde olan mitolojik bir figürdür. Bundahışn'a göre bu kutsal adam, her zaman denizin kenarında Tanrı'ya dua eder ve kutsal suları denize akıtır. Aghraêratha, Turani Afrasyab'ın kardeşiydi. Aryan Kıralı Mânûskîhar ve Aryanlılar, Afrasyab tarafından Hazar Denizi'nin güney-batısında yer alan Padaşxvar Dağları'nda kuşatma altında tutulurken bu kahraman ve kutsal adam; Aghraêratha tarafından kurtarılmıştı. İşte bu olay üzerine Afrasyab, Aghraêratha'yı öldürür. Fakat bir başka anlatıma göre Aghraêratha bir ölümsüzdür ve hala Saukavastân Ülkesinde, Gôpatşâh (Gau Padişah=Boğalar Kıralı) olarak yaşamaktadır.

Gauş Urvan'a Zerdüşt de kurban keser ve ondan ”iyi ve asil” bir kadın olan Viştaspa'nın karısı Hutaosa'yı ”iyi düşünce, iyi söz ve iyi eylem” olarak formüle ettiği hak dinine çevirmesi için yardımını diler. Mazda'nın bu doğru kurallarını öğrenecek olan Hutaosa Bahdin'in yayılması için elinden geleni yapacaktı. Avesta'da kurban kesenler kervanına en son olarak Zarathuştra'nın ilk büyük dindaşı ve koruyucusu Viştaspa katılır. Viştaspa bu kurbanı kesmekle ondan din düşmanı hükümdarlarla savaşması için kendisine güç vermesini ister. Bunlar arasında Vispa-thaurvô-asti'nin oğlu; ”tümden acı verici, bronz miğferli, bronz zırhlı ve kalın boyunlu” Asta-aurvant ile Hvyaonalılar'ın (Kayanlılar=Hvyaonalılar için bkz Zarathuştra 1995) kıralı Aregataspa ve bir de Darsinika adındaki biri bulunuyor. Bilindiği gibi Aregataspa Peygamber'in öldürüldüğü saldırıyı yönelten Daevacı kıraldır. Bu saldırıda Zarathuştra kendisini ibadet ettiği sırada öldürücü darbeyi indiren kaatiline; ”Ben seni affettim, dilerim Ahura Mazda'da seni affetsin” dediği söylenir..

diğer bazı tanrılar

Çok enterasandır, Önasya Aryan toplumunun ilah olarak kabul ettiği ve fakat ilahına ad koymadıkları kavramlar da vardı; mesela sevgi.. "Sevgi Tanrıdır" diyorlardı bu Aryanlar.. Doğu Aryanların Sevgi Tanrısı, eski Grekler'deki Afrodit'in oğlu Eros veya Romalılar'daki Cupido gibi somut bir tanrı olarak gerçeklik kazanmamıştır. Sevgi, bu toplumun soyut tutmayı tercih ettiği bir kavramdır. Sevginin kendisi tanrıdır Doğu Aryanlar'da. Grekler'in Eros'u, aşkı başlatmanın yanında ve daha fazla olmak üzere aşkla ilgili problemlere de yolaçardı.. Aşk dargınlıkları, ayrılıklar, hasret çekmeler Eros'un sevenler için yarattığı problemlerdi. Oysa Aryanlar'da sevginin kendisi tanrıydı. Ona saygı göstermek erdemdi. Ayrılık veya ayrılığa sebebiyet vermek tanrısal olmayan ifriti bir işti ve kesinlikle benimsenemezdi.. Bu gruba mensup Aryanlar, kendilerine kötülük yapacak olan bir aşk tanrısı kavramına asla sahip olmadılar.

xvaranah

Aryanlar'ın sevginin dışında da soyut tanrıları vardı. Bunlar, belki de Mithra sistemine dahil olan daha düşük rütbeli tanrılardı. Dostluk tanrısı; Airyaman, yargıç; Arştat, cesaret tanrısı; Ham-Vareti, İtaat tanrısı; Sraoşa gibi tanrılar bunların en ileri örnekleridir. Fakat Sraoşa'nın her zaman ”düşük rütbeli” bir tanrı olarak kabul görmediğine dair oldukça güçlü delillerimiz var. Hatta bazan Mithra ile eşit bir seviyede bulunduğuna dair deliller çok daha güçlüdür. Cinvat Köprüsü'nde Mithra ile birlikte görev alması buna en iyi misaldır.

İlginç tanrılardan biri de, tanrı Aşa'ya sadık kaldıkları müddetçe; krallar, kahramanlar ve rahiplerin "sahip" oldukları zerafet tanrısı Xvarenah'tır.. Xvarenah aslında Med Mitolojisi'ndeki Neryõsang ile aynı kavramdır ve bu; kahramanlara has ruhsal bir bölgedir. Yine Med Mitolojisi'nde temel bir kavram olan hvarenõ ise sınıf farkı gözetmeksizin tüm insanların içinde var olan hayat ateşidir. İnsanların bedenlerindeki sönmeyen ateştir bu. Bu (Neryõsang) tanrı, eski Aryan dininin sınıfsal karakterini en iyi yansıtan kavramdır. Çünkü bu tanrıyı tahlil ettiğimizde, onun sadece krallar, savaşçı kahramanlar ve en üst rahiplerle ilgili olduğunu görürüz. Eski Aryan toplumunda zerafet ve ihtişam, sadece bu toplumsal tabakalara has sayılıyordu. Ama Aşa'ya sadık kaldıkları müddetçe..

verethraghna

Ekseriyeti insan şeklinde tasavvur edilen Aryan tanrıları arasında bir istisnası var; pek çokları arasında yaban domuzunda da cisimleşen ve daha önce ateş bahsinde söz konusu ettiğimiz ”Zafer Tanrısı” Verethraghna.. Aryanlar domuzu sonsuz cesaretinden ve inatçılığından dolayı takdir ederlerdi. Bu keskin dişli, muazzam güçlü tanrı imansızları ve anlaşma bozguncularını ezmek için her zaman tetikteydi. Bu tanrı da savaşçı karekterliydi, yani bir daeva idi. Bundan dolayı Zarathuştra tarafından yasaklanmıştı. Ona tapmak bir yana, onu kutsamak bile "günah" sayılıyordu. Ama Verethraghna, daeva yasnacılar arasında kendisine saygı duyulan bir pencere sağlayabilmiş, asırlarca tanrı katını terk etmemişti.. Zarathuştracılar'ın domuza uyguladığı afaroz, Aryanlar'ın düşmanı olan Akdeniz yöresindeki dini guruplar arasında da yankı uyandırmış, bu gururlu ve inatçı hayvanın etinin yenmesi Yahudilerce yasaklanmıştı. Bu yasak İslam'da da sürdürülecekti. Bu arada şunu da ekleyelim ki, aşağı yukarı İranlılar'ın her tanrısının Hint toplumunda bir paraleli vardı. Ama Hintliler, kendi Verethraghna'ları olan İndra'yı asla aşağılamadılar. İranlılar Verethraghna'yı sadece domuz şeklinde tasvir etmediler. O; rüzgâr (Vata), boğa, aygır, deve, onbeş yaşındaki çok güzel bir insan, ”varegan” adı verilen bir kuzgun, koç, geyik şeklinde de tasvir edilmiştir. Kommmageneliler, onun kuzgun şeklinde tasvir edilen tasvirini veya sıfatını Nemrud Dağı'ndaki tanrı heykelleri arasına koyarak ebedileştirmişlerdi.

Bu Eski Aryan Tanrısı da -tıpkı Mithra gibi- kabına sığmamış olan bir Tanrı'dır. Avesta'da bu tanrı yazatalaştırılmıştır. Kutsal Kitap'ta Ona adanmış ve Ahura Mazda Yaşt'ın (Ohrmazd Yaşt'ın) son bölümü olarak sunulan bir yaşt, yani Ohrmazd Yaşt, 24-33; Bahman Yaşt= Veretraghna Yaşt olarak düzenlenmiştir. Zerdüşti takviminin 2. günü, Bahman Günü olarak kabul edilmektedir. Anadolu'da, Kıta Avrupası'nda ve Önasya'daki pek çok reliefte O'nu betimleyen figürlere rastlamak işten bile değildir. onun adına inşa edilmiş olan ateş mabedlerinin haddi hesabı yoktur. Verethraghna bazen bir bakarsınız Grekler'in Herakles'i ile özdeşleştirilir, bir bakarsınız İskitlerin Ares'i ile neredeyse çakışan benzerlikler arzeder veya bir başka ülkede; Kommagene Kralı Antiochus'un yazıtlarında Artagnes'leşerek Nemrut Dağı'na bir reliefte Ares ve Herakles ile birlikte yer alır. Orada Onlar, başlarındaki taçları ile ”zaferin hayatsal güçleri” gibi telakki edilerek çağları aşmış günümüze kadar uzanmışlardır. Kommagene Krallığı Mitolojisi'nde Ahura Mazda ve Mithra ile birlikte üç hakim tanrıdan biri olarak kabul edilmesi, Verethraghna'yı öneminin zirvesine eriştirmişti.

Verethraghna kelimesi -pek çok Med ismi gibi-, bileşik bir isimdir ve iki kelimeden oluşur. Birinci kelime; Verethra, muhalefet demektir. İkinci kelime; ghna, katleden anlamına gelir. Bir araya getirdiğimizde bu bileşik isim; ”muhalefet(i) ezen”, ”karşıtlar(ını) katleden” anlamına geliyor. Mitoloji'ye göre; Verethraghna muzafferdir (verethraghnem) ve yenilmezdir (rom; invictus). O, Medler'in geliştirdiği Zerdüştilik'te Zafer Yazatası'dır. O'nun Grek mitolojisindeki türdeşi olan Herakles'in de sıfatlarından en önemlisi ”muzaffer=kallinikos”tur. Kendisi, 33 İran Yazatası arasında Zerdüşti takviminde gün sahibi olma şerefine eren 27 Yazata'dan biridir. Verethraghna'nın adı Avesta'dan sonraki çağlarda; ”Varahran”, ”Vahram” ve ”Bahram” gibi çeşitli şekillerde değişmiştir, ki böylesine değişiklikler, hemen hemen bütün yazataların adlarının başına gelen bir şeydir. O, her zaman kuvvet ve cesaretin sembolu olarak anılacaktı. Kommageneliler O'nu Ameşa Spentalar'ın yedincisi olarak kabul ediyorlardı. Sonraki Zerdüşti menkibelerinde O, Ameşa Spentalar arasında en üstünü, en büyüğü ve en güçlüsü olduğu için ”Angra Mainyu'yu yakalayıp bağlayabilmiş” bir kahraman olarak gösterilir. Bu Cesaret İlahı da, Grekli kopyası Herakles gibi yolcuların koruyucusu olarak kabul görür, yolcular tarafından sıkıntıya düşüldükçe imdada çağrılırdı. O'na bu sıfatından dolayı; Path Yazad veya ”Yolların İlahı” deniliyordu. Burada yine Aryan Mitolojisi'nin eski problemiyle karşılaşıyoruz; tanrılar arası sıfat kayması.. Çünkü -daha sonra kısaca değineceğimiz Yazatalar'dan- Çista'nın sıfatıydı bu ”Yolların İlahlığı” sıfatı.. Ama bu ilahın yıldızı zaman içinde sönünce, kendisine ait olan Yolların İlahlığı'nı da Verethraghna'ya kaptırdı.

Verethraghna bir diğer özelliği ile, yani; görünen maddi ateşi yeryüzüne ve görünmeyen yaşamsal ateşi (kalp ateşini) ise kalp sahibi canlıların kalbine taşıması dolayısıyla bir tanrısal varlık veya kahraman olarak kabul görür. Aslında mecazi cisimleştirmeyi bir tarafa bırakırsak, Kozmik bir varlık olarak Verethraghna, bu ateşin kendisidir. Bu kalp ateşi (Verethraghna), daha önce de belirttiğimiz gibi insanlar düzeyinde ele alındığında hvarenõ ile aynı kavramdır ve bir yerde insanların kaderi, üremeleri, cesaretleri ve hayatiyetleriyle ilgili olan en önemli ruhsal bölgeyi ifade eder.

vata ve vayu

Aryanlar'ın esinti olarak "maddeleşen" iki önemli tanrısı vardı; Vata ve Vayu.. Vayu bugünkü Zazaki'de de rüzgar anlamına geliyor. Zazaki'de ”Vaydayış”, harmanda taneleri samandan ayırmak için, onları rüzgâra maruz bırakma işlemine verilen addır. Ama eski Vayu, Zazalar'ın kastettiği yumuşak huylu Vayu'yu bilseydi herhalde utanç duyardı.

Vayu, Aryanlar'ın çift karekterli tanrılarından biri idi. O, hem iyinin hem de kötünün özünden parçalar taşırdı. Nyberg, Vayu tapıcılarının Jaxartes'in giriş veya ortalarında yerleşmiş olduklarını kaydeder. Amu ve Siri Derya Nehirleri cıvarındaki bu yere Avesta "Vayu-Kereta" demekteydi, ki kelime; "Vayu'nun yarattığı ülke" anlamına geliyordu. Vayu tapıcılığı; Zurvanizm ve Zarathustracılık ile de karışarak Sasani döneminin sonuna kadar sürebilmiştir. Vayu Aryan Mitolojisi'nin ”yaradılış” bölümünde çok önemli bir yer tutar. Çift karekteri ile O; İyi ile Kötü'yü ayıran sınırı oluşturuyordu. Yaradılış'ın başlatılmasında çok önemli bir rol oynayan Vayu'nun bu işlevine daha sonra yine döneceğiz.

Adı Vayu'dur, çünkü o Vayemi, yani izleyicidir. O hem yaratılan iyiyi, hem de kötüyü izleyendir. O, apayete, yani yakalayıcıdır. Hem iyiyi, hem kötüyü yakalar. O, zinake, yani zararlıdır. Tayfun şeklinde estiğinde herşeyi altüst eder. Vindixvarene, yani mutluluk, zenginlik bulucusudur. O; taxmo, taxmotema, yani güçlü, en güçlü olandır. O; derezro, darejişto, yani; katı, en katı olandır. O; aoji, aojiş'tir yani güçlü, en güçlü olandır. O; vidaivo-kare, 'tbaişo-taro'dur, yani daeva karşıtıdır, (bu tür) düşman(lar)a baş eğdiricidir. Vayu, Avesta'da Vâta'nın ikilisidir.

İkilinin ikinci kutbu olan Vata, step insanı için en büyük hizmetlerden biri olan yağmuru getirirdi. Vata, "Anahita Ardvi Sura"; yani, "Sulara hükmeden" bir tanrı ile işbirliği halinde hareket eder. Vata'nın Sanskrit karşılığı Sarasvati'dir. Anahita, dünyayı çevreleyen Vourukaşa denizinden çıkan, dünyanın merkezindeki yüce Haraiti Bareza'dan vadilere fışkıran mitsel bir nehiri yönetir. Biz Anahita'yı daha önce özetlemiş olduğumuzdan dolayı burada geçiyoruz.

râma hvâstra

Râma veya Râman Hvâstra, Vayu'dur veya Vayu ile vücuda taşınır. O, Vayu'nun (Vayu Zazaki'de Vay=rüzgar) özel bir şekli olan Vatu adlı bir rüzgarın solunması ile insanların ve hayvanların vücutlarına girerek nesillerinin devamı için çok önemli roller oynar. Râma, ayrıca ”iyi meralara sahip konaklama yerlerinin tanrısı” olarak da bilinir. O, aydınlığın fatihi, tüm düşmanların cezalandırıcısıdır. Kendisinin vücudu tümüyle aydınlıktır veya aydınlığın kendisidir. Hindu isimdaşı olan Vâyu, ”iyi çoban” diye bir sıfatla anılır. Avesta'da bu Yazata'ya adanmış, adı; ”Râm Yaşt” olan uzun bir yaşt bulunuyor. Râman Hvaştra ismi ayrıca 1., 16. ve 22. Yasna'da Mithra ile birlikte zikredilir. Zerdüşti takviminin 21. günü bu Yazata'nın adıyla anılır.

Vayu'nun bu şekli iki önemli fonksiyona sahiptir. Bu fonksiyonlarıyla; İyi Vayu olsun, Kötü Vayu olsun O, tüm karşıtlarını ezer. Bundan dolayı iyiler ve kötüler -her iki taraf da- ona adakta bulunarak düşmanlarına karşı ondan yardım isterler. Avesta'da hemen hemen sadece Vayu'nun bu sıfatı öne çıkarılmıştır. Buna göre O, ”önden gidendir”, ”arkadan gidendir”, ”çabalayıcıdır”, ”ileri fırlar”... ”parçalar”, ”sezicidir”, ”yiğittir, en yiğittir”, ”güçlüdür, en güçlüdür”, ”kuvvetlidir, en kuvvetlidir”, ”refahtır” vs.. Bundahışn'da ise ”savaşçıların şefi” olarak sunulur. Eğer sıkıntıya düşülürse O, bu sıfatlarıyla yardıma çağrılacaktır. Fakat onun bir sıfatından daha şöyle bir bahsedilir, ki bu onun en önemli sıfatlarından biridir: ”Hvarenõ'yu bulan”.. Bu önemli sıfat, bir başka şekilde ise isminde bulunan ”hvâstra”'da bulunan ”hvâst” (Kürtçe'ye dikkat) kökü ile kendisini ele veriyor. Neriosengh bunu haklı olarak, ”zevk alma” anlamına gelen ”hvarez” kökü ile ilişkilendirmiştir. Bilindiği gibi modern Kurmanci'de ”hvarez=xwast ya da xwastın” şeklinde devam ediyor ve bu fiil de; ”isteme, arzulama” anlamlarına geliyor. Cinsin devamı için zorunlu olan bu sıfatı ile Rama çok önemli bir yer kaplar. Doğu Aryan kültürünün İslam istilasından sonra sistematik olarak katledilmesinin ardından, Avesta'da bu sıfatla ilgili açıklamalar da sırra kadem bastı.

Gauş Urvan, Ay'da bulunan canlıların tohumunu (tõhmak) buradan alır ve maddi dünyaya getirir. Burada Vayu'nun yardımıyla bu tohuma otomasyon kazandırılır. Zevk verici bir nefes veya rutubetli bir gaz olarak Râm, canlıların tohumlarının (kelimesi kelimesine söylersek, sığırların tohumlarının) akmasına sebep olur (meninin içinde). Bu ise canlıların üreme faaliyetlerinde bu rüzgârın birinci derecede rol oynadığını, onların nesillerinin devamı için sebep teşkil ettiğini gösterir. Vatu şeklindeki Vayu, bu sıfatıyla cinsel arzu taşır veya cinsel arzunun kendisidir (kavram olarak), tohumun içine girer veya tohum ile birlikte ”Jan”ı meydana getirir.

tıstrya

Tıstrya, yağmurların yağdırılması ve suların ülkeler arasında bölüştürülmesi ile ilgili bir kozmik kavram, bir yazatadır. Avesta'da O'nun adına adanmış ”Tîr Yaşt” denilen bir yaşt mevcuttur. Zerdüşti takviminin 13. günü; Tîr Günü'dür. Ayrıca bu takvimde yılın 4. ayı da Tîr ayıdır (Kürtçe'de de Tirmeh). Tîr Yaşt, ayın yağmurlarla ilgili günleri olan; Haurvatât gününde (suların içindeki Daena veya deha), Tıstrya gününde, Fravaşi gününde ve Bâd gününde (Kürtçe'de de Ba=rüzgâr) icra edilen Gahlar'da okunur.

Su, yağmur yağdırmak suretiyle ülkeler arasında bölüştürülür. Burada, kavram kargaşasına meydan vermemek için su ile ilgili kozmik kavramları yeniden yerli yerine oturtma gereği ortaya çıktı. Su ile uzaktan ve yakından ilgisi olan Yazatalar şunlardır; Haurvatat, Ardvi Sura Anahita, Apam Napat, Vayu (Bad) ve Tıstrya. Bundahışn bunlara Homa ve Burg adı verilen iki meleği daha katar. Bunlardan ”kim, kimdir”i yerli yerli yerine oturtabilirsek, konuya açıklık getirmiş oluruz. Bunların her biri kendi alanında önemli görevler yüklenmişlerdir.

Mesela; Haurvatat'a bakarsak,-ki daha önceki çalışmamızda O'nu başka sıfatlarıyla incelemiştik- O'nun, bizim şu andaki konumuzla ilgili sıfatı; kendisinin suyun içindeki Daena olmasıdır. Daena buraya İlahi Işık'tan itibaren çeşitli aşamalardan geçerek gelip yerleşiyor, ama Haurvatat olarak. Med Aryan Mitolojisi'ne göre evrende hiçbir şey, onu harekete geçirici bir iç Daena'sı olmadan hiç bir anlam ifade etmez. Aslında bu cümle de anlamsız sayılabilir. Çünkü, yaratılmış olan her varlığın -canlı olsun veya olmasın- mutlaka bir Daenası vardır. Haurvatat bunun için, yani suya Daena taşıyarak onun tamamlanmasını sağladığı için önemlidir (su ile ilgili sıfatı, Haurvatat'ın sıfatlarından sadece biridir, bunu unutmayalım). Ardvi Sura Anahita ise, göksel suların yere indirilmesi işlevini yürütür. Bereket verir. O, suların kaynağıdır. Akar sularla ilişkilidir. Apam Napat'a gelince; yazınsal dilde ”Suların Oğlu” olarak kabul edilir. Ama aslında şimşeği oluşturan ateştir o. Bu şimşeğin içindeki ateşin suların bölüştürülmesi ile yakın ilişkisi olduğu varsayılıyor. Şimşeğin ateşi bulutu iter, sürükler veya (belki de onu döllendirerek) yağmurlaştırır. Napat, bir anlamıyla da merkez veya göbek (İng; navel) anlamına geliyor. Bu yönüyle Anahita'ya benziyor ve ”suların kaynağı” sıfatıyla anılıyor. Neriosengh ad Yasna'da Apam Napat'ın ”Arvand” nehri'nin kaynağı olduğu söyleniyor, ki aynı yerde bu nehir; Tigris=Dicle ile özdeşleştiriliyor. Kısaca söylersek, Apam Napat; şimşeğin içindeki ateştir. Yağmurun yağmasını teşvik eder. Vayu'nun Vatusu (Bâd), bulutları suya muhtaç bölgelere sürükleyen hayırlı bir yeldir. Tıstrya ise herşeysiyle hazır olan yağmuru, ”imal eden” güçtür. O, yağmur mevsimine doğru görünerek insanların yüzünü güldürmeye çalışır. Benim mensubu olduğum Zaza Kürtleri; ”astarê payızi” dedikleri bu yıldıza büyük saygı duydukları gibi, onun gök yüzünde belirmesini, yaylaya çıkılan bölgelerde köye (kışlağa) dönüş işareti olarak alınır. Çünkü Tıstrya göründükten sonra artık sıcaklar kırılmış, yağmur mevsimi yaklaşmış demektir. Bu ise çift sürme mevsiminin geldiğinin işaretidir.

Bundahışn, Tıstrya'nın; Vayu (Bâd), Vohuman (Vohu Manah), Melek Hôm (Homa), Bûrg adlı bir melek ve İmanlıların Fravaşileri ile işbirliğine girerek yağmur imal ettiğini kaydeder. Bu arada Bundahışn aşırı bir metamorfoza da kayarak Tıstrya'nın, insanların suyunu kesen Kuraklık İblisi Apâôşa ile nasıl savaşıp onu yendiğini ve insanları kuraklıktan nasıl kurtardığını uzun uzun anlatır. Tabii ki insanlar, Tıstrya'nın bu fedakarlıkta bulunmasını sağlamak için ona yeterince kurban kesmek zorundadırlar. Aksi taktirde Tıstrya yeteri kadar güçlenemediğinden dolayı Apâôşa'yı yenemez, suyu kurtaramaz. O yıl insanları müthiş bir kuraklık bekler. Bu anlatımda ilginç olan, Kürt Masalları'nda sık sık duyulan bir temanın işlenmesidir. Su uğrunda savaşta Tistrya beyaz bir at gibi betimlenirken, İblis, siyah bir at olarak takdim edilir.

Tıstrya, Sirius yıldızıdır. Grekler ona Köpek yıldızı, Mısırlılar ise İsis (veya İsis'in ruhu) diyorlar.Bu üç halk gurubu da bu yıldıza aynı misyonu yüklerler. Mısırlılar, İsis'in Nil'e yağmur suları verdiğini, vücudunun da bereket saçtığını kaydederler.

çista

Eski değerlendirmelerde Kista olarak da geçen Çista, önemini epey kaybetmiş ve bazı güçlerini diğer yazatalara kaptırmış bir mitolojik kavramdır. Adı, Avesta'da ”din” Yaşt'la kutsanmıştır. Din Yaşt (ya da daena yaşt, 16. yaşt), adı hariç, tümüyle Çista'ya adanmış bir yaşttır. Zerdüşti takviminde 24. gün Din Günü olarak kabul edilmiştir (tabii ki Kista Günü). Bu yaşt sadece Din günlerinde terennüm edilir. Daena ve Çista tabiatları itibariyle çok yakın bir şekilde ilişkilendirilmişlerdir. Daena Zarathuştra'nın dini olarak kabul edilirse (tabii bir yönüyle), Çista dinsel malumat olarak kabul edilir. ”Bu öyle bir malumattır ki 'insanı' mutluluğa (fargânak, nirvanaghâna) götürür”.. Biz Daena konusunda daha önce geniş bilgi verdiğimizden dolayı burada ayrıca bir tekrara girmek istemiyoruz.

Yaşt'ta Çista'nın betimlenmesi çok siliktir. O, Anahita'ya yapıldığı gibi, eski destansı kahramanlarca da tapılmadı. Mütevazidir. Fakat o, Eski Aryan toplumunda çok güçlüydü ve ”Yolların Efendisi” bir tanrıydı. Fakat bu sıfatını ”başkalarına” kaptırdı.

güneş ve ay

Bu iki yazata hakkında Avesta'da, Pehlevi kaynaklarında ve Mithracı tapınaklarda pek fazla bir açıklama yer almaz. Bunlarla ilgili kaynakların ya İskender'in saldırıları sonucu, ya da İslam istilası sırasında yakılıp yok edildiğini sanıyorum. Güneş hakkında zamanımıza kadar çok kısa (7 'ayet'li) bir yaşt ulaşabilmiştir. Bu yaşt, Xôrşêd Yaşt adını alıyor ve tam değildir. Zerdüşti takviminde ayın 11. günü Güneş Günü (Xôrşêd günü) olarak anılır. Xôrşêd Yaşt, her Gah'ta (vakit ibadetlerinde) ve ayın her gününde okunabilir. Fakat yaştın daha ziyade Xôrşêd günü ile, Xşathra-vairya, Mithra, Asman ve Anaghra raokau (aneran) günlerinde okunduğunu görüyoruz. Xôrşêd Yaşt'ın ilişkilendirildiği yukarıda adı geçen Yazatalar'dan son üçü; Mithra, Asman (gökyüzü) ve Anaghra'nın (sonsuz aydınlık veya ışık) güneş ile ilişkisi açıktır.

Ay hakkında da Avesta'da fazla bilgi yoktur. Bu yazataya adanan yaşt da yedi bölümlük kısa bir yaşttır ve bu yaşt, Mâh Yaşt adını alır. Zerdüşti takviminde ayın 12. günü Ay Günü'dür (Mâh Günü). Bu Yaşt, ayın Mâh Günü başta olmak üzere Bahman (Vohu Manah), Gôs (Gauş Urvan) ve Râm (Râma Hvâstra) günlerinde okunur. Vohu Manah ve Gauş Urvan, Mâh ile o kadar yakın ilişki içindedirler ki bu üçlüye ”Gaoçithra” veya ”Gaokithra” deniyor. Çünkü bu üç yazatanın hepsi de Göksel Boğa'nın tohumunu taşıyor veya onunla ilgileri vardır.. Ay, Vohu Manah'tan hasıl olmuştur, gözle görülebilir, fakat ona ”elle dokunulamaz”. Gauş ise Ay'dan hasıl olmuştur, hem gözle görülebilir, hem de dokunulabilir.

Geç Avesta'nın Xôrşêd Yaşt'ına göre Güneş; ölümsüzdür, parlaktır ve süratli atları olan bir yazatadır. Sabah vakti erişip güneş ışıkları sıcaklaşınca, onun parlaklığı artınca, göksel yazatalardan yüzlercesi, binlercesi, onun Xvarr'ını Homa vasıtasıyla yeryüzüne akıtırlar. Bu Xvarr, kutsanmış dünyanın (Mazda yarattığı için kutsanmıştır bu dünya) ve bu kutsanmış dünyadaki kutsanmış yaratıkların gelişmesini sağlayacaktır. Güneş yükseldiğinde; gece boyunca Daevalar'ın; Ahura'nın yarattığı dünyaya kattığı pislikler temizlenir, akan sular temizlenir, denizlerin suları temizlenir, durgun sular temizlenir, tüm kutsal yaratıklar-yani Spenta Mainyu'nun yarattığı yaratıklar temizlenir. Eğer Güneş doğmazsa, Daevalar yedi iklim bölgesinde bulunan her şeyi yıkabilecek, göksel yazatalar ise onlara karşı durabilecek veya onları geri püskürtebilecek hiç bir yol bulamayacaklardır. ”Kim ki güneşe, yani Mithra'nın sopasına kurban adakta bulunmuşsa, O, Daevalar'a karşı durma gücü için adakta bulunmuştur”. ”Kim ki Güneş'e adakta bulunmuşsa; hırsızlara, talancılara, 'yâkut'lara ve 'pairika'lara karşı durma gücü için adakta bulunmuştur”. Buradan da anladığımız kadarıyla Zerdüştiler de Güneş ile Mithra'yı hemen hemen özdeş sayıyorlar. Çünkü O, Mithra'nın sopasıdır. ”O'na adakta bulunmak istiyorum, arkadaşlığa, en mükemmel arkadaşlığa adakta bulunmak istiyorum” şeklinde formüle edilen Yaşt'ın 5. ”ayeti”nden anladığımız kadarıyla bu, Mithra'nın ”mukavele” ile ilgili sıfatının bir başka dille ifadesidir..

Ay ise, birincisi; Göksel Boğa'nın, ikincisi; tek yaratılmış Boğa'nın (Aêvô-dâta gâuş), üçüncüsü; çok tür içeren Boğa'nın (Pouru-saredha gâuş) tohumunu taşır. Burada biz açıkça yaradılışın son aşamasında Güneş ile Ay'ın arasındaki işbölümünü görüyoruz. Güneş xvarr'ı taşıyıp Dünya'ya bazı vasıtalarla gönderirken, Ay canlıların tohumunu taşır ve Dünya'ya gönderir (Homa vasıtası ile). Bu iki elzem kavram (xvarr ve tohum) yeryüzünde birleşir ve diğer bazı maddi ve ruhsal elemanlarla birlikte, bildiğimiz yaşayan varlıkları oluştururlar. Ay'da bir yazata olarak Göksel Boğa'nın oluştuğu, Göksel Boğa'nın da yeryüzüne Homa tarafından taşındığı, bunun ise canlıların ilk prototipi olan bitki tipindeki ilkel canlıya dönüştüğü (tek yaratılmış boğa), bundan da çok tohumlu -ki 280 tür hayvanın tohumudur söz konusu olan- boğanın geliştiği tüm dinsel yayınları tarayarak elde ettiğimiz bilgileri biribirine eklemek suretiyle görebiliriz. Görüldüğü gibi Aryan Mitolojisi tesadüfe yer bırakmıyor. Ay'ın diğer sıfatları ise Yaşt'ın 5. ayetinde sıralanıyor. Buna göre Ay; cömerttir, parlaktır, görkemlidir, suların egemeni veya sağlayıcısıdır, sıcaklık vericidir,bilgelik vericidir (Vareşanghantem), zenginlik vericidir (Xştâvantem), servet vericidir, düşüncelilik vericidir (yaoxştivantem), refah vericidir, tazelik vericidir (zairimyâvantem), başarı vericidir (vohvâvantem) ve şifa vericidir. Bu sıfatların hepsinin mitolojik kronolojide karşılıkları vardır. Mesela alın cömertliği, bu Ay'ın Anahita ile ilişkisinden dolayıdır. Şifayı alalım, bu da Homa ile ilişkisinden dolayıdır vs..

daeva yasnacılar

Zarathuştra öncesi inançların en tartışılanı, ifritlere veya kötü ruhlar lehine ve bu güçlere karşı insanların sergiledikleri tavırlardı. Zarathuştra'nın yeni dini yaymaya başladığı günlere kadar insan oğlunun görüp geçirdiği bütün dinler, bilindiği kadarıyla İblisi Güçler'den hep çekinmiş, bu güçleri yatıştırmak ve onların teröründen ruhlarını korumak için çeşitli çarelere baş vurmuşlardı. İlk defa bu Medyalı Peygamber, bütün cesaretiyle ortaya çıkarak insan oğluna şöyle haykıracaktı; "Kötü Güçler'e diren!, İblisî Güçler'e diren, karşı koy!".. Bu haykırışın tabii ki toplumsal temelleri vardı. Zarathuştra, Aryan Mitolojisi'ni büyük inziva yıllarında tümüyle gözden geçirirken şunu gördü: Evrende, toplumda ve insanın kendi bünyesinde her an uzlaşmazların mücadelesi vardı. O, bu mücadelenin sırrının tüm varlığımızın sebebi olduğunu fark etti. Evren, dünya ve insan belli bir amaçla vardı; Kötü'ye karşı mücadele. Toplumdaki tiranları, dinsel şarlatan karapanları ve kan emici zenginleri gözönüne getirmişti. Bunlarla uzlaşılsa, bunlara yalvarılsa belli bir sonuca varılır da toplumsal düzeyde adil bir paylaşım sağlanabilir miydi? Hayır! O halde işin sırrı bunlara karşı mücadele etmekti. Yaradılışın sırrı buydu işte! Toplumsal mücadelenin daha büyüğü olan bir mücadele ise evrensel düzeyde uzlaşmaz zıtların mücadelesi şeklinde Ahura Mazda ve Kötü'nün kalesi Angra Mainyu arasında cereyan etmeliydi. Bu mücadelenin merkezindeki insan ise her an kendi nefsinde aynı mücadeleyi yaşıyacaktı.

Oysa Grekli Plutarch'ın bildirdiğine göre, aynı Med Halkı'nın mensubu olan Magi dediği rahipler, bu peygamberin öğretisine iman getirmeden önceki dönemde güneşsiz bir yerde, Homa içerek ve onlara kurt kanını adayarak "cehennem ve karanlık"a yakarıda bulunuyorlardı.. Mithra sisteminin içinde mütalaa edilen bir mezhebin takipçisi olan kitleleri yönlendiren diğer bazı rahipler ise, İblisî bir figür olan Deo Arimanio'ya adaklar sunmakta idiler. Bu insanlar, şer güçlerinin ellerinde bulundurdukları müphem ve fakat kötülük için yeterli güçlere karşı çıkmaktansa sinmiş durumdaydılar. Adaklarla onları memnun etmek suretiyle kendilerini ve dinlerine gönül bağlamış kitleleri korumaya çalışırlardı.

Burada konuya daha derinden eğildiğimizde, ya Mithraizm'le aynı zaman kesitinde Mada toplumu içinde varlığını sürdüren bir başka dini, ya da Mithraizm'in bir mezhebini görürüz. Bu din, "daeva yasna"cılar adını alan ve eski Kürt toplumunun önemli bir kısmını kendine bağlayan bağımsız dinler grubundan biri idi. Bu dinlerden birinde inananlarına seslenen bir kısım rahipler; "Öküz ve Güneş, gözlerinizle bakabileceğiniz en kötü şeylerdir. Çünkü Öküz çayırlara, Güneş ise müminlerin gözlerine zarar verir," diyorlardı. Burada Güneş'in zararlı bulunması, bu dinin takipçilerinin Güneş Tanrısı olan Mithra'ya da karşı olduklarını ve bağımsız bir din geliştirdiklerini gösteriyor. Daeva yasnacılar'ın bu grubu, -her dinde olduğu gibi-, kendilerinden olmayan herşeye; insanlara, çayırlara ve sığırlara saldırıyor, katlediyor ve karanlıkta kalmayı, güneşe çıkmaya yeğliyorlardı.

Daeva Tapıcıları'nın bu kesimi, ayinlerini günbatımından sonra veya gündoğumundan önceki alaca karanlık saatlerde yaparlardı. Daevacılar bu ayinlerden bazılarında, "iyi sular"dan soyunu alan Anahita'ya içki adağında bulunurlardı, ki bilindiği kadarıyla Zarathuştra bu tür ayinleri yasaklamıştı.

zurvan

Eski Aryan mitolojisinin ilginç tanrılarından biri de Zurvan'dır. Zaman anlamına gelen Zurvan nötr bir tanrıdır. Kendisinin santral bir yer kapladığı bir de dini sistem vardır; Zurvanizm. Zurvanistlere göre hiçbir şey; ne yer, ne gök, ne de evren yokken önce Zurvan vardı. Ezeli ve edebi zaman.. En büyük tanrı.. O ne aydınlığın, ne de karanlığın tanrısıydı.. Hem Ahura Mazda'nın Hem de Angra Mainyu'nun ikisinin de babasıdır. Bu iki Aryan Tanrısı Zurvan'ın ikiz çocuklarıdırlar. Demek oluyor ki O, sonsuz aydınlığın ve sonsuz karanlığın, ikisinin de babasıydı. Zaehner (1955)'in kaydettiğine göre, eski Ermeni folklorunda Zurvan, "Zuk" olarak geçer. Bu Zuk çok yüksek bir dağda otururdu. Bu dağdan sırayla siyah iplikten ve beyaz iplikten oluşmuş topları yuvarlardı. Beyaz top yuvarlandığında gündüz, diğeri yuvarlandığında ise gece olurdu. Bu toplar karanlığın ve aydınlığın tanrılarını temsil ediyor olacaklar. Zuk ise ikisinin de babasıydı. Zurvan; Mitoloji'de evrenin yaradılışını başlatan kavram olarak yerini almıştır. Zaman (Zurvan) olmadan tarih işlemeye başlamaz, yaradılış dahil, her şey hareketsiz kalırdı. Bazı yayınlarda Zurvan, Ahura Mazda'nın evreni yaratmaya karar verirken yarattığı ilk ruhsal varlık olan Vayu olarak gösterilir.

Zurvan da Zarathuştra'nın ölümünden sonraları Behdini'nin içinde kendisine bir yer bulmuş, dini kitaplarda geniş bir şekilde yer almıştı. Zurvanizm ise; anlaşıldığı kadarıyla asla yok edilemedi. Bu din bazı mezhepleri ile; geç Zarathuştracı Mitoloji'de vazgeçilmez bir yere oturacaktı.

daevalar

Doğu Aryan Halkları daevalar konusunda tam bir bölünmüşlük arzetmekteydiler. Hindular, onları (Div) iyi tanrılar olarak kabul etmişken, Medler ve Persler -ayrı sebeplerden de olsa- bunlara ”Kötü” veya ”Kötü'nün Dölü” diyorlardı. Biz Persler'in bu tanrıları yabancı halkların taptıkları tanrılar olarak gördüklerini ve bundan dolayı yasakladıklarını biliyoruz.

İranlı ulusların, bilhassa Medyalılar'ın çekindikleri ve daeva olarak niteledikleri pekçok "şer gücü" vardı. Bunların arasında "geçirilmiş kötü bir mevsim" (Dujyairya), öfke veya cinsel arzu (aeşma) ve ejderha (aji), ölüm (sauru), hastalık (tauru), çöküntü (zairi), kötünün işçisi (akataşa), Kötü Vayu, yara (xru), intikam tahrikçisi (kapasti) vs. sayılabilir. Vendidad'da bunların tümünün isimleri zikrediliyor. Jackson (1898) ve Moulton (1913) bugünkü bir kısım Kürtler'in, yani Yezidiler'in eski dinlerinin bir nevi Daiva-yasnaizm olduğunu öne sürüyorlar. Şeref Xan ise, Şerefname'sinde Zaza Kürtleri'nin, kendisinin yaşadığı dönemde bile (16. yüzyıl) hala tümüyle bu dini sürdürmeye devam ettiklerinden bahseder. Tarih içinde gerek Zarathuştracılar'ın ve gerekse Müslümanlar'ın şiddetli baskılarına rağmen, Kürtler'in bir kısmının Daeva-Yasnacı bir dini; yani, Zerdüştizm'le karıştırdıkları dinlerini bugünlere kadar taşıyabilmeleri şayanı hayrettir. Baskılar onlara gizliliği öğretmiş, sırri olmanın kendilerinin hayatta kalmalarıyla eşdeğerli olduğunu görmüşlerdir.

Mazdacılar, Daevacılar'ı Drujvant=yalan söyleyen veya ”Yalan'a Sapmış” olarak niteliyor ve dürüstlük veya doğruluğun timsali olan Aşa'nın karşıtları şeklinde görüyorlardı. Daevacılar, yeraltında gizli olan ölüm ilahı "Pouru-Mahrka"ya bu ilahı yatıştırmak amacıyla adaklarda bulunarak, onun şerrinden korunmaya çalışırlardı. "Pour" kelimesi şimdiki Kurmanci ve Zazaki'de pırr olarak aynı anlamı taşıyarak günlük dilde kullanılıyor (Türkçesi; "dolu"). Mahrka kelimesi, Kürtçe'nin iki lehçesinde hala aynı anlamı taşıyacak şekilde kullanılmaya devam ediyor; Zazaki'de Merg, Sorani'de marg (ve hatta Kurmanci'de mırın), mahrka ile aynı anlama, yani "ölüm" anlamına geliyor. Pouru-marka yani "ölüm-dolu", bir bütün olarak ele alındığında, Pehlevi din kitaplarında adı Ahriman'a dönüşmüş olan Angra Mainyu'nun sıfatlarından biri olduğu görülür. Araştırmamızı daha fazla derinleştirdiğimizde bunun Müslümanlar'ın ”Cehennem” kavramı ile özdeş olduğunu görürüz. Vaadedilen adaklar ve kesilen kurbanlar gösteriyor ki, Daevacılar'ın Aşa'nın yolunda yürümeye hiç niyetleri yoktu. Eski Daevacılar, Mithraizm döneminde çok güçlüydüler, hem de kendi aralarından çıkan ve onların bir evladı olan Peygamber Zarathuştra'yı kovacak kadar.. Daeva-yasnacı dinin mensuplarını yönlendiren, Karapan ve Usij denilen rahipler, Zarathuştra'nın en tehlikeli rakipleri olarak; Peygamber'in kendi eseri olan Kutsal Gathalar'da ismen yer alırlar. Zarathuştra, Daevacılar'ı; "hayvanlara zarar veren hırsız sürüleri", "sapkınlar" ve "yalancılar" diye niteleyerek lanetliyordu. Peygamber; "Drugvant"tan nefret etmeyi; "rtavant"laşmak, ya da Türkçe tercümesiyle; ”dürüstleşmek, adilleşmek” olarak kabul ediyordu.

Yezidi Kürtleri'nin dinleri; Mithraizm'in bir kolu olan ve Zerdüştizm ile karıştırılmış bir nevi Daeva-Yasnacılık'tan kaynağını alırken, Kuzey Kürdistan'daki Kızılbaş Kürtler'i ve Güney-Doğu Kürdistan'daki Ehli Haq'çılar Mithraizm-Zerdüştizm ve İslam Dini'nin karışımı olan bir yol tutturmuşlardır. Bilhassa Kızılbaş Kürtleri'nin eskiden icra ettikleri güneşin doğuşu ve batışı ile ilgili ayinler, cem toplantıları ve burada içilen şaraplar, "yarin al yanağından gayri her şeyi paylaşma" eğilimleri ilk iki dinin izlerini en güçlü bir şekilde yansıtıyor. Mehdi'nin geleceğine dair olan inanç ve Hızır Aleyhiselam kavramı tıpkısıyla Zarathuştra'nın dininden alınma inançlardır. Eski Kürt dininde oruç çok kısa sürerdi, ki bilhassa Kızılbaş Kürtler'inde de oruca bir aldırışsızlık var.. Ocak, en fazla alevilikte kutsaldır ki, Mithra dininde de ocak kutsaldı.. Ateş en önemli ilahi güçtü ve Mithra en büyük ateş olan güneşte temsilini bulmuştu.. Zarathuştracılık'ta athar Ahura Mazda'nın oğludur. Söz verme ve sözün kutsiyeti alevilikte esastır, bu; Mithraizm'in ve Zerdüştizm'in de en önemli temelidir. Hülasa; Yezidiler, Aleviler ve Güney Doğu Kürdistan'da varlıklarını sürdüren ”Ehl-i Haq”çılar Kürtler arasında atalarından gelen inançları ve gelenekleri en büyük bir ısrarla muhafaza edebilmiş halk gruplarıdırlar. Zarathuştra dinini İslam'la örten bir diğer mezhep ise Kürtler arasında yer bulmayan İsmailiye Mezhebi'dir ki, konumuzla ilişkisi olmadığı için şöyle bir zikr edip geçmekle yetiniyoruz.